Doktorsitesi.com

Çocuklara diyabet tanısı konması neden şaşırtıcıdır? Çocuklarda görülen diyabet erişkinlerde görülenden farklı mıdır?

Dyt. Büşra Nur Yiğit
Dyt. Büşra Nur Yiğit
22 Eylül 202538 görüntülenme
Randevu Al
Diyabet ya da halk arasında kullanıldığı adıyla “Şeker Hastalığı”, erişkinlerde daha sık görüldüğü için erişkinlerin hastalığı olarak bilinir. Çocuklarda, özellikle küçük çocuklarda görülmesi genellikle beklenmez. Bu nedenle bir çocuğa diyabet tanısı konulduğunda başta aileler, akrabalar ve komşular olmak üzere hemen herkes şaşırır. Bazen bu şaşkınlık hekimlerde dahi görülebildiği için çocuklarda diyabet tanısı gecikebilir. Çocuklarda görülen diyabet vakalarının %95’inden fazlasını Tip 1 diyabet oluşturur. Tip 1 diyabet, pankreasın kalıcı olarak insülin üretememesine bağlı olarak gelişen diyabet türüdür. Şimdiki bilgilere göre bu vakalarda, pankreasın adacık hücreleri olarak bilinen hücre grubu içindeki insülin salgılayan “Beta Hücreleri”, zamanla kalıcı olarak zedelenir ve bu hücrelerin insülin üretme kapasitesi %80 oranında azalınca diyabet bulguları ortaya çıkar.
Çocuklara diyabet tanısı konması neden şaşırtıcıdır? Çocuklarda görülen diyabet erişkinlerde görülenden farklı mıdır?

Hem çocuklarda görülen Tip 1 diyabette, hem de erişkinlerde daha sık görülen ve daha çok şişmanlıkla birlikte olan Tip 2 diyabette temel sorun, insülin hormonu ile ilgilidir. İnsülin hormonu kandaki şeker düzeyini “an be an” izleyen “Beta Hücreleri” tarafından salgılanır ve vücudun enerji kaynağı olan glikoz, insülin sayesinde hücrelerin içine girebilir. Bir başka deyişle besinlerle aldığımız şekerler (ki bunlar karbonhidrat olarak adlandırılır) ancak insülin sayesinde kullanabilir ve böylece insan vücudu fonksiyonlarını sürdürebilir. İnsülin olmadığında, yemek yemeye devam edilse de hücreler enerji için şekerleri kullanamaz ve o zaman glikoz dokularda tüketilemediği için kanda birikir. Buna “Hiperglisemi” (kan şekeri yüksekliği) denir. Organizma şekeri kullanamayınca, yağları enerji kaynağı olarak kullanır ve böylelikle etkilerine daha sonra değinelecek olan “Keton”lar vücutta birikir.

Yeniden soruya dönülürse, çocuklarda görülen Tip 1 diyabette ana sorun insülin hormonu salgılanmasında bozukluk iken, erişkinlerde görülen Tip 2 diyabette insülin hormonunun etki göstermek için bağlandığı “reseptör” adı verilen hücre elementlerinde bozukluk vardır. Bu bozukluğa “insülin direnci” adı verilmektedir. Mekanizmaları farklı da olsa her iki durumun sonucunda besinlerle alınan glikoz hücre içine yeterince giremez ve kanda birikir. Daha çok erişkinlerde görülen Tip 2 diyabet için en önemli risk faktörü şişmanlık ve genetik faktörler iken, çocuklarda görülen Tip 1 diyabetin nedenleri daha az bilinmektedir. Tip 1 diyabet ile Tip 2 diyabet arasındaki temel farklılık ise klinik bulguların çıkma hızından kaynaklanır. Tip 1 diyabetli çocuklarda çok su içme, çok idrar yapma, kilo kaybı, halsizlik gibi bulgular 2-3 hafta içinde aniden ortaya çıkarken, erişkinlerdeki Tip 2 diyabet bulguları yıllar içinde oluşur ve çoğu zaman uzun bir süre bu bulgular dikkatlerden kaçabilir.

Ben neden diyabet oldum?

Diyabetli bir çocuğa veya ailesine bu sorunun tam bir cevabını vermek mümkün değildir. Çünkü neden o çocukta, o yaşta, o ayda, o günde Tip 1 diyabet bulguları ortaya çıktığı, hangi faktörlerin bir araya gelerek buna neden olduğu hala bilinmemektedir. Ancak, Tip 1 diyabet olan çocukların genetik bir yatkınlıkla doğdukları, bu genetik yatkınlığın “otomatik” olarak Tip 1 diyabete yol açmadığı bilinmektedir. Ayrıca, Tip 1 diyabet olan çocukların pankreasının insülin üreten kısmında (bu bölgeye adacık hücreleri denir) bağışıklık sisteminden kaynaklanan bir iltihap meydana geldiğini, bu iltihabın uzun bir zaman sessizce sürdüğünü ve sonunda pankreasın beta hücrelerinin kalıcı olarak zedelendiği de bilinen bir gerçektir.

Bu zedelenme sürecini başlatan ve bir tür bağışıklık sisteminin kendi dokularına zarar vermesine yol açan faktörler kesin olarak bilinmemektedir. Bu faktör, bazen geçirilen basit bir enfeksiyon, bazen besinlerle alınan bir madde ya da ağır bir ruhsal travma ya da bütün bunların bir arada olması olabilir. Tip 1 diyabet olan çocukların öyküsünden ve laboratuvar bulgularından belli bir neden bulmak da çoğu zaman mümkün olmamaktadır. Bazı aileler çocuklarıyla ilişkilerindeki küçük sorunları neden olarak görüp suçluluk duygusu yaşayabiliyor ve bu duygularla kendilerini yıpratabiliyorlar. Oysa bir çocuğun Tip 1 diyabet olmasından kimse “suçlu” ya da sorumlu değildir.

Tip 1 diyabet genetik midir?

Daha önce belirtildiği gibi Tip 1 diyabet oluşmasında genlerin sınırlı bir rolü vardır. Örneğin tek yumurta ikizinden birisi Tip 1 diyabet olduğunda diğerinin olma ihtimali %50’den daha düşüktür. Eğer genlerin önemli bir etkisi olsaydı bu oranın daha yüksek olması beklenirdi. Benzer şekilde Tip 1 diyabet olan çocukların sadece %10’nun birinci derecede yakınlarında Tip 1 diyabet görülmektedir. Günümüzde Tip 1 diyabete yatkınlık oluşturan veya daha düşük riske neden olan genlerin neler olduğu bilinmektedir.

Çok tatlı tüketildiği için mi diyabet olunur?

Çocukların Tip 1 diyabet bulguları ile birlikte iştahları da artar ve özellikle şeker içeren besinleri daha çok yemek isterler. Bu durum aslında kan şekeri yüksekliğinin belli bir aşamasında idrarla glikoz (şeker) kaybedilmesine bağlıdır. Çünkü vücut idrarla kaybedilen glikozun yerine konması için daha çok tatlı yenmesini sağlamak üzere iştahı artırmaktadır. Bu durumbilinmediği için birçok çocuk ve aile, şekerli besinlerin çok tüketilmesine bağlı olarak diyabet geliştiğini düşünür; oysa bu bir neden değil, bir sonuçtur.

Diyabet bulaşıcı mıdır?

Artık bu soru pek sorulmasa da Tip 1 diyabetin veya herhangi bir diyabet türünün bulaşıcı olmadığı kesin bir dille söylenebilir.

Tip 1 diyabetli bireylerin çocukları da Tip 1 diyabetli olabilir mi?

Tip 1 diyabetli bir babanın çocuğunun diyabetli olma olasılığı %6, Tip 1 diyabetli bir anneden doğan çocuğun diyabetli olma olasılığı ise %2’dir. Birinci derece yakını Tip 1 diyabetli olan bir bireyin diyabetli olma olasılığı ortalama %5’dir. Ailesinde Tip 1 diyabet olmayanlarda, Tip 1 diyabet sıklığının örneğin ABD’de %0.3 olduğu düşünülürse, bu riskin 15 kat kadar fazla olduğu tahmin edilebilir. Bununla birlikte bu riski bir kaygı konusu haline getirip, bir çocuk Tip 1 diyabet olunca varsa kardeşinin kan şekerini sürekli ölçmek ya da antikor düzeylerine baktırarak risk hesaplaması için hekimleri zorlamak doğru bir davranış değildir. Tip 1 diyabeti önlemek mümkün olmadığı için bu tür risk hesaplarının pratik bir yararı yoktur. Ayrıca, Amerikan Diyabet Birliği gibi güvenilir kuruluşlar bu şekildeki risk analizlerini önermemektedir.

Anne adayının bedeni hazır olmadan (vitamin/mineral eksikliği varsa) hamile kalması diyabet oluşmasında etkili midir?

Son yıllarda bazı vitaminler, özellikle de gebelik ve bebeklik dönemindeki D vitamini eksikliği ile Tip 1 diyabet gelişimi arasında bir ilişki olduğunu öne süren araştırmalar yayınlanmaktadır. Bununla birlikte anne adayının vitamin veya mineral eksikliklerinin Tip 1 diyabet oluşmasında etkili olduğunu gösteren yeterli ve inandırıcı kanıt yoktur. Bu nedenle Tip 1 diyabeti önlemek amacıyla gebelik döneminde ayrı bir besin desteğine gerek yoktur.

Tip 1 diyabeti pankreas hasarlanmadan önce saptamak mümkün müdür?

Evet mümkündür. Tip 1 diyabetin oluşma seyrinde ilk olarak pankreasın adacık hücrelerine veya bu hücrelerin bazı enzimlerine/elementlerine karşı antikorlar oluşur. Günümüzde 5 antikor (adacık hücrelerine karşı antikor- ICA, Glutamik Asit Dekarboksilaz enzimine karşı antikor-GADA, insüline karşı antikorlar-IAA, protein kinazfosfataz enzimine karşı antikorlar-ICA512 veya IA2 ve çinko taşıyıcı proteine karşı antikor-ZnT8) laboratuvarlarda bakılabilmekte ve yüksek duyarlıklı ölçümlerde yeni tanı Tip 1 diyabetlilerin%98’inde bu antikorlardan en az birisi pozitif olarak bulunmaktadır. Bazı araştırmalara göre Tip 1 diyabetli çocukların birinci derece yakınlarında bu antikorlardan ikisi pozitif ise o kişinin gelecek 10 yılda diyabet olma ihtimali%70 olarak hesaplanmaktadır. Dolayısıyla bu antikorların en az ikisinin pozitif olması pankreas beta hücreleri hasarlanmasının bir göstergesi olarak kabul edilebilir.

Tip 1 diyabet erken tanı ile önlenebilir mi?

Bu konu uzun süredir birçok açıdan incelenmiştir. Tip 1 diyabete yol açan iltihabın bağışıklık sistemi ile ilgilisinden dolayı öncelikle bu sistem üzerine etkili olan ilaçların (glükortikoidler, immünglobulinler vb.), düşük doz insülin ile bir tür “erken duyarlılaştırma” tedavilerinin, inek sütü proteini içermeyen mamalar ile beslenme gibi yöntemlerin Tip 1 diyabetin önlenmesi üzerindeki rolleri araştırılmıştır. Ancak, şimdiye kadar bu yöntemlerden hiç biri ile başarı sağlanamamıştır. Ne yazık ki günümüz koşullarında Tip 1 diyabeti önlemek mümkün değildir.

Tip 1 diyabetli çocukların kardeşlerinde risk analizi yaptırmaya gerek var mı?

Bazı çocuk diyabet merkezlerinde; genetik bilgiler ve Tip 1 diyabete eşlik eden antikorlar gibi bilgiler kullanılarak Tip 1 diyabetlilerin yakınlarında risk hesabı yapılmaktadır. Ancak, Tip 1 diyabeti önlemek mümkün olmadığı için bu tür risk hesaplarının pratik bir yararı yoktur. Buna ek olarak, Amerikan Diyabet Birliği gibi güvenilir kuruluşlar bu şekildeki risk analizlerini önermemektedir.

Tip 1 diyabetlilerin pankreası neden çalışmıyor? Ameliyatla bu durum düzeltilebilir mi?

Daha önce değinildiği gibi Tip 1 diyabetlilerde aslında pankreasın tamamı değil, insülin üreten beta hücreleri zedelenmekte ve bir süre sonra insülin üretemez hale gelmektedir. Bu hücreler ve aynı bölgede bulunan glukagon salgılayan alfa hücreleri birlikte kan şekerinin otomatik olarak ayarlanmasını, glikozun hücrelere girerek kullanılmasını ve sonuç olarak kan şekerinin dar bir aralıkta (70-100 mg/dl arası) tutulmasını sağlarlar. Tip 1 diyabetlilerde bu hücreler kalıcı olarak hasar görür ve bir süre sonra da yok olurlar. Dolayısıyla bir çocuk Tip 1 diyabet olunca hasar gören hücreleri yeniden eski normal haline döndürmek mümkün değildir. Böyle anlatınca ilk bakışta pankreasın bir kısmını veya tamamını yerine koyan ameliyatlarla kesin çözüm bulunabilir diye düşünülebilir ancak bu mümkün değildir.

Tip 1 ve Tip 2 dışında başka diyabet türleri var mıdır?

Günümüzde birçok ülkede çocuklarda ve gençlerde görülen diyabet vakalarının %95’inden fazlasını Tip 1 diyabet oluşturmaktadır. ABD gibi bazı ülkelerde ise şişmanlık sıklığındaki aşırı artışa bağlı olarak Tip 2 diyabet vakaları da artmaktadır. Bu iki ana diyabet türü dışında eski ismi ile MODY (Genç yaşta ortaya çıkan Tip 2 diyabet) yeni ismi ile “Monojenik Diyabet” olarak da bilinen ve beta hücrelerinde zedelenme olmadan insülin salgılanmasının bozulması ile karakterize diyabet türü de vardır. Bu tür diyabet vakalarında pankreas gelişimini veya insülin salgılanmasını sağlayan genlerde bozukluk vardır ve bu nedenle en az üç kuşakta genç yaşta diyabet görülür. Bu diyabet türlerinin bazılarının insülin kullanmadan hapla tedavisi mümkündür. Genel olarak diyabet tanısının üzerinden 3 yıl geçmesine rağmen ağırlık başına 0.5 üniteden daha az insülin kullanan ve bu insülin dozlarında kan şekerleri normal düzeyde seyreden çocuklarda “monojenik diyabet” ihtimali akla gelmeli ve gerekli genetik testler yapılmalıdır.

Balayı dönemi nedir? Balayı dönemi bir defadan fazla yaşanabilir mi?

Balayı dönemi, Tip 1 diyabetlilerde görülen geçici iyileşme dönemi olarak tanımlanabilir. Bu nedenle, adını bir tür geçici mutlu olma halini tarif eden “balayı”ndan almaktadır. Tip 1 diyabetlilerin %40 kadarında insülin tedavisi başlandıktan ve kan şekeri düzene girdikten sonra insülin ihtiyacı giderek azalmaya başlar ve dışardan hiç insülin almadan da kan şekeri normal seyredebilir. Genel olarak kan şekerleri normal seyrederken (<120 mg/dl) günlük insülin ihtiyacının günde 0.5 ünite/kg altına inmesi “Kısmi Balayı”, hiç insülin almadan kan şekerlerinin normal olması ise “Tam Balayı” olarak tanımlanır. Balayı dönemi hem diyabetliler hem de araştırmacılar tarafından heyecanla karşılanan bir durumdur. Çünkü diyabetin iyileşebileceği umudunu yaratır. Balayı dönemine giren çocuklarda kan şekerinin düzelmesi ve dışardan insülin verilmesi ile birlikte hem pankreas daha çok insülin salgılamaya başlar, hem de kan şekeri yüksekliğine bağlı insülin direnci düzeldiği için insülin ihtiyacı azalır. Diğer yandan bazı çalışmalar, beta hücrelerindeki iltihabi süreçlerde kısmi bir düzelme dönemi yaşandığını göstermektedir. Sonuç olarak bu dönemde diyabetliler rahat bir yaşam sürerler, ancak balayı döneminin geçici olduğu unutulmamalıdır. Balayı dönemi 1 yıla kadar uzayabilmekle birlikte şimdiye kadar kalıcı olduğu bildirilmemiştir. Ayrıca ilaçlarla da kalıcı balayı sağlamak mümkün olmamıştır. Yine de balayı dönemini uzatmak için çalışmalar sürdürülmektedir.

