Doktorsitesi.com

PSIKOLOJININ BILIM OLMA SÜRECI

Dyt. Büşra Nur Yiğit
Dyt. Büşra Nur Yiğit
18 Eylül 202580 görüntülenme
Randevu Al
Tarih boyunca filozoflar, sanatçılar, edebiyatçılar da insan davranışlarını açıklamaya çalışmışlardır. Ancak psikoloji bir bilimdir ve diğer bilim dalları arasındaki farkı sistema- tik, objektif ve deneysel verilere dayalı bilimsel yöntemler kullanır. Nesnel, doğrulanabi- lir, genellenebilir cevaplar üretir.
PSIKOLOJININ BILIM OLMA SÜRECI

Psikoloji uzun zaman felsefeye bağlı kalmıştır. Yunan filozoflarına göre psikoloji, in- san ruhunu konu alan bir bilgi dalıydı. Örneğin, ruhu ele alanlardan Platon ruhu değiş- mez kabul ederken, Aristo ise ruhu bedenin bir fonksiyonu olarak görüyordu. Rönesans sonrası düşünürler ise zihin felsefesi ile ilgilenmişler ve “İnsanların bilişsel yetenekleri ve bilgileri doğuştan mı gelir, yoksa sonradan mı edinilir?” sorusunun cevabını aramışlardır.

J. Locke (Con Luk) ve D. Hume (Devid Yum) gibi bazı filozoflar insan zihninin başlan- gıçta boş bir levha olduğunu öne sürmüş, Descartes (Dekart), Kant gibi bazı filozoflar ise akılda bazı temel bilgilerin ya da kategorilerin yer aldığını savunmuşlardır. Ancak bu incelemeler zihnin işleyişiyle ilgili teorik bilgiler olmaktan öteye gidememiştir.

19. yüzyıldaki fizik, kimya, biyoloji gibi bilimlerdeki gelişmeler, bu dönemdeki ekono- mik, sosyal ve siyasal alanda yoğun bir kargaşanın yaşanması, sanayileşmenin gerektirdi- ği sosyal ilişkilerdeki farklılaşma, insanın makinelere bağımlılığı, yaşamın tekdüzeleşme- si ve hepsinden önemlisi insanın yalnızlaşması, bireyin psikolojik sorunlarının artmasına neden olmuştur. Böylece bu sorunları bilimsel yöntemlerle inceleyecek ve çözüm yolları bulabilecek yeni bir bilime ihtiyaç duyulmuştur. Wilhelm Wundt (Vilhem Vunt,1832- 1920) tarafından ilk psikoloji laboratuvarı 1879 da kurulunca psikoloji felsefenin etkisin- den kurtularak pozitif bir bilim dalı hâline gelmiştir. Bundan sonra psikolojinin konusu ve yönteminin ne olması gerektiği ile ilgili tartışmalar ve çalışmalar hız kazanmıştır. Bu çalışmalar sonucu psikolojide, farklı ekoller ortaya çıkmıştır. Şimdi bu ekollerin neler olduğuna ve görüşlerine değinelim.

PSIKOLOJI EKOLLERI

Bir bilim alanında ortak görüş ya da anlayışı benimseyen bilim insanlarının oluş- turduğu topluluğa ekol (school=okul), ele alınan konuyu değerlendirme şekil ve tarzına ise yaklaşım denir. Yaklaşımların her biri, davranışı farklı bir yönü ile ele alarak değişik yöntemlerle açıklamaya çalışırlar ve birbirini tamamlayarak insanı anlamamıza katkıda bulunurlar. Bu nedenle insan davranışları açıklamada tek bir yaklaşım yeterli değildir.

 

bireyin kaygı davranışlarının altında yatan nedenleri tespit eder ve kaygı durumunun düzeltilmesi yönünde bazı teknikler uygulayarak koruyucu önlemler alabilir.

1.4 PSIKOLOJI ARAŞTIRMALARINDA UYGULANAN YÖNTEM VE TEKNIKLER

Stanford Üniversitesinden psikolog Walter Mischel’in (yuva çocuklarına uyguladığı “lokum testi” çalışmasını okuduktan sonra düşünme kutusundaki soruyu cevaplayınız.

 

Duygulara ve dürtülere karşı koyabilme ve onları geciktirebilme becerisini ölçmek için yapılan çalışmada, 4 yaşındaki anaokulu çocuklarına hoşlarına gidebile- cek lezzette lokumlar sunulur. Çocuklara hemen istedikleri takdirde bir tane lokum alabilecekleri ama 15 dakika beklediklerinde ise iki tane alabilecekleri söylenir. Bir grup çocuk öğretmen odadan çıkar çıkmaz lokumu alırken, diğer bir grup çocuk ise 15 dakika bekleyerek ödül olarak çift lokumu alırlar.

Bu çocuklar ergenlik çağında tekrar izlendiklerinde iki grup arasında sosyal ve duy- gusal farklılıklar olduğu saptanmıştır. Lokum almayı yani doyumu erteleyebilen çocuk- ların hayattaki zorluklarla daha iyi mücadele eden, özgüveni yüksek, çevresine güven veren, inisiyatif kullanabilen, mantıklı davranan gençler oldukları görülürken; lokumu hemen kapan çocukların ise kararsız, doyumsuz, inatçı, kıskanç, sinirli, insanlara zor güvenen, her şeyden şikâyetçi, kilo sorunları olan gençler oldukları görülmüştür.

Otokontrolde Ustalaşmak, Walter Mischel

 

DÜŞÜNELIM

“Hedef uğruna dürtüleri erteleme becerisinin başarı üzerindeki etkisi” nin araştırıl- dığı bu çalışmada tek bir araştırma yöntemi kullanmak yeterli midir, yoksa birkaç yöntem bir arada kullanma gerekebilir mi?

 

Bilimlerin amacı, olguları betimle- mek, açıklamak ve yasalara ulaşmaktır. Bu amaca erişmek için izledikleri sis- temli düzenli her türlü araştırma tekni- ğine yöntem denir.

 

Tümevarım(endüksiyon): Çok sayıda gözlem ve deney sonucundan genel il- kelere varmak. Bilimlerin elde ettiği ka- nun ve prensipler bu yolla elde edilir.

Tümdengelim(dedüksiyon): Deney ve gözlemler sonucunda elde edilmiş genel bir ilkeyi tek tek olaylara uygulamak. Bilimler bu yöntemle genellemelerden yararlanarak olayları açıklar.

Analoji(benzetme): İki olgu ya da olay arasındaki benzerlikten yola çıkarak onların başka bakımlardan da benzer olacaklarını öne süren çıkarsamadır. Bi- limler bu yöntemle olgular arasındaki benzerlikten yola çıkarak birinde olan özelliğin diğerinde de olabileceğini ön- görürler.

