I. HAFTA: RUH SAĞLIĞI


I. HAFTA: RUH SAĞLIĞI
Okuyalım - Düşünelim
Kızını Zincire Vurdu
Sık sık evden kaçtığı gerekçesiyle, ailesi tarafından, ayaklarından iki metrelik bir zincirle yatağa bağlı şekilde yaşamaya mahkûm edilen Çilem Aslanboğa'yı polis, yaptığı şok baskınla kurtardı.
Adana Emniyet Müdürlüğü ekipleri gece yarısı Cumhuriyet Mahallesi'ndeki eve baskın düzenledi. Polisler, Aslanboğa ailesinin kızı Çilem’i yatağa ayaklarından zincirle bağlı olarak buldu. Kızlarının zincirlerle bağlı olduğu yerden kurtarılmasına karşı çıkan aile, taşkınlık çıkartarak polise zor anlar yaşatırken, anî baskınla ne olduğunu anlayamayan genç kız, çığlıklar atarak ağladı. Genç kızın ailesi de basın mensuplarına saldırdı. Cinayet Masası dedektifleri Çilem'i tutsak kaldığı evden çıkartarak hastaneye götürdü.
Anne Sevim Aslanboğa, 'Kızım kocasından boşandıktan sonra aklî
dengesini kaybetti. Sürekli evden kaçıyor. Sokaklarda yatıp kalkıyor. Başına kötü bir şey gelmesinden korktuğumuz için ayağından zincirledik. Ancak bu şekilde kızımızla baş edebiliyoruz' diye konuştu. Anne, gözaltına alındı.
(20 Aralık 1998 tarihli Akşam gazetesi haberi)
Aşağıdaki sorular üzerinde düşünelim, tartışalım:
–Aklî denge ne demektir? Kaybedilir mi?
–Tarih boyunca aklî dengesini kaybedenlere toplumlar nasıl davranmıştır?
–Ruh sağlığı ne demektir? Ruhsal yönden sağlıklı insanların özellikleri nelerdir?
RUH SAĞLIĞI
İnsan var olduğu günden bu yana varlığını koruma, karşısına çıkan sorunları çözme, kendine güvenli bir yaşam sağlama savaşını sürdürmektedir. Bu çaba önceleri beslenme, barınma, korunma gibi daha çok bedensel gereksinmelerin karşılanmasına yönelikken daha sonraları değişen sosyoekonomik koşullara uyum sağlama olarak süregelmiştir. Eğer kişi bu etkileşimi sağlamada başarısızlığa uğrar, iç ve dış dengeyi kurmada zorlanırsa zihinsel tepkilerden başlayarak pek çok psikolojik rahatsızlığa varan sonuçlar ortaya çıkar. Ruhsal yönden sıkıntıları bulunan insanların değişik tepkilerle toplumun huzurunu bozdukları düşünülürse, ruhsal bozuklukların zamanında ve gerektiği şekilde ele alınmasının önemi daha iyi anlaşılır. Özetlemek gerekirse, mutlu toplumlar, mutlu bireylerden oluşur. Mutlu birey ise topluma uyum sağlamış, kendisiyle barışık bir yaşam sürdürmeyi başarabilecek nitelikte kişilik kazanmış bireydir.
A. RUH SAĞLIĞININ TARiHSEL GELiŞiMi
“insan bilmelidir ki, neşe, hoşnutluk, gülme, sporlar, acı, üzüntü, karamsarlık ve matem yalnızca beyinden gelir. Ve bununla, özel bir tarzda, sezme ve bilgiyi elde eder, görür ve işitiriz. Ve aynı organla deli ve çılgın olunur; korkular ve dehşet bazen gece, bazen gündüz bizi etkisine alır..."
HiPOKRAT
İlkel Çağlar
İlkel çağlar, hastalıkların doğaüstü güçlere bağlandığı, animistik düşüncenin egemen olduğu Eski Yunan-Roma dönemine dek uzanan çağlardır. Bu çağlarda hastalıklar doğaüstü zararlı ruhlara bağlanıyordu. Büyücü hekimler, şamanlar, çeşitli törenler, danslar, ruhları barındıran eşyanın yok edilmesi gibi davranışlarla zararlı ruhları kovarak hastalıkları iyileştirmeye çalışıyorlardı.