Genel olarak diyabetli çocuklar bir kez balayı dönemi yaşarlar. Tip 1 diyabet tanısı alan çocuklarda üç yıl geçmesine rağmen günde 0.5 ünite/kg’dan az insülin ile kan şekerleri normal düzeyde seyrediyorsa Tip 1 diyabet tanısı gözden geçirilmelidir.

Bir yılda dünyada kaç kişi Tip 1 diyabet olur?

Onsekiz yaş altı çocuklarda Tip 1 diyabet sıklığı ülkelere göre değişmektedir. Tip 1 diyabet en sık 64.2/100.000/yıl ile Finlandiya’da görülür. Doğu Asya toplumlarında ise bu rakam 0.1-8/100.000/yıl civarındadır, yani çok düşüktür. Ülkemizde ise 18 yaş altında Tip 1 diyabet sıklığı 10.8/100.000/yıl olarak tahmin edilmektedir. Bu rakamlar çerçevesinde yılda dünya genelinde

80.000 civarında, ülkemizde ise 1700 civarında çocuğa Tip 1 diyabet tanısı konmaktadır. Son yıllarda özellikle küçük yaşlardaki çocuklarda Tip 1 diyabet sıklığında bir artış bildirilmekte ancak bunun nedeni bilinmemektedir.

Tip 1 diyabetliler ortalama kaç yıl yaşar?

Son yıllardaki tıbbi gelişmelerin ve diyabetlilerin bakımının düzelmesinin ışığında kendilerine iyi bakan Tip 1 diyabetlilerin normal bir ömür beklentisine sahip olduğu söylenebilir. Bununla birlikte sürekli yüksek HbA1c ile yaşayan ve erken dönemde komplikasyona sahip olan çocukların ömürlerinin bundan olumsuz etkileneceği de bilinmektedir.

Diyabet belirtilerini erken tanımak ve erken hastaneye başvurmak neden önemlidir? Erken hastane başvurusu diyabeti önler mi?

Tip 1 diyabet, tipik olarak ani başlayan, genellikle 2-3 hafta içinde diyabete özgü çok su içme, çok ve sık idrar yapma, kilo kaybı gibi bulguların ortaya çıktığı bir hastalıktır. Genel olarak bu bulgular dikkat çekecek kadar şiddetlidir ancak çoğu zaman aileler ve çocuklar hekime erken dönemde gelmezler. Tip 1 diyabetin temel özelliği, insülin hormonu eksikliğidir ve insülin olmayınca vücut enerji kaynağı olarak yağları kullanır ve bu da ketonların birikmesine neden olur. Tanı gecikmesi durumunda gerek kan şekerinin aşırı yüksekliği, gerekse aşırı keton birikimi nedeniyle “diyabetik ketoasidoz” adını verdiğimiz ve bazen koma ile sonuçlanabilen bir tablo oluşur. Bu nedenle Tip 1 diyabetli çocuklarda bulguların erken fark edilip, erken hastaneye başvurulması ketoasidozun önlenmesi için önemlidir. Seyrek de olsa ketoasidoz hayatı tehdit edebilir ve üzücü sonuçlar doğurabilir. Tip 1 diyabetlilerde ketoasidoza girmeden tanı koymak önemlidir ancak bu diyabet gelişmesini ya da Tip 1 diyabetin kalıcı olmasını önlemeyi sağlamaz. Tip 1 diyabette bulgular ortaya çıktığında insülin salgılayan beta hücrelerinin büyük çoğunluğu zedelenmiştir ve günümüzde ne yazık ki bu hücrelerin iyileşmesi için kullanabilecek bir tedavi yoktur.

Tip 1 diyabeti atlatma şansı var mı? Diyabetten kurtuldum, bitti diye bir mucize ile geri dönen olur mu?

Tip 1 diyabetin iyileştirilmesi ve insülin tedavisinden kurtulmak bütün diyabetlilerin en büyük özlemi olmakla birlikte, ne yazık ki günümüzde henüz “diyabetten kurtulmayı” ve pankreasın eskisi gibi insülin salgılamasını sağlayacak bir tedavi yoktur. Ancak, bu konudaki araştırmalar tüm hızıyla sürmektedir. Özellikle balayı dönemini uzatmak, mümkünse kalıcı hale getirmek için vücudun bağışıklık sistemi üzerine etkili yeni ilaçlar üzerinde çalışmalar vardır. Tip 1 diyabetliler ve aileleri, diyabetin yaşam boyu kalıcı bir hastalık olduğunu kabullenmekte güçlük çekerler ve hep bir mucize olmasını beklerler. Eğer Tip 1 diyabet tanısı doğru ise bir mucize mümkün değildir. Şimdiye kadar Tip 1 diyabet tanısı konan ve “diyabetten kurtuldum, bitti” diye bir mucize ile geri dönen kimse yoktur. Bu bilgilere rağmen hemen hepsi “umut taciri” olan bazı kişiler, çeşitli bitkiler ile diyabeti iyileştirdiğini ileri sürerek diyabetlilerin umutlarını kötüye kullanmaktadır. Bu kişilere karşı dikkatli olunmalı ve hiç bir şekilde mucize tedavilere kanıp diyabet tedavisinin gereklerini yapmaktan vazgeçilmemelidir.

Diğer yandan daha önce Tip 1 diyabet tanısı konan bazı çocuklar ve gençler, diyabet tanısı üzerinden 3-4 yıl geçmesine rağmen düşük doz insülinle kan şekerlerini ayarlayabilirler ve kan şekerleri >150 mg/dl iken serum C-peptid düzeyleri >200 pmol/L olabilir. Bu durumdaki diyabetlilerde daha önce söylendiği gibi Tip 1 diyabet tanısının gözden geçirilmesi ve MODY olarak bilinen genetik diyabet türlerinin araştırılması gereklidir. Tip 1 diyabet tanısı ile izlenen bir çocukta daha sonra MODY türü diyabet tanısı konması ve insülin tedavisinin kesilmesi bazen “mucize oldu ve Tip 1 diyabet iyileşti” olarak algılanabilmektedir. Oysa söz konusu olan sadece diyabet türünde bir değişiklik olması, yani tanı hatasının düzeltilmesidir.

Tip 1 diyabetliler neden insülin kullanmak zorundadır? İnsülin yapılmasa kaç gün sonra durumları kötüleşir?

Tip 1 diyabet, vücudun ihtiyacı olan insülinin pankreasın beta hücreleri tarafından üretilmemesi sonucu ortaya çıkmaktadır. Bu nedenle, üretilmeyen insülin hormonunu yerine koymak vazgeçilmez bir öneme sahiptir. Tip 1 diyabete bu özelliğinden dolayı eski yıllarda “insüline bağımlı diyabet” adı verilmiş, daha sonra ise diğer tür diyabetliler de bir süre sonra insüline bağımlı hale geldiği için bu isim bırakılmıştır. Tip 1 diyabetliler tanı anından itibaren insüline bağımlıdır. İnsülin hormonu vücudumuzun enerji kaynağı olarak kullandığı glikozun hücre içine girmesi için elzemdir ve insülin olmadığında önce yağ dokusu daha sonra ise kas dokusu yıkılarak vücudun enerji ihtiyacı karşılanmaya çalışılır ama bu fizyolojik bir yol değildir.

Tip 1 diyabetliler her gün ihtiyaçları kadar insülini iğne veya insülin pompası ile dışardan almak zorundadırlar. Bazen bir iki doz atlamak bile Tip 1 diyabetlilerin “ketoasidoz”a girmesine neden olabilir. Genel olarak kendi vücudu hiç insülin yapmayan diyabetlilerin, insülin yapmadıklarında bir kaç gün içinde durumları kötüleşir ve tehlikeli durumlarla karşı karşıya kalabilirler.

Günümüzde insülin nasıl üretiliyor? İnsülinin içinde ne var? İğneyle yapılan insülin ile pankreasın yaptığı insülin aynı mıdır?

İnsülin, eski yıllarda sığır ve domuz pankreasından elde edilirken, günümüzde “Recombinant DNA” teknolojisi ile bakteriler tarafından üretilmektedir. Dolayısıyla kullandığımız insülinler pankreasın ürettiği insülin ile aynı özelliklere sahiptir. Bu nedenle kullandığımız insülinler “İnsan insülini” olarak tanımlanır. İnsülin, 51 aminoasitten oluşan ve molekül ağırlığı 5808 dalton olan bir proteindir. İlk kez 1921 yılında Frederic Banting ve Charles Best tarafından ilaç olarak kullanılmaya başlanmıştır. Son yıllarda genetik mühendisliğindeki gelişmeler ile insülin aminoasit yapısı değiştirilerek emilim hızı farklı sentetik insülinler de üretilmeye başlanmıştır. Analog insülin olarak da bilinen bu insülinlerin sadece emilim hızları farklıdır; diğer özellikleri ise pankreastan salgılanan insülin gibidir.

İnsülin kan şekerini nasıl düşürüyor? İnsülin kilo aldırır mı?

Besinlerle alınan veya karaciğer tarafından kana verilen glikoz insülin sayesinde hücre içine girer ve enerjiye dönüşür. Fazla glikoz ise yağ olarak depolanır. Tip 1 diyabetli olmayanlarda besinlerle alınan şeker ile pankreastan salgılan insülin miktarı arasında çok ince bir ayar mekanizması vardır. Pankreas beta hücreleri, kan şekeri ile çok yakın bir ilişki içinde olup, ne kadar gerekli ise o kadar insülin salgılarlar. Bunun tersi olduğunda, örneğin bazı hastalıklarda olduğu gibi pankreas fazla insülin salgıladığında veya fazla insülin uygulandığında gereğinden fazla glikoz hücre içine girer ve kan şekeri hızlı bir şekilde düşer. Yani insülin, glikozun damar içinden dokulara geçmesini sağladığı için kan şekerini düşürür. Beynimize ise glikoz

insülinden bağımsız bir şekilde girer ve beynimiz kandaki glikoz miktarından doğrudan etkilenir. Dokulara gereğinden fazla glikoz geçtiği için kan şekeri düşerken, bu kez beyne giden glikoz azalır ve kandaki glikoz düzeyi 70 mg altına inince kan şekeri düşüklüğü bulguları hissedilmeye başlar.

Diğer yandan kilo alımı ile insülin arasında doğrudan bir ilişki yoktur. Tip 1 diyabet olan çocuklar zayıflama şikayeti ile hekimlere başvururlar ve insülin hormonu yerine konunca daha önce kaybettikleri kiloları geri alırlar. Bunun nedeni, insülinin yağ dokusu sentezini arttırmasıdır. Kilo alınması için hem gereğinden fazla karbonhidrat almak ve bunu dengelemek için de fazla insülin yapmak gerekir. Sağlıklı beslenen ve gerektiği kadar insülin alan diyabetliler kilo almazlar. Dolayısıyla insülinin doğrudan kilo aldırıcı etkisinden söz etmek doğru değildir.

Kan şekeri yükseldiğinde neden çok idrar yapılır? Kan şekeri düşünce her insanda sinirlilik oluşur mu?

Normal koşullarda böbreklerden süzülen suyun büyük bir kısmı böbrek kanallarından geri emilir ve sadece atık maddelerin idrarla akmasını sağlayacak kadar su idrar yollarına geçer. Kan şekeri belli bir düzeyin (180 mg/dl) üzerine çıktığında ise böbreklerden “taşar” ve idrarla şeker atılmaya başlar. İdrarla atılan şeker böbreklerin ince kanallarından geçerken suyun geri emilmesini engeller ve bu nedenle de idrar miktarı artar. Normal koşullarda fazla idrar yapıldığında susama merkezi uyarılır ve çok su içilerek vücudun su dengesi korunmuş olur.

Kan şekeri düşüklüğü olan çocukların hemen hepsinde “sinirlilik”, “huzursuzluk” olarak tanımlanan belirtiler olur. Bunların nedeni adrenalin gibi kan şekerini yükseltmeye çalışan ve stres hormonu olarak da bilinen hormonların kanda yükselmesidir. Bu hormonlar hemen devreye girerek kan şekerinin daha fazla düşmesini engellerler ama bu arada “çarpıntı”, “terleme”, “sinirlilik” gibi bulgulara neden olurlar. Bu bulgular kan şekeri düşüklüğünü haber veren “alarm bulguları” olarak da tanımlanır. Diyabetli çocuklar bu bulgular sayesinde hemen kan şekerlerini ölçer ve gerekirse meyve suyu gibi basit karbonhidratlar alarak kan şekerinin daha fazla düşmesini engellerler. Genel olarak sinirlilik gibi bulgular kısa sürelidir ve kan şekeri yükselince bir rahatlama olur.

Kan şekeri düşüklüğü sık olduğunda, kan şekeri yüksekliğinde olduğu gibi bazı dokular hasar görür mü?

Evet hasar görür ancak biraz farklı bir durumdur. Kan şekeri yüksekliği, çok uzun sürede ve daha çok göz, böbrek ve sinirlerde kalıcı zararlara yol açar. Bu zararların nedeni özellikle damarların iç tabakasını döşeyen endotel hücrelerinin içine gereğinden fazla şeker girmesi ve buna bağlı olarak ince damarların zedelenmesidir. Kan şekeri düşüklüğünde ise esas olarak merkezi sinir sistemi adı verilen beyin ve çevresindeki dokular etkilenir. Kan şekeri düşüklüğü beyin hücrelerinin şekersiz kalmasına neden olacak kadar şiddetli ve uzun sürerse beynin bazı bölgelerindeki hücreler kalıcı olarak hasarlanır. Özellikle küçük yaşlarda (5 yaşından önce) sık ve şiddetli kan şekeri düşüklüğü yaşayan çocuklarda öğrenme güçlüğü oluşabilmektedir.

Hipogliseminin hissedilmemesinin nedeni nedir?

Kan şekerinin sık düşmesi, kan şekeri düşüklüğünün hissedilmesini sağlayan ve “otonom sinir sistemi” adı verilen sinir dokularında duyarsızlığa ve bunun sonucunda kan şekeri düşüklüğünün hissedilmemesine neden olur. Sık kan şekeri düşüklüğüne bağlı olan “hipoglisemiyi hissetmeme” genel olarak geçicidir. “Hipoglisemiyi hissetmeme”nin bir başka nedeni ise, kan şekerinin sürekli yüksek olması sonucu oluşan kılcal damar zedelenmesine bağlı “otonom nöropati”dir ve bu şekildeki kan şekeri düşüklüğü duyarsızlığı kalıcı olabilir.

Kan şekeri yüksekliği ve keton pozitifliği durumunda ne yapılmalıdır?

Diyabet tedavisi sırasında her şey doğru yapılsa dahi kan şekerleri yüksek olabilir. Ancak, kan şekerlerinin sürekli yüksek olması, özellikle de keton oluşması işlerin yolunda gitmediğini gösterir. Bir çocuğun kan şekeri üst üste 240 mg ve üzerinde ise mutlaka idrarda veya kanda keton ölçülmelidir. Kan şekeri yüksek olan çocuklarda belirgin bir şekilde bitkinlik/halsizlik varsa bu insülin eksikliğinin, daha ötesinde keton oluşumunun bir göstergesidir. Vücut insülin eksikliğinde enerji kaynağı olarak yağları kullanır ve o zaman “keton” adı verilen, birikince bulantı, kusma, karın ağrısı, hızlı nefes alıp verme, bilinç değişiklikleri gibi “zehirlenme” belirtilerine yol açan maddeler birikir.

