Doktorsitesi.com

Kendini Geliştirme Takıntısı: Sürekli Daha İyi Olmaya Çalışmak Neden Yorar?

Uzm. Psk. Begümsue Taşdelen
Uzm. Psk. Begümsue Taşdelen
21 Temmuz 202565 görüntülenme
Randevu Al
Bu yazı, günümüz bireylerinin maruz kaldığı sürekli kendini geliştirme baskısının psikolojik etkilerini ele almaktadır. Kişisel gelişim kültürü, bireyin potansiyelini ortaya koyma arzusundan doğsa da, günümüzde şartlı özdeğer, toksik üretkenlik ve sosyal kıyaslama gibi zihinsel yüklerle birleşerek bireyde kronik yetersizlik hissine, tükenmişliğe ve anlamsızlık duygusuna yol açmaktadır. Özellikle sosyal medya, başarı ve gelişim imgelerini sürekli öne çıkararak bireyin kendini değerlendirme biçimini derinden etkilemekte, “her zaman daha iyi olmalıyım” inancını pekiştirmektedir. Yazıda bu durum, evrimsel psikoloji, öz-şefkat kuramı ve anlam arayışı bağlamında değerlendirilmiş; gelişimin sağlıklı sınırlar içinde sürdürülebilmesi için öz-kabul, mindfulness ve bütünleşme gibi kavramlara odaklanılmıştır. Sürekli daha iyi olmaya çalışmanın yıpratıcı etkilerine dikkat çeken metin, gelişimin bir zorunluluk değil, bilinçli bir seçim olması gerektiğini savunmakta ve bireyi olduğu haliyle görmeye davet etmektedir.
Kendini Geliştirme Takıntısı: Sürekli Daha İyi Olmaya Çalışmak Neden Yorar?

Kendini geliştirme, modern insanın gündelik hayatında neredeyse zorunlu hale gelmiş bir hedefe dönüştü. Artık yalnızca “iyi olmak” yeterli sayılmıyor; daha iyi olmak, sürekli bir adım önde olmak, potansiyelini sonuna kadar zorlamak bekleniyor. Bu beklentiyi yalnızca dış dünya değil, kişinin iç sesi de sürekli tekrar ediyor. “Bugün ne yaptın?”, “Yeterince üretken miydin?”, “Yeterince okudun mu, çalıştın mı, geliştin mi?” soruları artık yalnızca motivasyon kaynakları değil, bir baskı aracına dönüşmüş durumda. Başarıya ulaşmak kadar, sürekli bir gelişim halinde olmak da birey için değerli hale geldi. Ancak bu sürecin sürdürülebilir olup olmadığı, ruhsal dengeye zarar verip vermediği yeterince sorgulanmıyor.

İnsanın gelişme isteği doğal bir ihtiyaçtır. Evrimsel psikolojiye göre birey, çevresiyle daha iyi baş edebilmek ve sosyal gruplar içinde daha avantajlı konumlara erişebilmek için becerilerini artırmak zorundaydı (Baumeister & Leary, 1995). Bu durum, insanın öğrenme, yeniliklere açık olma ve problem çözme becerilerini de beraberinde getirdi. Ancak modern toplumda gelişim yalnızca adaptasyon için değil, onay görmek, değerli hissetmek ve “yeterli” kabul edilmek için de bir zorunluluk halini aldı. Özellikle sosyal medya, bireylerin yalnızca başarılarını ve en iyi versiyonlarını paylaştığı bir vitrin alanına dönüştü. Bu vitrin, diğer insanlar tarafından görünür olmak isteyen bireyin, kendini sürekli bir performans döngüsü içinde bulmasına yol açtı (Chou & Edge, 2012).

Sosyal medya, kıyaslama davranışını hiç olmadığı kadar görünür hale getirdi. Artık insanlar yalnızca fiziksel olarak çevresindekilerle değil, dünyanın dört bir yanındaki “mükemmel” hayatlarla da karşılaştırma içinde. Bu karşılaştırmalar çoğu zaman bireyin gerçekliğiyle örtüşmeyen bir yetersizlik duygusu yaratıyor. Festinger’in (1954) sosyal karşılaştırma kuramına göre insanlar kendilerini değerlendirmek için başkalarının performansına bakarlar. Ancak bu değerlendirme, günümüzde filtrelenmiş başarı hikâyeleriyle dolu bir ortamda yapıldığında, birey ne kadar çabalarsa çabalasın kendini eksik hissedebiliyor.

