Doktorsitesi.com

Etiket Değil İlişki

Psk. Dan. Elmas Kalmaz
Psk. Dan. Elmas Kalmaz
9 Eylül 2025132 görüntülenme
Randevu Al
Etiketleme Nedir? Etiketleme; bir insanı çoğunlukla tek bir özelliği üzerinden tanımlayıp tüm kimliğini belirlediğimiz o çerçeveye indirgemektir. Söylemesi kolay ve akılda kalıcı olsa da, insanların karmaşık ve renkli yapısını görmezden gelir. Hiçbir birey yalnızca tek bir kelimeyle anlatılamaz. Bu etiketlemeler, toplumsal yaşamda da sorunlara yol açabilir. Bir çocuk ya da kişi, belli bir yafta yüzünden dışlanabilir, ötekileştirilebilir. Bu durum, hem bireyin hayatını zorlaştırır hem de toplumda adaletsizliklerin artmasına neden olur. Şöyle cümlelere rast gelmişsinizdir: “Benim oğlan biraz utangaçtır teyzesi.” “Ne şımarık bir çocuksun sen!” … Bir çocuğu “tanımlamak” için kullandığımız bu kelimeler, gerçekten onu anlatan mı, yoksa çocuğa kendini yanlış tanıtan kelimeler midir?
Etiket Değil İlişki

Etiketleme Nedir?  

Etiketleme; bir insanı çoğunlukla tek bir özelliği üzerinden tanımlayıp tüm kimliğini belirlediğimiz o çerçeveye indirgemektir. Söylemesi kolay ve akılda kalıcı olsa da, insanların karmaşık ve renkli yapısını görmezden gelir. Hiçbir birey yalnızca tek bir kelimeyle anlatılamaz. Bu etiketlemeler, toplumsal yaşamda da sorunlara yol açabilir. Bir çocuk ya da kişi, belli bir yafta yüzünden dışlanabilir, ötekileştirilebilir. Bu durum, hem bireyin hayatını zorlaştırır hem de toplumda adaletsizliklerin artmasına neden olur. 

Şöyle cümlelere rast gelmişsinizdir: “Benim oğlan biraz utangaçtır teyzesi.” “Ne şımarık bir çocuksun sen!” … Bir çocuğu “tanımlamak” için kullandığımız bu kelimeler, gerçekten onu anlatan mı, yoksa çocuğa kendini yanlış tanıtan kelimeler midir? 

 

Etiket Değil, İlişki: Çocuğu Tanımlamak mı, Anlamak mı? 

Haylaz, şımarık, utangaç, uyumlu… Bu sıfatlar çocuğu gerçekten tanıtan sözcükler midir, yoksa aslında bizim çocuğa dair ne düşündüğümüzü fısıldayan ve kolayımıza geldiği için sarf ettiğimiz birkaç kelimeden mi ibarettir? Bu tür ifadeler çoğu zaman çocuğu tanıtmaktan çok, çocuğun kendini nasıl gördüğüne dair ona verilen geri bildirimlerdir. Çünkü çocuklar, etraflarındaki insanların kendileri hakkındaki düşüncelerini içselleştirir, kendilerini bu algıya göre tanımlar ve davranışlarını buna göre şekillendirmeye başlar. 

Örneğin, sürekli “utangaç” denilen bir çocuk zamanla konuşmaktan vazgeçebilir. Çünkü bu etiket, onun sessizliğiyle özdeşleşir ve etrafındaki yetişkinlerin beklentilerini bu yönde şekillendirir. Benzer şekilde, “sorunsuz” olarak tanımlanan çocuklar da bazen ihtiyaçlarını gizlemeyi öğrenir çünkü dikkate alınmadıklarını, seslerinin duyulmadığını hissederler. 

Okulda çalıştığım yıllarda, çocuklar hakkında velilerin sıkça kullandığı “çok yaramaz”, “şımarık” veya “ilgi meraklısı” gibi etiketleri dinlerdim. O zamanlar fark etmeden aynı hatayı yapıyorduk: Çocuğun davranışını değil, aslında bizim o davranışı nasıl yorumladığımızı not alıyorduk. Ancak anaokulunda yaptığım gözlemlerde, ihtiyaç odaklı tanımlamalar yapmanın çocukla kurduğumuz bağın kalitesini artırdığını fark ettim. Örneğin, “mızmız” bir çocuğu; “duygularını yönetmekte zorlanıyor” şeklinde tanımlamak, onunla empati kurmamı ve davranışının arkasındaki ihtiyacı anlamamı sağladı. 

 

Çocuklar Sıfatlara Değil, Görülmeye, Duyulmaya, Anlaşılmaya İhtiyaç Duyar. 