Genel olarak bilimlerin kullandık- ları yöntemler; tümevarım, tümden- gelim ve analojidir. Tüm bilimlerdeki yöntemler bu üç yönteme dayanır ancak her bilimin kendine özgü bir konusu olduğundan bilimler konularına uygun yöntemleri geliştirmişlerdir. Psikoloji de gerek diğer bilimlerin yöntem ve teknik- lerinden yararlanarak, gerekse kendine özgü yöntem ve teknikler kullanarak, konusunu bilimsel bir şekilde inceler. Bu yöntemler şunlardır:

 

Değişken deyince bir araştırmada veya deneyde farklı değerler alabilen herhangi bir özellik, davranış, olgu, gözlem ya da durum (yaş, cinsiyet, boy, kilo, eğitim düzeyi gibi) an- laşılır. Örneğin, şişman olmakla neşeli olmak arasında bir bağıntı var mıdır? Okulda alınan üstün notlar zekâ derecesine bağlı mıdır? gibi soruların cevaplandırılmasında korelasyon kullanılır. Bu yöntem istatistiksel bir ifade (korelasyon katsayısı) ile belirlenir. İki değişken arasındaki ilişkinin gücü ve yönünü gösteren istatistiksel değer +1 ile-1 arasında derecelen- dirilir. Elde edilen değerin -1’e yakın olması, bu değişkenler arasında çok güçlü bir negatif doğrusal ilişki olduğuna,+1’e yakın olması da çok güçlü pozitif doğrusal ilişki olduğuna işaret eder. Değerin O(sıfır) olması, değişkenler arasında hiçbir ilişki olmadığını gösterir.

Korelasyonel ilişki üçe ayrılır:

Bir değişkendeki artış ya da azalış diğer değişkende de artışa veya azalışa sebep olu- yorsa bu iki değişken arasında pozitif (olumlu) korelasyon vardır. 0 ile +1 arasında değer alır. Örneğin, reklam harcamaları ile satış miktarı arasında böyle doğru orantılı bir ilişki vardır. Dürtü kontrolünün artması ile başarının da artması gibi.

Eğer bir değişken artarken diğeri azalıyor ya da biri azalırken diğeri artıyorsa ara- larında negatif (olumsuz) korelasyon vardır. 0 ile -1 arasında değer alır. Örneğin, kilo alımı arttıkça koşulabilen mesafe arasında ters orantılı bir ilişki vardır.

Değişkenler arasında hiçbir ilişki yoksa nötr korelasyon adını alır. Örneğin, yete- nek ile karakter arasında hiçbir ilişki yoktur.

1.4.3 Deneysel Yöntem

Bir değişkenin diğer bir değişken üzerindeki etkisinin araştırılarak bir varsayımın (hipotezin)sınandığı yöntemdir. Korelasyonel çalışmalar nedensellik ilişkisi ifade etmez- ken, deneysel çalışmalar neden-sonuç bağı kurma ve açıklama amacıyla yapılır.

Deneysel yöntemlerde kullanılan başlıca değişkenler şunlardır:

Bağımsız Değişken(Neden): İncelenen olayda araştırmacının seçtiği, olayda etkisi araştırılan etkendir.

Bağımlı Değişken(Sonuç): Bağımsız değişkenin etkisine bağlı olarak ortaya çıkan durumdur.

Psikolojideki deneysel araştırmalarda genellikle birbiri ile eşleştirilmiş 2 grup ele alı- nır. Bunlar deney ve kontrol grubudur:

Deney Grubu: Koşulların değiştirildiği ve bağımsız değişkenin uygulandığı (dene- yin yapıldığı)gruptur.

Kontrol Grubu: Koşullarına müdahale edilmeyen ve deney grubu ile karşılaştırma yapmak amacıyla oluşturulan gruptur.

 

1.6.3 Diğer Alt Dalları

Bu uygulamalı alanların yanında günümüzde gittikçe önemi artan psikoloji dalları da vardır. Bunlar:

Yasaların yapımı ve uygulanması süreçlerinde ortaya çıkan evlat edinme, çocuk suç- lular, sorgulama teknikleri, tanıklığın değerlendirilmesi gibi durumlarda psikoloji verile- rinden yararlanıldığı adli psikoloji,

Gürültü, hava kirliliği gibi fiziksel çevrenin insanın zihinsel süreçlerine ve davranışla- rına nasıl etki ettiğini araştıran çevresel psikoloji,

Dinlerin ve dinsel inancın insanların bilişsel süreçleriyle davranışlarını nasıl şekillen- dirdiği üzerinde bilimsel araştırmalar yapan din psikolojisi,

Psikolojik olgu ve ilkeleri spor alanındaki insan davranışlarına (sporcuların motivas- yonu, sporun topluma etkisi gibi) uygulayan spor psikolojisidir.

IŞ ALANLARI

Psikoloji, birçok alt dalı olan bir alan olduğundan, psikologlar danışmanlıktan eğitime ve insan kaynaklarına kadar pek çok farklı iş alanında çalışabilmektedirler.

Eğitim Kurumları: Psikologlar, ortaöğretimde dahil olmak üzere her düzeydeki eği- tim öğretim kurumlarında görev alabilirler.

Sağlık Kurumları: Hastaneler, klinikler, tanı ve tedavi merkezlerinde klinik psikolog olarak çalışabilirler.

Adli Kurumlar: Adalet Bakanlığı ve cezaevlerinde çalışabilirler.

Araştırma Merkezleri: Toplumsal araştırmaların yapıldığı merkezlerde sosyal psiko- log olarak çalışabilirler.

Üniversiteler: Psikoloji alanında akademisyen olarak çalışabilirler.

PSIKOLOJININ DIĞER BILIMLERLE ILIŞKISI

Psikoloji, insanı ve onun davranışlarını anlayabilmek ve açıklayabilmek için bazı bi- limlerin bulgularından yararlanır. Psikoloji özellikle;

Sinir sistemi, duyu organları ve iç salgı bezlerinin işlevlerinin davranış üzerindeki et- kilerini incelerken biyolojinin alt dalı olan fizyolojiden,

Dış uyaranlardan (ısı, ışık, ses vs)etkilenen ve kimyasal bir yapıya sahip olan organiz- manın davranışlarını anlamada kimyanın bulgularından,

Ses, koku, görme, dokunma duyuları ile duyum ve algı konusunda çalışırken fizik ve

biyolojiden,

 

Bedendeki her türlü olaydan sorumlu olan, onları oluşturan ve denetleyen sistem si- nir sistemidir. Sinir sistemi, duyum ve kas sistemlerini birbirine bağlar. Bedende çeşitli organlar arasında işbirliğini sağlar. Organizma ve çevresi arasındaki etkileşimi düzenler. Sinir sistemini meydana getiren hücrelere nöron denir. Bütün sinir sistemi milyonlarca nörondan meydana gelir. Bir sinir hücresi, gövde ve gövdeye bağlı uzantılardan oluşur. Bu uzantılardan biri olan dentritler, uyarı alıcı yapılardır. Aldıkları uyarıları sinir hüc- resinin gövdesine iletirler. Nöron hücresindeki diğer bir uzantı aksonlardır. Aksonlar sinir hücresinin gövdesinde değerlendirilen uyarıları, sonlandıkları vücut hücresine iletir. Bir nöronun herhangi bir noktadan uyarılması (kaynayan çaydanlığa dokunmak gibi) nöronun yapısında geçici elektriksel ve kimyasal değişiklikler meydana getirir. Bu değişikliklerin parmak ucundan beyinde ilgili bölgeye ulaşması saniyenin binde hatta milyonda biri kadar daha kısa zamanda gerçekleşir. Beyinde uyarımın anlamlandırıl- ması sonucunda (örneğin, sıcak olan çaydanlıktan elimizi çekme) davranış gerçekleşir.

