Filtreli Gerçeklik: Sosyal Medyada Benlik Algısının Bozulması


Geleneksel psikolojide benlik, bireyin kendisini nasıl algıladığı ve bu algıyı nasıl sunduğuyla ilgilidir. Ancak sosyal medya çağında bu sunum artık spontane değil, stratejik hale gelmiştir. Her kare, her hikâye, her profil düzenlemesi bir tür performans alanına dönüşmüştür. Birey, kendi hayatını yaşamak yerine başkalarının nasıl göreceğini önceliklendirerek yaşamaya başlar.
Bu durum, Carl Rogers’ın “ideal benlik” ve “gerçek benlik” kavramları arasındaki mesafenin açılmasına neden olur. Kişi, dijital platformlarda sunduğu idealize edilmiş haline yaklaştıkça kendini daha değerli hisseder; ancak bu versiyona ulaşamadığında ise değersizlik, yetersizlik ve utanç duyguları artar.
Filtreler sadece estetik araçlar değil; aynı zamanda psikolojik maskelerdir. Cilt kusurlarını gizleyen, burun incelten, gözleri büyüten uygulamalar; kişinin olduğu halini kabul etmekte zorlanmasına ve zamanla gerçek yüzünü “çirkin” olarak algılamasına neden olabilir. Bu durum özellikle ergenlerde ve genç yetişkinlerde beden algısı bozukluklarına ve dismorfofobiye zemin hazırlar.
Yapılan araştırmalar, yoğun filtre kullanımı ile depresyon, sosyal karşılaştırma ve özgüven problemleri arasında güçlü ilişkiler olduğunu göstermektedir. Birey, çevresindekilerin “dijital maskeleri” ile kendi ham halini kıyaslayarak, gerçekliğini sorgulamaya başlar.
Sosyal medya, kullanıcıları farkında olmadan sürekli bir kıyaslama döngüsüne sokar. “Benim tatilim onunkine göre yetersiz mi?”, “O benden daha mı güzel?”, “Daha mı başarılı?” gibi düşünceler, bireyin benlik değerini dışsal ölçütlere bağlamasına neden olur. Bu da öz-değeri kırılgan hale getirir.
Sosyal karşılaştırma teorisine göre, birey kendini sık sık başkalarıyla karşılaştırdığında, özellikle yukarı doğru karşılaştırmalar yaptığında benlik saygısında düşüş yaşanır. Sosyal medyada paylaşılan içeriklerin çoğu filtrelenmiş, seçilmiş ve idealize edilmiş olduğundan bu karşılaştırmalar gerçeği yansıtmaz.
Benlik algısındaki bozulmalarla çalışırken, öz-şefkat geliştirmek, terapötik sürecin merkezinde yer alır. Bireyin “mükemmel görünme” baskısını bırakıp, “olduğum halimle değerliyim” bakış açısını içselleştirmesi sağlanmalıdır. Mindfulness, beden farkındalığı ve şema terapi gibi yaklaşımlar, kişinin dijital kimlik ile gerçek benlik arasındaki farkı görmesini ve bu farkı sağlıklı şekilde kapatmasını destekler.
Ayrıca dijital detoks, gerçek hayatta sosyal bağlantılar kurmak ve çevrimdışı aktivitelerle öz-değer kaynaklarını yeniden inşa etmek, benlik bütünlüğünü onarmada etkili stratejilerdir.
Sosyal medya bireye birçok imkân sunarken, beraberinde “filtreli gerçeklik” tuzağını da getirmektedir. Bu tuzak, bireyin kendilik algısını zedeler, bedeninden ve kişiliğinden uzaklaşmasına neden olur. Ancak farkındalık, öz-şefkat ve psikolojik destekle bu bozulmalar onarılabilir. Gerçek benlikle barışmak, dijital maskelerin ötesine geçmeyi ve sahici bir yaşam inşa etmeyi mümkün kılar.
Hazırlayan: Uzman Psikolog Mustafa Cem Oğuz