İnsan, doğa karşısında çoğu kez güçsüz ve çaresiz kalıyordu. Derin korkular ve güvensizlik duyguları içinde, doğaüstü güçlerin varlığına inanarak anlayamadığı bir olguyu açıklama, aydınlatma, anlayabilme ve bunlara göre savunma yolları arıyordu. Hastalıkları ve doğal yıkıcı güçleri, kendi gücü ile yenemeyince, bunlardan nasıl kurtulabileceğine, korunabileceğine ilişkin inançlar, kavramlar ve uygulamalar geliştirmiştir. Bunların izleri çağımızda da görülebilmektedir.
Bir olgunun nedenini, “Bilmiyorum, bilmek isterim.” diyebilmek, bilimsel düşüncenin önemli bir adımıdır. Oysaki güçsüz ve güvensiz insan kolaylıkla “Bilmiyorum.” diyemez. Kendisini güçsüz ve güvensiz kılan nedenleri kolayca tanıyamaz; bunun yerine doğaüstü, bir başka deyimle kendinden üstün ve kendinin ötesinde güçlere inanarak böyle bir sorunu çözmeye çalışır.
İnsanın kendi ruhsal sıkıntılarını ve bocalamalarını açıklamaya ve onlarla savaşmaya başlamasının ilk evrelerinde, gizemcilik ve büyüsel düşünce hâkimdi. Bütün açıklamaları, korunma ve tedavi yolları büyü ve doğaüstü güçlere (cin, peri, şeytan vb.) inanmak yoluyla oluyordu. Büyünün temeli; anlaşılmamaya ve inanca dayanır. Bu düşünce biçiminin doğal bir sonucu olarak da tedavi yapan kişiler din adamları ya da büyücülerdi (Şamanizm). Çağımızda da kimi yörelerde ve toplumlarda kullanılan bu yöntemlerin etkinliği, hasta kişinin inancı ile doğru orantılıdır. Hastanın inancına büyük değer veren bu yöntemlerde günümüzde de dinsel-büyüsel törenler içinde duygusal coşmalara ve boşalmalara yer verilmektedir. Çağdaş psikoterapinin etkinliğinde de inancın ve duygusal boşalmanın yer aldığı görülmektedir.
Eski Çağlar (Hipokrat ve Sonrası)
Hipokrat (i.Ö. V. yüzyıl) öncesi, dünyada gizemci büyüsel düşünce biçimi ve buna dayalı hastalık ve tedavi anlayışı hâkimdi. Eski Yunan’ın altın çağı olan Perikles döneminde Hipokrat, hastalıkların doğaüstü güçlere değil, doğal etkenlere bağlı olduğunu gösterdi. Hipokrat, büyüsel gizemci düşünceye bir süre için son vermiştir. Onun ilk olarak ortaya attığı bazı kavramlar, bugün hâlâ kullanılmaktadır. Örneğin; histeri, melankoli gibi. O çağa dek kutsal bir hastalık olarak bilinen epilepsinin bir beyin hastalığı olduğunu savunan ilk kişidir Hipokrat.
Hipokrat’tan sonra Eski Yunan’ın, Eski Roma’nın, Anadolu’nun hekimlikle uğraşan bilim adamları ruhsal bozuklukların nedenleriyle ilgili çalışmalara katkı yapmışlar ve gizemci büyüsel düşüncenin geçersizliğini belirtmişlerdir. O çağlarda bugünkü anladığımız biçimde psikoterapi, düş yorumlamaları, psikodrama, çamur banyoları ve çeşitli telkin yöntemlerinin kullanılmış olduğunu biliyoruz. Bunun örneklerinden birine, Bergama’daki “Aesclapion Tapınağı”ndaki kalıntılarda rastlıyoruz. Bu tapınakta hastaların uyutulduğu, düşlerin yorumlandığı, telkinlerin yapıldığı yerlerle; tiyatro, okuma salonu, çamur ban- yoları bölümlerinin bulunduğu görülmektedir.
