Günah Keçisinin Psikolojik Nedenleri: Önyargı, Suçlama ve Ötekileştirme


Psikoloji ve sosyal psikoloji, günah keçisinin kişinin, kendi sorunları için başkasını suçlama eğilimine atıfta bulunduğuna dikkat çekmiştir. Bu suçlama süreci, genellikle kişinin suçladığı kişi veya gruba karşı önyargı duygularıyla sonuçlanan bir süreçtir. Elliot Aronson, Timothy D. Vilson ve Robin M. Akert de ‘günah keçisi yapma’yı “kendilerini engellenmiş ya da mutsuz hisseden bireylerin saldırganlıklarını sevilmeyen, görünür ve görece güçsüz gruplara yöneltmesi” olarak tanımlamıştır.
Elliott D. Hammer’in Encyclopedia of Social Psychology’nin ikinci cildine yazdığı “Scapegoat Theory” adlı maddedeki ifadesiyle günah keçisi yapmak, kişinin olumlu benlik imajını korurken, başarısızlığı veya yanlış davranışları açıklamak için bir fırsat olarak hizmet eder. Yine Hammer’in ifadesiyle günah keçisi yapmak, kişinin kendi zayıflıklarıyla yüzleşmek zorunda kalmaması adına genellikle kendi başarısızlıkları için bir vekil kullanması anlamına gelmektedir. Hammer, günah keçisi yapma kavramının Sigmund Freud’un savunma mekanizmaları olarak yer değiştirme veya yansıtma kavramlarıyla da bir şekilde tutarlı olduğuna dikkat çekmiştir.
Freud’a göre, insanlar kabul edilemez hedeflere (örneğin ebeveynler, patron) karşı besledikleri düşmanlığı daha az güçlü olanlarla değiştirir. Benzer şekilde yansıtma, kişinin kendi kabul edilemez duygularını veya endişelerini başkalarına atfetme ve böylece onları kendi içinde inkâr etme eğilimini ifade eder. Her iki mekanizma da bu tür duyguların sahibi oldukları fikrini reddetmelerine yardımcı olarak insanları yasa dışı arzularından veya korkularından korur. Bu nedenle, yer değiştirmelerinin veya izdüşümlerinin hedefi bir günah keçisi işlevi görebilir.
Daha yakın zamanlarda, sosyal psikologlar günah keçisi olma eğilimini, benzer terimlerle, ancak bazı nitelikler ve açıklamalarla izah ettiler. Örneğin, yerinden edilmiş saldırganlık kavramı bu alanda oldukça fazla ilgi görmüştür. Bir kadın erkek arkadaşıyla kavga ederse eve gelip küçük bir yaramazlık için köpeğini tekmeleyebilir. O hâlde köpek onun günah keçisidir ve erkek arkadaşıyla kavgasının bedelini öder. Dövüşün ürettiği saldırganlık gerçek sebebine yönelik değildir, bunun yerine daha kabul edilebilir bir hedef olan köpeğe yöneliktir, çünkü erkek arkadaşına misilleme yapamaz veya karşı çıkamaz.
Buna ek olarak, göreli yoksunluk teorisi, insanların günah keçisi yapma eğiliminin bir açıklaması olarak uygundur. Bu teori, insanların meşru olmayan nedenlerle nispeten kötü muamele gördüklerini hissettiklerinde olumsuz duygular yaşadıklarını öne sürmektedir. Örneğin, bir kişi, işi çok iyi olmayan ancak patronuyla arkadaş olan bir meslektaşının zam aldığını öğrenene kadar maaşından memnun olabilir. Artık kişi nispeten yoksundur ve kişi, daha düşük maaş aldığı için meslektaşına içerleyebilir.