Kan şekeri yüksek ama keton negatif ise bol su içilmeli, öğün öncesi insülin dozu %10-20 oranında artırılmalı, uzun süreli ve ağır şiddetli egzersizlerden kaçınılmalıdır. Hem kan şekeri yüksek hem de keton pozitif ise bol su ya da soda içilmeli ancak bunun yanında yemek öncesi insülin dozu en az %20 oranında artırılmalı ya da en iyisi keton negatif oluncaya kadar 4 saat aralar ile ağırlık başında 0.1 ünite ek doz hızlı etkili insülin yapılmalıdır. Bunlara rağmen keton negatif olmaz veya bulantı/kusma başlarsa günün hangi saatinde olursa olsun (gece yarısından sonra dahil) bir hastaneye gidilmelidir. Bu önlemler ateşli hastalık durumlarında çok daha fazla önem kazanır. Unutulmamalıdır ki, ketoasidoz nedeniyle hastaneye her yatış, diyabetli bireyin vücudunu hırpalayacak ve diyabet tedavisini aksatacaktır. Bu nedenle kan şekeri yüksekliği, özellikle de keton pozitifliği iyi bir şekilde yönetilmedir.

Eğer kan şekeri ölçme aletiyle aynı zamanda kanda keton bakmak da mümkünse aşağıdaki gibi davranılmalıdır.

b-OHB (b-hidroksi bütirat) düzeyi (mmol/L)

< 0.6= normal >1.0= Keton yüksekliği

0.6-1.0= Ek doz insülin + şekersiz sıvı alımını arttır

1.0-1.5= Ek doz insülin + şekersiz sıvı alımını arttır; 1 saat içinde iyileşme olmazsa diyabet ekibini ara

1.5-3.0= Diyabet ekibini ara

3.0 ve hasta görünümde= Ketoasidoz / Çocuk acile git.

Glukagon kol bölgesine yapılabilir mi? Spordan sonra olan baygınlıkta glukagonun etkisi daha mı azdır?

Glukagon ağır hipoglisemi ve acil durumlarda kan şekerinin hızlı bir şekilde yükselmesi için kullanılan bir ilaçtır. Glukagonun en iyi şekilde etki gösterebilmesi için kas içine yapılmalıdır. Kas içine yapılma bakımından ise en uygun bölge uyluk veya kalça bölgeleridir. Bu nedenle glukagon kol bölgesine yapılmamalıdır. Glukagon karaciğerde depo olarak bulunan glikojenin hızla glikoz olarak kana geçmesini sağlayarak kan şekerini yükseltir. Eğer bir kişi uzun süredir karbonhidrat almadan spor yapıyorsa karaciğerdeki glikojeni azalmış olabilir ama bu durumda dahi kan şekeri düşüklüğüne bağlı baygınlık varsa glukagon yapılmalıdır.

Diyabetlilerin boyları kısa mı kalır?

Diyabet kontrolü iyi olan çocuklar, normal ve başarılı bir ömür sürecekleri gibi, kendi genetik potansiyellerine uygun bir boya da erişebilirler. İnsülin, büyümeyi sağlayan hormon (büyüme hormonu) ve faktörlerin (insülin benzeri büyüme faktörü-1) yeterli salgılanmasında ve etkisinde olumlu rolü olan bir hormondur. Bu nedenle yeterli insülin alan çocuklar normal büyürler. Ancak, uzun süre kötü metabolik kontrolü olan ve yetersiz insülin alan çocukların büyümeleri yavaşlar ve bu çocuklar ergenliğe geç girerler. Eski yıllarda kötü metabolik kontrol yaygın bir sorundu ve diyabetli çocukların bazılarında boy

 

kısalığı, yağlanma ve glikojen birikmesine bağlı karaciğer büyümesi, geç ergenlik ve karın şişliği ile kendini gösteren “Mauriac” sendromu görülürdü. Tekrar belirtmek gerekirse, boy kısalığı Tip 1 diyabetin değil, uzun süreli kötü metabolik kontrolün bir sonucu olarak görülebilir.

Tip 1 diyabetli çocuklar diğer çocuklara göre çölyak hastalığına daha sık mı yakalanırlar?

Tip 1 diyabetli çocuk ve ergenlerin %1-10’unda çölyak hastalığı görülmektedir ve bu oran diğer çocuklara göre yüksektir. Tip 1 diyabet ve çölyak birlikteliği, ikisinin de “otoimmün” (bağışıklık sisteminden kaynaklanan)  hastalıklar  olmasından  kaynaklanır.  Çölyak  hastalığının

5 yaşından önce diyabet tanısı alanlarda daha sık görüldüğü, çölyak tanısının çoğunlukla Tip 1 diyabet tanısından sonraki 2 yıl içinde konduğu bildirilmektedir. Çölyak hastalığı çoğunlukla belirsiz bulgulara sahiptir ve bu nedenle de Tip 1 diyabetlilerin yıllık takiplerinde çölyak taraması yapılır. Bununla birlikte ishal ya da kabızlık, karın ağrısı/şişliği, sindirim güçlüğü, iştahsızlık ve büyümesinde yavaşlama olan çocuklarda çölyak taraması yapılmalıdır. Tanı konmayan çölyak vakalarında sıklıkla kan şekeri düzeyi düşer ve insülin ihtiyaçları giderek azalır. Çölyak taraması için kanda IgA formunda antikorlara (tTG-A ve/veya EMA) bakılır.

Diyabetliler okul yaşamında nelere dikkat etmelidir? Öğretmenlerin sorumlukları nelerdir?

Diyabetli çocuklar zamanlarının çoğunu okulda geçirirler ve tedavilerinin kesintisiz sürmesi yanında kendi akranları gibi bütün okul aktivitelerine katılmaları için öğretmenlerinin desteğine ihtiyaç duyarlar. Günümüzde, öğretmenlerin diyabet tedavisindeki rolü giderek artmaktadır. Öğretmenler, kan şekeri düşüklüğünde ve diğer acil durumlarda ne yapmaları gerektiği konusunda eğitim almalıdırlar. Ayrıca diyabetli çocukların ara öğünlerini almaları, insülinlerini yapmaları için kolaylık sağlanmalı ve arkadaşları ile uyumlu bir okul yaşamı için bilgilendirme toplantıları yapılmalıdır.

Milli Eğitim ve Sağlık Bakanlığı işbirliği ile Kasım 2010’da “Okulda Diyabet Programı” başlatılmıştır. Bu programın amaçları, diyabetli çocukların okuldaki bakımlarını güçlendirmek, öğretmenlere ve öğrencilere çocuklarda diyabet bulgularını öğreterek erken tanı konmasına yardımcı olmaktır. Program çalışmaları sırasında 25.000 okulda 585.000 öğretmen ve 7.5 milyon öğrenciye ulaşılmıştır. Ayrıca okulda diyabet bakımı konusunu işleyen rehberler hazırlanmış ve çocuk endokrin merkezlerinin taburcu olan her çocuk yoluyla

 

öğretmenlerine mektup gönderilmesi sağlanmış, www.okuldadiyabet.org kurularak kalıcı bir eğitim platformu yaratılmıştır. Son olarak ise kendi okullarında diyabetli çocukların erken tanınması ve bakımı konusunda fark yaratan öğretmenlere yönelik bir ödül programı düzenlenmiş ve ödül alan öğretmenlerle Paris’e bir eğitim gezisi düzenlenmiştir. Okulda diyabet konusundaki videolara http://www.youtube.com/user/OkuldaDiyabetTV linkinden ulaşılabilmektedir.

Diyabetli çocuk ve gençlerin okul gezilerine katılmasında, beden eğitimi derslerine girmesinde bir sakınca var mıdır?

Diyabetli çocuk ve gençlerin okul gezilerine ve beden eğitimi derslerine katılmalarında hiç bir sakınca yoktur. Aksine fiziksel aktiviteyi artırmak, kan şekerlerinin daha normal ve düzenli gitmesini sağlar. Ayrıca diyabetlilerin diğer yaşıtları gibi her türlü okul aktivitesine katılmasında yarar vardır. Diyabet tedavisinin gerekleri yerine getirildiğinde, diyabetli olmak hemen hiç bir şeye engel değildir. Bütün bu bilgilere rağmen bazı öğretmenler “sorumluluk alamam” diyerek, diyabetli çocuklara karşı gereğinden fazla korumacı, dolayısıyla kısıtlayıcı davranabilmektedir. Oysa diyabetli çocuklar okul yaşamında karşılaşabilecekleri sorunlarla, özellikle de kan şekeri düşüklüğü ile baş edebilecek bilgi ve becerilere sahiptirler.

Çocukların okulda bakımı için nasıl bir yol izlenmelidir? Öğretmenlere neler anlatılmalıdır?

Okulda Diyabet Programı kapsamında, taburcu olan her çocuğa öğretmenine ve/veya okul yetkililerine götürmeleri için bir mektup verilmektedir. Bu mektupta genel olarak, Tip 1 diyabetin özelliklerinden ve tedavisinden bahsedilmekte ve okulda karşılaşılabilecek sorunlar anlatılmaktadır. Bununla birlikte öğretim yılının başlamasından önce, okul yönetimine dostça ve sakin bir ziyaret yapılmalıdır. Diyabet ekibinden, bu ziyaretin hangi konuları kapsayacağı ve neler anlatılacağı hakkında yardım alınabilir.

Okul yönetimine yapılacak ziyaret; okul hemşiresini, öğretmenleri, okul müdürünü, diyabetli çocuktan sorumlu olan servis şöförünü ve diğer görevlileri (yemekhane sorumlusu vb.) kapsamalıdır. Diyabetli çocukta kan şekeri düşüklüğü belirtilerini genelde ilk gözlemleyecek olan kişiler, hemşirelerden ziyade öğretmenlerdir. Egzersiz kan şekeri düzeylerini belirgin şekilde etkileyebileceğinden (düşürme ihtimali daha yüksektir), beden eğitimi öğretmenlerinin ve spor hocalarının da diyabet hakkında

 

eğitimli olduğundan emin olunmalıdır. Ziyaret sırasında herkese aynı bilgiler verilmelidir:

Diyabet hakkında kısa ve basit bir açıklama

Kan şekeri düşüklüğü belirtilerinin bir listesi

Kan şekeri düşüklüğünü tedavi etmek için atılacak adımlar

Çocuğun yaşına göre değişen diğer bilgiler (ara öğün ve ana öğün zamanları, besin seçiminde yol gösterme, özel uyarılar vb.)

Okul personelinin, çocuğun diyabet olduğunu bildiğinden, ama onu “diyabetik” olarak damgalamadığından emin olunmalıdır. Yasalara göre hiç kimsenin eğitim hakkı engellenemez. Gereklilik olmadıkça, diyabetli çocuklar yaşıtlarından ayrı tutulmamalıdır. Tekrar belirtmek gerekirse, diyabetli çocukların beden eğitimi derslerine, okul gezileri gibi aktivitelere katılmalarında hiçbir sakınca yoktur.

Çocuğun diyabetli olmasının, yaşıtları tarafından nasıl anlaşılacağı ya da nasıl kabullenileceği konusunda endişelere sahip olunabilir. Diğer çocukların diyabet konusunda edinecekleri fikir, büyük ölçüde diyabetli çocuğun tavırlarına bağlıdır. Eğer diyabetli çocuklar, diyabet konusunda rahatça konuşabiliyorsa, çoğu arkadaşı da rahat olacaktır. Bazı çocuklar diyabetli oldukları için sıkıntı duyarlar ve bunu gizlemek isteyebilirler. Bu durumda çocuklara hemen diyabetlerini arkadaşlarına söylemelerine zorlamak yerine, öğretmenler daha çok destekleyici bir rol alarak çocuğun sıkıntısını aşmasına yardımcı olmalıdırlar. Eğer bir öğretmen, sınıfındaki diyabetli çocukla başa çıkmada zorluk yaşadığını hissederse, öğretmen ve okul yöneticileri daha fazla yardım alabilirler. Bunun için diyabet ekibi ile işbirliği yapılmalı, gerekirse çocuğun izlendiği merkezden bir hemşire okulu ziyaret etmelidir.

Diyabet kamplarının yararları nelerdir? Her çocuk bu kamplara katılmalı mıdır? Ülkemizde hangi illerde diyabet kampları yapılmaktadır?

Diyabet kampları, hem diyabet eğitimi hem de diyabetli çocukların diyabetle barışık ve arkadaş bir yaşam sürmesi için eşsiz fırsatlar sunar. Kamplarda diyabetli çocuklar, deneyimli diyabetli abileri, ablaları, doktorları, hemşireleri, diyetisyenleri, psikologları ve tıp öğrencileri ile 1 hafta birlikte yaşarlar. Kamplarda akran etkileşimi ve diyabet tedavisinde ustalaşmış kişilerle karşılaşma ve onları örnek alma diyabetli çocukların yaşamlarını değiştirebilir. Bunların ötesinde diyabetli çocuklar kamplar sayesinde yalnız olmadıklarını, diyabetin üzüntü kaynağı olmadığını, ailelerinden uzakta

 

kendi kendilerine yaşayabileceklerini deneyimleri ile görürler ve evlerine değişmiş olarak dönerler. Kamplarda eğitim ve arkadaşlık kadar eğlence ve spor da vardır. Çocuklar kamplarda kendilerine olan güvenlerini yeniden kazanırlar ve yaşamlarına yeni bir başlangıç yaparlar. Bütün bunları göz önüne aldığımızda diyabetli çocukların en az bir defa diyabet kamplarına katılmaları sağlanmalıdır.

Ülkemizde İstanbul, Kocaeli, Ege, Dokuz Eylül ve Akdeniz Tıp Fakülteleri ile Diyarbakır Eğitim ve Araştırma Hastanesi Çocuk Diyabet ekipleri her yıl düzenli kamp yapmaktadırlar.

Kampların yararları ve diyabetle barışık yaşam konusunda http://www.youtube.com/watch?v=GY_z18GHHog linkindeki “Arkadaşım Diyabet” belgeselini seyredebilirsiniz.

Çocukluktan erişkinliğe geçilirken diyabetliler ne gibi zorluklarla karşılaşırlar? Bu konuda neler yapılmalıdır?

Çocukluktan erişkinliğe geçiş dönemi 18-30 yaş dönemini kapsamakta, bu fazın ilk döneminde (18-24 yaş) “yuvadan” coğrafi, ekonomik ve duygusal olarak ayrılış/kopuş yaşanmaktadır. Gençler; akademik, sosyal ve ekonomik öncelikler ile diyabet bakımı arasında bir “sıkışmışlık” yaşadıkları gibi zorlukları aşma konusunda “kendine güvensizlik” de hissetmektedirler. Diyabetli çocukların da diğer çocuklar ve ergenler gibi zarar görmezlik duyguları, risk aldırmazlığı, otoriteye isyan, aile bireyleri ile kolay çatışma ve sorunlarını paylaşmaktan kaçınma, olgunlaşma eksikliği gibi özelliklere sahip olduğu bilinmektedir. Bu davranışlar geçiş döneminde metabolik kontrolün bozulmasına, erişkin kliniğine geçişin geciktirilmesine, diyabet kontrollerinden kopmaya, diyabet tedavisinin gereklerini yapmaktan uzaklaşmaya, hastaneye yatışların ve akut komplikasyonlara bağlı ölümlerin artmasına neden olabilmektedir.

Diyabetli çocuklar, geçiş döneminde bir taraftan aile merkezli, bağımlılığa dayalı modelden, bağımsızlığa dayalı bir yaşama geçiş yapmanın sancılarını yaşarken, diğer yandan erişkin kliniklerinin kalabalık, tip 2 diyabet bakımına odaklanmış, büyüklerle konuşmaya alışık ve daha “rutinci” bir atmosferde iletişim sorunları yaşamakta ve bocalamaktadırlar. Bütün bunların ötesinde ise bir iş/başarı elde etmek, kendine bir kimlik kurmak, askerlik, romantik ilişkiler ve evlilik gibi hayat sorunları da bu dönemi zorlaştırmakta ve diyabetlilerin çoğunluğu geçiş dönemini kötü bir tecrübe olarak hatırlamaktadırlar.