İnsanoğlu doğumunda maksimum sayıdaki nöron hücrelerinin tümüne sahiptir. Çocuk doğduktan sonra sinir sisteminde yeni hücre oluşmaz. Buna karşılık var olan nöronlar gelişirler, birbirleriyle yeni bağlantılar kurarlar. Sinir sistemindeki bu gelişme, çocuğa daha karmaşık ve daha hatasız davranışlar yapabilme olanağı verir.

Sinir sistemi iki bölüme ayrılır:

Merkezi sinir sistemi: Beyin, beyincik, omurilik soğanı, hipotalamus ve omuri- likten meydana gelir. Bunlardan beyin, görme, işitme, öğrenme, düşünme, duygulanma ve hareket etme gibi en karmaşık psikolojik eylemlerin merkezidir. Beyin sapının uzan- tısı olan omurilikte hem beyinden kaslara, hem de duyu organlarından omuriliğe ve beyine mesaj götüren sinirler vardır. Vücudun çevresinde olup bitenleri omurilikten ge- çen nöronlar beyine iletir. Omurilik, refleks davranışların gerçekleşmesinde rol oynar.

Çevresel sinir sistemi: Duyu organlarından gelen uyarımları sinir merkezlerine; sinir merkezlerinden verilen emirleri kas ve bezlere ulaştırır. Çevresel sinir sistemi için- de yer alan otonom sinir sistemi; İç salgı bezlerinin, düz kasların ve kalbin işleyişin- den sorumludur. Bu sistem sempatik ve parasempatik olmak üzere iki bölüme ayrılır. Sempatik sistem genelde iç organların çalışmasını hızlandırıcı yönde, parasempatik sistem ise yavaşlatıcı yönde etkide bulunur. Bu sistemler birbirine zıt tepkiler vererek organizmanın faaliyetlerini etkilerler. Örneğin, herhangi bir nedenle korkarak kaçma- ya hazırlanan bir kişinin vücudunda sempatik sistem devreye girer. Göz bebeklerinin büyümesi, deride terleme olması, kandaki şeker miktarının artması, kan damarlarının genişlemesi, kalp atışının hızlanması gibi tepkiler görünür. Kişi tehlike geçip rahatladığı zaman parasempatik sistem aynı organları ters yönde etkiler ve kişiyi normal dinlenme haline getirir.

41

 

Kalıtımın davranış üzerindeki etkisi, hayvan deneyleri ve tek yumurta ikizleri üzerin- de yapılan araştırmalarla ortaya konmuştur. Nisan ayında doğan, annesiz yaşayan bir tar- la faresi, ağustos ayında aniden yiyecek depolamaya başlar. Fare bu dönemde, soğuktan dolayı besin bulmanın zor olacağı kışı, henüz bilmez ama besin depolar ve kışı geçireceği bir oyuk yapar. Toprak oyuğunun kış donundan korunmak için yapıldığını da bilmez, çünkü henüz donu ve etkisini yaşamamıştır. O halde besin deposu yapımı ve besin depo- lama doğuştan var olan bir davranış şeklidir.

İnsanın genetik yapısı, kromozom adı verilen ve hücre çekirdeğinde yer alan, 46 adet gen kalıtım ünitesinden oluşur. Genlerin sayı ve yapısı bireyden bireye ve türden türe farklılık gösterir. Yalnızca tek yumurta ikizlerinde bu genetik yapı birbirinin aynıdır. Aynı kromozom ve genleri taşıyan, cinsiyet, beden yapısı ve ruhsal durumlar açısından birbi- rine benzeyen tek yumurta ikizleri gelişip büyüdükçe davranışları da aynı olmaktadır. Yapılan araştırmalar çift yumurta ikizleri ile aynı ailede büyüyen kardeşler arasındaki davranış benzerliği olduğunu; buna karşın evlat edinilmiş çocuklar ile evlat edinen ai- lenin öz çocukları arasındaki davranış farklılıklarının olduğunu göstermektedir. Bu da davranış üzerinde kalıtımın rolünü kabul edenlerin görüşünü desteklemektedir. Günü- müzde zekânın yanı sıra içe dönüklük, ciddi depresyon, nörotik kişilik, psikotik kişilik gibi özelliklerinin de kalıtımsal yönü olduğunu gösteren çalışmalar vardır.

Çevre: Bireyin doğuştan getirdiği özelliklerin ortaya çıkmasına olanak sağlayan ya da sınırlandıran faktörleri içermektedir. Kalıtımdan sonra davranış üzerinde etkili olan çevre faktörünü (bireyin içinde yaşadığı toplumun fiziki şartları ve onun sosyo-kültürel özellikle- rini) savunanlar kalıtımsal özelliklerin ortaya çıkması için bazı çevresel şartların gerçekleş- mesi gerektiğini ileri sürerler. Örneğin, konuşma, yürüme gibi davranışlar kalıtımsal yönü ağır basan özelliklerdir ancak bu davranışların, belirli bir gelişim döneminde (genelde bir yaş civarında) ortaya çıkması, insan davranışları üzerinde kalıtımın yanında büyüme, ol- gunlaşma, gelişme ve öğrenmenin de etkisi olduğunu göstermektedir. Bu nedenle her in- sandan aynı tür davranışlar göstermesi beklenemez.

Uygun iklim şartlarında yetiştirilmeyen, gerekli ilaçlama, budama, sulama gibi bakım- ların yapılmadığı fidanlardan nasıl istenilen verim beklenemezse; insanların da içinde bu- lundukları sosyal, fiziksel ve kültürel çevre şartları olumsuz olduğunda onlardan da uygun davranışta bulunmaları beklenemez. İnsanların yaşadığı fiziksel, sosyal ve kültürel çevreyi oluşturan en önemli kurumlar aile, eğitim, din ve devlettir. Çevre faktörünü savunanlar, bi- reylerin bu kurumlar tarafından uygun görülen davranış kalıplarını bilerek veya bilmeyerek benimsediğini iddia ederler.

Doğumdan itibaren bireyin sosyal, psikolojik ve fizyolojik bütün ihtiyaçlarını karşılayan ailenin ekonomik, sosyal, kültürel ve inanç yapısının davranışların şekillenmesinde etkili olduğu bilinmektedir. Örneğin, otoriter, eğitimsiz, ahlaki değerlerden yoksun, psikolojik ve sosyal desteğin olmadığı bir ailede yetişen insanların olumlu davranış kazanmaları çok zordur.

Her türlü örgün ve yaygın eğitim kurumları; bireylere kazandırdığı bilgi, beceri ve anla- yış doğrultusunda onları hayata hazırlamakta, onların bilimsel, demokratik, ahlaki, hukuki, sosyal vb bütün olumlu davranışlarına kaynaklık etmektedir.

