Doktorsitesi.com

Endokrin Sistem

Dyt. Büşra Nur Yiğit
Dyt. Büşra Nur Yiğit
19 Eylül 202531 görüntülenme
Randevu Al
Endokrin Sistem
Endokrin Sistem

 



 
Endokrin sistem
 


 
 
Endokrin bezler ve hormonlar
    Endokrin    sistem    endokrin adlandırılan
oluşmuştur.
    Bu bezler hormon olarak adlandırılan kimyasal maddeleri sentezleyip salgılarlar ve bu maddeler spesifik düzenleyici etkiler üreterek vücudun diğer kısımlarına taşınırlar.
    Buna karşın, prostaglandinler gibi vücudun hiçbir bezi tarafından üretilmeyen (vücudun birçok hücresi tarafından üretilirler) ve kan dolaşımı yerine dokular arası sıvıda difüzyonla iletilen hormonlar da vardır.
 
Hormon
    Klasik anlamda, kanda serbest halde bulunan özelleşmiş kanalsız bezler tarafından üretilen ve spesifik düzenleyici etkiler üreterek vücudun diğer kısımlarına taşınan kimyasal maddeler olarak tanımlamak yerine;
    Belirli bir bezde veya vücudun birçok bölümünde dağınık bir biçimde yer alan hücreler tarafından üretilen kimyasal düzenleyiciler olarak tanımlamak doğru olacaktır.
 
Hedef hücre-organ


 
İletim şekilleri
    Hormonlar yalnızca kan dolaşımıyla iletilmezler. Epikrin iletim: Hormonlar ekstrasellüler sıvıya girmeden komşu hücreler arası boşluktan geçerler .
Nörokrin iletim: Hormonlar tıpkı birer nöyrotransmitter gibi nöyronlar arasındaki sinaptik yarıklardan yayılarak geçmektedirler. Aynı zamanda hormon (örn, oksitosin) nöyron gövdesinde sentez edilebilir, aksonda depolanabilir (nöyrotransmitter gibi) fakat kana salgılanabilir.
Parakrin iletim: Hormonlar tıpkı prostaglandinlerin yaptığı gibi, dokular arasındaki sıvıdan yayılarak geçer.
Endokrin iletim: Hormonlar kan dolaşımı yoluyla iletilir.
Ekzokrin iletim: Hormonlar vücudun dışına salgılanır. Bağırsak lumenleri vücuda göre dış kısım olarak kabul edilmektedir. Somatostatin’in etkisi bu şekildedir.
 
Hormonların biyokimyasal yapılarına göre sınıflandırılması;
1.    Amin hormonları, tiroit hormonu ve epinefrin ve norepinefrin gibi kateşolaminleri kapsar. Bu hormonların hepsi tiroizin amin asidinden köken alırlar.
2.    Peptit hormonları, peptitleri, polipeptitleri ve proteinleri kapsarlar. Hipotalamus ve hipofiz bezi hormonlarının tümü ile pankreastan salgılanan insülin ve glukagon peptit sınıflamasına dahildirler.
3.    Steroit hormonlar, adrenokortikal ve üreme bezi hormonları ile vitamin D’nin aktif metabolitlerini içerir. Kolesterol steroit hormonların yaygın prekürsörüdür.
Klasik hormon olmayan Prostaglandinler bir yağ asidi olan araşidonik asitten köken alırlar.
 
Hormon reseptörleri
Hormonlar    etkilerini    hücre    membranı

 
Hormon etki mekanizmaları
    Suda eriyen hormonlar (amino asit ve protein yapılı hormonlar) hücresel olayları membrana yerleşmiş reseptörleri aracılığıyla düzenlerler.
    Bu mekanizmaya göre hormon (1. haberci) hücre yüzeyindeki reseptörüne bağlanınca siklik AMP (cAMP; ikinci haberci) oluşur.
    İkinci haberci olan cAMP hücre içine diffüze olarak hücrenin farklı fonksiyonlarının    gerçekleştirilmesini sağlar.
 
