Toplumsal cinsiyetin toplumsallaşması

Toplumsal cinsiyetin toplumsallaşması

Toplumsallaşma eyleyenleri, ço­cukların toplumsal cinsiyet rollerini nasıl öğrendikleri üzerinde önemli bir rol oynarlar. Şimdi, aile ve kitle iletişim araçları gibi toplumsal etkenler yoluyla cinsiyet rollerinin öğrenilmesi, yani toplumsal cinsiyetin toplumsallaş­masını ele alalım.

Anne Babanın ve Yetişkinlerin Tepkileri

Toplumsal cinsiyet farklılıklarının ne ölçüde toplumsal etkilerin bir sonu­cu olduğunu incelemek üzere pek çok çalışma yapılmıştır. Anne ile bebek arasındaki etkileşim üzerine yapılan çalışmalar, anne babaların erkek ve kız çocuklarına karşı davranışları arasında bir fark olmadığına inanmasına karşın, erkek ve kızlara karşı davranışları arasında farklılıklar olduğunu göster­mektedir. Kendilerinden bir bebeğin kişiliğini değerlendirmeleri istenen yetişkinler, çocuğun erkek mi yoksa kız mı olduğuna inanmalarına bağlı olarak, farklı yanıtlar vermektedirler. Klasik bir deneyde, beş genç anne, Beth adı verilen altı aylık bir bebekle etkileşim halindeyken gözlenmişlerdir. Bu anneler bebeğe çoklukla gülümsemişler ve oynaması için bebekler uzatmışlar­ dır. Bebek anneler tarafından “tatlı” ve “yumuşak bir ağlaması” olan bir bebek diye değerlendirilmiştir, ikinci bir grup annenin aynı yaştaki, Adam adı verilen bir çocuğa gösterdiği tepkiler, gözle görülebilir derecede farklıydı. Bebeğe oynaması için bir tren ya da öteki “erkek oyuncakları” uzatılma olasılığı daha fazlaydı. Beth ve Adam aslında, farklı elbiseler giydirilen aynı çocuktu (Will ve diğerleri 1976)

Toplumsal Cinsiyetin Öğrenilmesi

Bebeklerin cinsiyetlerini öğrenme­ leri, neredeyse kesinlikle bilinçsizdir. Çocuklar kendilerini doğru bir biçimde erkek ya da kız olarak adlandırmadan önce, bir dizi sözle ifade edilmeyen işaretler alırlar. Örneğin, erkek ve kadın yetişkinler bebekleri genellikle farklı biçimlerde tutarlar. Kadınların kullan­dıkları kozmetiklerin, bebeğin erkek­lerle eşlemeyi öğrendiklerinden farklı kokuları vardır. Sistematik giyiniş, saç biçimi vb. farklılıkları bebeğe, öğrenme sürecinde görsel işaretler sağlar. İki yaş civarındaki çocukların, toplumsal cinsi­ yetin ne olduğuna ilişkin tam olmayan bir anlayışları olur. Kendilerinin erkek mi yoksa kız mı olduklarını bilirler; baş­kalarını da genellikle doğru bir biçimde sınıflandırabilirler. Bununla birlikte çocuklar, beş ya da altı yaşa gelene ka­dar, kişinin toplumsal cinsiyetinin değişmediğini, herkesin bir toplumsal cinsiyeti olduğunu ve kızlar ile erkekler arasındaki cinsiyet farklılıklarının ana­tomik temelli olduğunu bilmezler. Küçük çocukların gördüğü oyun­caklar, resimli kitaplar ve televizyon programları hep erkek ve dişi özellikleri arasındaki farklılıkları vurgulama eğilimindedir. Oyuncakçı dükkanları ve postayla sipariş katalogları ürünlerini genellikle toplumsal cinsiyete göre sınıflandırır. Hatta toplumsal cinsiyet bakımından yansız görünen kimi oyuncaklar bile pratikte böyle değildir­ ler. Örneğin, oyuncak yavru kedi ve tavşanlar kızlara önerilirken, aslan ve kaplanların erkekler için daha uygun olduğu düşünülür.

