İyi Hissetme Baskısı: Sürekli İyi Olma Zorunluluğu Ruh Sağlığını Nasıl Zedeler?

İyi hissetme baskısı, kişinin olumsuz duygularını bastırmasına yol açar. Üzüntü, öfke, hayal kırıklığı ya da umutsuzluk gibi duygular “istenmeyen” hâline gelir. Kişi bu duyguları yaşadığında, sadece üzülmez; aynı zamanda üzülüyor olduğu için kendini suçlar. Böylece birincil duyguya ikincil bir yük eklenir.
Psikolojide tüm duyguların bir işlevi vardır. Üzüntü kaybı anlamlandırmamıza, öfke sınır ihlalini fark etmemize, kaygı tehlikeyi değerlendirmemize yardımcı olur. Ancak iyi hissetme baskısı bu doğal süreci bozar. Duygular bastırıldığında çözülmez; yalnızca ertelenir. Ertelenen duygular ise genellikle daha yoğun ve kontrolsüz şekilde geri döner.
Bu baskının kökenlerinden biri toplumsal dayanıklılık mitidir. İnsanların her koşulda güçlü, ayakta ve motive olması beklenir. Zorlanmak bir zayıflık gibi algılanır. Özellikle “baş etmelisin”, “her şeyin bir hayrı var” gibi iyi niyetli ama geçersizleştirici ifadeler, kişinin iç dünyasını değersizleştirir.
Klinik gözlemler, iyi hissetme baskısının özellikle yüksek işlevli bireylerde yaygın olduğunu gösterir. Dışarıdan başarılı, üretken ve kontrollü görünen bu kişiler, içsel dünyalarında duygularına alan açmakta zorlanır. Çünkü duygusal kırılganlık, kimlikleriyle çelişir gibi hissedilir. Bu durum uzun vadede tükenmişlik ve anhedoniye (haz alamama) yol açabilir.
İyi hissetme zorunluluğu, psikoterapi süreçlerinde de sık karşılaşılan bir dirençtir. Danışanlar bazen “daha iyi hissetmek için” terapiye gelir, ancak kötü hissetmeye alan tanımakta zorlanır. Oysa psikolojik iyilik hâli, her zaman iyi hissetmek değil; kötü hissettiğinde de kendini taşıyabilmektir.
Bu baskının nöropsikolojik bir boyutu da vardır. Duygusal bastırma, beynin stres yanıt sistemini sürekli aktif tutar. Kişi “iyi görünmeye” çalıştıkça, bedensel gerginlik artar. Bu durum uyku sorunları, baş ağrıları ve sindirim problemleri gibi psikosomatik belirtilerle kendini gösterebilir.
Sosyal medya da iyi hissetme baskısını güçlendirir. Sürekli mutlu, motive ve başarılı anların paylaşıldığı bir ortamda, kişinin kendi gerçekliğiyle bağ kurması zorlaşır. Karşılaştırma arttıkça, “bende bir sorun var” algısı güçlenir. Oysa görünen yüzey, çoğu zaman yaşananın tamamı değildir.
İyi hissetme baskısından çıkış, duygulara hiyerarşi koymamaktan geçer. Bazı duygular iyi, bazıları kötü değildir; sadece vardırlar. Psikolojik esneklik, duyguların gelip geçmesine izin verebilmektir. Kişi bir duyguyu değiştirmeye çalışmadan önce, onu anlamaya yöneldiğinde rahatlama başlar.
Sonuç olarak sürekli iyi hissetme zorunluluğu, ruh sağlığını korumaz; aksine onu sessizce yorar. İyi olmak, her zaman iyi hissetmek değildir. Bazen iyi olmak, kötü hissettiğini kabul edebilecek kadar kendine dürüst olabilmektir.
Hazırlayan:
Uzman Psikolog Mustafa Cem Oğuz