Hormon etki mekanizması
    Yağda    eriyen    hormonlar hormonlardır        ve sentezlenirler.
    Kortizol, progesteron, östrojen, testosteron ve tiroksin hareketli reseptör mekanizması ile etki gösterirler, bu hormonların    özel    reseptörleri çekirdektedir.
    Bu mekanizma ile çalışan hormonlar hücre fonksiyonlarını etkileyen proteinleri sentezleyerek görevlerini yerine getirirler.
 
Hipofiz bezi
    İki ayrı loptan oluşmuştur;
    Anterior lop (ön lop, adenohipofiz)
    Posterior lob (arka lop, nöyrohipfiz)
Adenohipofiz, gerçek bir endokrin bezdir ve salgı hücreleri ihtive eder.
Nörohipofiz ise hiptalamustan köken alan pek çok sinir ucunun sonlandığı bölümdür.
    Beyinde hipotalamusun hemen altında bulunur. Salgılatıcı ve inhibe edici hormonların hipotalamustan ön loba direkt iletilmesini ve hipotalamustaki salgılatıcı nöyronlardan arka loba direkt girişini sağlamaktadır.
 
Hipofiz hipotalamus ilişkisi
    Hipofiz bezi kan damarları ve sinir lifleri ile hipotalamusla bağlantılıdır. Bu bağlantı sinir sistemi ile endokrin sistem arasındaki direkt bir bağlantıdır.
    Hipotalamus ile adenohipofiz arasındaki bağlantı hipotalamik-hipofiziel portal sistem adı verilen damar sistemi ile sağlanır.
    Hipotalamus ile nörohipofiz arasındaki bağlantı ise sinirler aracılığıyla gerçekleştirilir.
 
Hipofiz-hipotalamus ilişkisi

Hipotalamus;
    Adenohipofizden salgılanan hormonların salgılanmasını düzenleyen salgılatıcı (releasing) ve salgıyı durdurucu (inhibiting) hormonlar salgılar. Bu hormonlar kan yoluyla hipofize gelir.
    Antidiüretik hormon (ADH) ve oksitosin hormonlarını sentezler, depolar ve nörohipofizden salgılatır. Bu hormonlar sinirin aksonu aracılığıyla hipofize gelir.
 
Nöyrohipofiz (Arka hipofiz) hormonları
    Arka hipofizden hipotalamusta sentezlenen 2 hormon salgılanır.
 
Antidiüretik hormon (ADH)
    Antidiüretik: idrar atılımını azaltan
    ADH diğer adıyla vazopressinin ana görevi vücut sıvı dengesinin düzenlenmesine katkıda bulunmaktır.
    Dehidrasyon ve koma gibi kan sıvı miktarının azaldığı durumlarda ADH salgısı artar. Dehidrasyon meydana geldiğinde (ozmokonsantrasyon), artmış konsantrasyona karşı ozmoreseptörler, arka loptaki akson terminallerini büyük miktarda ADH çıkışı için uyararak cevap verirler.
        ADH nın hedef organı böbreklerdir. Buradaki toplama tubül ve toplama kanalı hücrelerini suya karşı daha geçirgen hale getirir. Böbreklerden su geri emilimini artırarak, idrar yoluyla su atılımını azaltır.
 
Oksitosin
    Oksitosinin biyolojik aktivitesi laktasyonu reprodüktif süreçlerle ilgilidir.
    Bir nöyroendokrin refleks sonucu olarak arka hipofizden salgılanır. Emzirme veya benzer şekilde meme başının uyarılması oksitosin salgılanmasına ve takiben sütün indirilmesine neden olur.
    Benzer şekilde, ovulasyon ve doğum sırasında olduğu gibi östrojenle uyarılmış miyometriyum, oksitosine karşı daha duyarlıdır ve uterusun daha da güçlü bir şekilde kontraksiyonu sonucunu doğurur.
    Oksitosin’in bu zamanlarda salgılanması, uygun bir uyaran ve devamında şekillenen miyometriyal kontraksiyonla ilgilidir. Bu kontraksiyonlar da çiftleşme sırasında spermin ovidukta taşınması ve doğumda fetusun dışarı itilmesini destekler.
 
