Doktorsitesi.com

Herkesin Işığına Sığınan Bir Gece Kuşu: Psikanalitik Bir Yalnızlık Portresi

Psk. Dilara Şimşek
Psk. Dilara Şimşek
20 Ağustos 202596 görüntülenme
Randevu Al
Bu yazı, modern hayatın içindeki yalnızlık duygusunu psikanalitik bir gözle anlatıyor. Edward Hopper’ın Nighthawks tablosunu hatırlatan bir şekilde, ışıkların altında bir arada olsak da aslında kendimizi çoğu zaman görünmez ve eksik hissediyoruz. Sosyal medyanın “mükemmel hayat” baskısı da bu hissi daha da artırıyor. Psikanalist Winnicott’un söylediği gibi, çocukken gerçek duygularımız karşılık bulmadığında sevgi uğruna sahte bir benlik geliştirmeyi öğreniyoruz. Dışarıya uyumlu ve güçlü görünsek de, içeride boşluk ve anlaşılmamışlık hissi kalıyor. Yalnızlık ise bazen can yakıcı olsa da aslında bizi koruyan bir sığınak haline gelebiliyor. Bowlby’nin bağlanma teorisine göre bazı insanlar yakınlıktan kaçarak kendini izole ediyor, bazılarıysa onay arayarak bağımlılaşıyor. Her iki durumda da yalnızlık hem güvenli hem de sınırlayıcı bir alan oluyor. Jung’un “gölge” kavramı da farklı hissetmenin bilinçdışı yönünü açıklıyor: kabul etmediğimiz yanlarımızı bastırıyor, sonra da başkalarında görüp yargılıyoruz. Sonuçta yalnızlık bir eksiklik değil, iç dünyamıza açılan bir kapı. Kendi gölgemizle yüzleşip hikâyemizi keşfettiğimizde, bu boşluk dönüşümün başlangıcı haline geliyor.
Herkesin Işığına Sığınan Bir Gece Kuşu: Psikanalitik Bir Yalnızlık Portresi

Herkesin Işığına Sığınan Bir Gece Kuşu: Psikanalitik Bir Yalnızlık Portresi

Bazen, hayatın aydınlık sahnesinde kendimizi görünmez hissederiz. Tıpkı Edward Hopper’ın “Nighthawks” tablosundaki gece kuşları gibi. Işıklar altında, bir arada olmamıza rağmen derin bir yalnızlığın sarmalındayız. Özellikle sosyal medyanın parıltılı dünyasında, herkes mükemmel bir hikâye yazdığında, bu durum bizim kendi boşluğumuzu daha çok fark etmemize yol açar. Sonuç olarak, herkes ne kadar “normal” görünüyorsa, biz o kadar “farklı” ve “eksik” hissederiz. Oysa bu derin ve adını koyamadığımız yalnızlık ve içsel boşluk, ruhumuzun bize fısıldadığı bir sırrı barındırır. İşte bu sır, psikanalizin dehlizlerinde saklıdır.

Işıklarla Çevrili Bir Boşluk: Gerçek ve Sahte Kendilik

Günümüz dünyasında “normal” olma baskısı, ruhumuzun otantik sesini susturan görünmez bir el gibidir. Bu nedenle, tıpkı bir oyuncu gibi, rolümüzü oynamak için kendi benliğimizi terk ederiz. Nitekim, çevrenin beklentilerini karşılamak adına bir sahte kendilik inşa ederiz. Bu sahte benlik, dışarıdan ne kadar aydınlık görünse de içimizdeki gerçek kendilik yalnız ve anlaşılmamış kalır. Psikanalist Winnicott, bu durumu çocukluktaki ilişkilerle açıklar. Şöyle ki, bir çocuk doğal duygularını ifade ettiğinde karşılık bulamazsa, sevgi için “beklenen” kişi haline gelir. Nihayetinde bu durum, yetişkinlikte içimizdeki o tanımlanamayan boşluğun temelini oluşturur. Bu yüzden, ışıklar içindeki bir gece kulübünde bile, içsel boşluğumuzun soğuk rüzgârını hissederiz.

Yalnızlık Bir Sığınak mı, Yoksa Bir Hapishane mi?

