Bebekliğimizde söylediğimiz ilk kelimeden, attığımız ilk adıma değin ebevenynlerimizin ve çevremizdeki diğer bireylerin bizi düzeltme ve geliştirme çabalarına şahit oluruz. Bu düzeltme ve geliştirme çabaları, bebeklik ve çocuklukta bir kelimenin nasıl söylenileceğinden, kaşık ve çatalın nasıl tutulacağına; ergenlik, erken yetişkinlik gibi dönemlerde ise akademik başarı düzeyinden, yaşam yolunda yapılacak seçimlere kadar farklı biçimlerde karşımıza çıkabilir.
Bu şekilde düzeltme, geliştirme ve iyileştirme çabalarına maruz kaldıkça, hayatta belli standartlara uymamız ve ulaşmamız gerektiğini görürüz. Böylece performansımızı geliştirmek ve daha yüksek standartlara ulaşmak bizim için önemli hale gelir ve bu yönde çaba sarf ederiz. Giriştiğimiz bu çabalar, her zaman mükemmeliyetçilikle eş olmasa da insanın kendine yönelik belirlediği yüksek kişisel standartların varlığı söz konusu olduğunda, mükemmeliyetçiliğe rastlamak mümkün hale gelir.
Bu bağlamda mükemmeliyetçilik, bireyin kendine yönelik belirlediği yüksek standartları, gösterdiği çaba ve performansa yönelik tutumunu içerir. Birey, bu standartlara ulaşamadığında veya performansına yönelik olumsuz bir tutuma sahip olduğunda ise kendini aşırı düzeyde eleştirebilir, yetersiz ve başarısız olduğunu düşünebilir. Böylece kendisini olumsuz yönde etkileyen, sağlıksız bir mükemmeliyetçilik profili geliştirmiş olur.
Yine de belirlediği standartlar ve gösterdiği performans kişinin beklentisiyle uyumlu olduğunda, mükemmeliyetçilik her zaman olumsuz olmayabilir ve bireyi gelişmeye devam etmek adına teşvik edebilir.
Mükemmeliyetçilik ne gibi sonuçlar doğurur?
Bireyin sahip olduğu yüksek kişisel standartlar ve bu doğrultuda sergilediği performansın sonuçları birbiriyle uyumsuz olduğunda, yani olumsuz bir mükemmeliyetçilik profili geliştiğinde, bu uyumsuzluğun istenmeyen çeşitli sonuçları olabilir.
İlkin sosyal kaygı ve performans kaygısına değinecek olursak, performansının başkaları tarafından olumsuz şekilde değerlendirileceğine inanan mükemmeliyetçi birey, hatalarına yönelik artan endişelerini kontrol etmekte güçlük çekebilir ve bu da sosyal kaygı ve performans kaygısıyla sonuçlanabilir.
Bununla birlikte mükemmele ulaşma arzusu, bireyin bu yönde obsesyon ve kompulsiyonlar geliştirmesine yol açabilir ve durmaksızın tekrarlayan mükemmeliyetçi düşünce ve davranışlar doğurarak obsesif kompulsif bozukluğu söz konusu kılabilir.
Depresyona geldiğimizde ise, bireyin kendine koyduğu yüksek ve gerçekçi olmayan standartları karşılayamadığında yoğun bir yenilgi ve umutsuzluk hissedebileceğini, yaşadığı hayakırıklığı nedeniyle kendini olumsuz ve katı şekilde değerlendirebileceğini görürüz.
Tüm bu psikopatolojilerin yanı sıra, mükemmeliyetçiliğin uyumsuz etkilerini deneyimleyen bireylerde benlik saygılarının önemli ölçüde zarar görmesi, yalnızlık, öfke ve üzüntü duygularının daha yoğun hissedilmesi; bu doğrultuda bu bireylerin işlevsiz baş etme yollarına yönelmeleri ve böylece çeşitli risklere karşı daha duyarlı olmaları, yeni problemlere sebep olabilir.