Anlam Krizi: Frankl’ın Uyardığı Üçlü Tehdit


Yaklaşık 70 yıl önce, psikiyatrist ve Nazi toplama kampı hayatta kalanı Viktor E. Frankl, üç büyük toplumsal soruna dikkat çekmişti: saldırganlık, bağımlılık ve depresyon. Frankl, bu sorunları “kitle nevrotik üçlemesi” (mass neurotic triad) olarak adlandırdı—bugünün diliyle, insanlığın psikolojik ekseninde dönen bir kötülük üçgeni.
Ancak bu üçleme, yalnızca psikiyatrik müdahale gerektiren rahatsızlıklar değil; insanlığın varoluşsal bir şeyleri yitirdiğinin göstergesiydi. Frankl’a göre, bu rahatsızlıkların kökeninde “varoluşsal bir boşluk” yatıyordu—yani bireyin yaşamının, özellikle de çalışmasının anlamdan yoksun olduğu algısı. 20. yüzyılda giderek yayılan bu boşluk, saldırganlık, bağımlılık ve depresyonun gerçek nedeniydi. Bu temel fark edilmedikçe, bu sorunların tam olarak anlaşılması ya da tedavi edilmesi mümkün değildi.
Frankl bugün yaşasaydı, bu üçlemeden hâlâ derin endişe duyardı—hatta bu sorunların II. Dünya Savaşı sonrasına kıyasla daha da arttığını söylerdi.
Artan Saldırganlık
Saldırganlık artık sadece fiziksel şiddetle değil, sayısız yeni biçimde karşımıza çıkıyor: trafikte öfke nöbetleri, ofis stresinin şiddete dönüştüğü “masa öfkesi”, sosyal ortamlarda zorbalık gibi ilişkisel saldırganlık türleri…
Araştırmalar, saldırgan çocukların okulda genellikle daha “popüler” algılandığını gösteriyor. Üstelik bu örnekler, 21. yüzyılın küresel ölçekte yaşadığı “şok ve dehşet” kültürünü bile kapsamıyor: terör, savaşlar ve toplumsal şiddet olayları.
Tüm bunlar, anomi adı verilen bir toplumsal çürümeyle birleşiyor—yani yasaların, değerlerin ve anlamın yitirildiği, kimliklerin çözüldüğü, ahlaki yönelimin kaybolduğu bir çağda yaşıyoruz.
Yeni Çağın Bağımlılıkları
Benzer bir durum bağımlılıklar için de geçerli. Artık yalnızca alkol ve madde bağımlılıklarından değil, alışveriş, internet, sosyal medya, selfie, kumar ve “çalışma” bağımlılıklarından da söz ediyoruz. Modern insan, dopamin arayışını sadece maddeyle değil, sürekli uyarım sağlayan davranışlarla sürdürüyor.
Artan Depresyon
Depresyon oranları ise Frankl’ın uyardığı dönemden çok daha yüksek. Araştırmalara göre:
- ABD’de her 3 yetişkinden biri hayatının bir döneminde depresyon yaşıyor.
- Her 4 ergenden biri, lise döneminde majör depresyon atağı geçiriyor.
- Depresyon yaşayanların %97’si, iş, aile ve sosyal yaşamlarının olumsuz etkilendiğini bildiriyor.
- Kadınların depresyona yakalanma olasılığı erkeklere göre iki kat fazla.
- İşsiz kalan erkeklerin 6 ay içinde depresyona girme olasılığı 7’de 1.
Bu veriler yalnızca bireysel düzeyi yansıtıyor; oysa depresyonun ailelere, topluluklara ve uluslara etkisi çok daha geniş. Küresel kutuplaşma ve toplumsal stres, bu tabloyu daha da ağırlaştırıyor.
Bir Anlam Çağrısı
21. yüzyılda bu “kitle nevrotik üçlemesinin” hâlâ sürmesi, insanlığın derin bir anlam krizi yaşadığını gösteriyor. Güç arayışı (saldırganlığın yansıması) ya da haz arayışı (bağımlılığın yansıması) bu krizi çözemez.
Ancak her kriz bir fırsattır. Bu anlam krizi, aynı zamanda bir anlam çağrısıdır: hayatlarımızda, işimizde, politikalarımızda, hatta birbirimizle ilişkilerimizde.
Frankl’ın dediği gibi, bizi hayatta tutan şey güç ya da zevk değil, anlamdır. Anlam, saldırganlıkla başa çıkmamızı, bağımlılıklardan kurtulmamızı ve depresyonu aşmamızı sağlar. Her şeye rağmen yaşamı taşımaya devam eden şey, anlamın kendisidir.
Bu krizi çözmenin zamanı şimdi—çünkü insanlığın huzura, olgunluğa ve içsel aydınlanmaya giden yolu, anlamdan geçer.
Kaynakça: https://www.psychologytoday.com/us/blog/the-meaningful-life/202510/the-crisis-of-meaning-in-contemporary-society
Türkçeye Çeviren – Düzenleyen: Fatih Özmez