Adenohipofiz hormonları
1.    Growth hormon(GH)-Büyüme hormonu (BH)
 
Büyüme Hormonu (BH)
    Somatik hücreler (vücut hücreleri) üzerine olan uyarıcı etkisi nedeniyle aynı zamanda somatotropik hormon (STH) olarak da isimlendirilir.
    Tek bir özel hedef organı olmayıp bütün vücut bölümlerini etkileyerek büyümeyi uyarır.
    En belirgin etkisi çocuklarda ve adelosan dönemde doku kitlesini artırarak (protein sentezi) ve hücre bölünmesini (mitoz) uyararak büyümeyi hızlandırır.
    Uzun kemiklerin epifiz plakları üzerine doğrudan etkiyerek epifiz plaklarının devamlılığını sağlar.
 
BH yetersizliği
    Büyüme dönemindeki bir kişide BH salgısı yetersiz olursa epifiz
plakları erken kapanır ve vücut
büyümesi durur dwarfizm (cücelik)
 
BH fazlalılığı
    Tersine BH sekresyonu adolesan dönemin sonuna doğru azalmazsa giantism (devlik) oluşur ve kişinin boyu uzamaya devam eder.
    BH sekresyonu normal büyüme bittikten sonra fazla olursa akromegali (acromegaly) adı verilen durum ortaya çıkar.
    Akromegalide baştaki, ellerdeki ve ayaklardaki kemiklerde uzamadan ziyade kalınlaşma ortaya çıkar.
 
BH nın genel etkileri
    Bütün vücut hücrelerinde protein sentez hızını artırır,
    Protein yıkılımını azaltır,
 
BH nın genel etkileri
BH’nın laktasyondaki ineklerin süt verimini artıcı etkisi bir çok araştırmanın konusu olmuştur. Büyüme hormonu meme bezi üzerine olan etkisini meme bezini direkt uyararak göstermez. Nitekim, ekzojen STH’nın sürekli enjeksiyonu sonucu şekillenen artmış süt verimi, vücut dokularında hazır olarak bulunan besin maddelerinin süt sentezine katılımı sonucu meydana gelmektedir.
 
BH salgısının kontrolü
    BH    salgısı    hipotalamusta    üretilip

 
Tiroit stimüle edici hormon(TSH)
    TSH tiroit bezi hormonlarının sentezini uyarır.
    TSH    nın    fazla    salgılanması    guatr    olarak isimlendirilen tiroit bezinin genişlemesine yol açar.
    TSH sekresyonu hipotalamusta üretilen tirotropin salgılatıcı hormon (TRH) ile kontrol edilir.
    Kan dolaşımındaki tiroit hormonlarının yoğunluğu, hipotalamus ve hipofiz ön lobu üzerine etkiyerek bunların aktivitelerini azaltır. Negatif geri bildirim mekanizmasını çalıştırarak kandaki tiroit hormonlarının sabit düzeyde kalmasını sağlar.
 
Adrenokortikotropik hormon (ACTH)
    ACTH, adrenal korteks aktivitesinin artışına sebep olur.
    ACTH böbrek üstü bezinden glukokortikoidler olarak adlandırılan steroit yapılı hormonların üretimini ve salgısını artırır. Ayrıca son zamanlarda, bir mineralokortikoit olan aldosteronun sekresyonunu da artırdığı tanımlanmıştır.
    ACTH’nın ayrıca, STH’nın etkisine benzer şekilde, protein sentezi ve yağ asidi kullanımını artırıcı, glikoz kullanımını ise azaltıcı bir metabolik etkiye sahip olduğu giderek açık hale gelmektedir.
    ACTH salgısı hipotalamustan salgılanan kortikotropin salgılatıcı hormon (CRH)) tarafından düzenlenir.
    Stres, insülin, ADH ve diğer hormonlar kortikotropin salgılatıcı hormon salgısını feedback mekanizmalar ile etkileyerek ACTH salgısını artırırlar.
 
Gonadotrofik Hormonlar
Luteinizan hormon (LH)
    LH ovulasyonu uyaran hormondur.
    Ovulasyon-Yumurtlama; overlerden olgun yumurta hücresinin aylık periyotlar halinde salınması
    LH nın hedef organı
    Ekeklerde testislerdeki interstitial hücreler ki bu hücreler testosteron salgılarlar.
    Dişilerde ise overlerdir.
    LH salgısı progesteron, östrojen ve testosteron gibi hormonlarla feedback olarak düzenlenen gonadotropin salgılatıcı hormon (GnRH) tarafından kontrol edilir.
 
