Majör depresyonun nedenlerinin bilişsel, davranışçı, psikanalitik, varoluşçu ve biyolojik görüş açısından incelenmesi

Majör depresyonun nedenlerinin bilişsel, davranışçı, psikanalitik, varoluşçu ve biyolojik görüş açısından incelenmesi

Psikanalitik Görüş

Freud, “Yas ve Melankoli” isimli yazısında depresyon için erken çocukluk dönemini işaret etmiş ve oral dönemde ihtiyaçların karşılanma düzeylerinin bireylerin bu dönemde bir saplantı geliştirmesine ve yine bu dönemle ilgili içgüdüsel doyumlara karşın bir bağımlılık geliştirmesine neden olabileceğini öne sürmüştür (akt. Davison ve Neale, 2016). Yine bu makalesinde depresyonun belirtileri ile yas sürecindeki belirtlerin benzerliklerinden bahsetmiştir. Burada bir kayıp söz konusudur. Kaybın kişideki değerine göre, yas sürecinin şiddeti, uzunluğu değişiklik gösterebilir. Yas sürecinde, yas tutan kişinin kaybettiği gerçek bir sevgi nesnesinden söz etmem mümkündür ancak çökkünlük durumunda kayıp gerçek değil sembolik de olabilir. Gerçek bir kayıp olmamasına karşı kişinin bu belirtilerinin var olmasını, bilinçdışı bir kayıptan bahsederek açıklamaya çalışmıştır (akt. Öztürk ve Uluşahin, 2016). Kişide sevgi nesnesinin yitimi veya reddi ya da hayal kırıklıkları gibi temsili kayıplar buna örnek verilebilir(akt. Helvacı Çelik ve Hocaoğlu, 2016).  Bu kayıp duygusunun eşlik edeceği sevilmediğine yönelik inaç, kişinin özsaygısını yitirmesine neden olabilir. Ancak bunca benzerlik arasında temel bir ayrım vardır ki; yas tutan bir kişide özsaygı yitiminden söz edilemez(akt. Öztürk ve Uluşahin, 2016).

         Sevilen kişi ya da sevgi nesnesinin kaybının ardından, yastaki birey kayıp nesneyi içine alır (introjection) ve bu durumu ortadan kaldırıp onu geri döndürebilme umuduyla özdeşim kurar. Bu aşamadan sonra ambivalans egemenliği söz konusudur. Kişi, sevgi nesnesine yönelik bilinçdışı nefretini, nesneyle özdeşim kurmasından dolayı kendisine yansıtır ve nefretinin nesnesine dönüşür(akt. Davison ve Neale, 2016). Bu dönüşümle beraber öfkesi kendine dönen bireyin özsaygısında bir azalmayla değersizlik, suçluluk ortaya çıkar ve çökkünlük ortaya başlar(akt. Öztürk ve Uluşahin, 2016). Burada benlik, altbenlik ve üstbenlik arasındaki çatışma ve saldırganlıktan söz edilmektedir.

         Başka bir kuramcı olan Edward Bibring konuyu farklı bir açıdan ele almış ve depresyona yol açan çatışmanın altbenlik, benlik ve üstbenlik arasında olmak zorunda olmadığı ve sadece benlik içinde olabileceğine dikkat çekmiştir.  Her insanın sahip olabileceği ve gerçekleştirmeyi hedeflediği beklentilerinden söz eden Bibring; kişinin benlik beklentilerinin arzu edilen şekilde gerçekleşmediği ya da gerçekleşemeyeceğine ilişkin inançların geliştiği durumlarda ortaya çıkacak çaresizlik duygusunun, benlik değerini düşüreceği ve güçsüz ve çaresiz kalan benliğin çökkünlük durumuyla karşı karşıya kalacağını öne sürmüştür(akt. Balcıoğlu, 1999).

Bilişsel Görüş

            Çökkünlük için bilişsel olarak biz bozukluk görüşünü öne atan Aaron Beck, bu görüşünü depresyondaki bireylerin düşünce süreçlerinin bozulduğu ve olumsuz yorumlar yapmaya yönelik bir eğilim içinde oldukları fikriyle temellendirir(akt. Davison ve Neale, 2016). Bireyin karşılaştığı olaylara yönelik öncelikle olumsuz yönlerini görüp algılama yanlısı olduğundan söz eden görüş, bireylerin gündelik yaşam olayları içerisinde zamana ve tekrarlara bağlı olarak olumsuz üçlü olarak adlandırılan kendilik, dünya ve geleceğe yönelik olumsuz şemalar geliştirdiğinden bahseder(akt. Öztürk ve Uluşahin, 2016). Bu görüşe göre geliştirilen olumsuz inançlar,  kişi o inançların gelişimi esnasında yaşananlara benzer yeni yaşantılar ve olaylarla karşılaştığında harekete geçer; beraberinde yetersizlik ve değersizlik duygularını da içeren gerçeği yansıtmayan bilişsel çarpıtmalara yol açar(akt. Morris, 2002). Karşımıza çıkan yetersizlik şeması, kendini itham etme şeması ve kendini olumsuz değerlendirme şeması; alınacak her görev ve sorumlulukta bir başarısızlık beklentisine, tüm başarısızlıkların nedeni olarak kişinin kendini suçlamasına ve değersizlik gibi durumlarla karşı karşıya kalmasına yol açmaktadır(akt. Davison ve Neale, 2016). Bu görüşe göre bazı mantık dışı düşünce türleri belirlenmiştir.      

            Keyfi çıkarsama.

            Destekleyici yeterli kanıt olmadığı halde bir sonuca varmaktır. Örneğin, önemli bir sunum yapacak bir kimsenin, kötü hava koşulları nedeniyle uçağının iptal olması sonucunda gidememesi ve bundan dolayı kendisinin mesleki açıdan yetersiz olduğu sonucuna  varması(akt. Morris, 2002).