 

Bütün bu nedenlerle, diyabetli çocukları geçiş döneminde “tıbbi bakımda tutmak” önem kazanmakta ve bu konuda erişkin ve çocuk kliniklerinin işbirliği yapması gerekmektedir. Geçişle ilgili en önemli ilkeler, bu dönemde aile ve çocukların kendi hallerine bırakılmamaları, geçişin amaca yönelik ve planlı olması, erken hazırlık, eğitim, çocuk ve erişkin uzmanları ile hastalar ve aileler arasında iletişim oturumları düzenlenmesi ve ayrıntılı bir tıbbi özet hazırlanmasıdır.

 

Adacık Nakli

Beta hücreleri, pankreas denilen organda ufak adalarda yaşamaktadır. Beta hücrelerini kaybeden diyabetli kişilere diyabetli olmayan kişilerden beta hücreli adacıkların verilmesi ile diyabetin kalıcı tedavisi amaçlanmaktadır.

Biz bütün diyabetlilere beta hücreli adacık versek çözüm olmaz mı?

Adacık hücresi diyabetlilere verildikten sonra katil hücreler yine olaya karışıp bu hücrelere de saldırmaktadır. Bu nedenle adacık nakli yapılan kişilere yan etkisi çok fazla olabilen güçlü ilaçlar verilip katil hücrelerin aktive olmasının önlenmesi gerekmektedir. Bu ilaçlar başka iyi hücrelere de zarar verebilmektedir. İşte bu nedenle adacık nakli çocuklarda yapılmamaktadır. Ancak bu konu ile ilgili iyi haber, araştırmacılar adacık hücreleri katil hücrelerden korumak için yan etkisi az yeni metotlar üzerinde çalışmaktadırlar.

İnsülin salgılayan hücre yapılabilir mi?

Beta hücresi çok akıllı ve yetenekli bir hücredir. Hem kan şekerini ölçmekte, hem insülin üretmekte, hem de kana insülin salgılamaktadır. Yeni geliştirilen tekniklerle kök hücreler beta hücresine çevrilip akıllı hücre haline getirilmeye çalışılmaktadır. Bu konuda da henüz tam kanıtlanmış bir metod olmasa da çalışmaların şu anda başarılı bir şekilde ilerlediği söylenebilir.

Eğer ileride adacık nakli yapılırsa hastalar neye göre seçilir? Yaş ve maddi durum bu seçimi etkiler mi?

Günümüzde adacık nakli diyabet tedavisinin en son seçeneği olarak uygulanmaktadır. Adacık naklinde uygulanan ilaçların yan etkisi nedeniyle çocuk hastalara günümüzde uygulanmıyor. Adacık naklini yapan merkezin erişkinler için ön gördüğü bazı kriterler var. Öncelik komplikasyon gelişmiş diyabetlilere ve hipoglisemiyi hissetmeyenlere verilmektedir. Bu nedenle maddi durumdan daha çok adacık naklinin tıbbi olarak kimlere gerekli olduğu önemlidir.

Yakın zamanda yapay pankreas olacak mı?

Yapay pankreas çalışmaları artık son evreye geldiği için yakın gelecekte araştırma hastaları haricinde de tüm Tip 1 diyabetlilere uygulanması beklenmektedir. FDA onayı için yapılan çalışmalarda bir sorun çıkmadığı takdirde bu tedavinin uygulanmasına geçilmesi diğer araştırma tedavilerine göre yakın zamanda başlayacak tedavi olarak kabul edilebilir.

 

İğnesiz tedavi mümkün müdür?

İğnesiz insülin tedavisi, hızlı etkili insülinler için nefes ile alınan (inhale) insülin çeşidi “Afrezza”nın ABD’de onaylanmasıyla gerçekleşmiştir. Bu şekilde insülin almak kolay gibi görünse de akciğer hastalarında kullanılmamaktadır ve doz ayarlaması enjeksiyonla yapılan insülinler kadar kolay değildir. Tablet gibi yutulabilen insülin çeşidi için araştırmalar devam etse de insülin yutularak alındığında etkisi midede yok olduğundan henüz hap insülin tedavisi bulunmamaktadır.

Diyabet tedavisinde insülin yerine hap kullanılsa olur mu?

Tip 1 diyabet tedavisinde insülinin yerini alacak hap tedavisi henüz bulunmamaktadır. Diğer bazı tip diyabetlerde ise hap tedavisi mümkündür.

İnsülin pompası daha mı güvenlidir?

İnsülin pompası bazı diyabetliler için daha güvenli olarak kabul edilse de herkes için genelleme yapmak doğru olmaz. İnsülin pompası kullanımında infüzyon setinin yerinden çıkmasına dikkat edilmezse insülin tedavisi kesintiye uğrayıp kan şekeri yükselmeleri görülebilir.

İnsülin pompası takacaksak hangisini tercih etmeliyiz?

İnsülin pompası seçimi diyabetlinin yaşam tarzı, yaşı ve kullanım ihtiyaçlarına göre değişir. İnsülin pompa seçimi diyabetlinin kendisi, doktoru ve ailelerin ortak kararı ile yapılmalıdır. Marka seçiminde dikkat edilecek bir nokta, markanın güvenilir olması ve arıza ya da diğer sorunlarda teknik yardım ve desteği sağlayacak bir şirket tarafından üretilmelidir.

Neden bazı diyabetliler pompa takarken diğerleri takmıyor?

İnsülin pompası diyabetlinin kendisi veya çocuk hastalar için ailesinin seçimi ile ilgilidir. İnsülin pompası pankreastan insülin salınımına benzer şekilde tedavi sağladığından ve küçük yaşta birçok hastada hassas insülin dozu ayarı ve uzaktan kumanda ile ailelerin çocuklarına insülin bolusu verebilmeleri nedeniyle birçok kişi tarafından tercih edilmektedir. İnsülin pompası kullanmadan da insülin kalemi ya da enjeksiyonu ile diyabeti başarı ile kontrol eden birçok kişi bulunmaktadır.

İnsülin pompası kullanan kişi diyabetli değilmiş gibi mi yaşıyor?

İnsülin pompası, insülin tedavisinde birçok kolaylık sağlasa da diyabetliler yemek öncesi bolus insülin dozlarını kendileri vermek zorundadır. Glikoz

 

sensörleri denilen sürekli kan şekeri ölçümü sağlayan aletlerin insülin pompalarıyla uyumlu çalışması ile kan şekerinin sık ölçülmesi gereği azalsa da diyabetliler insülin pompa tedavisinde de kan şekerlerini ölçmeyi ihmal etmemelidirler.

HbA1c neden ölçülür ve diyabetin kontrolünde neden bu kadar önemlidir?

HbA1c kan hücrelerine bağlanmış şeker zincirlerinin ölçümü ile son 2-3 ay içindeki kan şekerinin ortalama düzeyini gösterir. HbA1c’nin istenilen düzeyde tutulması diyabete bağlı birçok rahatsızlığın önlenmesini sağlar. HbA1c yüksek ise diyabete bağlı görülen vücudun diğer organlarını etkileyen rahatsızlıkların çıkma ihtimali artar. Yaşa göre bazı değişik düzeyler belirlenmiş olsa da genel olarak Tip 1 Diyabet için hedef, HbA1c’yi %7.5’in altında tutmaktır.

Diyabetle ilgili duyup inanmamız gerekenler nelerdir?

Bu konu ile ilgili dikkat edilmesi gereken başlıklar oldukça uzun bir şekilde sıralanabilir. En önemli olanlarından birisi araştırmalarla kanıtlanmamış bitki gibi mucize tedavilere güvenmenin doğru olmadığıdır. Bazı kişilerde görülen genetik tip diyabet hap vb. tedaviye cevap verirken bunları mutlak insülin tedavisi gerektiren Tip 1 diyabet ile karıştırmamak gerekir.

Mucize gibi gösterilen araştırma sonuçlarına dikkat edilmelidir!

Özellikle hayvan deneylerinde başarılı olan ya da sadece bir kaç kişide sonuçları ümit verici olan araştırmalar mucize sonuçlar olarak kulağınıza gelse de, bu araştırmaları değerlendirirken dikkatli olunmalıdır. Birçok hayvan çalışmasında başarılı olan ilaçlar ne yazık ki insanlar üzerinde aynı etkiyi göstermiyor ya da birkaç kişide başarılı gibi görünen ilaçların sonradan yapılan büyük çalışmalarda aslında yeterinde etkili olmadığı kanıtlanıyor.

Unutulmaması gereken bir diğer nokta da, hiçbir ilacın kısa sürede piyasaya çıkmadığıdır. Araştırmacılar da diyabeti olan kişiler ve yakınları gibi tedavilerin kısa sürede uygulanmasını istese de, bir tedavinin başarılı olup uygulamaya geçmesi uzun yıllar almaktadır. Yani güvenilir ve doğru tedaviyi bulmak için sabırlı olmak gerekmektedir. Bu nedenle, gazetede ya da televizyonda duyulan mucize ilaçlar doktorunuza danışılmadan denenmemelidir.

 

Diyabet tedavisinde beslenmenin rolü nedir?

Diyabet yönetiminde beslenme tedavisi önemli bir yere sahiptir. Çünkü kan şekerinin en önemli kaynağı besinlerdir. Beslenme tedavisinde amaç,

İstenilen kan şekeri düzeylerini elde etmek,

Çocuk ve gençlerde sağlıklı büyüme ve gelişmeyi sürdürmek,

Kan kolesterol düzeyinin normal sınırlarda olmasını sağlamak,

İleri dönemlerde ortaya çıkabilecek bazı sağlık sorunlarını önlemek, geciktirmek ve/veya tedavi etmek,

Yeterli ve dengeli beslenme alışkanlığı kazandırmaktır.

Diyabet, çocukların beslenme alışkanlıklarını değiştirmesini gerektirir mi?

Diyabetle yeni karşılaşan pek çok aile genellikle diyabet tanısı almış çocuklarına ne yedirecekleri konusunda yoğun kaygı ve endişe duyarlar. Bununla birlikte çocuğun aile ile yemek yeme zamanını ve/veya birlikte yedikleri yemek türünü değiştirirler hatta diyabetli çocuk için ayrı yemek hazırlarlar. Oysa diyabetli çocuklara önerilen beslenme planı, tüm aile bireylerinin uyması gereken sağlıklı beslenme önerilerini içerir. Bu nedenle “diyabetik diyet” kavramı günümüzde kullanılmamaktadır. Diyabet, bireyin besin gereksinimini etkilemez. Aynı yaşa, cinsiyete, boy uzunluğuna, ağırlığa ve fiziksel aktivite düzeyine sahip diyabeti olan ve olmayan iki kişinin günlük besin ihtiyacı aynıdır. Dolayısıyla diyabet tanısı aldıktan sonra bireyin beslenmesi ile ilgili yapması istenilen değişiklikler, sağlıklı yaşamak için tüm bireylere önerilen sağlıklı beslenme alışkanlıklarından ibarettir.

Sağlıklı (yeterli ve dengeli) beslenme nedir?

Beslenme, vücudun enerji ve besin ögeleri ihtiyacını karşılamak için gerekli türde ve miktarda besinlerin tüketilmesidir. Sağlıklı beslenmek için tüketilen diyetin yeterli ve dengeli olması gerekmektedir. Genel olarak yeterli ve dengeli bir diyet; yaşamı sağlıklı bir şekilde sürdürmek için gerekli olan karbonhidratları, yağları, proteinleri, vitamin ve mineralleri dengeli oranlarda ve yeterli miktarlarda içermesi olarak tanımlanmaktadır. Bu besin ögelerinin herhangi birinin alınmadığı ya da gereğinden az ya da çok alındığı durumlarda büyüme ve gelişme engellenmekte, sağlık bozulmaktadır. Yeterli ve dengeli beslenebilmek için besinleri oluşturan besin ögeleri bilinmelidir.

 

Besin ögeleri nelerdir?

Besinlerin içinde bulunan, büyüme ve gelişmenin sağlanması, ayrıca iyi sağlık halinin sürdürülmesi için gerekli olan maddelere besin ögesi denir. Besinler farklı besin ögelerinden oluşurlar. Yiyeceklerde bulunan besin ögeleri, vücuttaki işlevlerine göre 6 temel grupta toplanmıştır. Bunlar; (1) karbonhidratlar, (2) proteinler, (3) yağlar, (4) vitaminler, (5) mineraller ve (6) su’dur.

Karbonhidrat nedir? Kan şekerini nasıl etkiler?

Vücudun en önemli enerji kaynağı karbonhidratlardır. Besinlerde yaygın olarak bulunan karbonhidratlar farklı yapıdaki şekerlerin birleşmesinden oluşur. Karbonhidrat içeren bir besinin tüketilmesini takiben sindirime uğrayan karbonhidratlar, şekere parçalanırlar ve emilerek kan dolaşımına geçerler. Kan şekeri, tıpkı arabanın yakıtı olan benzin gibi vücudun yakıtıdır. Kan şekeri düzeyleri gün boyunca değişkenlik gösterir. Kandaki şeker enerji olarak kullanıldıkça kandaki düzeyi düşer.

Öğün öncesi ölçülen açlık kan şekeri ve öğüne başladıktan iki saat sonra ölçülen tokluk kan şekeri değerleri, öğünde tüketilen karbonhidrat miktarının ve tüketilen besinin kan şekeri üzerindeki etkisini gösterir. Bu nedenle karbonhidrat içeren besinler bilinmelidir.

Hangi besinler karbonhidrat içerir?

Çay şekeri, bal-reçel-pekmez-marmelat, meşrubatlar ve tatlılar gibi şekerli yiyecekler

Pirinç, bulgur, mısır gibi tahıllar

Un ve undan yapılan ekmek, yufka, makarna, erişte gibi yiyecekler

Kuru fasulye, nohut, mercimek, barbunya gibi kurubaklagiller

Tüm meyveler, taze ve hazır meyve suları

Sebzeler (az miktarda karbonhidrat içerir)

Patates, bezelye, havuç gibi nişastalı sebzeler

Süt, yoğurt, ayran, kefir gibi süt ürünleri (peynir, lor, çökelek hariç)

Kan şekerinin yükselmesinden karbonhidratlar sorumlu ise karbonhidrat tüketimi azaltılmalı mıdır?

Karbonhidratlar temel enerji kaynağıdır ve yiyeceklerde en fazla bulunan besin ögesidir. Tüm dokular enerji ihtiyacını karşılamak için karbonhidratların

 

sindirimi sonucu oluşan glikozu kullanır. Beyin dokusunun kullandığı tek enerji kaynağı da glikozdur. Bu nedenle karbonhidratlar diyette yeterli miktarda bulunmalıdır. Eğer gereğinden daha az miktarda karbonhidrat tüketilirse, vücut enerji sağlamak üzere yağ dokularını kullanır. Yağ dokularının kullanılması sonucu vücut için zararlı olan keton cisimciklerinin miktarı artar. Keton cisimcikleri kandaki asit miktarını artırır ve diyabetik komaya neden olur. Bu nedenle karbonhidrat içeren besinler yeterli ve dengeli beslenmenin ve kan şekeri kontrolünün sağlanması için önerilen miktarda tüketilmelidir.

Bir günde ne kadar karbonhidrat tüketilmelidir?

Her bireyin günlük karbonhidrat ihtiyacı farklıdır. Bu farklılık bireyin yaşı, cinsiyeti, vücut ağırlığı, boy uzunluğu, fiziksel aktivite düzeyi ve yaşam tarzındaki değişikliklerden kaynaklanır. Kan şekeri düzeyi, bir günde tüketilen karbonhidratların toplam miktarından çok öğünlere dağılımından etkilenir. Bu nedenle bir günde tüketilmesi gereken karbonhidrat miktarı ana ve ara öğünlere dengeli bir şekilde dağıtılmalıdır. Öğünlerde aynı miktarda karbonhidrat içeren besinlerin tüketilmesi kan şeker düzeyini aynı derecede yükseltirler. O nedenle öğünlerde benzer miktarlarda karbonhidrat tüketmek kan şekerinin kontrolünde önemlidir. Ancak tüketilen karbonhidrat miktarı iştah, aktivite düzeyi ve diğer faktörlere bağlı olarak günden güne değişebilmektedir. Bu değişiklerin kan şeker düzeyinde dalgalanmalara neden olmaması için tüketilen karbonhidratın türü ve miktarı diyabetli bireye uygulanan insülin dozu ile dengelenmelidir.