Follikül stimüle edici hormon
(FSH)
    FSH da bir gonadotrofik hormondur.

 
Prolaktin
    Kısa ömürlü bir hormondur. Başlıca yıkım yerleri karaciğer ve böbreklerdir.
    Prolaktinin kadınlarda iki görevi vardır;
1.    Östrojen (dişi cinsiyet hormonu) ile birlikte gebelikte meme bezlerinde meme kanallarının gelişimini uyarır.
2.    Doğumdan sonra meme dokusunda süt üretimini uyarır. Emzirme sırasında, prolaktin gonadotropin salgılanmasını inhibe edici ikincil bir etki de göstermekte olup fertiliteyi azaltmaktadır.
Koyunda aynı zamanda korpus luteumun devamlılığıyla ilgilidir.
 
Prolaktin salgısının kontrolü

    Prolaktin salgısı hipotalamusta üretilip adenohipofize aktarılan iki hormon
tarafından kontrol edilir;
 
Beta-lipoprotein hormon (-LPH)
    ACTH salgılayan hücreler tarafından salgılanır.
    Fizyolojik rolü henüz bilinmemektedir.
    Ağrı önleme ürünleri (örneğin endorfinler ve enkefalinler gibi endojen opiatlar), - LPH’undan türetilmiş olabilirler.
    ACTH ile ilişkili oldukları kadar, strese karşı verilen yanıtta -LPH salgılanması ve nöral bir yanıt olarak ağrının önlenmesini içerebilir.
 
Tiroit bezi
    Birçok memelide tiroit bezi trakenin üzerinde larinksin hemen kaudalinde yer alır. Sığırlarda lateral olarak yerleşmiş ve biribirlerine bir istmusla bağlanmış yassı iki lop şeklinde bulunur. Atlarda lateral loplar daha belirsiz bir istmusa sahiptir, köpek ve kedide ise istmus bulunmaz. Domuzlarda istmus yerine büyük bir median lop ve buna ek olarak iki lateral loptan oluşan kompakt bir yapıdır.
    Tiroit bezi basit kübik epitel hücreleri tarafından çevrelenmiş ve kolloit olarak bilinen sıvıyla doldurulmuş çok sayıda folikülden meydana gelmiştir. Çevreleyen epitelin yüzeysel alanı folikül içine projekte olan villuslarla arttırılmıştır.
 
Tiroit bezi salgısının...

    % 90’ı tiroksindir (T4),
    T4 ve T3 her ikisi de tirozin amino asitine iyot bağlanmasıyla oluşur.
 
Tiroit hormonlarının etkileri
    Vücudun pek çok hücresinde hücresel reaksiyonları hızlandırır.
    Böylece;
 
Tiroit hormonlarının salgısının düzenlenmesi
    Devamlı ve yeterli düzeyde tiroit hormonlarının sağlanması, hipotalamus ve ön hipofiz geri bildirim mekanizmaları ile sağlanır.
    Tiroit hormonlarının düşük düzeyleri tirotiropin-salgılatıcı hormonun (TRH) hipofizier portal dolaşıma sekresyonuyla sonuçlanır. Böylece ön hipofizin tirotirop hücreleri TSH salgılamak üzere TRH tarafından uyarılır.
    TSH salgılanmasını, tiroglobulin molekülünden T3 ve T4’ün serbest bırakılması, bunların kana emilmesi ve hücrelere taşınmasını içeren artmış tiroit bezi aktivitesi izler.
 
Tiroit hormonlarının salgısının düzenlenmesi
    Hayvanların soğuk ortama maruz bırakılmasıyla TSH salgılanma oranı normalin üzerine çıkar. Bu yanıt ön hipofizin soğutulmasıyla sağlanır, bu da metabolik hızda ve ısı üretiminde bir artışla sonuçlanır.
    Eksitasyon ve anksiyete tiroit hormonlarının üretiminde bir azalmaya neden olur. Çünkü bu nedenlerle sempatik sinir sisteminin uyarılması, epinefrin ve norepinefrinin üretiminde artışa neden olur ve bu durum da metabolik hız ve ısı üretiminde artışla sonuçlanır.
 