 

YAŞAM BOYU GELIŞIM

 

DÜŞÜNELIM

İki yaşındaki bir çocuk kalemi iki parmağı ile değil bütün avucu ile tutar. İlköğretim

4. sınıfa giden bir çocuğa matematik problemini x,y gibi değerlerle anlatamazsınız ya da yaşlılar yeni bilgileri organize etme ve değerlendirme konusunda fazla başarılı olamazlar. Bu durumların nedeni sizce ne olabilir?

 

Gelişim: Döllenmeden ölüme dek organizmanın büyüme, olgunlaşma ve öğrenme- lerin etkisiyle oluşan, sürekli ve düzenli olan, bedensel, zihinsel, duygusal ve sosyal de- ğişimlerdir. Gelişim yaşam boyu devam eden bir süreçtir. Yaşam boyu gelişim anlayışı, doğum öncesi döllenme ile başlayan, yaşlılık ve ölüme yaklaşma ile ilgili süreçlerin yaşan- dığı dönemlerin de içinde yer aldığı anlayıştır. Çünkü gelişim psikolojisi sadece belirgin fiziksel gelişmelerin son bulması ile sınırlanamaz. Yaşlılık ve hayatın son dönemlerine ilişkin bilişsel ve davranışsal süreçler de gelişim psikolojisinin çalışma alanları içerisinde yer alır. O nedenle modern gelişim psikolojisi sadece hayatın ilk yıllarını değil, tüm ya- şam sürecini kapsar. Farklı psikolojik süreçler gelişimin farklı dönemlerinde tamamlanır. Örneğin çocuğun yürüme dönemi 1-2 yaşları arasında; dil gelişimi dönemi 2-4 yaşları arasında; kimlik kazanımı, kavramsal öğrenme ve hipotez kurma dönemi ise ergenlikte yani 12-18 yaşları arasındadır.

Gelişim yaşla birlikte olumlu tamamlanabildiği gibi olumsuz da tamamlanabilir. Ör- neğin belleğinin yaşın ilerlemesiyle olumsuz etkilenmesi sonucu yaşlılar yeni bilgileri or- ganize etme ve değerlendirme konusunda fazla başarılı olamazlar. Aynı şekilde gelişimde kritik anlar olarak nitelenen durumlarda yaşanan sıkıntılar da ileriye dönük gelişim bo- zukluklarına yol açabilmektedir. Hamileliğin ilk üç ayında geçirilen kızamık, düşük ya da yenidoğanda doğuştan işitme engeli gibi ciddi sonuçlara yol açabilmektedir. Hamilelik döneminde alkol tüketimi bebeğin anne karnındaki gelişim sürecini etkileyebileceğinden ileriye dönük olarak bebekte fiziksel ve bilişsel değişimlere yol açmaktadır. Yine bu süreç- te gelişim dönemlerine rastlayan ve bireyleri etkileyen bazı önemli toplumsal olayları da unutmamak gerekir. Ülkemizi sarsan Marmara depreminin, bu olayı yaşayan bireylerin gelişim sürecinde izler bırakması bu örneklerden sadece biridir.

Gelişimin dört boyutu olan bilişsel, duygusal, fiziksel ve sosyal gelişim alanları bir- biriyle etkileşim hâlindedir. Örneğin, fiziksel gelişim, zihinsel ve duygusal gelişimi etki- lemektedir. Zihinsel ve duygusal gelişim ise kavram gelişimini, dil gelişimini, ahlak ge- lişimini etkilemektedir. Sağlıklı ve uyumlu bir insanın topluma kazandırılması için bu gelişim alanlarının bir bütünlük içinde oluşması gerekir.

Tanımdan da anlaşılabileceği gibi gelişim için gerekli olan 3 faktör vardır.

1. Büyüme: Gelişim büyüme ile karıştırılmamalıdır. Büyüme, vücudun sadece boy, kilo ve hacim olarak artması gibi fiziksel özellikler için kullanılırken gelişim psikolojik özellikleri de kapsayacak şekilde kullanılır. Örneğin, kişilerin vücutları büyür aynı za- manda gelişir; zihinleri gelişir ama büyümez. Büyümenin en hızlı olduğu dönem bebek- lik ve ergenlik, insan hayatını en fazla etkilediği dönem ise ergenliktir.

46

 

.3 Ergenlik Döneminin Gelişimsel Özellikleri (12-24 yaş arası)

Ergenlik; fiziksel büyüme, cinsel gelişme ve psikososyal olgunlaşmanın gerçekleştiği, çocukluktan erişkin hayata geçiş dönemidir. Bireyin bağımsızlığını, kimlik duygusunu ve sosyal üretkenliğini kazanması ile sona erer. Bu dönem, kişisel bağımsızlığın, ileri- ye dönük hedefler belirlemenin ve hedefler doğrultusunda çaba göstermenin arttığı bir dönemdir. Genç, kendi yeterliliği içerisinde yeni uğraşlar seçmeye, yeteneklerini geliştir- meye ve daha kendine yeter hâle gelmeye çalıştığı bir dönemin içine girer. Toplumlara, dönemlere ve kişilere göre farklı özellikler gösteren bu sürecin 11-15 yaşlar arasındaki bölümüne erinlik, 16-24 yaş arasındaki bölümüne ergenlik denmektedir.

Fiziksel Gelişim: Adolesan denilen erinlik döneminde fiziksel değişim oldukça hız- lıdır. Genç 3-5 yıl gibi oldukça kısa bir sürede erişkin hayattaki vücut değerlerine ula- şır. Erişkin boy uzunluğunun %20-25 kadarı adolesan dönemde kazanılır. İç organ ve salgı bezleri büyüklüklerinde, kemik, yağ ve kas kitlelerinde belirgin artış olur. Kızlar erkeklerden yaklaşık 2 yıl önce gelişmeye başlar. Kızların ergenliğe giriş yaşı 10-13 yaşlar arasındadır. Birkaç yıl erkeklerden daha uzun ve olgundurlar. Hormon faaliyetlerindeki artış sonucu ses değişimi, kıllanma vb değişimler cinsel olgunluğu ortaya çıkarır, böylece kadınsı ve erkeksi özellikler belirginleşir. Bu gelişme sosyal etkinliklere de yansır. Arka- daşlık ilişkileri yeni boyut ve anlam kazanır. El ve ayaklardaki gelişmenin diğer organlara göre çok hızlı olması sakarlığa ve vücuttaki orantısızlık ergende kendi bedeninden mem- nuniyetsizliğe yol açar.

 

Özdeşim: Bireyin örnek al- dığı kişinin düşünce ve dav- ranışlarını benimseyerek taklit etmesi ve kendi kim- liğine mal etmesi sürecidir.