Kendini geliştirme arzusu, kişinin içsel motivasyonunu besleyebilir. Fakat bu arzu yerini bir zorunluluğa bıraktığında, birey yalnızca geliştiği sürece değerli olduğunu düşünmeye başlar. Bu durum, psikolojide “şartlı özdeğer” olarak tanımlanır (Deci & Ryan, 2000). Şartlı özdeğer sahibi bireyler, başarı elde ettiklerinde kendilerini değerli hissederken, başarısızlık durumlarında sert bir şekilde kendilerini eleştirirler. Bir hedefe ulaşsalar bile bunu yeterli görmez, bir sonraki hedefe geçmek zorunda hissederler. Bu kısır döngü, bireyin başarıdan haz almasını değil, başarıyı kısa süreli bir rahatlama aracı olarak kullanmasını sağlar.

Bu tür bir zihinsel yapı, kişide “toksik üretkenlik” olarak adlandırılan kronik üretme zorunluluğunu doğurur. Kişi, boş kaldığı her anı zaman kaybı gibi görür. Dinlenmeye ayrılan vakit suçlulukla karışır; çünkü zihnin bir köşesinde her zaman “yapılması gereken başka bir şey” vardır (Salanova et al., 2014). Bu durum yalnızca fiziksel bir yorgunluk yaratmakla kalmaz, aynı zamanda zihinsel ve duygusal bir tükenmişlik hissine de yol açar.

Tükenmişlik, yalnızca iş dünyasına ait bir kavram değildir. Kendini geliştirme baskısıyla yaşayan birey, “kendi potansiyelini gerçekleştirememe” korkusuyla sürekli bir performans içinde yaşar. Maslach ve Leiter (2016), tükenmişliğin yalnızca fazla çalışmayla değil, anlamsızlaşan çabayla da ortaya çıktığını vurgular. Yani birey sadece çok çalıştığı için değil, çabalarının bir yere varmadığını hissettiğinde de tükenmiş hisseder. Kendini geliştirme zorunluluğu da bu tür bir döngüyü yaratabilir. Çünkü bu süreçte kişi, durup geldiği yolu takdir etmez, sadece eksik olanı görür.

Öz-şefkat kavramı bu noktada devreye girer. Neff’in (2003) tanımladığı öz-şefkat, bireyin hataları ve zayıflıkları karşısında kendine yargılayıcı değil, anlayışlı bir tutum sergilemesidir. Ancak toksik gelişim kültüründe öz-şefkat genellikle “gevşemek” veya “yetinmek” gibi olumsuz kavramlarla eşleştirilir. Birey, kendine karşı anlayış göstermenin gelişimi engelleyeceğini düşünür. Oysa tam tersi doğrudur: Kendine şefkat gösteren birey, hatalarını kabul edip onlardan öğrenerek daha sağlıklı bir gelişim süreci yaşayabilir.

Bu noktada kişisel gelişim anlayışının yönünü sorgulamak gerekir. Gelişim, bir mükemmelleşme hedefi değil, bir bütünleşme süreci olarak tanımlanmalıdır. Jung’un (1953) ifade ettiği gibi bireyin psikolojik sağlığı, “mükemmel olmak”tan çok “bütün olmak”la ilişkilidir. Kişi, güçlü yönlerinin yanında zayıf yönlerini de kabul ettiğinde ruhsal anlamda daha dengeli hisseder. Bu kabul, bireyin kendini geliştirme yolculuğunu da daha sürdürülebilir kılar. Çünkü kişi artık gelişmeyi bir eksiklikten kurtulma çabası olarak değil, kendini daha iyi tanıma süreci olarak görür.

Bir diğer önemli mesele ise anlam duygusudur. Steger (2012), bireyin yaşamda anlam bulmasının psikolojik iyilik haliyle doğrudan ilişkili olduğunu vurgular. Ancak sürekli bir sonraki hedefe odaklanan birey, yaşadığı anı kaçırır. Başarıya ulaşmak için çıktığı yolda, neyi neden yaptığını unutabilir. Bu da zamanla “başardım ama neden mutlu değilim?” sorusunu beraberinde getirir. Gelişimin amacı anlam yaratmaksa, bu anlamın yolda kaybolmaması gerekir.

