Küslük Kültürü ve İlişkisel Bedeli: İlişkide Mesafe Üzerinden Kurulan Bağ

Küslük kültüründe temel varsayım şudur: Karşı taraf neyi yanlış yaptığını anlamalı ve adım atmalıdır. Ancak bu beklenti çoğu zaman karşılanmaz. Çünkü konuşulmayan duygu, karşı taraf için görünmezdir. Bu görünmezlik, ilişkide belirsizlik, kaygı ve suçluluk duygularını besler. Küslük uzadıkça, taraflar birbirinden uzaklaşır; temas yerini tahmine ve sessiz gerilime bırakır.
Küslüğün ilişkisel bedeli yalnızca o anki çatışmayla sınırlı değildir. Zamanla biriken küslükler, güven duygusunu zedeler. İlişki içinde “yanlış bir şey söylersem yine küser” kaygısı gelişir. Bu kaygı, bireylerin kendilerini sansürlemesine ve duygularını paylaşmaktan kaçınmasına yol açar. İlişki, açık bir bağ olmaktan çıkar; temkinli bir alana dönüşür.
Küslük aynı zamanda güç mücadelesinin bir aracına dönüşebilir. Kim daha uzun süre dayanacak, kim ilk adımı atacak sorusu ilişkinin merkezine yerleşir. Bu durumda mesele artık yaşanan kırgınlık değil; kazananın kim olacağıdır. Oysa ilişkilerde kazanan-kaybeden dengesi kurulduğunda, bağın kendisi zarar görür.
Psikolojik danışmanlık sürecinde küslük, çoğu zaman ifade edilemeyen duyguların dolaylı bir anlatımı olarak ele alınır. Kırgınlık, öfke, değersizlik ya da görülmeme hissi açıkça dile getirilemediğinde, küslük bir savunma mekanizması haline gelir. Terapötik çalışmada amaç, bu duyguların güvenli bir şekilde ifade edilebilmesini sağlamaktır.
Sağlıklı ilişkilerde çatışma kaçınılmazdır; ancak küslük zorunlu değildir. Duyguların konuşulabildiği bir ilişkide, küslüğe ihtiyaç azalır. Kişi kırıldığını ifade edebildiğinde, ilişki onarıcı bir sürece girebilir. Küslük yerine temasın tercih edilmesi, ilişkinin dayanıklılığını artırır.
Küslük kültüründen çıkmak, hızlı ve kolay bir süreç değildir. Ancak her konuşulan duygu, her kurulan temas, ilişkinin taşıyabileceği yükü hafifletir. İlişkiler, sessizlikle değil; temas edebildikçe güçlenir.
Hazırlayan:
Uzman Psikolog Mustafa Cem Oğuz

