Doktorsitesi.com

BAĞIŞIKLIK SİSTEMİMİZ NASIL ÇALIŞIR?

Uzm. Dr. Emel Yiğit Karakaş
Uzm. Dr. Emel Yiğit Karakaş
5 Aralık 20254 görüntülenme
Randevu Al
BAĞIŞIKLIK SİSTEMİMİZ NASIL ÇALIŞIR? Vücudumuzun normal fizyolojik işleyişini bozan her durumla mücadele etme yeteneğidir. Bağışıklık sistemimiz çoğunlukla biz farkında olmadan iş başındadır. Vücudumuza giren istilacı mikroplar, vücudumuzda meydana gelen istenmeyen hücresel değişiklikler ile durmadan savaşır ve ruhumuz bile duymadan zararlı organizmaları ve zararlı hücreleri etkisiz hale getirir. Bu karşılaşılan zararlı ile mücadele bazen hemen kazanılamaz ve biz hastalanırız. Hastalandığımızda hissettiğimiz güçsüzlük, kas ağrıları, ateş, iştahsızlık, uyku düzenimizdeki değişiklikler bağışıklık sistemimizin patojen mikroplar ile yürüttüğü savaş esnasında ortaya çıkan kimyasalların etkileri nedeni ile ortaya çıkar. Bazen zararlı mikroorganizma ile ilk karşılaşmada savaş öyle kızışır ki hastalığın başında yataklara düşeriz. Örneğin: Su çiçeği, kabakulak, kızamık.
BAĞIŞIKLIK SİSTEMİMİZ NASIL ÇALIŞIR?

BAĞIŞIKLIK SİSTEMİMİZ NASIL ÇALIŞIR?

Vücudumuzun normal fizyolojik işleyişini bozan her durumla mücadele etme yeteneğidir.

Bağışıklık sistemimiz çoğunlukla biz farkında olmadan iş başındadır. Vücudumuza giren istilacı mikroplar, vücudumuzda meydana gelen istenmeyen hücresel değişiklikler ile durmadan savaşır ve ruhumuz bile duymadan zararlı organizmaları ve zararlı hücreleri etkisiz hale getirir. Bu karşılaşılan zararlı ile mücadele bazen hemen kazanılamaz ve biz hastalanırız. Hastalandığımızda hissettiğimiz güçsüzlük, kas ağrıları, ateş, iştahsızlık, uyku düzenimizdeki değişiklikler bağışıklık sistemimizin patojen mikroplar ile yürüttüğü savaş esnasında ortaya çıkan kimyasalların etkileri nedeni ile ortaya çıkar. Bazen zararlı mikroorganizma ile ilk karşılaşmada savaş öyle kızışır ki hastalığın başında yataklara düşeriz. Örneğin: Su çiçeği, kabakulak, kızamık.

Bağışıklık sisteminin iki bölümü vardır. Doğuştan gelen bağışıklık (innate), ve adaptif bağışıklık sistemi olarak adlandırılır. Doğuştan gelen bağışıklık sistemi, vücudunuzun zararlı mikroplara maruz kaldığı andan, bağışıklık tepkisinin ikinci bölümü olan adaptif bağışıklık sistemi devreye girene kadar sizi koruyan genel bir savunma mekanizmasıdır.

Ağız yolu ile alınan mikropların mide asidi ve sindirim enzimleri yolu ile sindirilip öldürülmesi doğuştan gelen bağışıklığın bir parçasıdır. Ancak esas mekanizma alınan zararlı, hastalık yapıcı mikroorganizmanın makrofajlar adı verilen savunma hücreleri tarafından yakalanıp parçalanmasıdır.

Bu yakalama ve parçalama (Fagositoz) esnasında patojen organizma tamamen öldürülebilirse hastalık ya hiç hissedilmeden ya da çok kısa süre hafif semptomlar ile atlatılır. Ancak bu öldürme başarılı olamaz veya bu parçalanma esnasında yeni hastalık yapıcı antijen adı verilen proteinler açığa çıkar ise o zaman adaptif bağışıklık istemi devreye girer.