Vanda Lucia Zammuner (1986), İtalya ve Hollanda'da, yedi ile on yaşlar arası çocukların oyuncak tercihlerini incelemiştir. Bu çalışmada, çocukların, basmakalıp erkek ve kadın oyuncak­larının yanısıra toplumsal cinsiyete göre değişmedikleri varsayılan oyuncaklar da içlerinde olmak üzere bir dizi oyuncağa gösterdikleri ilgi çözümlenmiştir. Hem çocuklara, hem de anne babalarına, hangi oyuncakların erkek, hangilerinin de kız çocukları için uygun oldukları sorulmuştur. Yetişkinler ile çocuklar arasında bu konuda neredeyse anlaşma söz konusudur. Ortalama olarak, İtal­yan çocuklar, HollandalI çocuklara kıyasla cinsiyete göre değişen oyuncaklarla daha fazla oynama eğilimindedirler -İtalyan kültürü, Hollanda toplumuna bakarak cinsiyet farkları üzerine daha geleneksel bir bakışı benimseme eğilimi olduğundan, beklentileri doğrulayan bir bulgu. Öteki çalışmalarda olduğu gibi, her iki toplumdaki kızlar, toplumsal cinsiyete göre değişmeyen oyuncaklar ya da erkek çocuklarının oyuncakları ile, erkek çocuklarının kız oyuncaklarıyla oynamak istediklerinden daha fazla oynamak istemektedirler.

Öykü Kitapları ve Televizyon

Otuz yıldan fazla bir zaman önce, Lenore Weitzman ve meslektaşları (1972), okul öncesi çocukları için en çok kullanılan kimi kitaplardaki toplumsal cinsiyet rollerinin bir çözümlemesini yapmışlar ve toplumsal cinsiyet rolleri arasında açık farklılıklar bulmuşlardır. Öykü ve resimlerde, kadınlara 11'e 1 gibi bir oranla ağır basan erkekler çok daha ağırlıklı bir yer tutmaktaydı. Toplumsal cinsiyet kimlik­ leri olan hayvanlar da dahil edildiğinde, bu oran 95'e 1 idi. Erkeklerle dişilerin etkinlikleri de farklılaşmaktaydı. Erkek­ler, serüven türü uğraşlar ile bağımsızlık ve güç gerektiren ev dışı etkinlikleri gerçekleştirmekteydiler. Kızlar söz konusu olduğunda, edilgen ve çoğunlukla ev işleriyle uğraşıyor olarak sergilenmekteydiler. Kızlar, erkekler için yemek pişirip temizlik yapar ya da onların dönüşünü beklerlerdi. Aynı şey öykü kitaplarında bulunan yetişkin kadın ve erkekler için de büyük ölçüde doğruy­du. Eş ve anne olmayan kadınlar, cadılar ya da periler gibi düşsel yaratıklardı. Çözümlenen bütün kitaplarda, evi dışında bir mesleği olan hiçbir kadın yoktu. Buna karşın, erkekler, savaşçı, polis, yargıç, kral vb. idiler. Daha yakın zamanlarda yapılan araştırmalar, durumun biraz olsun değişmiş olduğunu düşündürse de, çocuk yazınının çoğunluğunun büyük ölçüde aynı olduğunu göstermektedir (Davies 1991). Örneğin masallar, toplumsal cinsiyete ve kızlarla erkek çocuklarından sahip olmaları beklenen amaçlarla hedeflere yönelik olarak, geleneksel bir tutum benimsemekte­ dirler. “Prensim bir gün gelecek” bunun anlamı, birkaç yüzyıl öncesin­ deki masal türlerindeki gibi, yoksul bir aileden gelen bir kızın talih ve servet düşleyebileceğidir. Bugün bunun anlamı, romantik aşkın idealleriyle daha yakın bağlantılı hale gelmiştir. Kimi feministler, en ünlü masalları, bunlarda­ ki genel vurguları tersine çevirerek yeniden yazmaya çalışmışlardır: “O adamın komik bir burnu olduğuna ger­ çekten dikkat etmemiştim. Ve şık elbiseler giyerken kesinlikle çok daha iyi görünüyordu. Geçen gece göründüğü kadar çekici de değil hiç. Bu durumda, ben de denediği cam ayakkabı ayağına çok dar geliyormuş gibi yapacağım sanırım” (Viorst 1987). Ne ki, Cindrella’nın bu biçimindeki gibi, böyle yeniden yazımlar büyük ölçüde yetişkin okuyuculara yönelmektedirler ve sayısız çocuk kitabında anlatılan öyküleri pek etkiledikleri söylenemez. Kimi dikkate değer istisnalar olsa da, çocuklar için hazırlanan televizyon programları üzerine yapılan çözümle­ meler de, çocuk kitaplarındaki bulgu­larla uyum içinde olan sonuçlar ver­mektedirler. En fazla izlenen çizgi filmler üzerine yapılan çalışmalar, başroldeki karakterlerin erkek oldukla­ rını ve erkeklerin etken uğraşlarda ağır bastıklarını göstermektedir. Benzer görüntüler, programlar arasında verilen reklamlarda da bulunmaktadır.