Kalsitonin
    Parafoliküler veya tiroit bezi foliküllerinin duvarında da bulunan C hücreleri tarafından salgılanan bir tiroit bezi hormonudur.
    Kalsitonin sekresyonu için uyaran, hiperkalsemi ve daha az ölçüde olmak üzere hipermagnezemidir.
    Kalsitonin, plazma kalsiyum düzeyini;
    kemik hücresinde kemik yıkımını ve kemikten kana kalsiyum geçişini azaltarak,
    Fosfat emilimini inhibe eder ve böbrekte kalsiyum kaybını arttırarak,
    Paratiroit hormona zıt etki gösterek azaltır.
 
Paratiroit bezler
    Paratiroit bezler tiroit bezinin arkasında bulunan küçük bezlerdir.
    Parat hormon (paratiroid hormon) (PTH) salgılarlar.
 
Paratiroit bezler
    PTH nın etkileri:
1.    Kemik dokusunda kemik yıkılımını hızlandırarak kemikten kana Ca2+ geçişini uyarır.
2.    İnce bağırsaklardan kana Ca2+ ve fosfat emilimini artırır.
3.    Böbreklerden kalsiyum geri emilimini artırır, fosfat emilimini azaltır. Böbreklerde, ayrıca D vitaminin aktif formu olan kalsitriol’ü arttırarak kalsiyum ve fosfatın bağırsaklardan büyük miktarda emilimesini arttırır.
 
Böbrek Üstü bezleri (Adrenal Bezler)
    Adrenal bezler böbreğin üst ucunda kraniyalde lokalize olmuşlardır.

 
Adrenal kortex

    Korteks’de 3 farklı steroit hormon sentezlenir (başlıca kolesterolden meydana gelmiş steroitlerdir).
 


 
    Glikokortikoitler 2 tiptir;
    Kortizol
    Kortikosteron
    Glikokortikoit etkinin % 95 i kortizole aittir.
    Glikortikoitler karbonhidrat, protein ve yağ metabolizması için gereklidir.
    Glukoneogenezi (karbonhidrat dışındaki kaynaklardan karaciğerde glikoz sentezlenmesi) uyarır.
    Allerjik reaksiyonları ve inflamatuvar cevapları baskılar (göz damlası deri merhemi olarak kullanılır).
 

    Glikokortikoitler adrenal korteksin zona fasikulata tabakasından salgılanırlar.
    Glikokortikoitlerin sekresyonu ön hipofizden salgılanan ACTH tarafından düzenlenir.
    Plazma serbest kortizol düzeyleri ACTH salgılanmasını etkiler. Düşük düzey, ACTH’nun salgılanmasını ve devamında zona fasikulatadan glikokortikoitlerin salgılanmasını uyarır.
    Stres gibi uyaranlar da glikokortikoit seviyesini normal düzeyin üstüne çıkaran ACTH salgılanmasına sebep olabilirler.
 

 
    En önemli mineralokortikoit aldosterondur.
    Aldosteron sodyum, potasyum kaybı ve geri emilimi aracılığıyla mineral dengesini kontrol eder.
    Mineralokortikoit aktivite; Ter, tükrük, idrar ve mide salgısı gibi sıvılarda sodyum geri emilimini dolayısıyla da su geri emilimini artırmaktır.
    Zona glomerulozada aldosteron sekresyonunu artıran üç durum olduğu düşünülmektedir;
1.    Renin-anjiyotensin sistemi
2.    Artmış plazma potasyum konsantrasyonu
3.    ACTH stimülasyonu
 

    Aldosteron’un hiperkalemiye yanıt olarak salgılanması, kritik plazma potasyum konsantrasyonunun kontrol edilmesi için bir imkan sağlar. Aldosteron salgılanması Na+’un geriye emilmesini destekler ve bu duruma K+ atılması eşlik eder. Bu etki; distal tübül, toplama tübülü ve toplama kanalında meydana gelir. Nefronun diğer bölümlerinde K+ geri emilir. K+’un atılması sürecinde Na+’un geriye emilmesine rağmen, plazmada Na+ konsantrasyonu aldosteron tarafından düzenlenmez.
    ACTH’nun aldosteron salgısını desteklemekteki rolü daha da az önemlidir. Stresle ilişkili olarak ACTH artışı aldosteron çıkışını biraz artırabilir ve anjiyotensin II gibi diğer kaynaklar tarafından üretilen miktarı artırabilir.
 