Bilişsel Gelişim: Bu dönem fiziksel değişme ve gelişmenin yanı sıra ergenin yetişkin düşüncesine özgü bilişsel yetilerin kazanıldığı dönemdir. Ergenlik bir arayış dönemidir. Kimliğini arayan ergen hayatı sorgular. “Ben ki-

mim?”, “yaşamımın amacı ne?” gibi soruları sağlıklı bir şekilde cevaplamayı amaçlar. Çocukluk döne- minin özdeşimleri ve yerine getirilen roller ergen- lik döneminde yeniden sorgulanır. Kazanılan bazı alışkanlıkların değişim gerekliliğini de beraberinde getiren bu sorgulamalar ergenin kimliğini kazan- masını sağlar. Kimlik, bireyin kendisi hakkındaki görüşleridir ve kendine has olan duygu, düşünce, tutum ve algılamalardan oluşur. Toplum içinde nasıl biri olacağını ve ne tür değerlere sahip olacağını bu

kimlikle belirler. Ergenin kimliğini arama çabası ne kadar gelişirse ergen, kendini tanıma yönünde o kadar adımlar atar ve daha gerçekçi bir kimliğe ulaşır. Ergen kendine yakın bulduğu beğendiği kişi ya da kişilerin rollerini, davranışlarını kendi kimliği ile bağdaştı- rarak bir özdeşim kurar.

Çocuklukta anne ya da baba ile kurulan özdeşim ergenlikte yerini sanatçı, politikacı, başarılı meslek sahipleri ile kurulan özdeşime bırakır. Burada önemli olan tümüyle bir etkiden çok kendine özgü, bağımsız bir kimlik oluşturabilmektir ancak kendi kimliği ile bağdaştıramadığı bir özdeşim, ergeni kendine yabancı kılar. Bu yabancılaşma ile birlikte

 

Çocuklar bilişsel yönden geliştikçe, ahlaki gelişim aşamaları belli bir sıra izler. Bu ne- denle ahlaki gelişmeye, bilişsel gelişmenin bir niteliği olarak da bakılabilir. Kohlberg’e göre ahlaki gelişim dönemlerine bazı çocuklar erken, bazıları ise geç ulaşabilir ancak bazı kişiler yaşları ne olursa olsun tüm yaşamları boyunca ileri ahlak düzeyine erişemezler.

Yetişkinlik Döneminin Gelişimsel Özellikleri

20-65 yaş arasındaki dönemdir. Bu dönemin 20-30 yaş arası genç yetişkinlik, 40-65 yaş arası ileri yetişkinlik dönemi diye adlandırılır.

Genç yetişkinliğin temel özellikleri: Bedeni gelişme ve olgunlaşma tamamlanmıştır. Güç ve kuvvetteki artış ile zihnî kapasite en üst seviyededir. İlgiler derinleşir, girişilen işler yürekten yapılır. Toplumsal roller bütünüyle benimsenmiştir. İnsanlar 20 yaş civa- rında temel yetişkinlik kimliği oluştururlar. Bu anlamda kişi kendi görevlerini yaparak topluma katkılar sağladığı bir döneme girer. Değer yargıları belirginleşir, geleceğe yöne- lik önemli kararlar alınır ve hayat planları yapılır. Çocukluk ve ergenlikte çok hızlı olan bilişsel süreçler, genç yetişkinlikte sabit kalır. Yıllar içinde toplanan bu bilgi hem mesleki amaçlar için hem de özel yaşamda uygulanır.

 

Genç yetişkinlik döneminin en önemli gelişimsel özellikleri şunlardır: Evlilik, yüksekokul, askerlik, bir iş sahibi olma aile ve toplumla yeni ilişkiler kurmaktır.

 

Ileri yetişkinlik dönemi, gelişimde inişe geçişin belirtilerini taşır. Bedensel hastalıklar ile kilo artışı görülmesine rağmen düşünme ve yaratıcılık yeteneğinde azalma görülmez. Aile ilişkilerinin en zengin olduğu dönemdir. Eşler refahı korumak, mesleki sorumluluk- larını geliştirmek, yaşlı anne babalarla ilgilenmek, toplum için yararlı olmak gibi işlerle ilgilenirler. Bu dönem meslekte en üretken olunan yılları kapsar ve emeklilikten yaşlılığa geçişi belirleyen toplumsal bir dönüm noktasıyla sona erer.

 

Ileri yetişkinlikteki gelişim özellikleri şunlardır: Yurttaşlık ve toplumsal sorum- luluklarını yerine getirme, yaşamak için ekonomik bir standart oluşturma ve sürdür- me, boş zaman etkinliklerini gerçekleştirme, ergen çocuklara sorumlu ve mutlu ye- tişkinler olmada yardım etme, orta yaşın fizyolojik değişimlerini kabul edip bunlara uyum sağlama, yaşlı anne babaya uyum sağlamaktır.

 

Yaşlılık Döneminin Gelişimsel Özellikleri

Aslında yetişkinlik ve yaşlılık arasında kesin bir sınır yoktur. Gelişim psikologları gü- nümüzde 65-85 arasını genç yaşlı, 85 ve ilerisini yaşlı olarak isimlendirmektedirler. Bu dönemde kalsiyum azalmasına bağlı olarak iskelet ve kas sistemindeki rahatsızlıklar hare- ket serbestliğini kısıtlar. Sağlık sorunları baş gösterir. Yaşlılar gençlere göre daha az bilişsel enerjiye ve kaynağa sahip oldukları için bu dönemde en fazla etkilenen bellek sürecidir. Ayrıca bilgileri bellekte uzun süre tutma gücü zamanla azalır. Bu nedenle yaşlılar yeni bilgileri organize etme ve değerlendirme konusunda fazla başarılı olamazlar ancak irdele- me yeteneği ömrün sonuna kadar devam eder. Emekliliğin ardından birey, kendine özgü

 

ALGIYI ETKILEYEN FAKTÖRLER

Dikkat: Büyük, şiddetli, aniden otaya çıkan, yeni, tekrarlanan, hareket eden, birey için önemli olan uyarıcılar dikkat çeker.

Hazırlayıcı Kurulum: İnsanın dikkati, birçok uyaran söz konusuyken neden “A” ya değil de “B” ye yönelmektedir? Bu sorunun cevabı “Organizma, algılamaya hazır olduğu uyaranı algılamaktadır” şeklinde verilebilir. Örneğin bir jeolog ve bir kuş meraklısı alan gezisine farklı nesneleri aramak için kurulmuş olarak çıkarlar ve gerçekten de farklı nes- neler dikkatlerini çeker. Bir annenin telefonun sesi yerine bebeğinin sesini işitme olası- lığı daha fazladır.

Ortam: Beyaz bir önlüğün hastanede başka okulda başka algılanması gibi

Telkin: Bireyi belli bir düşünceye ikna etme süreci de algılamalar üzerinde etkilidir. Elinde içi su dolu bir parfüm şişesi ile odaya giren bir kişi elindeki şişenin içindeki sıvının parfüm olduğunu söylediğinde odanın içinde bulunan birçok kişi şişeden püsküren su taneciklerini parfüm kokusu olarak algılayabilir.