Adaptif bağışıklık sistemi, zararlı mikroorganizmayı ilk saptayan makrofajların salgıladığı İL-1 ve TNF, GM-CSF, G-CSF, M-CSF adı verilen bir dizi kimyasal maddeler ile uyarılır. Ve kemik iliğinde muazzam bir savunma hücresi üretim artışı başlar ve kanda nötrofil, monosit ve lenfosit sayılarında artış olarak biz bunu görebiliriz. Ardından dolaşım sistemine yönlendirilen savunma hücrelerinden: nötrofillerin dolaşımda kalması, monositlerin dokulara transferi ve makrofajlara dönüşümünün artması, lenfositlerin lenf bezlerine transferi gibi muazzam bir lojistik faaliyet başlar. Tüm savunma hücreleri yerini aldıktan sonra sırada, ortamdaki yabancı antijenlerin lenfositler adı verilen hücrelere sunulması, antijenlerin tanınıp onlara özel antikorlar geliştirilmesi vardır. Her istilacı, hastalık yapıcı mikroorganizmaya özel olarak üretilmiş bu antikorlar ortamdaki zararlı virüs veya bakteri veya onlardan açığa çıkan proteinlere yapışarak onların daha kolay tanınıp makrofajlar ve öldürücü lenfositler tarafından yakalanıp öldürülmesini sağlarlar. Bütün bu işlemler esnasında açığa çıkan ve asıl amacı savunma hücreleri arasında iletişimi sağlayan İL-1, İL-6, İL-13, İFN GAMA, TNF- ALFA, TNF BETA, gibi sitokin adı verilen kimyasallar da bizim kendimizi hasta, kırgın, ateşli hissetmemize neden olurlar. Yani aslında bize ‘içerde büyük bir savaş var bütün gücünü dikkatini bana vermelisin uyarısı yapılmaktadır.

Bize şu mesaj verilir: ‘Senin vücudunda istenmeyen normal rutin işleyişin bozulmasına neden olan bir istilacı var, ben bunu ortadan kaldıramaz isem seni ayakta tutan günlük hayatını idame etmeni sağlayacak olan organizman bozulacak. O nedenle bana zaman tanımalısın ve bana iyi bakmalısın’’.

Burada ateş yakınmasının aslında iyi çalışan bir bağışıklık sisteminin göstergesi olduğunu söylesek yanlış olmaz. Amerika İngiltere ve diğer gelişmiş ülkelerin resmi sağlık sayfalarında ateşi aslında hastalık yapıcı mikroplar ile yürütülen mücadelenin bir parçası olduğu ve hemen korkulması gereken bir durum olmadığı açıkça belirtiliyor. Bu yazılar elbette öylesine yazılmış değil bilimsel geçerliliği var. Son 20 yılda yapılan çalışmalarda ateşli dönemde alınan kan örneklerinden yapılan kültür işleminde bazı bakterilerin ve virüslerin üremesinin daha az olduğu aynı bakteri ve virüslerin vücut ısısı daha düşük iken alınan kan örneklerinden yapılan kültür işleminde daha fazla ürediği ortaya çıktı. Çalışmayı yapan araştırmacılar bunun ateşli dönemde iken serumda bulunan ve savaşan hücrelerimiz tarafından üretilen antibakteriyel antikorlar nedeni ile olduğunu yazdılar. (). Yine hekim olarak bizler çok iyi biliyoruz ki ateşli dönemde alınan kan örneklerinde ve alınan doku biyopsi örneklerinde nötrofil monosit ve lenfosit sayıları artmaktadır. Ne kadar fazla savunma hücresi serumda bulunuyor ise o kadar fazla antibakteriyel ajan serumda var demektir. Bu durum sadece kan kanserlerinde ve lökomoid reaksiyona neden olan kanserlerde böyle değildir bu da apayrı bir sağlık sorunudur, bireysel hastalıklara göre değişir. Tüm bu bilgiler ışığında ateş yanıtının hemen ateş düşürücüler ile baskılanmaya çalışılmasının doğru olmadığını savunan çok sayıda bilimsel makale kaleme alınmıştır. ()

4 şubat 2025 de Mayo Clinic ‘in internet sayfasında yayınlanan makalede ‘Ateş Yönetimi başlığı altında da şu öneriler mevcut:

· Bağışıklığı zayıf, kronik hastalık öyküsü olan kişiler değil iseniz,

· Kanser hastası değilseniz,

· Ateşe ek olarak baş ağrısı, ense sertliği nefes darlığı gibi semptomlar eşlik etmiyor ise,

· 2 yaş üstü çocuklar ve erişkinler için ateşin ilk 3 gününde iseniz,

· Ve ateşiniz 38.9 ‘nin altında ise sadece yeterli sıvı alımı, istirahat ve iyi bir uyku öneriliyor. Hatta o kadar ki uyuyan çocuğunuzu ilaç vermek için uyandırmayın bile diye yazılmış.