Orta Çağ
Orta Çağda Batı dünyasında İsa’dan sonraki ikinci, üçüncü yüzyıllarda gittikçe artan bir hızla yeniden gizemci büyüsel düşünce egemenlik kazanmaya başlamıştı. Bu gerilemede, Yunan ve Roma’nın dış etkenler altında çöküşünün mü, yoksa gelişen Hristiyanlık dininin dogmatik biçimde gizemci büyüsel değerlere önem verişinin mi etkisinin olduğu tartışılabilir. O kadar ki Orta Çağ Avrupası’nda ruh hastaları, şeytanın içine girdiği bir büyücü olarak düşünülür ve diri diri yakılırdı. O çağın Hristiyan dünyasında din adamları, büyücü olarak adlandırdıkları ruh hastalarını izleyebilmek, yakalayabilmek ve cezalandırabilmek için kitaplar yazmışlardı.
Orta Çağda, büyük olasılıkla çoğu şizofrenik, manik, histerik olan hastalar, "Ruhlarına şeytan girdi." tanısı ile diri diri yakılmışlardır. Bu açıdan Orta Çağdaki kilise tutumu, ilkel çağlardaki Şamanizmden de geriye gitmiş; ilkel bir anlayış, dinsel politik amaçlarla geniş halk kitlelerine uygulanmıştı. Bu dönem içinde yalnız ruh hastaları değil, kilisenin dogmatik kurallarına karşı olan her türlü bilimsel görüş ya da tartışma ağır cezalarla karşılaşmıştır.
Rönesans
Avrupa’da, 12 ve 13. yüzyıllardan başlayarak Hristiyanlığın katı, acımasız, dogmatik kurumlarına ve uygulamalarına karşı giderek artan tepkiler belirdi. Sanatta, kültürel yaşamın her kesiminde gücünü dinden alan otokratik ve feodal kuruluşların egemenliği giderek zayıflamaya başladı. Toplumların aristokrat kesimleri de yeni sanat, bilim ve düşünce akımlarını benimsemeye, desteklemeye başladılar. Matbaanın keşfi, Martin Luther (Martin Lüter)’in ve başka bilim adamlarının, Luther’i izleyen geniş halk kitlelerinin papaya vedogmatik dine baş kaldırmaları ile Avrupa’da sanatta, felsefede, bilimsel düşüncede büyük bir kültürel devrim başladı
işte bu dönemlerde büyücü avı, ruh hastalarını diri diri yakma uygulamaları sonlandı. Avrupa, islâm dünyasının gelişmiş bilimsel çalışmalarını ve Arapçaya çevrilmiş olan Eski Yunan düşünürlerinin yapıtlarını tanıdı. Bütün bu değişiklikler ve akımlar bilimsel düşünme, araştırma yapma kapılarını yavaş yavaş açtı. 16 ve
17. yüzyıldan sonra tıp alanında büyük değişikliklere yol açacak bir ortam doğmaya başladı.
Modern Çağ
İlk olarak 17. yüzyılda, hastalar hakkındaki kararın din adamlarınca değil, hekimlerce verilmesi gerektiği kabul edildi. Bu dönemde, daha çok nörolojik bozukluklarla ilgilenen Sydenham (Saydınhem), nevrozların tanımını yapmaya çalıştı.
19. yüzyılda, psikoloji alanında Fransız ve Alman hekimlerince önemli çalışmalar yapılmıştır. Fransız ve Alman okullarının ileri gelen klinisyenleri, yeni yeni hastalıklar tanımladılar ve sınıflandırmaya çalıştılar. 19. yüzyılda en önemli çalışmaları yapanlar arasında Charcot (Şarko), Janet (Cenıt), Kraepelin (Kreplin), Breuer (Bröer), Freud (Froyd), Jung (Cank), Adler (Adler), Pavlov (Pavlov) sayılabilir.
Türkiye’deki Gelişmeler
İslâmiyet öncesi Orta Asya Türklerinin hastalık anlayışı ve yöntemleri Şamanizme dayanır. 1069’da Türkçe yazılmış olan Kutadgu Bilig’de, hastalıkları ilâçlarla tedavi eden hekimlerin; cinleri, şeytanları kovarak telkinler yaparak hastaları iyileştirmeye çalışan efsuncuların meslekler hiyerarşisinde enyukarılarda oldukları belirtilmektedir. Bu da daha o çağlarda bir tür uzmanlaşma olduğuna işaret etmektedir. islâmiyetin kabulünden ve öbür islâm toplumlarıyla yakın ilişkiye girmelerinden sonra Türklerde hastalık anlayışıgeleneksel islâm tıbbına göre olmuştur. Fakat eski Şamanizmin izleri de bir miktar kalmıştır.