Fiziksel ve sosyal çevre: Bireyin içinde yaşadığı fiziksel ve sosyal çevre (kültürel koşul- lar) algılarımız üzerinde etkilidir. Örneğin, İspanya’da boğa güreşi seyreden bir İspanyol ile bir İsveçli düşünelim. İsveçli hayvanın çektiği acıyı, İspanyol ise matadorun becerisini, cesaretini algılayacaktır.

Zihinsel tutum ve önyargılar: Zihinsel tutum ve önyargılar algılarımızı belirler. Erkek deneklere milliyetleri belirtilmeden gösterilen bayan fotoğraflarından güzellik sıralaması yapmaları istenmiş, daha sonra milliyetleri belirtilerek istendiğinde ise farklı sıralama yaptıkları görülmüştür.

Heyecan yaratan kuvvetli duygular ya da ani beklenmedik olaylar algılarımızı etki- ler. Örneğin, korku ya da öfhe bazı uyarıcıları olduğundan farklı algılanmasına yol açar.

Geçmiş yaşantılardan edindiğimiz deneyim ve bilgilerin de algı üzerinde etkisi var- dır. Kendisine bir şey gösterilen kimse, eğer o şeyin ne olduğunu önceden bilmiyorsa onu anlamlandırmada ve algılamada güçlük çeker.

Algıda Bütünlük

Duyumların anlamlı kılınarak, bir biçime ya da kalıba sokulmasına denir. Bütün par- çadan önce gelir. İnsanlar sadece duyumlamaz, uyarıcıları anlamlı bütünler hâline getirip nesneler olarak örgütlerler. Kırmızı ve yuvarlak bir şekli elma olarak görmemiz, soğuk ve ıslak bir duyumu yağmur olarak algılamamız bir tek uyarana değil, uyaran gruplarına tepkide bulunmamız sayesindedir. Bir kişiye baktığımızda biz onu göz, kaş, burun, saç olarak değil, Mehmet ya da Elif olarak algılarız.

Algıda organizasyon iki şekilde gerçekleşir. Şekil-zemin algısı ve gruplama

 

ALGI VE DUYUM ARASINDAKI FARKLAR

Duyumlar basit, algı ise içinde öğrenme, bellek gibi süreçlerin olduğu karmaşık bir süreçtir. Nesnelerin mekânda belli bir yere yerleştirilmesi, yorumlanması ve kavran- masını gerektirir.

Duyumlar nesnel bir olay iken, algı (her bireyin yaşantısı ve deneyimleri birbirinden farklı olduğu için) öznel bir olaydır. Örneğin, gece yolda yürürken yerde görülen bir ip parçasını herkes aynı şekilde duyumsar ama kimi insan onu ip olarak algılarken kimisi de yılan olarak algılayabilir.

Duyum nörofizyolojik bir olayken, algı psikolojik ve bilişsel bir olaydır.

Duyum olmadan algı gerçekleşmez. Uyarıcı Duyum  Algı

Her duyum algı ile sonuçlanmayabilir çünkü organizmaya bir anda birden çok uyarıcı gelmektedir. Organizma bunların hepsini anlamlandırmak durumunda de- ğildir.

Günümüzde duyum ve algı üzerine yapılan çalışmalar sonucu elde edilen bilgilerden yararlanılan alanlar:

Endüstri, reklam ve vitrinlerin düzenlenmesi gibi alanlarda ( Örneğin, dar mekân- ların daha geniş gösterilmesi için mimari ve iç dekorasyonda ayna ya da derinlik içeren resimler kullanılması gibi),

Eğitimde bilgilerin daha iyi öğrenilmesinde, bir cümlenin söyleniş biçimi ve vur- gulanması, cümlenin anlam öğelerini gruplamaya yardım etmek içindir. “Oku baban gibi eşek olma” cümlesinin kelimelerini değişik biçimlerde gruplayarak (‘oku’dan sonra virgül konulması ile ‘gibi’ den sonra virgül konulduğunda anlam bütünlüğünün iki farklı anlamda algılanması gibi)

İnsanlar arasındaki iletişimin düzenlenmesinde ( Her bireyin algılaması o bireyin ‘gerçeğini’ temsil ettiğinden, bu durum diğerlerinin algılamasına saygı göster- meyen, özgür düşünen kimselerin yetişmesini ve gelişmesini kısıtlayan bir ortam oluşturur. Kişiler algılarında yanılabileceklerini bilirlerse daha hoşgörülü olabilir- ler),

Hukukta görgü tanıklarının dinlenmesinde (Dış dünyadaki olayları ve nesneleri olduğu gibi değil, anlam yükleyerek, değiştirerek algıladığımız bilgisi) yararla- nılır.

 

GÜDÜLENME

 

Muş’un Hasköy İlçesi Gökyazı Köyü’nde okuldan arta kalan zamanlarında ço- banlık yapan Zeynep Dinçer ve Sibel Balkaya, Temel Eğitimden Ortaöğretime Geçiş (TEOG) sınavına tam puan alarak Türkiye birincileri arasına girmeyi başardı. Tek göz odada 12 kişilik nüfusla yaşayan Balkaya “Bulaşık yıkadım, temizlik yaptım, kardeş- lerime baktım ve zaman zamanda yaylada hayvanlarımızı otlattım. Gerçekten insan istediği zaman her yerde her an her şeyi yapabiliyor. Biraz uykumdan ödün verip ders çalıştım. Hayvan otlatırken kitaplarımı yanımdan ayırmadım. Sonunda her öğrenci- nin hayali olan TEOG birincisi oldum”

Basından

 

DÜŞÜNELIM

Öğrencilerin bu başarılarının enerji kaynağı sizce nedir?

 

Davranışlara dışardan bakıldığında herkesin hangi davranışı yaptığını gözlemleyebi- liriz ama bu davranış hangi amaçla, hangi sebeple yaptığını söyleyemeyiz. İşinde yüksel- mek isteyen bir kişi, karşılaştığı zorluklara aldırmadan gece gündüz çalışır. Yalnız kalmak istemeyen bir kişi çeşitli dernek ve kulüplere üye olur. Acıkan biri karnını doyurmak için yiyecek arayışına girişir. Bu örneklerden de görüldüğü gibi organizmayı davranışta bulunmaya sürükleyen etmenler fizyolojik ve psikolojik olabilir. İşte insanların yaptığı davranışları niçin yaptığının cevabı güdüleri oluşturmaktadır. Güdü, davranışa enerji ve yön veren güçtür, bu güç organizmayı etkileyerek bir amaç için harekete geçmesini sağlar.

Güdülenme Süreci

Ihtiyaç: Rahatlık ve uyum sağlayan, normal davranışları kolaylaştıran bazı şeylerden yoksun olma durumudur. Bir davranışa güdülenebilmek için öncelikle organizmanın fizyolojik (hava, yiyecek, içecek, uyku gibi) ve psikolojik (beğenilme, arkadaşlık, sevgi, şefhat, saygınlık görme gibi) ihtiyaçlarının bir ya da birkaçının eksikliğinin duyulması gerekir. Bu ihtiyaçlarının karşılanmaması durumunda organizmanın fizyolojik ya da ruhsal dengesi bozulur ve bir iç gerilim doğar.

