Duygusal Bağların Kökü: Güvenli Bağlanmanın Sessiz Hikayesi

Erken Bağlanmanın Psikolojik Temelleri
Mary Ainsworth’un (1978) geliştirdiği “Yabancı Durum Deneyi” (Strange Situation
Procedure), bağlanma stillerinin gözlemlenmesini sağlamıştır. Bu deney sonucunda üç
temel bağlanma stili tanımlanmıştır: güvenli, kaygılı/kararsız ve kaçıngan bağlanma. Daha
sonra Main ve Solomon (1986), dördüncü bir kategori olarak dezorganize bağlanma stilini
eklemiştir.
Güvenli bağlanma stiline sahip çocuklar, bakım verenlerinin varlığında çevreyi
keşfetmekten çekinmezler; ayrılıklarda kısa süreli stres yaşasalar da yeniden birleşmede
kolayca sakinleşirler. Bu durum, içsel bir “güvenli üs” (secure base) oluşturduklarını
gösterir. Buna karşın kaygılı veya kaçıngan bağlanma biçimleri, bakım verenin tutarsız
veya duyarsız tepkileriyle ilişkilidir ve bireyin gelecekteki ilişki modellerini derinden etkiler
(Ainsworth et al., 1978).
Bağlanma ve Beyin: Nörobiyolojik Perspektif
Bağlanma yalnızca davranışsal bir fenomen değildir; nörobiyolojik temelleri de güçlü
biçimde ortaya konmuştur. Schore (2001), erken dönem bağlanmanın özellikle sağ
hemisfer gelişimini etkilediğini ve bu bölgenin duygusal düzenleme süreçlerinde kritik rol
oynadığını belirtmiştir.
Ayrıca, güvenli bağlanma ilişkilerinde oksitosin düzeylerinin arttığı ve bu nöropeptidin
sosyal bağlanma, empati ve güven duygusunu güçlendirdiği bulunmuştur (Carter, 1998).
Oksitosin, özellikle anne-bebek etkileşimi sırasında salgılanır ve sinir sisteminin
“rahatlama” tepkisini destekler. Bu biyolojik mekanizma, güvenli bağların fizyolojik
temelini açıklar.
Yetişkinlikte Bağlanmanın Dönüşümü
Bağlanma sisteminin etkisi yalnızca çocuklukla sınırlı değildir. Hazan ve Shaver (1987),
bağlanma stillerinin yetişkin romantik ilişkilerde benzer biçimlerde ortaya çıktığını
göstermiştir. Güvenli bağlanan yetişkinler, duygusal yakınlıktan korkmaz; bağımsızlık ve
bağlılık arasında sağlıklı bir denge kurabilirler. Buna karşın kaygılı bağlanan bireyler sürekli
onay arayışı içindedir; kaçıngan bağlananlar ise duygusal yakınlıktan kaçınarak ilişkiyi
yüzeysel düzeyde tutma eğilimindedir.
Mikro düzeyde, bu stiller bireyin stresle baş etme kapasitesini, duygu düzenleme
becerilerini ve hatta psikoterapiye yanıtını bile etkileyebilir (Mikulincer & Shaver, 2016).
Özellikle güvenli bağlanma, emotion regulation (duygu düzenleme) süreçlerinde esneklik
sağlar; çünkü kişi, hem kendi duygularını tanıyabilir hem de başkalarının duygusal
sinyallerini doğru yorumlayabilir.
Terapi ve Yeniden Bağ Kurma Süreci
Modern terapi yaklaşımları, bağlanma temelli modellerden giderek daha fazla
yararlanmaktadır. Özellikle Duygu Odaklı Terapi (Emotionally Focused Therapy; Johnson,
2008) ve Bağlanma Odaklı Psikoterapi, danışan ile terapist arasındaki güvenli ilişkiyi
“onarıcı bağlanma deneyimi” olarak ele alır. Bu terapötik ilişki, bireyin içsel çalışma
modellerini (internal working models) yeniden şekillendirmesini sağlar.
Güvenli bir terapötik bağ, danışanın geçmişteki güvensiz ilişkilerinin nöropsikolojik izlerini
dönüştürür; yeni bir duygusal öğrenme fırsatı sunar. Bu nedenle, terapi yalnızca içgörü
kazandıran bir süreç değil, aynı zamanda bağ kurmayı yeniden öğrenme deneyimidir.
Sonuç
Bağlanma, insanın psikolojik yapısının en temel düzenleyici sistemlerinden biridir.
Güvenli bağlanma, yalnızca çocuklukta değil, yaşam boyu duygusal istikrar, stresle baş
etme kapasitesi ve ilişkisel doyumun temelini oluşturur. Psikoterapi de bu sistemin
yeniden yapılandırıldığı bir alan olarak, bireyin “güvenli bağ kurma” kapasitesini
güçlendirir.
Sonuç olarak, duygusal bağların kökü çocuklukta atılsa da, insanın iyileşme potansiyeli
yaşam boyu sürer. Her güvenli ilişki, geçmişin güvensiz temelleri üzerine yeni bir hikâye
yazma fırsatıdır.
Hazırlayan:
Uzman Psikolog Mustafa Cem Oğuz