· Ateş 38.9 un üzerinde ise sınırlı sayıda ateş düşürücü alınabilirsiniz diye öneriyorlar.

Bunlar Türkiye sağlık sistemi işleyişinde bize ne kadar yabancı geldi değil mi. Zira bizim ülkemizde ateşin 38 in üzerine çıktı ise hastaneye koşulur hemen ateş düşürücü antibiyotik ve vitamin içeren bir serum alınır ve ertesi gün iyi olunur. -aslında iyi olunduğu sanılır. Aslında ateşli hastalıkların sağlıklı erişkinlerde büyük çoğunluğu zaten 48-72 saat içinde kendi bağışıklık sistemi tarafından kontrol altına alınır. Bu durum sadece kronik hastalığı olanlar (Hipertansiyon, Şeker Romatizma) bağışıklığı düşük kanser hastaları, organ nakil hastaları ve 65 yaş üstü kişiler için böyle değildir. Yani zaten iyileşecek olan bir enfeksiyon için gereğinden fazla ilaç kullanmış, zaman ve para harcamış olursunuz.

Peki daha hızlı iyileşmek için erken ilaca başlamanın ne zararı var diye sorarsanız: erken dönemde başlanan anti-inflamatuar tedavi sizin hastalık yapıcıları tanımanıza ve onlara özel antikor geliştirmenize neden olur ve aynı sene içinde ayni mikroorganizmalar ile defalarca hastalanırsınız

Aslında onlarca yıldır okuduğumuz tıp kitaplarında aslında bize ne deniyordu. Ateş 39 derecenin üzerinde ise, 3 günden uzun sürüyor ise, üşüme titremeler kas spazmları artık ateş düşürücüler ile gerilemiyor ise, bulantı kusma baş ağrısı, ense sertliği, nefes darlığı, göğüs ağrısı, öksürük ishal gibi yakınmalar ekleniyor ve kendinizi 3. Günde daha iyi hissetmek yerine kötü hissediyor iseniz, yakın zamanda yurt dışına seyahat etmiş iseniz doktora gelmelisiniz deniliyor idi. Tıbbiyede okuduğumuz öğrendiğimiz bu bilgiler nereye gitti ve ne ara 38 dereceyi gördüğümüz her durumda ilaçlara yüklenir olduk hatırlamıyorum.

Tekrar konumuza geri dönecek olur isek bağışıklık sistemimiz için tehlikeli istilacıları tanımak ve yok etmek işin sadece yarısıdır. Diğer kısmı ise, tehdit ortadan kaldırıldıktan sonra bu tepkiyi hızla kapatabilmektir. Çünkü bu tepki zamanında doğru bir şekilde kapatılamaz ise bu sefer oklarını bedenin kendi proteinlerine ve yapı taşlarına çevirir ve onları yıkmaya başlar. Yakın zamanda yaşadığımız COVID 19 Pandemisinde hastalarımızı kaybetmemize neden olan tam da bu zamanında kapatılamayan aşırı bağışıklık yanıtı ve yıkım idi.

 

Peki bağışıklık sistemimizi sağlıklı ve güçlü tutmak için ne yapabiliriz?

 

Bağışıklık tepkileri çok fazla enerji ve ilgi gerektirir. Bu savaş esnasında ona gerekli yakıt, sıvı vitamin ve mineraller o an depolarda hazır olmak zorundadır. Şimdi hepinizin ‘ yani hastalık anında bol enerjili ve vitaminli beslenmeliyiz’ diyeceğini biliyorum. Ama maalesef bu o kadar kolay değil. Hastalık esnasında yukarıda adını saydığımız kimyasal maddeler sizi takatsiz iştahsız bırakır hatta çoğu zaman bulantı kusma ishal ve karın ağrısı gibi şikayetler nedeni ile yemek yemek sizin için işkence halini alır. Hatta yüksek kalorili besinler o anda savunmaya odaklanmış vücudun dikkatini dağıtarak sindirim ve detoksifikasyon işine de extra güç sarf etmesine neden olarak organizmamızı yorar. O nedenle hastalık anlarında svı alımının ağırlıklı olduğu sindirimi kolay, temiz, içerisinde extra zararlı madde veya organizma içermeyen beslenme yapmalıyız. Ayrıntıları size doktorunuz anlatacaktır. Burada aklınıza hemen ateşli hastalıklarda serum yolu ile vitamin ve mineral takviyesi almak gelmiştir eminim ancak üzülerek söyleyeyim hastalık anında koşa koşa serumla vitamin takviyesi almak bazı hastalıklarda uyguladığımız çok yüksek dozlar hariç size plesebo (bu ilaç bana iyi gelecek, şimdi iyi olacağım olumlamasının duygusal faydası) etkisi dediğimiz etkiden başka hiçbir fayda sağlamıyor. Bununla ilgili bilimsel platformda yüzlerce yayın var.