Dürtü: Bu ihtiyaçların karşılanması ve yoksunluğun giderilmesi için organizmada olu- şan itici güce dürtü denir. Genellikle birdenbire belirginleşir ve organizmanın engelle- yemeyeceği kadar güçlüdür. Açlık, susuzluk birer dürtüdür.

 

 

“İstenmeden yenen aş ya karın ağrıtır ya da baş” atasözünde hangi psikolojik kav- ramın öneminden bahsedilmektedir?

Açlıktan ölmektense dilenmeyi tercih eden bir insan ile dilenmektense açlıktan ölmeyi tercih eden bir başka insanın düşünce ve davranışları arasındaki farkın nedeni nedir?

 

5. UYGULAMA

 

2.15 DUYGU VE TÜRLERI

 

DÜŞÜNELIM

Kişiler arası ilişkilerde bize yol gösteren nedir? Duyguları ifade etme açısından pan- domim sanatçılarının gösterileri nasıl değerlendirilebilir?

 

Duygunun ne olduğu sorusuna basit bir cevap vermek güçtür çünkü duygu karmaşık bir süreçtir. Duygu altı bileşenden oluşur.

Duygu bir genel uyarılmışlık hâlidir. Duygulanım sırasında fizyolojik ve bedensel tep- kiler oluşur.

Duygu bir his, bir deneyimdir.

Duygu bilişsel bir değerlendirmedir.

Bazı duygular belirli davranış kalıplarına yol açar.

Duygular nelere yaklaşıp nelerden uzaklaşacağımızı belirleyen güdüleyici durumlardır.

Duygular sözel olarak mimik (yüzdeki hareketler) ve jestlerle (bedensel tepkiler) de ifade edilir.

Duygular ve duygulara göre daha kısa süreli, yoğun, şiddetli olan heyecanlar, bulu- nulan ortamın algılanmasıyla ortaya çıkan, iç organları harekete geçirerek beden, davra- nış ve bilinçte farklılıklar oluşturan süreçlerdir.

Duygu ve heyecanlar tıpkı güdüler gibi davranışların önemli nedenlerindendir. Gü- dülerde olduğu gibi duygu ve heyecanlarda da organizma aşırı uyarılır ve gerilim duyar. Güdülerden farkı uyarıcıların dış çevreden gelmesidir.

Dürtü ve güdülerin karşılanıp karşılanmaması farklı duyguların ortaya çıkmasına neden olur. Örneğin, acıktığımızda yemek, susadığımızda su görünce sevinmemiz ya da yaptığımız bir işin başkaları tarafından beğenilmediğinde üzülmemiz duyguların

 

Duygu Türleri

Duygular bir his ve deneyimdir. O yüzden psikolojide tüm duyguları ele almak im- kânsızdır. Örneğin merhamet, acımak, sevgi gibi duygular doğrudan gözlemlenemediği ve ölçülemediği için psikolojinin araştırma alanına girmez. Psikoloji biliminin ele aldığı duygular haz, kaygı, korku, öfhe ve saldırganlıktır.

Haz: Hedefe ulaşıldığında doyum sağlandığında duyulan histir. Haz veren nesneler ve du- rumlar, yeteneklerin olgunlaşmasına ve öğrenilmiş davranışlara bağlı olarak devamlı değişir.

Korku: Olumsuz bir duygu olan korku, travmatik bir yaşantı, klasik koşullanma, ge- nelleme, taklit ve birçok deneyimle oluşur. Korkular da haz gibi gelişim süreci içinde değişim gösterirler. Yeni doğanda korkuya fiziksel desteğin kaybolması ve şiddetli sesler gibi dışsal uyaranlar yol açarken, yetişkinlikte korkunun kaynağı daha çok içsel sebepler olmaktadır.

Kaygı: Korkunun ister bir insan, ister bir olay olsun bir nesnesi vardır, ama kaygının yoktur. Bu nedenle kaygı akıl dışı bir durumdan kaynaklanabilir. Bireyde beliren kor- kuyla karışık iç sıkıntısıdır. Bu anlamda kaygı henüz algılanmamış bir etkene yönelik bir tepkidir. Kaygılı insan ne olduğunu bilmediği, sonucunu kestiremeyeceği bir durum ya da olay karşısında huzursuzluk duymaktadır. Daha çok bilinçaltına itilen korkular nede- niyle oluşmaktadır.

Öfhe: Engellenme, haksızlığa uğrama, tehdit, onaylanmamak, yoksun bırakılma gibi durumlarda hissedilen oldukça güçlü ve olumsuz bir duygu olan öfhe de farklı yaşlarda ve farklı biçimlerde görülebilmektedir. Belirli yaşlarda bizi öfhelendiren bir davranış daha sonra öfhelendirmeyebilir. Öfhe taklit ve genelleme yoluyla da edinilebilir.

2.16 DUYGULARIN DAVRANIŞLARA ETKISI

Duygular davranışı başlatan, sürdüren ve yönlendiren süreçlerdir. Her biri bir diğe- rini etkilediğinden düşünce, duygu ve davranışlarımız bir bütün hâlindedir. Duygular da güdüler gibi insan davranışının oluşumuna öncülük ederler. Güdülerin genel olarak han- gi davranışla sonuçlanacağını tahmin etmek mümkünken, duyguların hangi davranışlara yol açacağını kestirmek ise güçtür. Örneğin arkadaşına öfhelenen biri yaşadığı duyguyu çevresine karşı saldırganca davranışlar sergileyerek ortaya koyarken, bir diğer kişi aynı duygu karşısında içine kapanıp saatlerce ağlayabilir. Sonuç olarak davranışları harekete geçiren duygular, bireyi, duruma özgü ve bireyden bireye farklılık gösteren davranışlara yönlendirmektedir. Bireylerin yaşadıkları duygular kendi davranışlarını harekete geçire- bildiği gibi diğer insanların da davranışılarını harekete geçirebilmektedir. Örneğin, neşeli ve mutlu bir şekilde derse giren bir öğretmenin bu duygu durumu sınıftaki diğer öğren- cileri de etkileyecektir.

Duygular, belli bir işin gerçekleşmesi aşamasında bireyin performansını da etkilemek- tedir. Olumlu duyguların genel olarak bireyin performansına yapıcı etkisi vardır. Bu tür duyguların çok fazla etkisinde olduğumuzda, gerçeği olduğundan bir parça farklı algılı- yor olsak da düşünsel ve fiziksel olarak gücümüz, enerjimiz yerinde olduğu için durumu hâlâ net olarak değerlendirebiliriz ve çözüm olasılıklarını üretebilecek hâlde oluruz.

