(Aşağıdaki yazı, aile içi çatışmalar-sorunlar konusunda farkındalık oluşturabilmek için yazılmış kısa bir öyküdür)
Annesi her zamanki gibi yine odasında yatıyordu. Annesi zaten ya yatar ya televizyon izler ya sigara içer ya da kendi halinde temizlik, yemek yapardı. Beş tane çocuğu vardı. Beş çocuk, dile kolay hepsinin hamileliği, doğumu, bakımı ayrı zahmet isterdi. Gerçi önce babası sonra da en büyükleri olarak kendisi üstlenmişti kardeşlerinin bakımının birçoğunu ama yine de hayattan bu kadar uzak biri için zor olmalı diye düşündü, on üç yaşındaki büyük olmak zorunda olan küçük kız. Her zamanki gibi erkenden kalkmış, kahvaltıyı hazırlamış, kardeşlerinin karnını doyurmuş, annesinin kahvesini hazırlamış (annesi sabahları sadece kahve ve sigara içerdi), masayı toplamış, etrafa göz gezdirmiş, temizliği dün yaptığı için sadece kırıntıları küçük süpürge ile temizlemiş, en sonunda el işini eline alıp oturabilmişti. Bir yandan ilmek ilmek el işini yaparken diğer yandan annesini düşünüyordu. Annesi yok gibiydi. Birkaç yıl öncesine kadar okula giderlerken babası her şeylerini hazırlar, saçlarını bağlar öyle gönderirdi. Babası hala yardım ediyordu ama sorumluluğun hepsi kendi üstüne geçmişti, nasıl olduğunu anlamamıştı bile. Babası aklına gelince içine bir mutluluk doldu. Daha minicik bir kızken banyosunu o yaptırır, üstünü giydirir, eliyle beslerdi babası. Hep güler yüzle. Ergenliğe girerken babasından utanmaya başlamıştı, elbette banyosunu artık yalnız yapıyordu ama annesi içerde yatarken ya da bedeni orda olsa bile ruhu yokken babasının bu kadar ilgisi belki de annesi adına onu utandırıyordu. Herhalde bu içindeki anlayamadığı rahatsızlık duygusu ile başladı sorumluluğun çoğunu üstlenmek. Adeta babasıyla sözsüz bir şekilde ve birbirlerini anlarcasına annesinin babasına aktardığı birtakım yükümlülükleri artık o üstlenmişti. Babası da üzülüyordu annesinin bu hayaletliğine. Bazen kavga ettiklerini duyardı. O sessiz annesinden nasıl öyle yüksek ses çıkardı anlayamazdı. Çoğunlukla, anlamıyorsun içimden gelmiyor işte diye bağırırdı, sonra da hıçkırık ve ağlama krizleri. O zamanlar kız, keşke hiç doğurmasaydı bizi diye düşünürdü. Belki annesi o zaman daha mutlu olurdu. Kendi var oluşunun suçluluğu üstüne üstüne gelirdi. O geceler zor uyurdu. Bu düşüncelere dalmışken kardeşinin sesiyle kendine geldi. Annesinin odasına girmiş hadi kalk diye sesleniyordu. Hemen yerinden fırladı, gel tatlım annem biraz uyuyacakmış dedi ve usulca çocuğu kucakladı. Onunla oynamaya başladı. Babası bir kenardan üzüntüyle bakarken, kız da bu küçük yaşında ebeveyn olmak zorunda kalmanın ağırlığıyla el işine baktı. Çocukluğu gibi el işi de yarım kalmıştı.