Farkındalık (mindfulness) temelli yaklaşımlar, bireyin bu döngüden çıkmasına yardımcı olabilir. Kabat-Zinn (1994), farkındalığı “şu an olanı, yargılamadan fark etmek” olarak tanımlar. Farkındalık sayesinde kişi, sürekli “daha sonra ne yapmalıyım” sorusu yerine “şu anda ne oluyor?” sorusunu sormayı öğrenir. Bu da hem zihinsel dinginliği artırır hem de gelişim baskısından kaynaklanan yorgunluğu azaltır.

Kişisel gelişim, dışarıdan gelen bir yarış değil, içeriden gelen bir çağrıdır. Bu çağrıya kulak vermek kıymetlidir. Ancak her gün daha fazlasını yapmak zorunda hissederek değil; bazen durarak, dinlenerek, düşerek ve kalkarak devam etmek gerekir. Çünkü insan yalnızca geliştiği yerden değil, durduğu ve düşündüğü yerden de büyür. Sürekli daha iyi olmaya çalışmak, yaşamın anlamını yüzeyde tutar. Gerçek iyilik hali, olduğun kişiyi olduğu haliyle görebilmekle başlar.

İnsan gelişmek için yaşar; ama sadece gelişmek için yaşamamalıdır.

Kaynakça (APA7)

Baumeister, R. F., & Leary, M. R. (1995). The need to belong: Desire for interpersonal attachments as a fundamental human motivation. Psychological Bulletin, 117(3), 497–529.

Chou, H. T. G., & Edge, N. (2012). “They are happier and having better lives than I am”: The impact of using Facebook on perceptions of others' lives. Cyberpsychology, Behavior, and Social Networking, 15(2), 117–121.

Deci, E. L., & Ryan, R. M. (2000). The “what” and “why” of goal pursuits: Human needs and the self-determination of behavior. Psychological Inquiry, 11(4), 227–268.

Festinger, L. (1954). A theory of social comparison processes. Human Relations, 7(2), 117–140.

Jung, C. G. (1953). Psychological aspects of the personality. Princeton University Press.

Kabat-Zinn, J. (1994). Wherever You Go, There You Are: Mindfulness Meditation in Everyday Life. Hyperion.

Maslach, C., & Leiter, M. P. (2016). Burnout: A Multidimensional Perspective. Psychology Press.

Neff, K. D. (2003). The development and validation of a scale to measure self-compassion. Self and Identity, 2(3), 223–250.

Salanova, M., Schaufeli, W. B., Llorens, S., Peiró, J. M., & Grau, R. (2014). From burnout to engagement: A new perspective. Journal of Psychology, 22(1), 53–68.

Steger, M. F. (2012). Making meaning in life. Psychological Inquiry, 23(4), 381–385.

Yazar Hakkında

Uzm. Psk. Begümsue Taşdelen

Uzm. Psk. Begümsue Taşdelen

Psikolog Begümsue Taşdelen, lisans öncesi eğitimlerinin ardından Akdeniz Üniversitesi Psikoloji lisans programı ve beraberinde Anadolu Üniversitesi Sağlık Yönetimi lisans programına başlamıştır. Lisans eğitimleri süresince Klinik, Devlet Hastanesi ve Rehabilitasyon merkezlerinde staj yaparak onur derecesiyle mezun olmuştur. Mezuniyetin ardından Bursa Teknik Üniversitesi’nde İşletme Yüksek Lisans programına başlayarak yüksek onur derecesiyle programdan mezun olmuştur. Ardından İstanbul Topkapı Üniversitesi’nde Psikoloji Tezli Yüksek Lisans programından mezun olmuştur. Yıldız Teknik Üniversitesi Aile Danışmanlığı eğitim programınını da başarıyla bitirerek Aile Danışmanı unvanını almaya hak kazanmıştır. Şu anda kurucusu olduğu Sue Danışmanlık'ta hizmet vermektedir.

Önemli Bilgilendirme

Site içerisinde bulunan bilgiler bilgilendirme amaçlıdır. Bu bilgilendirme kesinlikle hekimin hastasını tıbbi amaçla muayene etmesi veya tanı koyması yerine geçmez.