Diğer araştırmacılar, belirli bir grubu günah keçisi yapmanın en olası olduğu bazı koşulları belirlediler. Örneğin, günah keçisi yapılan grup, nispeten düşük güce sahip olma eğilimindedir. Aksi takdirde grup, kitlelerden getirdiği muhalefeti ezebilecektir. Günah keçisi yapılan grup aynı zamanda iç gruptan (birinin ait olduğu gruptan) farklı olarak bir şekilde tanınabilen bir grup olma eğilimindedir, böylece grup üyeleri kolayca tanımlanabilir ve istenmeyen durumla ilişkilendirilebilir. Son olarak günah keçisi kasıtlı veya kasıtsız olarak iç grup için gerçek bir tehdit oluşturma eğilimindedir. Örneğin, beyazlar için ekonomik beklentiler düşmeye başladığında siyahlara karşı linçler çarpıcı biçimde arttı. Afrikalı Amerikalılar, giderek azalan işler ve fırsatlar için daha büyük bir tehdit olarak algılandı ve bu nedenle acımasızca trajik şekillerde cezalandırıldı. Bolluk diyarında veya bir grup tamamen gizli tutulduğunda, o grup tehdit oluşturmaz ve bu nedenle günah keçisi olma fırsatı sunmaz.
Suçlamak ya da itham, hayatı olumsuzluklarla da kuşatılmış olan insanoğlunun belki de en eski davranışlarından biridir. Bu davranışı, kişilerin geliştirdikleri “savunma mekanizmaları” kapsamında da değerlendirmek mümkündür. Suçlama ya da ithamın insanlığın en eksi özelliklerinden biri olduğunu çocuklar üzerine yapılan basit bir gözlem ya da deney bile ortaya koyabilecektir. Bir hata, suç ya da başarısızlık söz konusu olduğunda çocukların genellikle birbirlerini suçlarlar. Suçlayan ya da itham eden çocuklar, suçladıkları ya da itham ettikleri kişileri sorunların sorumlusu ya da kaynağı olarak gösterirler, sorun ya da suçun sorumluluğunu kendilerinden atarak karşı tarafa aktarmaya çalışırlar. Bu tutumları, onların kendilerini hatasız, karşı tarafıysa hatalı olarak görme/gösterme eğiliminde olduklarını da gösterir.
Çocukken sergilenmeye başlanan bu tutum, bütün kültürleme girişimlerine rağmen ileriki yaşlarda da kendisini göstermeye devam edebilmektedir. Hayatının önemli bir kısmını hata ve başarısızlıklarla ‘süsleyen’ insanoğlu hata, yetersizlik ve suçların kimden ya da kimlerden kaynaklandığı konusunda her zaman özgüvenli ve dürüst davranamayabilir; kendisini korumak, küçük düşmemek ve bedel ödememek için hatayı, suçu ve başarısızlığı başkalarına –buna özellikle de çocukluk dönemlerinde kardeşler de dâhildir yükleyebilir. Suçlama ya da itham, bazı insanlarda başlıca özellik hâline gelebilmekte, bu tutum sorunlu bireylerin geliştirdikleri savunma mekanizmalarının ana unsuruna dönüşebilmektedir.
Suçlama ve itham tutumunda çocukların baskıcı bir aile ortamında yaşamış olmaları da etkili olabilmektedir. Sürekli eleştirilen, en ufak bir hatada ağır bir şekilde cezalandırılabilen, mükemmeliyetçi ebeveynlerin mükemmele odaklı dayatmalarına ve tavizsizliklerine maruz kalabilen çocuklar, çözümü inkârda bulmada, sık sık yalan söylemede ve başkalarını itham etme ya da suçlamada bulunabilmektedirler. Birey, çocukluk döneminin şartlarının neden olduğu bu tutumunu yetişkin olduğu ve sosyal ilişkiler kurduğu dönemlerde de sürdürebilmektedir. Burada bu tutumun sürdürülmesinde yetişkinlik dönemlerinde yaşanan yetersizliklerin yanı sıra toplumsal eleştiri ve baskıların da etkili olduğunu belirtmekte yarar vardır.