Genellikle yalnızlığı acı veren bir duygu olarak görürüz. Halbuki, bazen bu duygu, bilinçdışının bizi korumaya çalıştığı bir savunma mekanizmasıdır. Geçmişteki reddedilme ve travmatik deneyimler, ruhumuzda derin yaralar açabilir. Bu yaralarla tekrar yüzleşmemek için, adeta yalnızlığı bir sığınak yaparız. Zira, yakınlıktan korkmak, aslında incinme korkusudur. Bu noktada John Bowlby’nin Bağlanma Teorisi bunu açıklıyor. Şöyle ki, güvensiz bağlanma stilleri, yetişkinlikte bizi sıkıştırır. Bu bağlamda, kaçıngan bağlanma stiline sahip bireyler, yakınlığı tehdit olarak algılayıp kendilerini izole ederler. Diğer yandan, kaygılı bağlanma stiline sahip bireylerse sürekli onay ararlar. Her iki durumda da, yalnızlık bir sığınak ve aynı zamanda bir hapishane haline gelir.

Gölgelerle Dans: Farklılığın Bilinçdışı Kökleri

Herkesin “normal” olduğu bir yerde “farklı” hissetmek, sadece dışsal bir uyumsuzluk değildir. Aksine, bu, içimizdeki bastırılmış parçalarla ilgilidir. Carl Jung’un “gölge” (shadow) kavramı, kişiliğimizin kabul görmeyen yönlerini ifade eder. Zira, bu yönler bastırıldıkça, kendimizi hep “eksik” veya “farklı” hissederiz. Ek olarak, bazen bu his, kendi içimizde barındırdığımız gölge yanlarımızı başkalarında görmemizle ortaya çıkar. Buna projektif özdeşim denir. Örneğin, kendi tembelliğimizi kabul edemeyince, bunu başkalarında görür ve onları yargılarız. Sonuç olarak, kendi gölgemizle dans etmeden, dış dünyadaki farklılıkları anlamamız mümkün değildir.

Yalnızlığı Anlamak ve Farklılığı Kucaklamak

Eğer siz de kendinizi Hopper’ın tablosundaki bir gece kuşu gibi hissediyorsanız, bu durum bir kusur değil, bir çağrıdır. Bu çağrı, kendi iç dünyanızın derinliklerine inmeniz ve kendi benzersiz hikâyenizi keşfetmeniz için bir davettir. Şunu da belirtmek gerekir ki, yalnızlık ve içsel boşluk bir varoluş biçimi değil, bir dönüşümün başlangıcıdır. Kendi hikayenizi keşfederek, o boşluk hissini anlamlı bir bütünlüğe dönüştürebilirsiniz. Unutmayın ki, bu yolculuk, belki de hayatınızın en anlamlı ve en cesur adımı olacaktır.

 

Bahsi geçen kavramları derinlemesine öğrenmek isteyenler için;

https://www.researchgate.net/publication/303959964_The_Persona_and_the_Shadow_in_Analytic_Psychology_and_Existential_Philosophy

https://www.sas.upenn.edu/~cavitch/pdf-library/Winnicott_EgoDistortion.pdf

https://psptraining.com/wp-content/uploads/Klein-M.-1946.-Notes-on-some-schizoid-mechanisms.pdf

https://www.degruyterbrill.com/document/doi/10.7312/bels91552-016/html

Yazar Hakkında

Psk. Dilara Şimşek

Psk. Dilara Şimşek

Dilara Şimşek, MEF Üniversitesi Psikoloji bölümünden onur derecesiyle mezun olduktan sonra İngiltere'deki University of Sussex’te Klinik Psikoloji ve Mental Sağlık üzerine yüksek lisans yapmıştır. Bu süreçte yazdığı tezde, kadın dayanışmasının ve feminist aktivizmin iyilik haline etkilerini araştırmıştır.

Önemli Bilgilendirme

Site içerisinde bulunan bilgiler bilgilendirme amaçlıdır. Bu bilgilendirme kesinlikle hekimin hastasını tıbbi amaçla muayene etmesi veya tanı koyması yerine geçmez.

Benzer Makaleler

Bu uzmanın başka makalesi bulunmamaktadır