Önemli olan önlem almaktır, bu nedenle bağışıklık sisteminizi güçlendirmek için ihtiyaç duyduğu şeylere sahip olduğundan emin olmalısınız.

Tabii önlem almak için önce nasıl bozulabileceğini öğrenmemiz gerekir.

BAĞIŞIKLIK SİSTEMİ NASIL BOZULUR?, NASIL GÜÇLENİRİLİR?

Hareketsiz yaşam tarzı, sağlıksız beslenme, ultra işlenmiş hazır gıda tüketimi, aşırı yağlı yemek yeme, sürekli yüksek duygusal stres altında yaşamak bağışıklık sistemini sürekli uyararak kronik düşük seviyeli yaralanmalara neden olur. Rölantide çalışan bir arabayı düşünün. Sürekli çalışır durumda bırakmak araba için kötü olur. Bağışıklık sistemi de farklı değildir. Sürekli tetikte olması vücut için kötüdür, gerçekten ihtiyaç olduğu anda ya gerekli yüksek cevabı veremez ya da aşırı aktif yanıt vererek amacı dışına çıkar. Ayrıca sürekli düşük dereceli savaş hali, başlangıçtaki iyileşmeyi sağlama amacını yitirir ve bunun yerine vücudumuzun kendi hücrelerinde ve dokularında hasara yol açar. Oksidatif stres ortamı diye adlandırılan bir ortam oluşur ve bu da özellikle mikro ve makrovasküler düzeyde damar endotellerine (damarların koruyucu tabakasına) zarar verir.

Akdeniz diyeti gibi meyve ve sebzeler açısından zengin, kabuklu tahıllar, balık, kümes hayvanları ve kırmızı etin dengeli bir şekilde tüketildiği, az yağlı süt ve süt ürünlerinden zengin bir beslenme düzeni, size sağlıklı bağışıklık tepkilerini desteklemek için gerekli olan beta karoten, C vitamini, E vitamini ve polifenolleri sağlar. Son zamanlarda çok fazla popüler diyetler çıkmış bunların bir kısmı uzunca bir süre sağlık çalışanları arasında da oldukça kıymet verilmiş ve öneri listelerinin başında yer almışlar ise de son 5 yılda yayınlanan çokça bilimsel çalışma ve diyet listelerinin bir yıllık dönemde sağladıkları faydalar açısından karşılaştıran meta analizler kalori kısıtlamasının iyi yapıldığı Akdeniz tarzı beslenmenin en sürdürülebilir ve en sağlıklı beslenme olduğunu ortaya koymuştur.

Tabii bağışıklığı destekleyecek bir beslenme şekli önermeden önce hastaların bireysel farklılıkları ve yaptıkları yanlışlar ayrı ayrı değerlendirilmeli, yanlışları düzeltir iken de kişisel farklılıklar, gıda tercihleri, alerjileri dikkate alınmalıdır. Hastalara uyamayacakları listeler ve hiç sevemeyecekleri gıdaları önermek diyet programlarına uyumu zorlaştırmaktadır. Dengeli beslenme bağışıklığı güçlü tutmanın olmazsa olmazıdır. Çünkü biz artık bugün çok net bir şekilde biliyoruz ki yediklerimiz, savunma hücrelerinden (lenfosit ve makrofajlar) oldukça zengin olan bağırsaklarımızın ve onların içinde barındırdığımız dost bakterilerimizin sağlığını çok yakından etkiliyor. Son zamanlarda yapılan çokça bilimsel araştırma probiyotikler adı verilen bu dost bakterilerin varlığının bizi hem metabolik hastalıklardan hem de enfeksiyon hastalıklardan koruduğunu ortaya çıkarmıştır. Sağlıksız beslenme barsak lümenindeki dost bakterilerimizi öldürüp onların yerine hastalık yapıcılarının çoğalmasına neden oluyor. Probiyotiklerin azalması sadece sindirim kanalı enfeksiyonlarını değil solunum yolu enfeksiyonlarının da iyileşmesini geciktirebiliyor. Ayrıca sağlıksız beslenme barsak duvarımızda sürekli bir yaralanma ve orada sürekli düşük seviyeli bir iltihaplanma oluşturup bağırsak duvar bütünlüğünü bozabiliyor.

