Terapistler de danışanlar gibi insandır; terapötik ilişkiye gerçek insanlar olarak girerler ve çalıştıkları danışanlarla ilgili kaçınılmaz olarak duyguları vardır. Bu duygular, geçmişte diğer insanlarla yaşadıkları deneyimlerden etkilenir.
Bir danışanla birlikteyken, duygularını, rastgele düşüncelerini, korkularını ve hayallerini aşmaya çalışmak yerine, ilişki odaklı terapistler bunları zengin bir alt tabaka olarak kullanır, bu alt tabakaya daldıklarında, bu danışanın kim olduğuna ve ona (ve diğerlerine de) nasıl yanıt verdiklerine dair daha tam bir anlayışla ortaya çıkarlar. Bir kıyafet mağazasının prova odasındaki karşı karşıya duran aynalar düzenlemesine baktığınızda gördüğünüz görüntü dizisini düşünün: siz, size bakan siz, size bakan siz… Aynı şekilde, terapist kendisine, danışana bakan danışana, danışana bakan terapiste bakan kendisine bakar—sonsuz bir geri dönüş, terapist ve danışanın bu ilişkide yaşadıkları düşünceler, duygular, izlenimler ve eğilimlerin tüm senfonisinde tamamlanır.
Terapistin düşünceleri, duyguları, izlenimleri ve eğilimleri—geçmiş ilişkilerden büyüyüp bu mevcut olanla harmanlanan, hepsi farkındalığa tamamen açık—doğru klinik değerlendirmeler yapmasına ve etkili müdahaleler planlamasına yardımcı olur. Daha da önemlisi, kim olduğunu ve danışana ne hissettiğini ifade ederken, onu otantik bir ilişkiye davet edebilir, bu ilişki danışanın kendisinin de otantikliğe doğru hareket etmesini destekler ve teşvik eder.