Sosyal Kaygı: Kalabalığın İçindeki Yalnızlık

Sosyal kaygı, kişinin başkalarıyla etkileşim içindeyken yoğun bir şekilde olumsuz değerlendirilme, yargılanma ya da küçük düşme korkusu yaşamasıyla ortaya çıkan psikolojik bir durumdur. Danışmalarda danışanların sıklıkla “Aslında insanlardan değil, o an yaşayacağım histen korkuyorum.” ifadesini kullandığı görülür. Bu cümle, sosyal kaygının özünü açıkça ortaya koyar.
Sosyal kaygı yaşayan bireyler için zorlayıcı olan, yalnızca sosyal ortam değil; bu ortamda ortaya çıkan bedensel belirtiler (Kalp çarpıntısı, titreme, yüz kızarması ya da sesin değişmesi), düşünceler (“Fark edileceğim.” “Yargılanacağım.”) ve kontrol kaybı algısıdır. Bu durum zamanla bireyin kendi bedenini de tehdit kaynağı olarak algılamasına yol açabilir. Bu düşünceler, genellikle geçmiş yaşantılarla ilişkilidir. Aşırı eleştirel ebeveyn tutumları, akran zorbalığı, utandırılma deneyimleri ya da koşullu kabul, bireyin kendisini sürekli izleyen ve denetleyen bir iç ses geliştirmesine yol açabilir. Bu bilişsel çarpıtmalar kaygıyı beslerken, kaçınma davranışları kısa vadede rahatlama sağlasa da uzun vadede kaygının sürmesine neden olur. Çünkü birey, “baş edebilirim” deneyimini yaşayamaz.
Danışma sürecinde sosyal kaygı, yalnızca semptomların azaltılması olarak değil, bireyin kendisiyle kurduğu ilişkinin yeniden yapılandırılması olarak ele alınır. En sık kullanılan ve etkililiği bilimsel olarak desteklenen yaklaşım Bilişsel Davranışçı Terapi olmakla birlikte, şema terapi, psikodinamik terapi ve kabul ve kararlılık terapisi gibi yaklaşımlar da bireyin ihtiyaçlarına göre sürece dahil edilebilir. Uygun psikolojik destekle sosyal kaygı büyük ölçüde azaltılabilir ve birey sosyal dünyada daha özgür bir varoluş geliştirebilir.