Karbonhidrat içeren yiyeceklerin kan şekerini etkileme hızları aynı mıdır?

Yiyeceklerin içindeki karbonhidratların sindirim ve emilim oranları farklı olduğu için kan şekerini etkileme hızları birbirinden farklıdır. Buna glisemik indeks (GI) denir. Glisemik indeksi yüksek olan besinler, hızlı sindirilip emildikleri için kan şekerinin hızlı ve daha çok yükselmesine neden olurlar. Glisemik indeksi düşük olan besinlerin ise sindirim ve emilim hızları daha yavaştır. Bu nedenle diyabetli bireylerde arzu edildiği gibi kan şeker düzeyinin kademeli bir şekilde yükselmesini ve düşmesini sağlar. Yiyeceklerin glisemik indeksini bilmek ve her ana öğünde en az bir tane glisemik indeksi düşük besin tüketmek kan şekerinin dengeli olması için önemlidir.

Glisemik indeksi; besinin içerdiği karbonhidrat, yağ ve protein miktarı, besini pişirme ve hazırlama yöntemi, besinin içerdiği şeker türü, nişastanın yapısı gibi pek çok faktör etkiler. Bu faktörlere bağlı olarak, bir besinin birden fazla glisemik indeksi olabilir. Örneğin haşlanmış havucun glisemik

 

Posa (lif) nedir? Ne kadar tüketilmelidir?

Posa, yiyeceklerin sindirilemeden atılan kısmıdır. Posanın çok önemli etkileri vardır. Özellikle kan şekeri kontrolünün sağlanmasında diyetin yeterli miktarda posa içermesi önemlidir. Bununla birlikte kan şekerini yavaş yükseltir, insülin ihtiyacını azaltır, tokluk hissinin oluşmasını sağlayarak ağırlık kontrolüne yardımcı olur, barsak çalışmasını düzenler, kabızlığı önler, kan yağlarının yükselmesini önler. Posa; tam tahıllı ve kepekli undan yapılmış yiyecekler, kepekli pirinç, kepekli makarna, meyveler ve sebzeler, kurubaklagiller ve fındık, ceviz gibi yağlı tohumlar gibi bitkisel kaynaklı besinlerde bulunur. Küçük çocuklar (1-8 yaş) için günde 14-18 gram, daha büyük çocuklar için 20-28 gram posa tüketimi önerilmektedir. Önerilen bu miktarlara ulaşmak için;

Beyaz ekmek yerine esmer undan yapılmış ekmek tüketilmeli,

Pirinç pilavı yerine bulgur pilavı daha sık tercih edilmeli,

Meyve suyu yerine meyvenin kendisi yenilmeli, kabuklu yenebilen meyveler iyice yıkandıktan sonra kabukları soyulmadan tüketilmeli,

Öğünlerde salata ve/veya sebze yemeği olmasına özen gösterilmeli,

Günde en az 5 porsiyon sebze/meyve tüketilmeli,

Fındık, ceviz, badem gibi yağlı tohumlara da diyette yer verilmeli,

Haftada 2-3 defa kurubaklagil tüketilmelidir.

Kan şekerini sadece karbonhidratlar mı etkiler?

Kan şekerini sadece karbonhidratlar etkilemez. Yağların ve proteinlerin de karbonhidratlar kadar olmasa da kan şekeri düzeyi üzerine etkileri vardır. Yağ ve protein içeriği yüksek olan bir öğün, öğündeki karbonhidratların emilimini ve mide boşalma hızını yavaşlatabilir. Bu durum tokluk kan şekerinin yükselmesini 3-4 saat geciktirir. Öğün sonrası kan şeker değerinin en üst değere ulaştığı düzey ve süre, öğünün içeriğine ve miktarına bağlı olarak değişir. Bu nedenle tüketilen protein ve yağ miktarı da önemlidir.

Protein Nedir? Hangi besinler protein içerir?

Proteinler, vücut hücrelerinin önemli yapı taşlarıdır. Büyümeyi, vücut dokularının gelişmesini ve gerektiğinde onarılmasını sağlar. Protein kaynağı olan besinler kırmızı et-tavuk-balık, yumurta, peynir, kurubaklagiller, süt- yoğurt-ayrandır. Süt, yoğurt, ayran ve kefir gibi protein içeren besinler aynı zamanda karbonhidrat ve yağ da içerir. Protein içeren besinler yüksek

 

Kümes hayvanları

Pişirme işlemi uygulamadan önce veya sonra derileri atılmalıdır.

Balık

Haftada en az iki defa tüketilmelidir.

Somon, hamsi gibi yağlı balık türleri tercih edilmelidir.

Peynir

Az yağlı peynir türleri tüketilmelidir.

Bu ürünlerden diyabetli bireyin en fazla hoşuna gideni bulunabilir.

Tereyağı

Tereyağı yerine sıvı yağ kullanılmalıdır.

Tereyağı yemek yapımında nadir olarak kullanılmalıdır.

Ekmek üzerine margarin veya krem peynir sürme alışkanlığı edinilmemelidir.

Süt/Yoğurt

Az yağlı (kaymaksız) türleri tercih edilmelidir.

Yağı azaltılmış süt ve ürünleri 2 yaş altı bebek ve çocuklarda kullanılmamalıdır.

İşlenmiş Besinler

Salam, sucuk, sosis, jambon gibi işlenmiş etler ile tüketime hazır besinlerin doymuş yağ içeriği genellikle fazladır. Bu tür besinlerin tüketim sıklığı ve miktarı azaltılmalıdır.

Diyabetli birey diyetle günlük vitamin-mineral ihtiyacını karşılayabilir mi? Ek besin desteği alması gerekir mi?

Vitaminler ve mineraller vücuttaki metabolik olayların sağlıklı bir şekilde gerçekleşmesinde önemli role sahiptirler. Bu nedenle ihtiyaç duyulan miktarlar mutlaka karşılanmalıdır. Vitaminleri ve mineralleri dengeli bir şekilde almanın en iyi yolu diyette besin çeşitliliğinin sağlanmasıdır. Özellikle sebze ve meyveler başta olmak üzere tüm besinler çeşitli türde ve miktarda vitamin ve mineral içermektedir. Örneğin; portakal, mandalina, kivi gibi meyveler C vitamini, süt-yoğurt-peynir kalsiyum minerali, kırmızı et-yumurta-kurubaklagiller demir minerali için iyi kaynaklardır. Yeterli ve dengeli beslenme ile gereksinim olan tüm vitaminler ve mineraller karşılanmaktadır. Doktor tarafından tanısı konmuş herhangi bir vitamin- mineral yetersizliği yok ise diyabetli bireylerde vitamin-mineral desteğine gerek yoktur.

 

Günlük sıvı tüketimi ne kadar olmalıdır?

Yeterli miktarda sıvı tüketimi sağlıklı beslenme planının önemli bir parçasıdır. Günlük sıvı gereksinimi; içilen su, içecekler ve yenilen besinlerin (taze meyveler, sebzeler, çorbalar, vb) içindeki su ile karşılanır.

Süt, ayran ve meyve suyu gibi içecekler karbonhidrat içerdiği için tüketilmeleri durumunda içerdikleri karbonhidrat miktarı göz önünde bulundurulmalıdır. İçecek olarak meyve suları tercih edildiğinde taze sıkılmış olanları tercih edilmeli ve günde bir su bardağından fazla içilmemelidir. Ayrıca taze sıkılmış meyve suları glisemik indeksi yüksek olduğu için ara öğünler yerine ana öğünlerde tüketilmelidir.

Sıcak havalarda, egzersiz sırasında ve sonrasında sıvı tüketimi artırılmalıdır. Hastalık durumunda, özellikle kan şekerinin yüksekliğinde, yeterli sıvı (su veya karbonhidrat içermeyen diğer içecekler) alımı oldukça önemlidir. Hastalığa bağlı iştahsızlık durumunda karbonhidrat içeren içeceklerin tüketimi normal besinlerin tüketiminden daha kolay olabilir. İhtiyaç duyulan su miktarı yaş gruplarına ve fiziksel aktivite düzeyine göre değişmekle birlikte günlük ortalama 6-8 su bardağı su tüketilmelidir.

Diyabetli çocuklar şeker ve şeker içeren yiyecekler tüketebilir mi?

Kan  şekerinin  yükselmesine,  tüketilen  karbonhidratın  türünden çok ihtiyaçtan fazla miktarlarda karbonhidrat tüketimi yol açmaktadır. Bilimsel kanıtlar, diyabetli bireyin öğünde tükettiği karbonhidrat miktarını arttırmadıkça, belirli miktardaki karbonhidratın nişasta yerine çay şekeri içeren yiyeceklerden karşılanmasının kan şekeri kontrolünü bozmadığını göstermektedir. Örneğin ana öğünde 15 gram karbonhidrat içeren 1 dilim ekmek yerine 15 gram karbonhidrat içeren çikolata tüketilebilir. Ancak, şeker ve şeker içeren yiyecekler; şeker ve enerji dışında yüksek miktarda yağ, doymuş yağ ve kolesterol, düşük miktarlarda vitamin ve mineraller içermektedir. Bu yiyeceklerin kontrolsüz tüketilmesi kalp-damar hastalıkları ve şişmanlık riskini arttırırken, büyüme ve gelişmeyi durdurabilmekte veya yavaşlatabilmektedir. Sağlıklı beslenebilmek için şeker veya şeker içeren besinleri fazla miktarda olmamak koşuluyla haftada 1-2 defa, eşdeğer miktarda karbonhidrat içeren başka bir besinin yerine tüketilebilir. Başka bir besinin yerine tüketilmek istenmiyorsa ek olarak şeker içeren bir besin yemek isteniyorsa insülin dozunda ayarlama (ek doz) yapılmalıdır.

 

Diyabetli bireyler yemeklerini tuzsuz mu yemelidir?

Diyabet, çocuk ve gençlerin tuz gereksinimlerini değiştirmez. Bu nedenle tuzsuz yemelerine gerek yoktur. Ancak tuz tüketiminin yüksek tansiyona neden olabileceği unutulmamalıdır. Bununla birlikte çoğunlukla ihtiyacımızdan daha fazla miktarda tuz tüketmekteyiz. Bu nedenle günlük tuz tüketimine dikkat edilmelidir. Hazır yiyecekler, konserveler, salam-sucuk- sosis gibi işlenmiş etler, kuruyemişler ve turşu gibi işlenmiş besinlerin tüketimi fazla tuz alımına neden olur. Bu nedenle bu tür besinlerin tüketimi mümkün olduğunda azaltılmalıdır.

Öğün planlaması nasıl yapılabilir?

Günümüzde diyabetli çocukların öğünlerinin planlanmasında kullanılan pek çok yöntem vardır. Bu yöntemlerin tümü karbonhidrat tüketimine dikkat etmeyi gerektirir. Çünkü karbonhidratlar, tüketilmesini takip eden 15 dakika içinde kan şekerini yükseltmeye başlar ve yaklaşık 2 saat içinde neredeyse tamamı glikoza parçalanır. Kan şeker düzeyini etkileyen yağların (%10’u) ve proteinlerin (%50-60’ı) ise çok azı kan şekerine dönüşür.

Bu yöntemler arasında en sık kullanılanları değişim sistemi ve karbonhidrat sayımı yöntemidir. Tüm öğün planlama yöntemlerinin amacı daha iyi kan şekeri kontrolüne ulaşmayı sağlamaktır. Hangi yöntemin kullanılacağı bireysel farklılıklar ve yaşam tarzı dikkate alınarak belirlenir. Diyetisyen, aile ile işbirliği yaparak diyabetli birey için en uygun yöntemin belirlenmesinde yardımcı olacaktır.

Değişim sistemi nedir?

Besin tüketiminde çeşitlilik sağlamak ve tutarlı bir öğün planı oluşturmak için geliştirilmiş bir öğün planlama yöntemidir. Değişim listeleri, benzer besin ögesi ve enerji içeriğine sahip besinlerin gruplandırılmasından oluşur. Diyabetin beslenme tedavisi için besinler besleyici özellikleri dikkate alındığında 6 besin grubuna ayrılmıştır. Aynı besin grubundaki besinler değişim listesinde belirtilen miktarlarda olmak koşuluyla birbirlerinin yerine tüketilebilirler. Örneğin 1 dilim ekmek yerine aynı grupta olan makarnadan

3 yemek kaşığı tüketilebilir. Bu yöntem vücut ağırlığı kontrolünün sağlanmasında etkili bir yöntemdir. Besin gruplarını bilmek hem diyabetli bireylere hem de tüm aile fertlerine sağlıklı beslenmek adına yardımcı olur.

 

Besin grupları:

Grup–Ekmek, Tahıllar, Nişastalı Yiyecekler: Tüm ekmek çeşitleri, pilav, bulgur, makarna, şehriye, un ve bunlardan yapılmış yiyecekler, çorbalar, kuru fasulye, nohut gibi kurubaklagiller, patates gibi nişastalı sebzeler bu grubun en temel besinleridir.

Grup-Sebzeler: Domates, salatalık, lahana, ıspanak, taze fasulye, kabak, patlıcan gibi tüm sebzeler bu gruba girer.

Grup-Meyveler: Elma, armut, kivi, muz, portakal, çilek gibi tüm meyveler bu gruba dâhildir.

Grup–Süt ve Süt Ürünleri: Süt, yoğurt, kefir, ayran bu gruba girer.

Grup–Et, Balık, Tavuk, Yumurta: Kırmızı et, tavuk, balık, yumurta ve peynir bu gruptaki besinlerdendir.

Grup-Yağ-Şeker Grubu Yiyecekler: Sıvı ve katı yağlar, zeytin, şeker ve şekerli yiyecekler, bal, reçel, pekmez bu grup altında toplanmıştır.

Bu besin gruplarından tüketilmesi gereken miktarlar yaş, cinsiyet ve fiziksel aktivite düzeylerine göre farklılık gösterir. Yeterli ve dengeli beslenmek için bu besin gruplarından hergün önerilen miktarlarda tüketilmelidir. Toplam günlük alınması gereken miktarlar ana ve ara öğünlere dengeli bir şekilde dağıtılmalıdır. Günlük tüketilmesi gereken besinlerin miktarları konusunda diyetisyenden bilgi alınabilir, besin piramitlerinden faydalanılabilir.

Besin piramidi nasıl kullanılır?

Besin piramidi tüm bireylere uygun sağlıklı beslenme önerilerini içerir. Besin gruplarının tanıtılması ve diyabetli bireylerin günlük beslenme alışkanlıklarında dikkat etmesi gereken temel özellikleri ortaya koyması amacıyla kullanılmaktadır. Altı besin grubundan oluşan piramidin alt kısmını dolayısıyla en geniş bölümünü kapsayan grup; tahıllar, kurubaklagiller ve nişastalı sebzelerdir. Bu, tahılların, kurubaklagillerin ve nişastalı sebzelerin diğer besinlere kıyasla daha fazla miktarlarda tüketilmesi gerektiğini ifade etmektedir. Piramidin en üst kısmını oluşturan dolayısıyla en küçük paya sahip olan grubu yağlar ve şekerlerdir. Bu durum ise söz konusu besinlerden mümkün olduğunca az tüketilmesi gerektiğini göstermektedir. Bazı ülkelerde besin piramidine egzersiz de eklenmiş ve sağlıklı yaşam piramidi olarak ifade edilmiştir (Şekil 1). Sağlıklı yaşam piramidi fiziksel aktivitenin önemine de vurgu yapmaktadır. Diyabetli olsun olmasın tüm çocukların ve gençlerin sağlıklı bir yaşam sürmeleri için bu önerilere uyması gerekmektedir.

