"Bazen aç olmadığım hâlde yiyorum. Bazen acıktığımı fark etmiyorum bile. Aynaya baktığımda kendime karşı acımasızlaşıyorum. Kendimi bazen yemezsem kontrol etmiş gibi, bazen yersem suçlu gibi hissediyorum."
Bu yazı tam da bu içsel karmaşaya tanıklık edenler için. Çünkü yemek, yalnızca bedeni değil, zihni ve duyguları da doyurmakla ilgili.
Beslenme davranışları çoğu zaman sadece fiziksel açlıktan beslenmez. Yalnızlık, öfke, kaygı, suçluluk, sıkılma gibi duygularla başa çıkmanın yollarından biri olabilir yemek yemek ya da yememek. Kimi zaman da "iyi hissetme", "başarı", "kontrol", "güçlü olma" gibi anlamlar yüklenebilir bir tabağın içindekilere.
Yeme bozukluğu dediğimiz şey, çoğu zaman tam olarak neyin “bozulduğunu” bilmeden yaşadığımız bir ilişkiler ağıdır: bedenle, açlıkla, doyumla, utançla ve beklentilerle kurulan karmaşık bir ilişki.
ACT yaklaşımına göre, bu ilişkide amaç “doğru yemek yemek” değil; yeme davranışlarının ardındaki içsel deneyimlere alan açabilmek, onlarla savaşmak yerine onları tanımaya gönüllü olmaktır. Bu süreçte kişi, sadece yeme davranışını değil, hayatla kurduğu ilişkileri de yeniden şekillendirme cesareti gösterir.
Terapi bu noktada bir diyet listesi sunmaz ama kendi bedeninle, hislerinle, değerlerinle yeniden tanışman için bir alan açar: "Bedenim yüksek doz besin ile neyi sakinleştirmeye çalışıyor?"