Çocuk, daha önce de belirttiğim gibi, kimliğini çevresinden aldığı mesajlar doğrultusunda şekillendirir. Bir çocuğa sürekli “zor çocuk” denilirse, çocuk zamanla bu etiketi kendisine bir damga gibi algılar ve davranışlarını buna göre biçimlendirir. Bu etiketler bazen çocuğun davranışlarında adeta bir kelepçe görevi görebilir. Çocuk, etiketlerin şekillendirdiği kalıplardan çıkmakta zorlanır, çünkü kimliğini bu yönde inşa etmiştir. Damgalamak yerine, davranışlarının ardındaki ihtiyaçları anlamak ve bu ihtiyaca yanıt vermek; çocuğun gelişimi için çok daha yol gösterici olacaktır. 

Çocukluk, sabitlenmeye değil; dönüşmeye açık bir dönemdir. Bu yüzden, çocuğa dair gözlemimizi, onun davranışlarının ardındaki ihtiyaca odaklayarak ifade etmek çok daha dönüştürücü olabilir. Bir çocuğun davranışının arkasında yatan ihtiyacı görmeye başladığınızda, dünyanız değişir. “Çok hareketli” yerine “enerjisi hiç bitmiyor”, “şımarık” yerine “ilgisini paylaşmakta zorlanıyor olabilir” demek; çocuğu kategorilere hapsetmeden tanımaya çalışmanın bir yoludur. “Mızmız” değil, duygularını taşımakta zorlanan biri; “inatçı” değil, sesini duyurmaya çalışan bir çocuk. Bu küçük dil farkları, ilişkinin tonunu bambaşka bir yere taşır. Bu tarz bir yaklaşım, çocuğu olduğu gibi kabul eder; onun gelişimine destek olmayı hedefler ve ihtiyaçlarını anlamaya yardımcı olur. Çocuğun davranışı değişsin istiyorsak, önce o davranışla ne anlatmak istediğini duymalıyız. 

Etiket, çoğu zaman çocuğun değil; yetişkinin rahatlığını sağlamaya yönelik bir araçtır. Çocuğu birkaç kelimeyle sınırlamak, karmaşık davranışlarını kolayca anladığımız hissine kapılmamıza sebep olur. Sorunlu bir davranış konusunda, kendimizi değil çocuğu suçlamaya daha çok meyilli oluruz. “Sözümü dinlemiyor” demek, “Sözümü dinletemiyorum” demekten hepimize daha kolay gelir. Çocuk gelişimi, kestirme tanımlarla değil; dikkatli gözlem ve sabırlı bir ilişki ile şekillenir. Bir çocuğun kim olduğunu, sıfatlarla değil; kurduğumuz ilişkiyle belirleriz. 

 

Etiketlerin Gizli Tehlikesi: Kendini Gerçekleştiren Kehanet 

Etiketler, çocuklar için yalnızca bir tanım değil; zamanla çocuğun kendine ve çevresine bakışını etkileyen bir kimlik halini alabilir. Çocuklar, onlara hangi gözle bakıldığını hissederler. “Yaramaz” diye anılan bir çocuk, zamanla bu rolü sahiplenebilir çünkü beklentiler davranışı şekillendirir. “Sorunsuz” denilen çocuk ise hep uyumlu kalmaya çalışır: dikkat çekmemeye, duygularını bastırmaya, cezadan kaçmaya... Belki de yalnızca sevilmeye çalışır. 

Peki biz neden bu etiketlere bu kadar düşkünüz? Belki de bu sıfatlar, karmaşık davranışların iç yüzüne bakmaktan bizi kurtaran kestirme yollardır. “Bu ilişkiyi nasıl yönetemediğimi anlayamıyorum” demek yerine “Sözümü dinlemiyor” dediğimizde, aslında kendi eksikliğimizi saklıyoruz. Ama çocuklar… Onlar birer ayna gibidir; onlara nasıl baktığımız, onların kendilerini nasıl gördüklerini belirler. “Zor çocuk” dediğimiz biri, zamanla bu rolü benimseyebilir çünkü gözler onu hep aynı şekilde görür. Belki yalnızca görülmek, duyulmak ve sevilmek ister ancak o ihtiyacın üzerini öfkeyle, dirençle kaplar. Etiketler çoğu zaman öğrenilmiş sessizlikler ya da öğrenilmiş tepkiler üretir. Bu çocuk, dikkat çekebilmenin tek yolunun direniş olduğuna inanmış olabilir. “Uysal” diye nitelenen bir çocuk da duyulma umudunu kaybetmiş olabilir. 