 

İnce hamurdan yapılmış krep

Tuzlu kraker, kepekli bisküviler

Sütlü dondurma

Süt, ayran

Kuru meyve-yağlı tohum (ceviz, badem, fındık) karışımı

Şeker ilavesiz mısır gevreği (süt ile birlikte tüketilebilir)

Yapay tatlandırıcılar nelerdir?

Yapay tatlandırıcılar “çayşekeri” yerinekullanılan, aynımiktardaki şekerden daha tatlı olan, daha az enerji içeren veya hiç enerji içermeyen kimyasal maddelerdir. Günümüzde hazır besinlerin içinde bazen hacim ve kıvam artırıcı olarak, bazen de şeker yerine tatlandırıcı kullanılabilmektedir. Bu tatlandırıcılardan bazıları enerji içermediği için kan şekerini yükseltmezken, bazıları az da olsa enerji içerdiği için fazla miktarda tüketilmesi durumunda kan şekerini yükseltirler.

Enerji içermeyen tatlandırıcılar arasında asesulfam K, aspartam, neotam, sakarin, siklamat, taumatin ve stevia bulunur.

Enerji değeri azaltılmış tatlandırıcılar arasında ise eritritol, izomalt, laktilol, maltilol, sorbitol, mannitol, ksilitol, tagatoz, hidrojenize nişasta hidrolizatları yer almaktadır.

Yapay tatlandırıcıların belirli dozlarda kullanımı Amerikan Gıda ve İlaç Dairesi (FDA) tarafından onaylanmıştır. Ancak uzun dönemdeki etkilerine dair kanıtlar henüz yeterli değildir ve tartışma konusudur. Ayrıca ölçülü miktarda şeker; kan şekeri kontrolünü bozmadan, sağlıklı bir diyetin parçası olarak tüketilebileceği için yapay tatlandırıcıların kullanımı gerekli değildir.

Diyabetik veya light ürünleri kullanmak doğru mudur?

Diyabetik veya light ürünler konusunda dikkatli olunmalıdır. Bazı besinlerin ambalajı üzerinde “diyabetli bireyler için uydundur” veya “şekersiz” ibareleri bulunmaktadır. Bu ibarelerin bulunması o besinin sağlıklı besin olduğu veya serbestçe tüketilebilir olduğu anlamına gelmez. Besin etiketinde yer alan içindekiler kısmı mutlaka okunmalıdır. Besinin içindeki yağ miktarı, yağın türü, tuz miktarı gibi bilgilerde önemlidir. Bazı şekersiz veya şekeri azaltılmış besinler kalp sağlığının bozulmasına neden olabilen doymuş yağı fazla miktarda içerebilmektedir.

Bazı “diyet ürünlerinde” şeker yerine eritritol, laktilol, maltilol, sorbitol, mannitol, ksilitol gibi şeker alkolleri de kullanılabilmektedir. Bunlar, çeşitli

58

 

Herhangi bir ana veya ara öğünde çok fazla miktarda karbonhidrat tüketilirse ne olur?

Bu durumda kan şeker düzeyi yükselir ve bu birkaç saat boyunca devam eder. Ancak diyabetli o gün daha aktif ise ve daha fazla besin tüketmişse kan şekeri dengelenebilir. Ya da diyabetli bireyin ekstra karbonhidrat tüketimi nedeniyle bolus dozunu arttırması veya daha sonra gerekirse düzeltme bolusu uygulaması ile kan şekeri dengelenebilir.

Diyabet kamplarında ve hastanede besinlerin karbonhidrat miktarları yazıyor ancak gerçek hayatta karbonhidrat miktarı nasıl hesaplanır?

Herhangi bir öğünde tüketilen karbonhidrat miktarını hesaplayabilmek için yiyeceklerin bir porsiyonlarının ağırlıkları ve ne kadar karbonhidrat içerdikleri çok iyi bilinmelidir. Bunun için sabırlı olunmalı ve düzenli olarak en az 2 ay süreyle mutfak terazisi kullanılmalıdır. Bununla birlikte hazır besinlerin içindeki karbonhidrat miktarı, besin etiketi okuyarak hesaplanabilir. Besin etiketinin nasıl okunacağı daha önce anlatılmıştır.

Ramazan ayında sahur vaktinde ek insülin yaparak veya insülin yapmadan ek öğün yenilebilir mi?

Tip 1 diyabetli bireylerin öğün saatine ve öğün düzenine dikkat etmesi kan şekeri dengesinin sağlanabilmesi için oldukça önemlidir. Ancak ara sıra aile ile birlikte o farklı duyguyu yaşayabilmek adına tüketilen karbonhidrat miktarına göre ek doz insülin yaparak az yağlı, yüksek posalı besinlerin bulunduğu ek bir öğün tüketilebilir. Yapılan bu ek öğünün saatine göre kahvaltı saati ile ilgili düzenleme için diyabet diyetisyenine danışılmalıdır.

Diyabetli bir birey doğum günü partilerine ve kutlamalara katılabilir mi?

Hemen herkes ev dışında yemek yemeği, partileri ve kutlamaları sever. Bu etkinlikler çocukların sosyal gelişimleri için oldukça önemlidir ve diyabet bu tarz aktivitelere katılmaya engel bir durum değildir. Çocukların bu tür aktivitelere katılmaları ailelerinde kaygı ve endişe yaratabilmektedir. Ancak bu özel zamanlar için öğünler, diyabetli birey ile birlikte planlanarak kan şekeri kontrolünün aksamadan yönetilmesi sağlanabilir.

İlk kural “çok eğlenmektir”. Partiler tüm çocuklar için özel anlardır. Çocukların arkadaşları ile birlikte iyi vakit geçirmesine izin verilmelidir.

 

Parti okulda olacaksa öğretmeninden, evde olacak ise ev sahibinden hangi yiyeceklerin olacağı ve nasıl aktivitelerin planlandığı konusunda bilgi alınmalıdır.

Partiden önce partide hangi yiyeceklerin olabileceği ve hangilerini seçmesinin daha iyi olacağı konusunda diyabetli bireyle konuşulmalıdır.

Genellikle tuzlu besinleri (patlamış mısır, börek, poğaça, kraker gibi) seçmesi önerilmeli ancak, doğumgünü pastası veya dondurmadan da bir miktar yiyebilmesi için izin verilmelidir.

Ev sahibine veya öğretmenine hipoglisemi konusunda basit bilgiler verilmeli ve arasıra şekerli yiyecek tüketmesinde bir sakınca olmadığı anlatılmalıdır.

Partilerde diyet içeceklerin bulunmasını sağlamak zor değildir. Tercih hakkını diyet içeceklerden yana kullanmaya teşvik edilmelidir.

Eğer yediği yiyeceklerin karbonhidrat miktarını hesaplayabiliyorsa karbonhidrat/insülin oranını kullanarak ve insülin dozunda ayarlama yaparak yiyecek seçiminde ve miktarında biraz daha esnek olabilir.

Partilerde çocukların aktiviteleri artabilmektedir. Bu nedenle insülin ihtiyacı her zamankinden farklı olabilir ve biraz daha sık kan şekeri ölçümü gerekebilir. Bu konuda diyabetli bireyle partiden önce

konuşulmalıdır.

Partiler zaman takibinin yapılamadığı yerlerdir. Bu nedenle ev sahibinin veya öğretmenin kan şekeri kontrolü için diyabetliye hatırlatma yapması gerektiği vurgulanmalıdır.

Eğer kan şeker düzeyi partiden sonra yükseldi ise akşam yemeğinde yedikleri kısıtlanmamalıdır. Bu durum uyku sırasında hipoglisemiye neden olabilir. Kan şekerine göre insülin dozunda ayarlama yapılmalı

ve glisemik indeksi düşük karbonhidrat kaynakları tercih edilmelidir.

Bazı durumlarda çocuklar partide yiyebilecek uygun bir besin olmadığını düşündükleri için ya da oyuna ara vermek istemedikleri için az miktarda yiyebilirler. Az yediğinde ve çok fazla hareketli oyunlar

oynadığında uyumadan önce iyi bir akşam yemeği yemesi gece hipoglisemiye girmesini önleyebilir. Bazen ek bir ara öğüne ihtiyacı olabilir.

Ev dışında da sağlıklı beslenmek mümkün müdür?

Günümüzün uzun bir bölümü ev dışında geçirilmektedir. Bu nedenle dışarıdaki öğünlerin sağlıklı olması, sağlıklı beslenmenin önemli bir

 

bölümünü oluşturmaktadır. Aşağıdaki örneklerde gösterildiği gibi yağ ve şeker içeriği düşük yiyeceklerin tercih edilmesi önemlidir.

Soğuk sandviçler: Peynir, ızgara edilmiş tavuk, köfte, balık ile birlikte salatanın da bulunduğu soğuk sandviçler ayran ile birlikte tüketilebilir.

Pizza: Eğer pizza yemek istenirse genellikle peynirli veya sebzeli ağırlıklı olmak üzere ince hamurlu olanlardan tercih edilmelidir.

Izgara et, tavuk, balık: Bu yiyeceklerin yanında sebze garnitürü ve bulgur pilavı iyi bir seçim olabilir.

Neden idrarda ve/veya kanda keton pozitif olduğunda maden suyu içilmesi önerilir?

İnsülin yetersizliğinde veya açlık durumunda vücut, yağ depolarını kullanmak suretiyle enerji üretir. Bunun sonucunda keton cisimleri oluşur. Kanda artan ketonların fazlası vücuttan idrar yoluyla uzaklaştırılır. Vücutta fazla olan ketonları uzaklaştırmak için daha fazla idrar çıkışı olur ve böyle vücutta sıvı kaybı artar. Bununla birlikte idrarla ketonlarla birlikte sodyum gibi bazı mineraller de vücuttan atılır. Bu minerallerin atımının artması ve kanda ketonların artması kanın asiditesini artırarak komaya sebep olabilir. Kaybolan sıvı ve sodyum gibi elektrolitlerin yerine konması gerekir. Soda, başta sodyumun olmak üzere kaybolan diğer minerallerin kaynağı açısından iyi bir seçenektir. Bu nedenle şekersiz maden suyu içmek hem kaybolan sıvının hem de minerallerin karşılanmasına katkı sağlayacağı için tercih edilebilmektedir. Ancak gereksinim duyulan sıvının tümünün maden suyu ile karşılanması doğru değildir. Bu durumda bol su içmek ve uygun insülin tedavisi için mutlaka diyabet ekibi ile iletişime geçmek gereklidir.

Diyabet ve çölyak birlikteliğinde beslenme nasıl olmalıdır?

Diyabetli çocukların yaklaşık %1-10’unda çölyak gelişebilmektedir. Çölyak; arpa, buğday, çavdar ve yulafta doğal olarak bulunan ve bir çeşit protein olan “gluten”e bağışıklık sisteminin tepki vermesi ve bunun sonucunda ince bağırsağın zarar görmesidir. Bu zarar sonucunda ince bağırsak emilim işlevini yerine getiremez ve ağırlık kaybı, büyüme-gelişme geriliği, ishal, karın ağrısı, karında şişkinlik gibi sorunlar ortaya çıkar. Besin ögelerinin sağlıklı bir şekilde emilememesi nedeniyle diyabetli ve henüz tanı almamış çölyaklı bireyler daha fazla hipoglisemi yaşayabilirler.

Çölyak hastalığının tedavisi, gluten içeren besinlerin ömür boyu diyetten çıkarılmasını gerektirir. Diyetin çok sıkı bir şekilde uygulanması

 

gerekmektedir. Çok az miktarda alınan gluten bile bağırsaklardaki hasarın tekrarlamasına neden olur. Diyette temel karbonhidrat kaynakları olarak patates, mısır, pirinç, kurubaklagiller ile birlikte meyveler, sebzeler, süt ve süt ürünleri kullanılır. Ayrıca et-tavuk-balık gluten içermediği için tüketilebilir. Ancak buğday-arpa-çavdar-yulaf unu ilave edilmiş çorbalar, köfteler, kekler, makarnalar, börekler gibi yiyecekler kesinlikle tüketilmemelidir.

Günümüzde marketlerde “Glutensiz” ürünlerin olduğu raflara ulaşmak kolaylaşmıştır. Eşdeğerlerine kıyasla biraz daha maliyetli olması ile birlikte pekçok ürüne ulaşılabilmektedir. Diyetin uygulanmasında yapılan ihlal ya da ihmallere rağmen bazen hasta tarafından hissedilebilir şikâyetler oluşmayabilir. Böyle bir durumda dahi glutensiz diyetten vazgeçilmemelidir.

Hem diyabet ile hem de çölyak ile mücadele etmek biraz güçlük yaratabilmektedir. Çünkü diyabet tedavisine ek olarak “glutensiz” diyet eklenmektedir. Tedavisi olan bir durum olduğu unutulmamalı ve moral ve motivasyon için çölyak dernekleri ile işbirliği sağlanmalıdır.

Kan şekerini düşüren bir yiyecek veya bitki var mıdır?

Herhangi bir yiyeceğin veya bitkinin kan şekerini düşürebilmesi için insülin veya insülin salınımını arttırıcı bir madde içermesi gerekir. Ancak hiçbir yiyecek veya bitki insülin veya insülin salgısını arttırıcı bir madde içermez. Bu nedenle kulaktan kulağa dolaşan bazı yiyeceklerin ve bitkilerin kan şekerini düşürdüğü bilgisi kesinlikle doğru değildir. Kan şekerini dengelemek için asla bu tarz uygulamalarda bulunulmamalıdır. Zira kan şekeri üzerinde anlamlı etkileri yoktur. Bazen kan şekerinin yükselmesine neden olabilir, bazen de karaciğer, böbrek yetmezliği gibi hayatı tehdit edebilecek ciddi yan etkilere yol açabilirler. Bu nedenlerle, diyabet ekibinin önerdiği tedavi dışında alternatif bir tedavi arayışına girilmemelidir.

Diyabetli çocuklar, gençlik veya yetişkinlik dönemlerinde fazla kilolu mu olacak?

Hayır, ancak besin tüketimi, insülin dozu ve egzersiz arasındaki denge iyi sağlanamaz ise bu mümkün olabilir. Ailede fazla kilolu varsa ve genetik olarak bir eğilim varsa bu risk biraz daha fazladır. Diyabet bakımında uygun ağırlıkta olmak kullanılan insülinin etkinliğini artırır. Bu nedenle diyabet tedavisinin temel stratejilerden biri bireyin ideal ağırlıkta olmasını sağlamaktır. Sağlıklı beslenme, özellikle düşük yağlı diyet tüketmek ve yeterli egzersiz yapmak fazla ağırlık kazanamını önleyen anahtar faktörlerdir.

 

Tip 1 diyabetle Tip 2 diyabetin arasındaki fark nedir?

Yemek yendiği zaman pankreasta beta hücreleri olarak adlandırılan özel hücrelerden insülin salgılanır. Salgılanan bu insülin, kan dolaşımı ile vücuttaki tüm dokulara gönderilir. Bu sayede yenilen yemeklerden sindirim sistemi aracılığı ile emilerek kan dolaşımına geçen şeker ve diğer besinler, insülin sayesinde hücreler tarafından yaşamın sürdürülebilmesi çin gerekli enerji kaynağı olarak ve diğer işlerde kullanılabilir. Midenin arkasında yer alan pankreas bezinin içindeki adacık hücreleri olarak bilinen hücreler, kandaki şeker miktarını hissedip buna göre insülin salgılarlar. Vücudun normal olarak çalışabilmesi ve sağlıklı olarak yaşamın sürdürülebilmesi için sürekli olarak kan dolaşımında ve dokularda insüline ihtiyaç vardır. Tip 1 diyabet, ürettiği insülini kan dolaşımına salgılayan pankreastaki beta hücrelerinin zaman içinde kalıcı olarak zedelenmesine bağlı olarak gelişir. Bu hücrelerin insülin üretme kapasitesi yaklaşık olarak %80-90 oranında kaybolduğunda, diyabet bulguları ortaya çıkar. Bu hasar, çoğunlukla vücudun savunmasında rol oynayan hücrelerin, tam olarak anlaşılamayan nedenlerle kendi beta hücrelerimize saldırıp zarar vermesine bağlı olarak gelişir. Dokularda insülin olmadığında şeker hücrelerin içine alınamaz. Yaşamsal fonksiyonlar için gerekli olan enerji, dokulardaki yağların ve proteinlerin yakılması ile elde edilmeye çalışılır. Ancak bu hastalıklı yol dokuların erimesine yol açar. İnsülin yokluğunda vücutta kullanılamayan şeker, kan şeker düzeyinin yükselmesine, şekerin idrar ile atılmasına, şeker ile birlikte idrarda aşırı su ve tuz kaybına yol açar.

