Paleolitik beslenme

PALEOLİTİK BESLENME

Paleolitik beslenme

 

Paleo Diyeti ,ilk insanların avcı toplayıcı beslenme biçimi taklit edilerek oluşturulmuş beslenme biçimidir.

Bu diyetin temelinde doğada var olan, orjinal haliyle tüketilebilen besinlerin tüketilmesi esas alınırken ,işlem görmüş ve fabrikasyon ürünü ,katkı maddesi kullanılarak raf ömrü uzatılmış besinlerin tüketilmemesi yer alır. Paleo diyetinde süt , tahıl ve baklagil tüketimi yoktur .Doğada bir başka canlının sütünü tüketen tek canlı insandır .Sütün ve baklagillerin insanlar için tüketilebilir olması yaklaşık 8000 yıl öncesi başlarken, tarım ile birlikte tahılların da tüketilebilir hale gelmesi 10.000 yıl öncesine gitmektedir. Atalarımız 250.000 yıl boyunca avlayabildiği et ve deniz ile toplayabildikleri koyu yeşil yapraklı sebze , kök sebze, meyve, tohum tüketerek besleniyorlardı.

Günümüzde bu diyetin uygulaması zor gibi düşünülebilir. Teknolojinin gelişmesi ile artan nüfusa yetecek kadar ürün elde etme çalışmaları ki bu daha kısa zamanda daha fazla ürün almayı hedefler, raf ömrünü uzatmak için kullanılan katkı maddelerinin fazlalığı ,temiz ürününe ulaşmayı zorlaştırmaktadır.

Doğada otlanarak beslenen hayvanların etlerinde ve sütlerinde omega- 3yağ asitleri ,vitamin ve mineral içeriği yüksekken bugün toplu olarak yetiştirilen hayvanların hormon içeren yemlerle beslenmesi ve hayvanların hastalanmaması için kullanılan antibiyotikler nedeni ile etin ve sütün besin değeri düştüğü gibi hayvanın özellikle yağ dokusunda biriken toksik madde birikimi fazladır. Bununla birlikte tarımda kullanılan gübre, tarım ve böcek ilaçları toprağın mineral dengesini ve mikrobiyatasını bozmaktadır. Bu uygulamalar nedeni tüketilen etin , sütün ,tahılın ,sebze ve meyvenin besin değerini düşürmektedir.

Gıda sektöründe kullanılan antibiyotik, hormon, pestisit, herbisit ve katkı maddesi kullanımı önce bağırsak bariyerine zarar verir daha sonra buradan kan dolaşımına katılarak çeşitli organlarda ve dokularda hasar oluşturmaya başlar. Bu uzun vadede gerçekleşen bir durumdur , düşük dozda inflamasyon dediğimiz bu durum ilerleyen zamanda tanısı koyulmuş kronik bir hastalık veya nedeni belli olmayan otoimmün hastalık olarak kendini belli eder.

Sonuç olarak; tükettiğimiz besinleri alırken bazı farkındalıklarımızın olması gerekir; mevsiminde organik olarak üretilen sebze , meyve tüketimini önerirken, uzun raf ömrüne sahip, katkı maddesi içeriği fazla olan , işlenmiş, fabrikasyon ürünlerinden kaçınmak gerekir. Bugün omega 3 içeriği yüksek diye önerdiğimiz balık tüketimi bile çiftlik balığı olarak beslenen balıklar istenen düzeyde omega 3 içermemektedir .Ayrıca denizlerdeki kirlilik ve büyük balıklarda ağır metal birikiminin küçük balıklara nazaran daha fazla olduğunu da belirtmek isterim. Erişebildiğiniz ölçüde doğada otlayarak beslenen hayvan etlerini tüketmenizi tavsiye ederim.

Bu makale 22 Eylül 2022 tarihinde güncellendi. 0 kez okundu.

Yazar
Dyt. Emel Zalaltuntaş

  1981 yılında Ankara’da doğdum. İlkokul, ortaokul, lise ve üniversiteyi Ankara’da okudum. 2006 yılında Hacettepe Üniversitesi Beslenme ve Diyetetik Bölümünde lisans eğitimimi tamamladım. 2006-2007 yıllarında İbn-i Sina ve Ulucanlar Göz Hastanesi’nde kurum diyetisyeni olarak hizmet verdim. 2011 yılında Atatürk Eğitim ve Araştırma Hastanesi’ne atandım. Atatürk Eğitim ve Araştırma Hastanesinde klinik, poliklinik ve kurum diyetisyeni olarak hizmet verdim. 2014 yılında, Atatürk Eğitim ve Araştırma Hastanesine bağlı Endotem Semt Polikliniği’nde 4 yıl süresince, poliklinik diyetisyeni olarak, endokrin hastalarına uygun tıbbi beslenme programları hazırlayarak, diyabette beslenme eğitimleri verdim. 2019 yılında Bilkent Şehir Hastanesi’nin açılışı ile birlikte burada poliklinik ve klinik diyetisyen olarak çalıştım. Kamuda çalışmak bir süre sonra ...

Etiketler
Gıda takviyesi
Dyt. Emel Zalaltuntaş
Dyt. Emel Zalaltuntaş
Ankara - Diyetisyen
Facebook Twitter Instagram Youtube