 
    Gonadokortikoitler cinsiyet organlarını etkilerler, fakat etkileri hafiftir.
    Bu hormonlar androjenler ve
 
Adrenal Medülla
    Adrenal medülladan epinefrin (adrenalin) ve norepinefrin (noradrenalin) salgılanır.
    Medüllanın ana salgısı epinefrindir, az miktarda norepinefrin salgılanır (nor epinefrin ayrıca postgangliyonik sempatik nöyronlar tarafından salgılanır).
    Bu iki hormon sempatik sinir sitemini stimüle eder.
    Epinefrin ve norepinefrin sempatik sinir sitemine benzer etki yaparlar.
    Hormonal etki daha uzun sürer.
    Medülla hormonları stres hormonlarıdır.
 
Stres durumlarında...
    Hipofiz bezinden ACTH salgısı uyarılır.
    ACTH kas, sindirim, dolaşım ve solunum sistemlerinin strese karşı koyması için
adrenal kortex ve medüllayı uyarır.
 
Pankreas

    Pankreas    sindirim    kanalına    enzim
 
Pankreas hormonları

    Pankreatik adacıklardan;
1.    Glukogon (alfa hücreleri)
2.    İnsülin (beta hücreleri)
 
Pankreas hormonları; Glukagon
    Glikojenin glikoza çevrilmesini (glikojenoliz) uyararak kan glikozunu yükseltir.
 

 
    İnsülin glukagonun tersi etkilere sahiptir.
    Dokulara glikoz girişini artırarak kan glikoz düzeylerini düşürür. Dokular insüline karşı duyarlılıklarına bağlı olarak farklılıklar gösterirler; Örneğin; karaciğer, kas, yağ doku ve lökositler insüline karşı hemen cevap verirken beyin, böbrek, bağırsaklar ve eritrositler daha az cevap verirler.
 
    İnsülin hormonunun insüline duyarlı dokulardaki (k.ciğer hariç) karbonhidrat metabolizması üzerine en önemli etkisi; glikozun hücre membranından transportuna izin vermesidir. İnsülin bu dokularda difüzyonu kolaylaştırır.
    İnsülin karaciğer hücrelerinde glikojen üretimini ve lipojenezisi destekleyen enzimleri uyararak ve glikojenolizisi katalize eden enzimleri inhibe ederek, karaciğerde glikojen alımını arttırır.
    Genel olarak insülin, yağ depolanmasını ve protein sentezlenmesini teşvik eder.
 

 
    İnsülin ve glukagonun sekresyonu doğrudan kan glikoz konsantrasyonu tarafından kontrol edilir. Glikozun bu çift yönlü kontrolü nedeniyle kan düzeyleri küçük değişiklikler gösterir.
    İnsülin sekresyonu üzerine önemli uyarıcı etkilere, gastrointestinal hormonlar olan gastrin, sekretin, kolesistokinin ve diğer hormonlar yol açar. Pankreatik glukagon da insülin sekresyonuna yol açar.
    Glukagon sekresyonu hipoglisemi, gastrin, kolesistokinin ve stres tarafından uyarılırken, glikoz, sekretin, insülin ve somatostatin tarafından inhibe edilir.
 
Diabetes Mellitus

    Pankreas beta hücrelerince yeterli miktarda insülin üretilemediği zaman diabetes mellitus adı verilen hastalık ortaya çıkar.
    Hiperglisemi:kan glikozunda yükselme
    Fazla insülin hipoglisemiye yol açar.
    İnsülin ve glukagonun her ikisi de kan glikozu tarafından kontrol edilir.
 

 
    Somatostatin, genellikle besin maddelerinin dolaşıma geçişini yavaşlatan ve insülin, glukagon ve büyüme hormonunun metabolik etkilerini düzenleyen inhibe edici bir ajan gibi etkir.
    Bu bakımdan somatostatin, insülin ve glukagon sekresyonunu inhibe eder. Aynı zamanda bir moderatör olarak; gastrin, sekretin, kolesistokinin, pankreasın ekzokrin salgısını ve gastrik asidi inhibe eder.
    Somatostatin aynı zamanda gastrintestinal motiliteyi ve glikozun emilmesini düzenler.
 