Cinsiyet Ayrımcılığı Yapmadan Çocuk Yetiştirmenin Güçlüğü

June Statham (1986), cinsiyet ayrımcılığı yapmadan çocuk yetiştir­meye kararlı bir grup anne ve babanın deneyimini incelemiştir. Araştırmada, altı aylıktan on iki yaşına kadar çocukları olan onsekiz aileden otuz yetişkin yer almıştır. Anne babalar, orta sınıftan gelmektedir ve çoğu, öğretmen ya da öğretim üyesi olarak akademik çalışma içindedirler. Satham, anne babaların çoğunluğunun yalnızca kızların erkek oğlanlara benzemesine çalışma yoluyla geleneksel cinsiyet rollerini değiştirmeye kalkmadıklarını, ancak dişilik ile erkeklik arasında yeni birleşimleri güçlendirmeye çalıştıklarını bulmuştur. Bu anne babalar erkek çocukların baş­ kalarının duygularına karşı daha duyarlı olmalarını ve sıcaklıklarını dile getire­ bilmelerini istemişler; buna karşılık kızlar da öğrenme ve kendilerini geliştirme fırsatları aramaya yöneltil­mişlerdir. Bütün anne babalar, varolan cinsiyet kalıplarıyla savaşmanın zor olduğunu görmüşlerdir. Onlar, çocuk­ları toplumsal cinsiyete göre sınıflan­ mayan oyuncaklarla oynamaya ikna etmekte oldukça başarılı olmuşlarsa da, bu bile pek çoğunun beklediğinden daha zor olmuştur. Bir anne, araştırma­cıya şu yorumda bulunmuştur:

...