DÜZENLİ EGZERSİZ

Yapılan bilimsel araştırmalar egzersizin, vücudun oksijeni yakalama ve verimli bir şekilde kullanma yeteneğini en üst düzeye çıkararak bağışıklık sistemini güçlendirdiği gösterilmiştir. Orta şiddet düzeyinde yapılan bir egzersiz (egzersiz yaparken konuşabileceğiniz ancak şarkı söyleyemeyeceğiniz tempo) hem kısa hem de uzun vadede virüs öldürücü hücrelerin aktivitesini ve sayısını arttırır.() Yüzlerce bilimsel makale, haftada beş gün, günde en az 30 dakika olmak üzere orta şiddette egzersiz yapılmasının vücutta istenmeden oluşan kronik iltihap yanıtını azalttığı, bu iltihaplanma sonucu oluşan oksidatif stres ve serbest radikal oluşumunu azalttığını ve bağışıklık istemimizi restore edip ve fabrika ayarlarına döndürdüğünü bize göstermiştir. Biz hekimlere tedavi protokolleri hazırlayan önde gelen bilimsel kurulların (Dünya Sağlık Örgütü, Amerikan Kalp Cemiyeti, Amerikan Diyabet , Avrupa Diyabet Cemiyeti gb.) önerdiği egzersizin en iyi yanı evde yapılabilmesidir. Artık bunların çoğuna internet sayesinde ulaşıp televizyon karşısında yapabiliyoruz. Hatta son zamanlarda orta şiddette önerilen bu egzersiz şeklinde 30-60 saniyelik aralıklı ağır şiddette egzersizler eklemenin sözü edilen faydalara ek faydalar sağladığı son çalışmalarda gösterilmeye başlanmıştır. (Ayrıntılar için High İntensity İnterval Training (HIIT) e bakabilirsiniz)

UYKU

Bağışıklık sistemi ve uyku arasındaki etkileşim iki yönlüdür. Bağışıklık sistemiaktive olduğunda uykunuz değişir. Örneğin, bağışıklık sisteminiz bir virüse karşı saldırı düzenlediğinde, kendinizi daha uzun süre uyurken bulabilirsiniz.

Diğer taraftan, uzun süre yeterince uyumadığınızda, daha kolay hastalandığınızı fark edebilirsiniz. Birçok çalışmada yeterli uyumanın vücudunuzda dolaşan bağışıklık hücrelerinin sayısını artırarak bağışıklık sisteminizin daha doğru şekilde çalışmasını sağladığı ve hastalıkların süresini kısalttığı gösterilmiştir. Hatta uyku öyle bir mucizedir ki vardiyalı çalışma sisteminin sağlık üzerine etkisini inceleyen birçok çalışmada yeterli uyku uyuyamama ile şeker hastalığı, obezite karaciğer yağlanması, kalp damar hastalığı, kanser hastalığı gibi enfeksiyon dışı metabolik hastalıkların gelişim sıklığında artma rapor edilmiştir. ()

Peki günlük önerilen uyku süresi ne olmalıdır ?

Uykunun öncelikle vücudun sirkadyen ritmine uyumlu saatlerde yani gece 11 ile sabah 7 saatleri arasında olması gerekmektedir. Çünkü bu saatler vücudun hormonal dengesinin gece ritmine döndüğü, bedenin dinlenmesi ve adeta formatlanmasını sağlayacak olan melatonin, büyüme hormonu, seratonin gibi hormonların sentezinin arttığı saatlerdir. Bu saatlerin kaçırılması uyku kalitesini bozmaktadır. Bu saatler kaçırıldığında uyuruz ama sabahları dinlenmeden uyanırız .

