Yetişkinlerde Cannabis Kullanımı ve Kaygı: İç İçe Geçen Bir Döngünün Psikolojisi

Cannabis, birçok yetişkin için ilk etapta gerginliği azaltan, zihni kısa süreliğine sakinleştiren bir araç gibi görünür. Özellikle yoğun iş temposu, şehir yaşamının baskısı, akademik ve sosyal beklentiler gibi stres faktörleri günlük hayatı zorladığında, cannabis bazı bireylerde “anlık rahatlama” sağlayan bir kaçış noktası haline gelir. Ancak bu rahatlamanın kalıcı olmadığı; tam tersine, zamanla kaygı düzeyini artırabilen döngüsel bir yapıya dönüştüğü sıkça gözden kaçırılır. Bu döngü çoğu zaman sessizce başlar ve kişi fark ettiğinde, kaygı ve kullanım birbirini güçlendiren bir mekanizmaya dönüşmüştür.
Kaygı yükseldiğinde cannabis kullanımı genellikle belirgin bir kısa süreli gevşeme yaratır. Cannabis’in etken maddesi THC’nin etkisiyle düşünceler yavaşlar, bedensel gerginlik azalır ve kişi kendini daha kopuk ya da daha hafif hissedebilir. Ancak bu rahatlama süresi sınırlıdır. THC etkisini yitirdikçe özellikle bedensel uyarılabilirlikte artış, çarpıntı, terleme, huzursuzluk, gerçeklikten kopma hissi gibi belirtiler görülebilir. Bu durum, zaten kaygıya yatkın bireylerde, “bir şeylerin ters gittiği” algısını güçlendirir ve kişi kendini yeniden cannabis kullanmaya yönlendirir. Böylece kaygıyı azaltmak için başvurulan madde, fark edilmeden kaygıyı tetikleyen bir unsur haline gelmeye başlar.
Zaman içinde bu dinamik, kişinin kendi duygularını düzenleme becerilerini zayıflatabilir. Birey, kaygıyla baş etmek için içsel kaynaklarını kullanmak yerine maddeye başvurmayı öğrenir. Bu da günlük yaşam stresleriyle başa çıkmayı daha zor hale getirir. Örneğin sosyal ortamlarda kaygı yaşayan bir yetişkin, cannabis olmadan rahatlayamayacağını düşünmeye başlayabilir. Aynı şekilde yoğun duygusal dönemlerde kişi kendi kendini yatıştırmakta zorlanır; bu da kullanım sıklığının ve miktarının artmasına neden olabilir.
Bu döngü devam ettikçe, kişinin genel psikolojik dayanıklılığı zayıflayabilir. Bazı yetişkinlerde motivasyon düşüklüğü, kararsızlık, dikkat dağınıklığı, sosyal çekilme ya da kendine yönelik eleştirilerin artması gibi durumlar gözlemlenir. Kaygı, yalnızca zihinsel bir süreç olmaktan çıkar; kişinin işlevselliğini, ilişkilerini ve günlük rutinlerini etkileyen bir hal alır. İlginç olan ise birçok bireyin bu döngüde olduğunu kabul etmekte zorlanmasıdır. Çünkü başlangıçta cannabis, gerçekten de rahatlatıcı bir etki yaratmış olabilir. Bu nedenle kişiler, yaşadıkları kaygıyı madde kullanımına değil, hayatın diğer streslerine bağlama eğilimindedir. Zaman içinde kişi, kaygı belirtilerini kendi duygusal kapasitesinden çok maddenin etkisiyle kontrol edebildiğini düşünmeye başlayabilir; bu da içsel güven duygusunu zedeler. Döngü kırılmadıkça, birey hem ruh hali dalgalanmalarına hem de günlük streslere karşı daha kırılgan hale gelir. Sonuç olarak, kişi hem duygusal hem davranışsal düzeyde cannabis’e giderek daha fazla dayanak noktası atfetmeye başlar ve bağımlılık döngüsünün fark edilmesi daha da zorlaşır.
Bu döngüyü kırmak ise mümkündür. İlk adım, kaygının yalnızca rahatsız edici bir duygu olmadığını; aynı zamanda bir sinyal olduğunu anlamaktır. Bu sinyal, kişinin hayatında düzenlenmesi gereken alanlara işaret edebilir. Psikoterapi ise hem kaygının kökenini anlamayı hem de duygusal düzenleme, nefes teknikleri, bilişsel yeniden yapılandırma gibi daha sağlıklı baş etme yollarını öğrenmeyi sağlar. Böylece kişi, kaygıyla baş ederken cannabis kullanımına olan ihtiyacının azaldığını fark eder. Kişi kendi içsel kaynaklarını yeniden kullanabildikçe, kaygı karşısında daha esnek ve daha dayanıklı hissetmeye başlar. Sonuçta iyileşme, maddenin sağladığı geçici rahatlığın ötesine geçerek, kişinin hayatında daha sürdürülebilir bir denge kurmasına imkân tanır.
Buse KEHRİBAR