Bu yüzden, ister sınıfta olalım ister danışma odasında, çocuklara yapıştırılan sıfatların ardında çoğu zaman bir ihtiyaç, bir hikâye yatar. Bizim işimiz de o hikâyeyi duyabilmektir çünkü bir çocuk her davranışıyla bir şeyler anlatmaya çalışır. Kimi zaman öfkenin altında duyulmamış bir hayal kırıklığı, kimi zaman sessizliğin ardında görülme arzusu vardır. Etiketler, bu sessiz çığlıkları bastırır. Oysa bizim yapmamız gereken, çocuğun ne söylediğine değil; ne demek istediğine kulak vermektir. 

 

Çünkü Her Çocuğun İçinde Işığını Göstermek İçin Bekleyen Bir Dünya Vardır 

Okulda çalıştığım yıllarda, sınıfta çok “yaramaz” bulunan bir öğrencim vardı. Enerjisi bitmek bilmiyordu; her şeye karışıyor, her yere yetişmeye çalışıyordu. O zamanlar onu anlamaya çalışmak yerine, sınıfa nasıl uyum sağlayabileceğini düşünüyordum. Şimdi dönüp baktığımda, o çocuğun hareketliliği değil; benim bakışım sorundu. Neye göre yaramazdı? Kime göre fazla? Ve en önemlisi, ne anlatmak istiyordu o hâlleriyle? 

Yine okulda çalıştığım yıllarda; bazı çocuklar “bilmiş”, “sinsi” veya “şımarık” gibi olumsuz etiketlendirilirdi. Fakat ben, o etiketlerin ardındaki çocuğu dinlemeye karar verdim. Bir çocuk bana açıldı ve tüm iç dünyasını anlatmaya başladı ancak hâlâ diğer öğretmenlerle iletişimden çekiniyordu. Çocukları gerçek anlamda dinlemenin ve onlara güvenmenin, kendilerini ifade edebilmeleri için ne kadar önemli olduğunu o zaman anladım. 

Bir başka çocuğun hikayesi ise farklıydı. Evden kaçmıştı ve okul ortamında sürekli “kontrol edilmesi gereken” biri olarak görülüyordu. Öğretmenlerin “Yine mi kaçacak?” endişesi, ona yaklaşım biçimini belirliyordu. Oysa ben, onun davranışının nedenini anlamaya çalıştım, ihtiyaçlarını dinledim. Cevabı zamanla geldi: Görülme ihtiyacı, belki de kendini hissettirme çabasıydı. Bugün aynı çocuk hem üniversiteye hazırlanıyor hem çalışıyor, çünkü biri onun davranışının ardındaki sesi duymayı seçti. 

Danışmanlık deneyimlerimde ise "sorunlu" diye etiketlenen pek çok çocuğun aslında sadece duyulmamış, anlaşılmamış ihtiyaçları olduğunu gördüm. Sürekli öfke nöbetleri geçiren bir çocuk, derininde kendini ifade edememenin hayal kırıklığını yaşıyordu; derslerde "dikkatsiz" diye nitelenen bir öğrenci, aslında öğrenme güçlüğüyle mücadele ediyordu. Bu şekilde bir çocuğu tanımlarken aslında onu sabitlediğimizi zamanla fark ettim. Böylelikle onun dönüşme ve değişme hakkını ellerinden alıyoruz. “Sen utangaçsın” diyoruz mesela; bu tek cümle, onun suskunluğunu kaderine mıhlıyor. “Sorunsuz” dediğimiz çocuklar ise belki de sadece “fark edilmemeyi” öğrenmişlerdir. 

 

Etiketlerin Ötesinde – Bilinçdışı Arzularımızı Tanımak 

Unutmamalıyız ki çocuklara yapıştırdığımız etiketler çoğu zaman onların değil, bizim bilinçdışı arzu ve ihtiyaçlarımızın yansımasıdır. Çocuklara yapıştırdığımız etiketler çoğu zaman onların gerçekliğinden çok; bizim sabırsızlığımızın, kaygılarımızın veya beklentilerimizin yansımasıdır. "Uslu dur" dediğimizde aslında "beni rahatsız etme" demek isteriz. "Çok hareketlisin" diye yakındığımızda, belki de kendi yorgunluğumuzu ifade ederiz. Ebeveynin, öğretmenin ya da çevrenin huzursuzluklarından, kontrol ihtiyacından, korkularından kaynaklanan bu etiketler; aslında bizim kendi rahatsızlıklarımızı çocuğa atfetmemizdir. Bu bilinçdışı süreçleri fark etmeden, çocukları sadece davranışlarıyla tanımlamaya devam edersek hem onları anlamaktan uzaklaşır hem de ilişkilerimizi sağlıksız temellere oturturuz. Oysa gerçek dönüşüm; kendi iç dünyamıza bakmak ve oradaki korku, endişe, beklenti kalıplarını fark edip dönüştürmekle başlar. 