Tip 2 diyabet, toplumda en sık görülen diyabet türüdür. Tip 2 diyabetin ortaya çıkışına yol açan en önemli neden, bireyin vücudunda insülinin etkilerine dokularda bir direnç olması ve vücudun bu direncin üstesinden gelecek kadar yeterli insülin üretip salgılayamaması, buna bağlı olarak da kan şekerinin yükselmesidir. İnsülin direncine genetik yatkınlıklar (aileden kalıtım ile geçen nedenler) dışında hareketsiz yaşam tarzı, aşırı beslenme ve şişmanlık gibi nedenler de Tip 2 diyabete yol açabilir. Tip 2 diyabette insülin salgısı mevcuttur, ancak bu salgı miktarı, vücudun insülin direnci nedeniyle artmış insülin ihtiyacını karşılayamaz.

İnsülin yapılan yerlerde neden şişlikler oluşuyor? “Lipolar” nasıl önlenir ve tedavi edilir? Lipoların yan etkisi var mıdır? Lipolar tekrar dağılır mı?

İnsülin, şeker kontrolünün yanı sıra hücrelerin gelişimi için destek olan ve dokuların yağ ve protein içeriğinin ve depolarının korunmasını sağlayan bir

 

hormondur. Eğer insülin enjeksiyonları hep aynı noktaya yapılırsa bu noktada aşırı yağ birikimine yol açar. Bu lipohipertrofi olarak isimlendirilen yağ bezesi görünümündeki ciltteki kabarıklık ağrısızdır. Buraya yapılan insülin enjeksiyonlarının emilimi normal değildir. İnsülinin etkisinin ne zaman başlayacağı, ne zaman biteceği tahmin edilemez, kan şekerlerinin inişli çıkışlı seyretmesine, beklenmedik hipoglisemilerin ortaya çıkmasına yol açar. Lipohipertrofinin tedavisinde bu yağ bezesi görünümündeki noktalara insülin enjeksiyonları yapmamak çoğunlukla birkaç hafta ile birkaç aylık sürede bunların kaybolmasını sağlar. Bu lezyonların oluşmasını engellemek için bir rotasyon şeması izleyerek her enjeksiyonun farklı noktaya yapılması, kalem iğnelerinin bir defadan daha fazla kullanılmaması yeterlidir. İnsülin pompası ile tedavi edilen bireylerin de infüzyon setlerini her değiştirdiklerinde farklı bir noktaya takmaları lipohipertofi oluşmasını önleyecektir.

İğne uçları kaç defa kullanılabilir?

İğne uçları tek kullanımlıktır.

Kan şekeri ölçümü için kullanılan parmak delme aparatının lanceti (iğne uçları) kaç defa kullanılabilir?

Lancetler de tıpkı iğne uçları gibi tek kullanımlıktır.

Diyabetli bireylerin yaşamlarının sonuna kadar kısıtlamalar sürecek mi?

Sağlıklı kalmak isteyen herkes gibi diyabetli bireyler de tüm yaşamları boyunca sağlıklı beslenmeli, düzenli egzersiz yapmalarını sağlayacak fırsatlar yaratmalıdırlar. Günümüzde gelişen teknoloji sayesinde hem insülin tedavisi çok daha kolay ve etkili uygulanabilir hale gelmiş, hem de insülin tedavisini düzenlemede önemli rol oynayan kan şekeri izlemi çok daha kolay ve çok daha fazla yol gösterici olmuştur. Bu gelişmeler ilerleyen dönemde hayalimiz olan yapay pankreasın diyabetli bireylerin yaşamını çok daha kolaylaştıracaktır.

Yüz nakli yapılıyor da neden pankreas nakli yapılmıyor?

Organ nakli, fonksiyon göstermeyen organların beyin ölümü gerçekleşmiş kişilerden alınarak veya karaciğer, böbrek naklinde olduğu gibi canlı vericiden alınarak organı çalışmayan kişiye cerrahi olarak bu organın takılması ile gerçekleşir. Ancak bu yeni takılan organ, alıcının savunma hücreleri tarafından yabancı olarak görülerek saldırıya uğrar. Eğer bu saldırı

 

baskılanmazsa yeni takılan organ kısa sürede çalışamaz hale gelir, yani red edilir. Bu reddi önlemek için organ nakli yapılan kişilerde vücudu mikroplara karşı da koruyan savunma sisteminin zayıflatılması gereklidir. Bu savunma sistemini zayıflatan ilaçlar önceki dönemlerde kullanılan ilaçlara göre çok daha gelişmiş ve daha az yan etkiye yol açmasına rağmen halen önemli bir risk oluşturmaktadır. Pankreası hiç insülin üretmeyen birisi için çalışmayan bu organın yerine bir kadavradan alınan pankreasın konulması fikri ilk kez 1966 yılında daha önce böbrek yetmezliği nedeniyle böbrek nakli yapılmış ve zaten bu nedenle vücudun savunma sistemini zayıflatan ilaçları kullanan bir hastada uygulanmıştır. Nakil sonrası kan şekeri insülinsiz kontrol edilmiş olsa da, hasta akciğer komplikasyonu nedeniyle nakilden 3 ay sonra hayatını kaybetmiştir. Günümüzde pankreas nakli, çoğunlukla böbrek yetmezliği nedeniyle böbrek nakli yapılacak diyabetli bireylere böbrek nakli ile birlikte veya böbrek naklinden sonra uygulanmaktadır. Bu sayede böbrek nakli için yeni takılan böbreğin reddini önleyecek vücudun savunma sistemini zayıflatan ilaçlar yeni pankreasın da reddini önlemektedir. Ancak böbrek yetmezliği olmayanlarda sadece diyabeti tedavi etmek için pankreas naklini yapmanın getirdiği hayati riskler, günümüzün gelişmiş ilaçları ve cihazlarıyla diyabeti tedavi etmekten çok daha fazladır. Elimizdeki tedavi seçenekleri ile çoğu diyabetli için kontrol sağlanabilmekte ve diyabetli bireyler uzun yıllar komplikasyonları olmadan yaşamlarını diyabetleri ile sürdürmektedir. Pankreas nakli çoğu diyabetli için ek bir fayda getirmeyecektir. Bu nedenle sadece diyabetin tedavisi için kullanılmamaktadır.

Yapay pankreas neden ülkemizde takılmıyor?

Yapay pankreas denince, normal çalışan pankreas beta hücreleri gibi şekeri hissedip buna göre insülin veren bir cihaz akıllara gelmektedir. Günümüzde insülin pompaları doktorların yaptığı ayarlamalara göre sürekli insülini cilt altına vererek bazal insülin ihtiyacını etkili bir şekilde karşılayabilmektedir. Tüketilen karbonhidrat miktarına ve ölçülen kan şekeri değerine göre de gerekli olan bolus dozunu birey kendi göndererek yemek sonrası kan şekerinin kontrolünü sağlayabilmektedir. Bunun dışında günümüzde hızla gelişen teknoloji sayesinde cilt altı sıvısındaki şeker değerlerinin 3-14 gün boyunca sürekli ölçülerek kayıt edildiği sistemler, şekerin günlük hayatın seyri sırasında sürekli izlenmesine de olanak sağlamaktadırlar. Şimdi sıra sürekli şeker izlem sisteminden elde edilen kan şekeri değerlerine göre çalışacak bir insülin infüzyon pompası oluşturabilmektedir. Bununla ilgili dünya genelinde yoğun bir şekilde umut verici araştırmalar sürmektedir. Ancak henüz tümüyle yapay bir pankreas gibi çalışabilecek sistem için biraz

 

daha beklenmesi gerekmektedir. Kullanılan sürekli şeker ölçüm sistemleri biraz daha geliştirilmeli, bunun yanı sıra insülinin daha hızlı etki göstermesini sağlayacak değişiklikler de gerekmektedir. Özetle teknoloji alanındaki gelişmeler yapay pankreas hayalinin gerçekleşmesinin çok uzak olmadığını söylese de, halen biraz daha zamana ihtiyaç vardır.

Ülkemizde adacık nakli yapan klinik var mı?

Adacık nakli, kadavradan (beyin ölümü gerçekleşmiş bir kişiden) çıkartılan pankreasın içindeki insülin üreten beta hücrelerinin ayrıştırılarak diyabetli bireye verilmesi yoluyla gerçekleştirilir. Tüm pankreas nakline göre daha basit, riski daha az bir işlemdir. Adacık nakli sonrası da bu yeni hücrelerin alıcının savunma sistemi tarafından yok edilmesini önlemek için vücudun direnç sistemini zayıflatan ilaçların kullanılması gereklidir. Ülkemizde adacık nakli konusunda önemli çalışmalar yapılmakta, adacık nakli için hazırlıklar sürmektedir. Ankara’da ADACELL bünyesinde Pankreas Adacık Hücre Araştırma Merkezi, Kocaeli Üniversitesi Kök Hücre ve Gen Tedavisi Araştırma Merkezi, Adacık Biyolojisi Araştırma Programı, Akdeniz Üniversitesi Gen ve Hücre Tedavi Merkezi, Acıbadem LABCELL, İstanbul Üniversitesi Diyabet Araştırmaları ve Uygulamaları Merkezi ülkemizde bu alanda çalışan merkezlerdir.

Dünyada da adacık nakli ile ilgili gelişmeler sürmektedir. Halen sadece kadavra pankreasından elde edilen adacıklar kullanılmakta, yeterli verici olmaması bu tedavi şeklinin daha yaygın kullanımının önündeki en önemli engel olmaktadır. Verilen adacıklar genelde tüm tedavi seçeneklerine rağmen zaman içinde fonksiyonunu kaybedebilmektedir. Adacık naklinden üç yıl sonra diyabetli bireylerin, sadece %35’i insülinsiz yaşamlarını sürdürebilmiştir, geri kalan %65’i için insülin tedavisi tekrar başlanmıştır.

Tip 1 diyabetli bireyler hamile kalınca zorluk çeker mi?

Hamilelik, hem anne hem de bebeği için ciddi risk oluşturmamalıdır. Bu nedenle gebelik planlayan Tip 1 diyabetli anne adayları önce doktorları ile görüşmeli, onların önerilerine göre planlama yapmalıdırlar. Gebelik döneminde kan şekeri izleminin devam etmesi gereklidir. İlk 3 ayda özellikle gebeliğe bağlı bulantı ve kusmaların olduğu dönemde kan şekeri kontrolünü sağlamak oldukça güç olabilmektedir. Gebeliğin son 3 ayında ise artan insülin ihtiyacını yerine koyacak şekilde insülin dozları arttırılmalıdır.

 

Hamilelikte çıkan diyabet geçici midir? Kalıcı mıdır?

Hamilelik şekeri (Gestasyonel Diyabet), daha önceden diyabeti olmayan anne adaylarında hamileliğin 24. haftasından sonra ortaya çıkan kan şekeri yüksekliğidir. Genellikle hamilelik döneminde üretilen hormonların yol açtığı bu durum, doğum sonrasında çoğunlukla normale döner. Ancak gebelik döneminde diyet ile gestasyonel diyabet kontrol altına alınamıyorsa çoğunlukla insülin ile tedavi edilmesi gerekebilir. Gestasyonel diyabet tanısı konulan çoğu kadın sonraki gebeliklerinde de gestasyonel diyabet ile karşılaşabilir, bunun yanı sıra diyabet riski de artabilir. Bu nedenle bu artmış riski azaltmak için düzenli egzersiz yapmak, sağlıklı vücut ağırlığında tutacak dengeli bir beslenme ve yaşam düzeni sürdürmek fayda sağlar.

Kulaktan duyma bitki ve ilaçlar şekerimizi etkiler mi?

Bu güne kadar diyabet tedavisinde yararlı olduğunu bilimsel verilerle ortaya koymuş “doğal”, “bitkisel” olduğu söylenen bir “ilaç” yoktur. Genelde bu alanda adı söylenen bitkisel besin katkıları da sadece kullananların kendilerine iyi geldiğini söylediği, aslında kan şekeri üzerine anlamlı etkisi olmayan, bazen de karaciğer, böbrek yetmezliği gibi hayatı tehdit edebilecek ciddi yan etkilere de yol açabilecek maddelerdir. Kullanılmaları önerilmez.

Hamileyken insülin dozları nasıl ayarlanmalıdır?

Diyabetli bireyler gebe kaldıklarında, hem annenin hem de karnındaki bebeğinin sağlıklı olabilmesi, sorunsuz bir hamilelik süreci yaşanması için iyi kan şekeri kontrolü çok önemlidir. İdeal olarak gebe kalmadan önce anne adayının iyi kan şekerine ulaşması hedeflenmeli, tüm gebelik boyunca da yakın kan şekeri izlemi ile insülin dozları gerekli şekilde ayarlanarak izlenmelidir. Gebelik boyunca hedef açlık kan şekeri için 70-100 mg/dl; öğün sonrası 1. saat kan şeker düzeyi 100-140 mg/dl; öğün sonrası 2. saat kan şeker düzeyi 90-120 mg/dl arasında olması sağlanmalıdır. Çoğu diyabetli birey için HbA1c hedefi £%6.5 olmalı, eğer hipoglisemi riski yüksek değilse bu hedef £%6 olmalıdır. Genel olarak hamileliğin ikinci üçüncü ayından itibaren insülin ihtiyacında artış olur, kan şekeri izlemlerine göre insülin dozlarının ayarlanması gerekir. Hedef kan şekeri değerlerine ulaşabilmek için günde 6-7 defa kan şekeri ölçülmelidir. Açlık kan şekeri değerleri yüksek ise uzun etkili insülin dozunun arttırılması, öğün sonrası tokluklar yüksek ise öğün öncesi yapılan insülin dozlarının arttırılması gerekir. Doğum sonrası insülin ihtiyacı genellikle gebelik öncesi dozlara iner.

 

Kan şekeri yüksek olduğunda organlar neden zarar görür? Bu durum HbA1c yükseldiğinde de olur mu? Diyabet hangi organlara zarar verir?

Kan şekeri değerlerinin uzun süre yüksek seyri, dokuların beslenmesinde önemli rol oynayan küçük ve büyük damarların zarar görmesine, bir süre sonra da tıkanmasına yol açabilir. Bu dolaşım yetersizliği sinirlerin de beslenmesini bozarak fonksiyonlarını yerine getirmesini önler. Hasarlanan sinir liflerine göre ayaklarda his azalması, ayakta terlemenin azalması, kabızlık-ishal atakları, ayağa kalkıldığında baş dönmesi gibi yakınmalara yol açabilir. Bunun yanı sıra görmeyi sağlayan retina tabakasındaki damarlardaki bozulma, önce bu damarlarda küçük baloncuklar oluşmasına, ardından kanamaya ve görme kaybına kadar ilerleyebilir. Böbrek damarlarındaki hasar, böbreklerin süzme işlevinin bozulmasına yol açabilir. Komplikasyon adı verilen bu değişiklikler aylar, yıllar gibi uzun süreli kan şekeri yüksekliğinde gelişir. HbA1c yüksek ölçüldüğünde son 2-3 aylık dönemdeki kan şekeri seyri ile ilgili bilgi verir, bir kez yüksek olması bu komplikasyonların ortaya çıkmasına yol açmaz. Ancak HbA1c değerinin uzun süre yüksek seyretmesi komplikasyon gelişiminde rol oynayabilir. Buna ek olarak, kan şekerinin çok inişli ve çıkışlı seyri, tansiyonun ve kan yağlarının yüksek olması da komplikasyonların gelişiminde rol oynayabilir.

