Adaletin Gölgesinde: Güven, Stres ve Ahlaki Erdemin Psikolojik Haritası


Toplumların ruh halleri, içinde bulundukları politik iklimden bağımsız düşünülemez. Günümüzde, ülkemizin politik gündeminin yarattığı belirsizlik, adalet sistemine duyulan güvenin sarsılması ve bireysel yaşamda artan stresörler, yalnızca sosyolojik değil, derin psikolojik etkiler de yaratıyor. Psikoloji biliminin gözünden bakıldığında, adaletin yalnızca bir sistem meselesi değil; aynı zamanda insan zihninde düzen, denge ve güven duygusu yaratan bir yapı taşı olduğu görülür.
Albert Bandura'nın Toplumsal Öğrenme Kuramı, bireylerin başkalarının davranışlarını gözlemleyerek öğrenme eğiliminde olduğunu söyler. Ancak, gözlemlenen bu davranışlar eğer sistematik adaletsizlikler, yolsuzluklar ve cezasızlık örüntüleri içeriyorsa, bireyler ya bu örüntüye uyum sağlamakla ya da derin bir içsel çatışma yaşamakla karşı karşıya kalırlar. Bu durum, psikolojik esenliği tehdit eden kronik stresin zeminini hazırlar. Sıklıkla karşılaşılan bir başka sonuç ise; “Öğrenilmiş Çaresizlik”tir. Seligman’a göre; kişi, çaba göstermenin sonucu değiştirmediğini deneyimledikçe, edilgenleşir ve toplumsal katılımdan uzaklaşır.
Bireyin güven duygusu, erken dönem bağlanma deneyimlerinden başlayarak şekillenir; ancak bu duygu yaşam boyu sosyal çevre ve sistemle kurulan ilişkiyle yeniden yapılanır. Toplumsal düzlemde güven, yalnızca diğer insanlara değil; adalet sistemine, yöneticilere ve kurallara duyulan inançla da ilgilidir. Sistematik tutarsızlıklar, keyfiyet ve cezasızlık, bireyin dış dünyayla kurduğu ilişkiyi güvensizlik üzerinden inşa etmesine neden olur. Bu da hem sosyal izolasyonu hem de toplumsal kutuplaşmayı körükler.
Peki, bu duygusal iklimde birey nasıl bir iç denge kurabilir?
Aristoteles’in “Ahlaki Erdem” tanımı, burada yol gösterici olabilir. Ona göre erdem, doğru olanı, doğru zamanda, doğru nedenle ve doğru biçimde yapma yetisidir. Adaletsizlik karşısında sessiz kalmamak, içsel pusulamıza sadık kalarak eyleme geçmek, yalnızca toplumu dönüştürme gücü taşımaz; aynı zamanda bireyin öz saygısını ve ruhsal bütünlüğünü korumasına da katkı sunar.
Kolektif bilinç, Émile Durkheim’in ifadesiyle bir toplumun ortak inançlarını, değerlerini ve ahlaki normlarını ifade eder. Ancak bu bilinç, durağan değil; tarihsel olaylarla, krizlerle ve toplumsal travmalarla şekillenen, bazen parçalanan, bazen de yeniden örülen bir dokudur. Bugün ülkece tanıklık ettiğimiz adaletsizlikler, hak ihlalleri, güvensizlik ve kutuplaşma, bu dokunun yıprandığına işaret ediyor. Fakat psikolojinin bize sunduğu güçlü bir kavrayış var: Her kriz aynı zamanda bir dönüşüm potansiyeli taşır.
Sonuç olarak, politik atmosferin yükünü sadece başlıklarla değil, sinir sistemimizle, ilişkilerimizle ve inançlarımızla birlikte taşıyoruz. Ancak erdem odaklı bir şekilde psikolojik dayanıklılık, bazen adaletsizliğin tam ortasında bile ahlaki bir duruş sergileyebilmeyi; güven duygusu yıkılsa da onu onarmaya dair bir irade göstermeyi içerir. İçinden geçtiğimiz bu dönemde belki de en çok ihtiyacımız olan şey, bireysel çöküşe karşı kolektif bilinci ve etik sağlamlığı yeniden inşa edebilme cesaretidir.
Saygı ve sevgilerimle…
Meltem Şahiner
PSİKOLOG