Uyanma saatleri olan sabah 07-08 arasında ise hipofiz ve tiroid bezleri hadi uyan alarmı verirler. Kanda kortizol ve tiroid hormonları ve bunların tetiklediği sempatik sistem aktive olur ve bizi çalışma hayatına, mücadeleye ve öğrenmeye hazırlarlar.

Gece 11 sabah 8 saatleri arasında en az 7 en çok 9 saat olmak üzere kaliteli bir uyku uyumak hem bağışıklığımız hem de metabolizmamız için en sağlıklı olan uyku şeklidir.

STRESİ DOĞRU YÖNETEBİLEN, SAKİN VE İSTİKRARLI YAŞAM ŞEKLİ

Bu belki de en zor olan ödev. Çünkü stres algısı kişiden kişiye değişen bir durum. Doğal olarak stresin yönetimi de kişiden kişiye de değişiyor. Ama basitçe şöyle söyleyebiliriz. Kendinizi huzursuz ve mutsuz hissetmenize neden olan her an, mekan, kişiler ve olaylar limbik sistemde hormonal ve kimyasal iletime dönüşerek aynı duyguları bağışıklık hücrelerinizin de hissetmesine neden olur ve onları aktive eder. Bu aktivasyon ortamda gerçek bir istilacı olmayınca vücudun kendi hücrelerine okların ve savaş toplarının dönmesine ve sonunda organ hasarlarına neden olur.

Hepimiz stres anlarından bir düğmeye basarak kurtulmayı gerçekten isterdik ama dürüst olalım, bu beklenti mantıklı veya makul değil. Yaşadığımız üzüntü, hayal kırıklığı, stres, kalp kırıklıkları, öfke ve şaşkınlık yapan olaylar, yaptığımız hatalar, olgunlaşma sürecimiz için gerekeli ve hepsi bizi daha tecrübeli ve profesyonel bakış açısına sahip bireyler yapacak olan olaylar. Tüm yaşadıklarımıza bu gözle bakıp, tepkilerimizi nasıl yönetebileceğimizi öğrenir isek beden sağlığımızın stres anlarında bozulmasına engel olabiliriz. Hayatınızda radikal değişiklikler yapmanıza gerek yok. Küçük uygulanabilir değişiklikler ile başlamak her zaman işe yarar.

Toksik stres söz konusu olduğunda, ailenizden veya profesyonellerden yardım ve destek almak çok önemlidir. Stres hayatın bir gerçeği olabilir, ancak hayatınızı yönetmek zorunda değildir.

Bütün bu saydıklarımıza dikkat edebilen, kendine iyi bakan dengeli beslenen sağlıklı bir birey için, hastalık anlarında bol sıvı alımı ve bedenimizi yormayan yeterli kaloride beslenme hastalıkların üstesinden gelmek için çoğunlukla yeterlidir.

Bedenimizi ve ruhumuzu tanımak bazen sadece onu dinlemek bağışıklık sisteminizi güçlendirir.

Sağlıklı, mutlu ve huzurlu günler sizinle olsun.http://www.emelyigitkarakas.com

Sayfa içeriği sadece bilgilendirme amaçlıdır, tanı ve tedavi için mutlaka doktorunuza başvurun. Bu web sitesini kullanarak bu yasal uyarıları kabul etmiş olursunuz.

Etiketler

Bagisiklik sistemini guclendirmekBagisiklik sistemi sorunlariBağişiklik sisteminin kuvvetlenmesi

Yazar Hakkında

Uzm. Dr. Emel Yiğit Karakaş

Uzm. Dr. Emel Yiğit Karakaş

Uzm. Dr. Emel Yiğit Karakaş, lisans öncesi öğrenimlerinin ardından Gazi Üniversitesi Tıp Fakültesi'nde başladığı tıp eğitimini 2003 yılında başarıyla tamamlayarak Tıp Doktoru unvanı almıştır. İhtisasını ise, İzmir Atatürk Eğitim ve Araştırma Hastanesi'nde tamamlayarak 2009 yılında 2009 Uzmanı olmuştur. 

Önemli Bilgilendirme

Site içerisinde bulunan bilgiler bilgilendirme amaçlıdır. Bu bilgilendirme kesinlikle hekimin hastasını tıbbi amaçla muayene etmesi veya tanı koyması yerine geçmez.