Çocuklarla kurduğumuz bağ, yalnızca onlar için değil; bizim için de bir fırsattır. Bu bağ sayesinde sadece onlar değil, biz de büyür ve gelişiriz. Etiketler değil, ilişkiler; ihtiyaçları anlamak, sabır göstermek ve sevgiyi çoğaltmak çocukluğun en gerçek güvencesidir. Bu nedenle, çocukları anlamaya çalışırken önce kendi önyargılarımızı fark etmeliyiz. Onları dinlerken, "Bu davranışın altında ne yatıyor?" sorusunu kendimize sormalıyız. 

 

Etiketler Küçültür, İlişkiler Büyütür 

Çocuklar, onların üzerinde yapıştırdığımız etiketlerden çok daha fazlasıdır. “Haylaz”, “utangaç”, “sinirli” gibi kelimeler; çocuğun gelişim yolculuğunu daraltan, onu belirli kalıplara hapsetmeye çalışan tanımlamalardır. Oysa her çocuk benzersiz bir dünyadır; ihtiyaçları, duyguları ve hayalleriyle sürekli değişen, dönüşen bir varlıktır. 

Çocuklarla kurduğumuz sağlıklı iletişim, onların kendilerini güvende ve değerli hissetmelerini sağlar. Bir çocuğun "yaramazlık" olarak görülen enerjisi, doğru yönlendirildiğinde yaratıcılığa dönüşebilir. "Utangaç" diye nitelenen bir çocuk, kendini rahat hissettiği bir ortamda özgüven kazanabilir. 

Biz yetişkinler olarak çocuğu anlamak ve desteklemek istediğimizde, önce kendi bakış açımızı sorgulamalıyız. Etiketlerin ardındaki sessiz çığlıkları duyabilmek, sabırla ve empatiyle çocuğun ihtiyaçlarına kulak vermeyi gerektirir. Çünkü gerçek gelişim, çocukla kurulan ilişkinin niteliğiyle mümkündür; bu ilişki ancak saygı, anlayış ve sevgi üzerine inşa edildiğinde çocuk kendini güvende ve değerli hissedebilir. 

Unutulmamalıdır ki çocuklar kendilerini çevrelerinden aldıkları geri bildirimlerle tanımlarlar. Onları dar kalıplara sıkıştırmak yerine ihtiyaçlarına karşılık veren, onları dinleyen ve destekleyen bir dil geliştirmek; hem onların bireysel gelişimlerini hem de toplumun geleceğini olumlu yönde etkiler. Çocuklar etiketlerle değil, ilişkilerle büyür. Onlara verdiğimiz en değerli şey, "Seni olduğun gibi kabul ediyorum, yanındayım." mesajıdır. 

Son olarak, çocukları sadece davranışlarıyla değil; hikayeleri, duyguları ve umutlarıyla bütünsel olarak görmeye davet ediyorum. Çünkü her çocuk, içinde keşfedilmeyi bekleyen bir potansiyel taşır; sevgiyle büyüyen bir umut ışığıdır. Bizler, bu ışığı söndürmek değil, parlatmak için yanlarında olmalıyız. 

 

Psikolojik Danışman Elmas KALMAZ 

Etiketler

Çocuk gelişimiHiperaktif çocuklarHiperaktivite oluşumuYaramaz çocuklarHiperaktivite bozukluğuHiperaktif çocukPsikolojik danışmanlıkÇocuğunuz yaramazlık yapınca beni üzdün demeniz suçluluk duygUtangaç çocukların özellikleriŞımarık çocukYaramaz çocukAnne baba çocuklarla ilişkisiSevmek ve çocuklarla ilişkiYaramaz çocuklar hakkındaYaramazlık sorunmudurŞımarık çocuk yetiştirmemek içinÇocuğum çok şımarıkÇocuk terapisiÇocuklarda yaramazlık

Yazar Hakkında

Psk. Dan. Elmas Kalmaz

Psk. Dan. Elmas Kalmaz

Önemli Bilgilendirme

Site içerisinde bulunan bilgiler bilgilendirme amaçlıdır. Bu bilgilendirme kesinlikle hekimin hastasını tıbbi amaçla muayene etmesi veya tanı koyması yerine geçmez.

Benzer Makaleler

Bu uzmanın başka makalesi bulunmamaktadır