HbA1c’nin iyi olması için ne yapılmalıdır?

HbA1c genellikle 2-3 aylık kan şekeri seyrini gösterir. İyi kan şekeri kontrolü için doktor başka bir hedef vermediyse çocuk yaş grubunda HbA1c değerinin

<%7.5 (ortalama kan şekeri <169mg/dl) olması, erişkinlerde <%7 (ortalama kan şekeri <154 mg/dl) olması hedeflenmektedir. Tabii iyi kan şekeri kontrolü sadece A1c değerini hedefte tutmak demek değildir. Bunun yanı sıra kan şekeri hergün düzenli olarak ölçülmeli, kan şekeri seyrinin de çok iniş ve çıkışlı bir şekilde olmaması sağlanmaya çalışılmalıdır.

Ayak bakımı dışında kişisel olarak başka hangi bakımlara ihtiyaç vardır?

Kan şekeri kontrolü ve genel sağlık açısından diş bakımı da önemlidir. Diş sağlığı bozuk kişilerin kan şekerini kontrol etmek zordur. Ayrıca düzenli uyku uyumak diyabetli bireyler için önemlidir. Düzensiz uyku hem sağlığı hem de kan şekeri kontrolünü olumsuz yönde etkiler.

 

Adet döneminde kan şekeri düzeyinde bir sıkıntı olur mu? İnsülin dozlarını nasıl ayarlamak gerekir?

Bazı Tip 1 diyabetli geç kızlarda, adet dönemlerinde değişen hormon (östrojen ve progesteron) düzeylerine göre insülin ihtiyacında ve buna bağlı olarak kan şekeri değerlerinde değişiklik gözlenebilir. Özellikle adet kanamasından 2-3 gün öncesi kan şekeri değerlerinde yükselme, adet kanaması sonrasında da düşmeler görülebilir. Bu süreç her genç kız için farklı olabilir. İdeal olarak bir günlük tutarak kan şekeri ölçümlerini adet öncesi hafta, adet döneminde ve adet sonrasında kaydetmek, değişen ihtiyacı ortaya koymak açısından önemli bir bilgi kaynağı olacaktır. Adet dönemlerine göre insülin ihtiyacındaki değişimin bir düzeni var mı bu sayede görülebilir, eğer varsa buna göre insülin dozları ayarlanabilir.

Diyabetlilerin ayaklarındaki yaralar neden geç iyileşir?

Ayakların bakımı ve korunması diyabetli bireyler için çok önemlidir. Kan şekerlerinin yüksek ve kontrolsüz seyri dokuları besleyen hem büyük hem de küçük damarların bozulmasına, sinirlerin fonksiyonlarını yitirmesine neden olur. Sinir hücrelerinin hasar görmesi ayakları koruyan ağrı, sıcak soğuk duyularının kaybolmasına, terlemenin kaybolmasına neden olur. Diyabetin kontrolsüz seyri, yol açtığı damar hasarı nedeniyle dolaşım bozukluğuna, ayakların beslenmesinin bozulmasına, sinir hasarı ile de ayakları koruyan duyuların kaybolmasına yol açarak, sıkan bir ayakkabının vurması veya ayağa bir nesnenin batması, ayakta yaraların oluşmasına zemin hazırlar. Sinir hücreleri iyi beslenemediği için de bu yaralar kolay iyileşemez. İyi kan şekeri kontrolü bu sinir hasarının ve damar sorunlarının ortaya çıkışının engellenmesindeki en güçlü ve etkili yöntemdir.

Diyabet ruh sağlığını etkiler mi?

Diyabet ile birlikte yaşamını sürdürmeyi kabul edip, bunun gereklerini yerine getirenler için diyabetin ruh sağlığına doğrudan olumsuz bir etkisi yoktur.

Diyabetle baş etmenin zorlukları nelerdir? Aile üyeleri nasıl destek olabilir?

Diyabet tedavisinin günlük hayatın içinde yapılabilir hale gelmesini sağlamak önemlidir. Aile bireyleri bu süreçte yeni yaşam düzeninin oluşturulmasında destek olabilirler. Aile üyeleri engelleyici değil, günlük hayatın diyabet ile de değişmeden devamı için destekleyici olmalıdırlar. Ciddi hipoglisemilerde onlar en önemli emniyet noktalarıdır.

 

Tip 1 diyabetli iki bireyin birbirleri ile evlenmesi sakıncalı olabilir mi?

Tip 1 diyabet, Tip 2 diyabet kadar kalıtsal değildir. Hem annesi hem de babası Tip 2 diyabetli olan her 3 kişiden 2’sinde Tip 2 diyabet gelişir. Eğer sadece anne veya baba Tip 2 diyabetli ise diyabet gelişme riski 1/3’tür. Oysa annesi, babası veya ailesindeki diğer bireylerden herhangi biri Tip 1 diyabetli ise, Tip 1 diyabet gelişme riski 1/20-25 kişidir.

Diyabetli olarak normal ve başarılı bir ömür sürmek mümkün müdür?

Evet, mümkündür. Önemli olan diyabeti unutmadan hayatı diyabet ile sürdürmektir. Dünya tarihi Tip 1 diyabet ile yaşamlarını sürdüren birçok ünlü ile doludur. Başarılı oskar ödüllü aktrist Halle Berry, Formula 1 yarışçısı Charlie Kimball, NBA basketbol oyuncusu Adam Morison bunlardan sadece bazılarıdır.

Diyabetliler kan, ilik veya organ gibi bağışlarda bulunabilirler mi? Kan şekeri kontrolü iyi olan, kan bağışı için başka bir engeli olmayan Tip 1 diyabetli bireyler bağışta bulunabilirler. Ancak, Tip 1 diyabetlilerin kemik iliği

vermeleri uygun değildir.

Tip 1 diyabetliler hipoglisemi anlarında neler yaşıyorlar? Öncesi ve sonrasında neler hissediyorlar?

Kan şekerinin düştüğü hissedildiğinde, bireyler bazen kan şekerini ölçmek dahi istemeyebilmektedir. Bu nedenle, kan şekeri daha da düşebilmektedir. Ancak kan şekerinin düştüğü ölçülerek saptandıysa ve bilinç yerindeyse hipoglisemi tedavisini uygulamak daha kolay olmaktadır. Hipoglisemi tedavisinden sonra, kaçamakların çok olabileceği anlar yaşanabilmektedir. Genellikle bireyler ani açlık hissetmekte ve hızlı bir şekilde şekerli yiyecekler tüketebilmekte ve çoğunlukla bu konuda kendilerini durduramayabilmektedirler. Bazı zamanlarda hipoglisemiden sonra yenilenler ya da yapılanlar hatırlanamayabilmektedir. Eğer yanlarında biri varsa hatırlama konusunda onlardan destek alabilmektedirler.

ÖSYM’nin gerçekleştirdiği sınavlarda engelli sınıfında girebilmek için nasıl bir yol izlenmelidir? ‘Engelli sınıfında girmenin olumlu/olumsuz yanları nelerdir?

Sınav başvurusu yaparken ÖSYM’nin başvuru ekranında “Engelli Sınıfında Girmek İstiyorum” kısmını işaretlemek gerekmektedir. Söz konusu kısım

 

işaretlendiğinde hemen yanındaki ‘insülinini yanında bulundurabilir’ kısmının da işaretlenmesi gerekmektedir. Bu işlemler başvuru aşamasında yapılırsa sınava girilecek okulda engelliler için hazırlanmış sınıfta sınava girilebilir.

Engelli sınıfında sınava girmek oldukça fayda sağlamaktadır. Çünkü, ara öğün, kan şekeri ölçüm cihazı, insülin ya da insülin pompası gibi Tip 1 diyabetin tedavisi ile ilgili malzemeler sınava alınabilmekte ve hatta sınav esnasında tuvalete gidebilme izni çıkabilmektedir.

Eğer “Engelli Sınıfında Girmek İstiyorum” kısmı işaretlenmediyse geç kalınmadan bulunulan ildeki ÖSYM bürosuna gidilmelidir. ÖSYM bürosunda yetkili bir kişiyle görüşüp; sınav başvurusu yaparken “Engelli Sınıfında Girmek İstiyorum” kısmının işaretlenmesi gerektiğinin bilinmediğini ve engelli sınıfında girmek istendiğini belirten bir dilekçe yazılmalıdır. Buna ek olarak dilekçe ile birlikte, adayın Tip 1 diyabetli olduğunu gösteren bir rapor ve doktor tarafından imzalanmış bir reçete sunulmalıdır. Bu reçetede; “kaç yıldır Tip 1 diyabetli olduğu, sınav esnasında yanında insülin pompası, kan şekeri ölçüm cihazı, ara ya da ana öğünü olmalıdır” gibi sınav esnasında ihtiyaç duyacağı malzemeler yazılmalıdır. Tüm bu belgeler ÖSYM bürosuna teslim edildiğinde, belgelerin onaylı kopyasının alınması önemlidir. Aynı belgelerin Ankara’da bulunan ÖSYM’ye de gönderilmesi, herhangi bir sorunla karşılaşma olasılığını azaltabilir.

Yurt dışı seyahatlerinde nelere dikkat edilmelidir?

Güvenlik kontrollerinde el bagajı olarak taşınan çantada; insülin, iğne ucu ya da meyve suları olması sorun yaratabilmektedir. Bu sorunun üstesinden gelebilmek için, bireyin diyabetli olduğuna dair onaylı bir raporunu yanında bulundurması gerekmektedir. Yurtdışı güvenlik geçişleri için de aynı raporun İngilizce olarak yazılmış hali olmalıdır.

İnsülin pompası kullanan bireyler de pompa raporunun Türkçe ve/veya İngilizce formatını yanlarında bulundurmalıdır. Özellikle x-ray cihaz geçişlerinde güvenlik görevlileri elle kontrol yapabilmektedirler. Bu esnada birey telaşlanmadan Tip 1 diyabetli olduğunu ve insülin pompası kullandığını söylemelidir. İstenmesi halinde rapor belgelenmelidir.

Erasmus öğrencisi olarak yurt dışına giden Tip 1diyabetlilerin dikkat etmesi gereken mevzuatlar nelerdir?

AT / 11 belgesi, SSK’lı olan her bireyin SGK genel Müdürlüğü, Yurt Dışı İşlemleri Bürosundan alabileceği bir belgedir. Bu belge, bireylerin Türkiye ile Sosyal Güvenlik Anlaşması olan ülkelerde eğitim/staj için bulundukları süre içerisinde Türkiye’deki sağlık güvencelerinin devamlılığını ifade eder. Ayrıca

 

bu ülkelerin sağlık politikaları kapsamında, ülkelerdeki sağlık hizmetlerinden yararlanılabilmeyi sağlar (diş tedavisi hariç). Türkiye ile Sosyal Güvenlik Anlaşması olan ülkeler; İngiltere, Almanya, Hollanda, Belçika, İsviçre, Fransa, Azerbeycan, Kanada, İsveç, Norveç ve Danimarka’dır.

AT / 11 belgesinin alımı ve AT / 11 belgesini alabilmek için istenilen belgeler:

AT   /11   belgesi   illerdeki    SGK   Kurumu          Başkanlıklarından          temin edilebilmektedir. Bu belgeyi alabilmek için;

Öğrenci SGK çalışanı çocuğu ise aşağıdaki belgeler, bağlı bulunulan SGK şubesine verilmelidir:

Kimin SGK’sı kullanılıyorsa, o kişiye ait vizite kağıdı ve diyabetli bireyin adına vizite kağıdı,

Yurtdışında kalınacak süreyi kapsayan hesap fişi,

Gidilecek Üniversiteden gelen kabul mektubu,

Diyabetli öğrencinin Üniversitesinden alınan ve Erasmus öğrencisi olduğunu bildiren belge,

Çalışanın kimlik fotokopisi,

Diyabetli bireyin kimlik fotokopisi.

Emekli yakını ise aşağıdaki belgeler, bağlı bulunulan SGK şubesine verilmelidir:

Aktif durumda olan öğrenci sağlık karnesi,

Emekli maaşının yattığı bankadan alınmış belge,

Diyabetli öğrencinin Üniversitesinden alınan ve Erasmus öğrencisi olduğunu bildiren belge,

Çalışanın kimlik fotokopisi,

Diyabetli bireyin kimlik fotokopisi.

Tip 1 diyabetli bireyler H sınıfı ehliyet alıp ÖTV’siz araç alabilir mi? Hayır, alamazlar. Özel tertibatlı olarak imal, tadil ve teçhiz edilmiş motosiklet veya otomobil türünden araçları kullanacak engelli bireyler H sınıfı ehliyet alabilirler. ÖTV’siz araç alımı konusunda ise engelli bireyler

için iki tür uygulama vardır. Bunlardan birincisi kendisi araç kullanabilecek durumda olanlar için, ikincisi de başkasının kullanması için alınacak araçlar içindir.

Silindir hacmi 1600 cc’den az olmak şartıyla, binek otomobilleri ve esas itibarıyla insan taşımak üzere imal edilmiş diğer motorlu taşıtlar.

2800 cc’den düşük olmak kaydıyla eşya taşımaya mahsus motorlu taşıtlar.

Yazar Hakkında

Dyt. Büşra Nur Yiğit

Dyt. Büşra Nur Yiğit

Hacettepe Üniversitesi Sağlık Bilimleri Fakültesi Beslenme ve Diyetetik Bölümü’nden yüksek şeref öğrencisi olarak mezun oldum. Eğitim hayatım boyunca Hacettepe Üniversitesi Tıp Fakültesi Hastanesi Prof. Dr. Ali Dursun Çocuk Sağlığı ve Hastalıkları Anabilim Dalı, Beslenme ve Metabolizma Ünitesi’nde çalışmalarda bulundu. Prof. Dr. Selçuk Dağdelen ve Prof. Dr. Okan Bülent Yıldızla diyabet konusunda çalışmalar yaptı.
GATA' da Doç.Dr. Mustafa Ulubay ile Kadın Hastalıkları ve Doğum Beslenmesinde çalışmalar yaptı.
Gelişimime katkı sağlamak amacıyla Metabolik ve Bariatrik Cerrahi Diyetisyenliği, Obezite veya Diyabet Tedavisine Güncel Yaklaşımlar, Sezgisel Yeme Psikolojik beslenme bozuklukları gibi birçok eğitim ve kurs programına katıldım.
Şuan da online ve yüz yüze olarak, kilo yönetimi ve hastalıklarda tıbbi beslenme tedavisi hizmetlerimin yanında mide balonu, mide botoksu, sleeve gastrektomi (tüp mide) ve gastrik bypass (MGB, RYGB) olmak üzere obezite cerrahisi alanında hizmet vermektedir
18.07.2022 tarihinden itibaren Çocuk Metabolizması üzerine çalışmalar yapıldı.
Hipofiz Hastalıkları Tanı, Tedavi Ve İzlem Kılavuzu (3/04/2024-3/05/2024 tez çalışmalarına katılmıştır.
Şuanda Hacettepe Üniversitesi Tıp Fakültesi hastanesi Psikiyatri Prof.Dr.Cengiz Kılıç ile birlikte psikolojik tez makale çalışmalarına devam etmektedir
Prof.Dr.Deniz Demiryürekle birlikte Akupunktur,Mezoterapi üzerine çalışmalar devam etmektedir.
Hacettepe üniversitesi Tıp Fakültesi Hastanesinde Prof Asistanı olarak hizmet vermektedir

Önemli Bilgilendirme

Site içerisinde bulunan bilgiler bilgilendirme amaçlıdır. Bu bilgilendirme kesinlikle hekimin hastasını tıbbi amaçla muayene etmesi veya tanı koyması yerine geçmez.