 
    Pankreatik    polipeptidin    sekresyonu protein    emilimi,    egzersiz        ve    perhiz
 

 
    Prostaglandinler ilk olarak eklenti üreme bezi sıvılarından izole edilmişler ve prostatla ilişkileri nedeniyle prostaglandinler ismi verilmiştir (gönümüzde başka dokulardan da salındıkları bilinmektedir.
    Prostaglandinler araşidonik asitten köken alırlar. Genellikle kısa etkilidirler.
    Bazı formları hiçbir zaman kanda görünmezler (bazıları hormon olarak sınıflandırılmamışlardır), diğerleri dolaşımla karaciğer ve akciğerlere yayıldıktan sonra indirgenirler.
 
    Prostaglandinlerin üreme sürecindeki rolü üzerine  çok  sayıda  çalışma  yapılmıştır.
PGF2 östrus siklusunun luteal fazını sonlandırır ve fertilizasyon olmaması durumunda  yeni  bir  östrus  siklusunun
başlatır.
    PGF2 aynı zamanda özellikle erken gebeliğin sonlandırılmasında etkilidir.
    Prostaglandinler inflamasyonu (yangı) desteklerler. Aspirin, PGG2’nin araşidonik asitten sentezini inhibe ederek antiinflamatuvar etki gösterir.
 
    Prostaglandinlerin diğer
fonksiyonları gastrik sekresyonun
inhibisyonu ve bronşiyal düz kasların gevşemesini içerir.
    Kan damarları endotelyumunda
 

Yazar Hakkında

Dyt. Büşra Nur Yiğit

Dyt. Büşra Nur Yiğit

Hacettepe Üniversitesi Sağlık Bilimleri Fakültesi Beslenme ve Diyetetik Bölümü’nden yüksek şeref öğrencisi olarak mezun oldum. Eğitim hayatım boyunca Hacettepe Üniversitesi Tıp Fakültesi Hastanesi Prof. Dr. Ali Dursun Çocuk Sağlığı ve Hastalıkları Anabilim Dalı, Beslenme ve Metabolizma Ünitesi’nde çalışmalarda bulundu. Prof. Dr. Selçuk Dağdelen ve Prof. Dr. Okan Bülent Yıldızla diyabet konusunda çalışmalar yaptı.
GATA' da Doç.Dr. Mustafa Ulubay ile Kadın Hastalıkları ve Doğum Beslenmesinde çalışmalar yaptı.
Gelişimime katkı sağlamak amacıyla Metabolik ve Bariatrik Cerrahi Diyetisyenliği, Obezite veya Diyabet Tedavisine Güncel Yaklaşımlar, Sezgisel Yeme Psikolojik beslenme bozuklukları gibi birçok eğitim ve kurs programına katıldım.
Şuan da online ve yüz yüze olarak, kilo yönetimi ve hastalıklarda tıbbi beslenme tedavisi hizmetlerimin yanında mide balonu, mide botoksu, sleeve gastrektomi (tüp mide) ve gastrik bypass (MGB, RYGB) olmak üzere obezite cerrahisi alanında hizmet vermektedir
18.07.2022 tarihinden itibaren Çocuk Metabolizması üzerine çalışmalar yapıldı.
Hipofiz Hastalıkları Tanı, Tedavi Ve İzlem Kılavuzu (3/04/2024-3/05/2024 tez çalışmalarına katılmıştır.
Şuanda Hacettepe Üniversitesi Tıp Fakültesi hastanesi Psikiyatri Prof.Dr.Cengiz Kılıç ile birlikte psikolojik tez makale çalışmalarına devam etmektedir
Prof.Dr.Deniz Demiryürekle birlikte Akupunktur,Mezoterapi üzerine çalışmalar devam etmektedir.
Hacettepe üniversitesi Tıp Fakültesi Hastanesinde Prof Asistanı olarak hizmet vermektedir

Önemli Bilgilendirme

Site içerisinde bulunan bilgiler bilgilendirme amaçlıdır. Bu bilgilendirme kesinlikle hekimin hastasını tıbbi amaçla muayene etmesi veya tanı koyması yerine geçmez.