İnsan zihni, olumsuz durumlar karşısında hemen bir gerekçe aramaya yönelir. Daha sonra bir başka şeye ulaşma ihtiyacı oluşur ve ilk bulduğumuz başkası (insan, nesne, hayvan, ağaç, hastalık) o sorunun sebebi olur ve zihnimiz içinde bulunduğumuz kötü durumun bizimle ilgili olmadığını yani bizim suçumuz olmadığını kabullenir. Olumsuzluklar hep başka şeyler yüzünden yaşanmıştır. Sorumluluk ve suç, başka bir kişiye ya da nesneye aktarıldığında kişi kendini daha rahat hisseder ve sorumluluğu üstlenmek ya da paylaşmak zorunda kalmaz. Ayrıca, başkalarını suçlayan kişiler aynı zamanda dışarıdaki insanların kendilerine yönelik var olan ‘iyi’ algılarını koruyabileceklerini düşünürler ve suçlayarak ve suçlanmayarak kendilerine yönelik olumsuz duyguları da ortadan kaldırmış olurlar.
Suçlama dürtüsüne neden sahip olduğumuzla ilgili çeşitli görüşler (teoriler) vardır ama bu konuyla ilgili kesin olarak bildiğimiz en önemli şey, yukarıda da ifade ettiğimiz gibi, ithamın/suçlamanın varlığımızın vazgeçilmez bir parçası olduğudur. Eski dönemlerde suçlama, Tanrısal bir felaketten kurtulmak için kullanılmış ve bu sıkıntılardan kurtulmak adına suçu başkalarına yükleyip günah keçileri yaratılmıştır. Günümüzdeyse büyük oranda insan kendini aklamak, hata yapmış olmanın ruhsal baskısından kurtulmak ve kendisine katlanabilmek için başkalarına suçu, kabahati atfedip onları günah keçisi ilan etmektedir.
İnsan kusurlarının, suçlarının, günahlarının bazılarını gizlemekte gizleyemediklerini ise görmezden gelerek bunların nedenini başkalarında aramaktadır. İnsan beyni yapılan hatalara ve suçlamalara karşı sürekli açıklamalar üretip bunlardan kurtulmayı sağlamakta ve insan sergilediği her olumsuzluk için kendini rahatlatacak bahaneler üretmektedir. Bu sayede insan kendini akıllı, mantıklı ve iyi olarak görebilmektedir. Böylelikle kendi başarısızlıklarının, yenilgilerinin açıklamasını yapabilmekte; değerli ve özel olduğu hissini koruyabilmektedir. İnsan zekâ, akıl, dürüstlük gibi melekelerine gereğinden fazla anlam ve değer yükleyebilmekte, kendisinin değerini içsel olarak yüceltebilmektedir. Yani, günlük hayatta bilişsel uyumsuzluğunu azaltmak için suçlama edimine başvurabilmektedir.
Suçu, kabahati ve günahları başka varlıklara, özellikle de etnik yapıları, inançları ve yaşam biçimleri nedeniyle ötekileştirilen insan topluluklarına yüklemek ilkel zihinde de görülmüştür. Örneğin Frazer, günah ve ıstıraplarımızı, bunları bizim yerimize üstlenecek olan başka bir varlığa aktarmanın ilkel zihne özgü bir kavram olduğuna dikkat çekmiştir. Frazer’a göre bu durum, “fiziki olanla zihinsel olanı, maddi olanla maddi olmayanı birbirine karıştırmanın bir sonucudur. Zira ilkel insanın gözünde bir kütüğü, taşı veya herhangi bir yükü kendi sırtımızdan başka birinin sırtına yıkmak mümkün olduğunu göre, o zaman acılarımızı ve kederlerimizi de başka birinin sırtına yıkmak mümkündür.”. İlkel insan bu düşünceye göre hareket eder. Sonuçta ortaya insanın, taşımak istemediği bir sorunu ya da kabahati başka birine yüklemek uğruna ürettiği pek çok araç ve yöntem çıkmıştır. Özetle, düşük toplumsal ve entelektüel kültür düzeyindeki ırklarda vekâleten ıstırap çekme ilkesi oldukça yaygın bir kabul görmüş ve yaygın biçimde uygulanmıştır.
Kaynakça: https://search.trdizin.gov.tr/tr/yayin/detay/1305084/gunah-kecisi-algisinin-nedenleri-uzerine
Yazarlar: Nazife ÖZDEMİR, Gülin ÖĞÜT EKER