11. yüzyılda yaşamış ve kendisinden sonra en az birkaç yüzyıla damgasını vurmuş olan İbnî Sina, bütün islâm dünyasının en büyük hekimi olarak tanınmıştır. Buhara’da bir Türk ana babadan doğan, isfahan’da yaşayan ve yapıtlarını Arapça yazan İbnî Sina’nın "Kanun"u son derece ilginç gözlem ve görüşlerle doludur. Örneğin; kişilik ve çocuk gelişmesi konusundaki şu sözleri, bugün için de son derece çağdaş ve ileri görüşlerdir:
"Çocuklara özenle bakım verilmeli, davranışlarının aşırılığa varmaması
için gözetilmelidir. Saldırgan öfke patlamaları, korku ve bunaltı yatıştırılmalıdır. Bu önlemlerin en iyi biçimde sağlanması, çocuğun doğal istek ve eğilimlerini tanımak; hoşlanmadığı durumları göz önünde tutmakla olur. Çocuğun doğal yetenekleri desteklenmeli; tedirginlik kaynakları giderilmelidir. Böyle bir çocuk yetiştirme, hem beden hem ruh için iyidir. Ruhsal yönden yararlıdır, çünkü erken eğitimle alışkanlıklar ve tutumlar kişiliğe yerleşir. Çocuk altı yaşına gelince öğretim ve eğitim için bir öğretmene gönderilmelidir. Çocuğu birden kitaplarla zorlamamalı; eğitim, gelişerek ilerleyen bir sisteme uyarak yapılmalıdır."
İbnî Sina, Eski Yunan ve Roma hekim ve filozoflarından da yararlanarak çağının en ünlü hekimi olarak yüzyıllarca Doğu ve Batı’da bilgeliğini korumuştur.
Orta Çağ Avrupası’nın karanlık ve acımasız tutumuna karşılık, bütün islâm topluluklarında ve Türklerde ruh hastalarına anlayış ve hoşgörü egemen olmuştur. Selçuklu ve ilk Osmanlı Dönemlerinde, Anadolu’da kurulan hastaneler bugünkü anlamda tedavi kurumlarıydı. Selçukluların açtıkları "şifahane"lerin bir kısmı akıl hastalarına ayrılmıştı. Kayseri, Sivas ve Erzurum’da kurulan Selçuklu şifahaneleri zamanlarının en iyi bakım veren kurumlarıydı. Osmanlı Döneminde de bu gelenek sürdürülmüştür. Bu geleneğe göre, ruh hastaları toplumdan uzaklaştırılmıyor, hapsedilmiyor ve kötü muamele görmüyordu. Türkler, aldıkları yerlerde şifahaneleri, tımarhaneleri şehrin en merkezî yerlerine kuruyorlar; sosyal, ekonomik, kültürel, dinsel etkileşimin en yoğun olduğu noktada, cami-medrese- hastane üçlüsü yapıyorlardı. İlk olarak Fatih, istanbul’da bir akıl hastanesi açmıştı. Daha sonra değişik padişahlar ve sultanlar tarafından tımarhaneler kurulmuştur. Süleymaniye Tımarhanesi bunların en tanınmışlarından biridir. Buralarda hastalara iyi bakım verildiğini, müzikle tedavi yapıldığını bildiren yayınlar vardır.
19. yüzyılın sonunda, Raşit Tahsin, Mazhar Osman gibi önemli isimler, Türkiye’de psikiyatrinin kurucusu olmuşlardır. 1950’lerden sonra Amerika ve Avrupa’da eğitim görmüş birçok uzman, üniversitelerde görev alarak Türkiye’de ruh sağlığı hizmetlerinin gelişmesine katkıda bulunmuşlardır. Bugün ise ülkenin pek çok yerinde açılan kurumlarla psikolojik sağlık hizmetleri verilmektedir. Ayrıca araştırma çalışmaları, bireysel ve grup psikoterapileri yapılabilmektedir.
Uygulamalar
Ruh sağlığını korumada en eski usullerin neler olduğunu araştırınız...
Batının ortaçağı ile İslam dünyasının ortaçağında ruh sağlığı bakımından farklılıklar var mıdır?
Uygulama Soruları
Ruh sağlığını korumaya ve iyileştirmeye yönelik hangi kurumlardan bahsedilebilir?
İnsanın sorunlu davranışlarının düzeltilebilir olduğunu düşünüyor musunuz?