            Seçici soyutlama.

            Birden çok unsurdan oluşan bir durumu bağlamını gözardı ederek yalnızca elemanlarından birine göre değerlendirmek suretiyle sonuca varmaktır. Örneğin, bir grup ödevi yapan bir öğrenci grubunun ödevinin yeterli notu alamaması sonucunda, kişinin yalnızca kendisi ödevi yapmış gibi görev alan diğer tüm öğrencilere rağmen kendisini suçlaması(akt. Morris, 2002).

            Aşırı genelleme.

            Yalnızca tek bir olaydan yola çıkarak genellemeye gitmektir. Örneğin, bireyin yaşadığı romantik ilişkisinin sonlanmasının ardından, partnerinin olumsuz özelliklerini tüm karşı cinse genellemesi(akt. Morris, 2002).

            Büyütme ve küçümseme.

            Değerlendirme yaparken abartılı olup olayın önemini çarpıtmaktır. Örneğin, girdiği bir sınavda kötü not alan bir öğrencinin, bölüme layık olmadığı sonuna varması(akt. Morris, 2002).

            Kişiselleştirme.

            Bireyin kendisiyle alakası olmayan gelişmeleri kendine yönelik değerlendirmesidir. Örneğin, bir öğrencinin üniversite sınavına gireceği yıl sınav sisteminin değişmesini kendi şahsi şanssızlığı olduğu sonucna varması(akt. Öztürk ve Uluşahin, 2016).

            Hep ya da hiç tarzı düşünme.

            Kişinin hayatında karşılaştığı tüm gelişmeleri iki basit kategoriye sığdırmaya çalışmasıdır. Örneğin, bir konuda iyi değilsem kötüyümdür başka bir sonuca varamam(akt. Öztürk ve Uluşahin, 2016).

          Davranışçı Görüş

            Bu görüşe göre öğrenilmiş çaresizlik çökkünlük durumuna yol açmaktadır. Buna göre kişi çocukluğundan bu yana yaşamını kontrol etmekte, olumsuz ve acı verici uyarıcılardan kaçıp kurtulmakta başarısız olmuştur, kontrol edemediği hoş olmayan yaşam olayları sonucu çaresiz kalma durumu söz konusudur. Bu çaresizlik depresyon gelişimine neden olmaktadır(akt. Davison ve Neale, 2016). Özellikle reaktif depresyonun açığa çıkmasında öğrenilmiş çaresizlik görüşünün önemli bir yeri vardır(akt. Balcıoğlu, 1999).

         Varoluşçu Görüş

            Bu yaklaşıma göre insanın temel duygusu hayatın anlamı ve önemli olmadır, depresyonu da bireyin hayatın anlamını kaybetmesine bağlar. Bu görüşe göre depresyon tedavisi kişinin hayatında anlam bulması gerekir ve bu yolculukta ona yol göstericilik yapılır(akt. Demir, 2015).

       Biyolojik Görüş

            Bu görüşe göre depresyonu kalıtım, gen çevre ilişkisi, biyokimyasal etkenler ve nörofizyolojik çalışmalar gibi ciddi bulgularla ilişkilendirmek mümkündür. Yapılan çalışmalarda çökkünlük nedeniyle zor günler geçiren hastaların birinci derece akrabalarında hastalanma riskinin iki üç kat yüksek olduğu bulunmuştur(akt. Öztürk ve Uluşahin, 2016).

            Bu patolojide etkili olduğu düşünülen bazı genlerden biri olan serotonin taşıyıcı genin üzerinde yapılan çalışmalarda, serotonin taşınımı düşük gene sahip olan ve çocukluğunda olumsuz yaşantılarla karşılaşmış bireylerin yetişkinlikte çökkünlük riskinin yüksek olduğu, yaşanan olumsuzlukların şiddetinin de risk ile anlamlı bir ilişki içinde olduğu bulunmuştur(akt. Öztürk ve Uluşahin, 2016).

            Yapılan çalışmalarda norepirefrin, serotonin ve dopamin azlığının depresyonla ilişkisi ortaya çıkarılmıştır. Nöroendokrinolojik ve nörofizyolojik çalışmalar da bir takım ilişkileri açığa çıkartmıştır(akt. Balcıoğlu, 1999).

Bu makale 17 Şubat 2021 tarihinde güncellendi. 0 kez okundu.

Yazar
Psk. Ahmet Sönmez

Psk. Ahmet Sönmez,lisans öncesi eğitimlerinin ardından, Hacettepe Üniversitesi Edebiyat Fakültesi Psikoloji Bölümü'nü 2016 senesinde şeref öğrencisi olarak tamamlamış ve Psikolog unvanı almıştır. Yüksek lisansına ise Yakın Doğu Üniversitesi'nde Klinik Psikoloji Bölümün'de devam etmektedir.

Mezuniyetinin ardından askerlik hizmetini tamamlamak üzere Türk Silahlı Kuvvetleri tarafından istihdam edilmiş, bir yıl süre RDM amiri olarak görev yapmıştır.Hizmet süresince bireysel danışma ve grup danışmaları yönetmiş olup Ekim 2017 tarihinde başarı belgesi ile ödüllendirilerek görevini tamamlamıştır.
Kişisel gelişimi için bir çok eğitim,seminer ve kongreye katılmıştır.

 Psk. Ahmet Sönmez mesleki çalışmalarına Terapal Psikoloji’de devam etmektedir.

Psk. Ahmet Sönmez
Psk. Ahmet Sönmez
Ankara - Psikoloji
Facebook Twitter Instagram Youtube