Bir oyuncakçıya girerseniz, erkekler için savaş oyuncakları, kızlar için de evcilik oyuncaklarıyla dolu olduğunu görürsü­nüz; bu da toplumun durumunu özetlemektedir. Bu, çocukların toplumsal­laşma biçimidir: erkek çocuklara öldürmeyi ve incitmeyi öğretmenin bir sakıncası yoktur; bence bu korkunç, beni hasta ediyor. Oyuncakçılara gitmemeye çalışıyorum; öylesine kızgınım. Pratik olarak, çocukların tümü gerçekte, kendilerine yakınlarının verdikleri toplumsal cinsiyete göre sınıflanan oyuncaklara sahiptir ve bunlarla oynamaktadırlar. Şimdi artık, esas karakterlerinin güçlü, bağımsız kızlar olduğu kimi öykü kitapları bulunabilir, ne ki bunların pek azı erkek çocuklarını geleneksel olmayan rollerde gösterirler. Beş yaşındaki bir çocuğun annesi, çocuğuna okuduğu kitaptaki karakterlerin cinsi­ yetlerini değiştirerek okuduğunda çocuğunun buna gösterdiği tepki hakkında şöyle demektedir: Aslında, oldukça geleneksel rollerdeki bir erkek ve bir kız çocuğunun bulunduğu kitaptaki bütün kızları erkek, bütün erkekleri de kız yaparak okuduğumda biraz huzursuz oldu. Bunu ilk kez yapar­ ken, “sen erkekleri sevmiyorsun, yalnızca kızları seviyorsun” deme eğilimindeydi. Bunun hiç de doğru olmadığını, yalnızca kızlar hakkında yazılmış yeterince kitabın olmadığını ona açıklamam gerekti. (Statham 1986) Romancı ve eleştirmen Allison Pearson (2002) da, kızına sevdiği Barbielere kıyasla anatomik bakımdan daha az olası bir bebek vermek istediğinde, toplumsal cinsiyetin top­ lumsallaşmasının ne kadar güçlü oldu­ğunu görmüştür: Bir gün, zehirleyici dalgaya karşı koymak için evime, bir feminist komite tarafından tasarlanmış olan Barbieye benzer bir bebeği eve getirdim. Küçük memeli, haki pantolon giyen bebeğin gelişmekte olan ülkeler için yararlı bir iş gördüğü açıktı. Üstelik bu zavallı sosyal demokrat bebek hiç bir zaman Barbieler ile tanışmamıştı. Kızım korkuyla, “bu bir oğlan!” diye bağırdı; sonra da bu liberal uzlaşıyı, küçük erkek kardeşinin salyangozları koymak için kullandığı kovaya attı.

Toplumsal cinsiyetin toplumsallaş­masının çok güçlü olduğu ve buna meydan okumanın husurzuzluğa yol açabileceği ortadadır. Bir kez toplumsal cinsiyet “yüklenildiğinde”, toplum bireylerden “kadınlar” ve “erkekler” olarak davranmalarını beklemektedir. Çünkü, erkek çocuklarını ayırdeden bu beklentilerin yerine geldiği ve yeniden üretildiği yer, gündelik yaşamın pratikleri içindedir (Bourdieu 1990; Lorber 1994).

Giddens, Anthony. Sociology. Macmillan, 2001.

Bu makale 25 Mayıs 2019 tarihinde güncellendi. 0 kez okundu.

Yazar
Psk. Mehmet Efeoğlu

       Psk. Mehmet Efeoğlu, lisans eğitimini Boğaziçi Üniversitesi, Yüksek Lisans eğitimini ise Beykent Üniversitesi Klinik Psikoloji bölümünde, hastane deneyimini de Fransız Lape Hastanesi'nde başarıyla tamamlamıştır. Mehmet Efeoğlu’nun kurucusu olduğu Homopsychologicus Profesyonel Danışmanlık merkezi zamanla bir dönüşüm geçirerek büyümüş ve bir akademi haline gelmiştir. Bu sebeple, artık “Mehmet Efeoğlu Akademi” olarak anılmaktadır. İnternette yapılan araştırmalarda Homopsychologicus olarak görülen süreç artık Mehmet Efeoğlu Akademi’ye evrilmiştir. Bu kurumun vizyonu öncelikle Homopsychologicus kavramına dayanır. Homopsychologicus; Homosapiens ya da Homoeconomicus gibi insanın duygu, düşünce ve davranış ekseninde eğilimlerini ve sınırlarını belirlemek için ortaya atılmış bir kavramdır. Homosapiens kavramı düşünebilmeye vurgu yaparak düş ...

Yazarı sosyal medya'da takip edin
Etiketler
Sosyal anksiyete
Psk. Mehmet Efeoğlu
Psk. Mehmet Efeoğlu
İstanbul - Psikoloji
Facebook Twitter Instagram Youtube