Oysa olumsuz duygular bizi düşünsel ve fiziksel olarak da olumsuz etkiler. Olumlu duygu içerisindeyken bedenimiz dik, yürüyüşümüz daha kendine güvenli, sesimiz canlı

80

 

2.18 DIKKAT VE TÜRLERI

Bilinç ve farkındalığın dikkatle sağlandığından daha önce bahsetmiştik. İnsanın zihin gücünün herhangi nesne ya da olay üzerinde yoğunlaşmasına dikkat denir. Duyumdan bellek ve öğrenmeye kadar tüm bilişsel süreçleri etkileyen bir üst süreçtir. Dikkat sayesin- de belirli uyaranların bilincine varırız ve diğerlerini bilinç alanına sokmayız. Dikkat bir çeşit esnek süzgeç gibi düşünülebilir. Bazı bilgileri geçirir (örneğin, sınıfta anlatılanlar), bazılarını geçirmez (dışarda spor yapanların sesleri), bazılarını ise kısmen geçirir (arka sıradaki fısıldaşmalar gibi)

Dikkat oldukça karmaşık bir işlev olup her türlü bilinçli nöropsikolojik işlevin, öğ- renme ve düşünmenin vazgeçilmez koşuludur. Dikkatin çeşitli türleri ve her bir dikkat türünün de farklı işlevleri vardır. Günlük hayatımızda en çok ihtiyaç duyduğumuz bazı dikkat türleri şu şekildedir:

Edilgin (pasif) Dikkat: Sürekli tekrarlanan, aniden ortaya çıkan, hareket eden bir uyarıcının, şiddetli bir patlamanın sebep olduğu dikkat gibi doğrudan dış etkilerin etkisi ile oluşur. Bu gibi durumlarda kişi istemsiz olarak uyarana dikkat eder. Kişi kendisine yönelen uyarana dikkat etmek için herhangi bir çaba harcamaz.

Etkin (aktif) Dikkat: Fiziksel ve psikolojik bir çabayla gerçekleştirdiğimiz dikkattir. Televizyonda bir filmi izlerken, ders çalışırken veya bir kalabalık içinde tanıdığımız birini ararken kullandığımız dikkat gibi.

Seçici Dikkat: İnsanın, belirli bir anda yer alan varlık ve olaylardan, bir veya birkaç uyarıcıya yönelmesini, diğerlerini dışarda bırakmasını ifade eder. Uyarıcı bombardıma- nına tutulmayı engelleyen bilgi işleme sürecidir.

Odaklanmış Dikkat: Bireyin dikkati dağıtan diğer uyaranlara rağmen dikkatini belli bir uyarıcıya odaklayabilme yeteneğidir. İnsan herhangi bir varlık ya da olay üze- rinde aklı ve duyularıyla ne kadar fazla yoğunlaşmışsa onu öğrenmesi kolay, unutması da zor olur.

Bölünmüş Dikkat: Aynı anda birden çok görevi yerine getirebilme yeteneği olarak tanımlanır. Dikkati ikiye bölerek her iki göreve de dikkatini yöneltebilmektir. Birden faz- la uyarıcıya dikkat edilmesi durumunda öğrenme ve hatırlama zordur.

Sürdürülen (sürekli) Dikkat: Bireyin sadece bir şeye dikkatini verebilmesi değil, asıl dikkatini o etkinlik ya da uyaran üzerinde koruyabilmesidir. Dikkati bir uyaran üze- rinde sonuna kadar sürdürebilmek öğrenmeyi sağlamak açısından çok önemlidir. Okul yaşamında, mesleki yaşamda ya da sosyal yaşamda üstlendiğimiz pek çok görev sürekli dikkat gerektirir.

2.19 BILINÇLILIK TÜRLERI

Uyku, rüya, meditasyon, hipnoz, biliş ve duyguları etkileyen madde alımında bilinç durumları farklılık gösterir.

 

Kendini Gerçekleştiren Kehanet (Temel beklenti etkisi): Kendini gerçekleştiren kehanet, kalıp yargıların kalıcı hâle gelmesi ve yaygınlaşmasında oldukça etkilidir. Örneğin, samimi bulmadığımız bir grubun üyelerine, beklentilerimiz doğrultusun- da mesafeli davranırız. Sonuç olarak, onlar da bizim soğukluğumuza gücenir ve bize bu doğrultuda karşılık verirler. Böylece onlara ilişkin beklentimiz, aslında temelde bizim kendi davranışımızla biçimlenmiş olsa da, kendini doğrulamış olur. Kendini doğrulayan kehanet her zaman diğer birey ya da gruplarla ilgili değildir. Bazen kişi- nin kendi başına gelebileceklerle ilgili öngördüğü şeylerin bir biçimde gerçekleşme- si de kendini doğrulayan kehaneti gösterir. “Aklıma gelen başıma geldi”, “bir insana kırk gün deli dersen deli olur” gibi ifadeler bu durumu yansıtır.

2.21.2 Yükleme (Atfetme)

Kendimiz ve diğerleri hakkında nasıl düşündüğümüz bizi yükleme kavramına gö- türür. Yükleme, başkalarının ve kendimizin davranışları hakkındaki iddialardır. Bu kuram toplumsal olayların ve insan davranışlarının bir nedene bağlanması eğilimini açıklamaya çalışır. Bir başkasına ilişkin algıların onu değerlendirirken önemli rol oy- nadığını ortaya çıkarmıştır. Günlük yaşantımızda karşılaştığımız olay ve insanların davranışlarının bazılarına içsel nedenler (kişilik özellikleri, arzuları, ihtiyaçları ) ba- zılarına dışsal nedenler (çevresel koşullar) yükleriz. Örneğin verdiği sözü tutmayan kişinin bu davranışını ya temel kişilik özelliklerinden olan güvenirlikten yoksun ol- makla açıklarız ya da çevre koşullarınnın elverişsizliği sonucu sözünde duramama- sıyla açıklarız. Davranışları değerlendirirken tek yönle atıfta bulunmak nesnel olma- yabileceğinden bu yaklaşım ne derece doğru olduğu tartışılabilir. Genelde insanlar yükleme yaparken yanlı davranır. İnsanlar başkalarının davranışlarını açıklarken ortamsal faktörlere değil, kişinin kendisine atıfta bulunma eğilimindedir. Buna te- mel yükleme hatası denir. “Evin hanımı tabak kırınca kaza, hizmetçi kırdığı zaman sakarlıktır.” yargısında olduğu gibi. Birey kendi davranışlarına ilişkin yüklemeleri ise sonuca bakarak yapar. Yani başarılarını kişisel özelliklerine başarısızlıklarını dışsal nedenlere yüklerler. Buna da savunucu yükleme (kendini kayırma eğilimi) denir. Sınavdan düşük not alınca “ öğretmen verdi”, yüksek not alınca “ben aldım” diyen öğrencinin durumu gibi.

İlk izlenimler, o kişiye karşı nasıl davranacağımız konusunda oldukça etkili olmak- tadır ancak bazen ilk karşılaşmada kişinin davranışlarına yüklediğimiz anlam zaman- la değişebilmektedir. İlk karşılaştığımızda sevimsiz olarak algıladığımız birinin daha sonraki görüşmelerimizde samimi, sıcak, sevecen ve özverili davranışları ona yükle- diğimiz niteliklerde değişikliğe yol açacak ve bizim de davranışlarımız değişecektir.

93

 

çok önemli ve gereklidir” şeklinde konuşur. Ayrıca listeyi öğrenme durumunda bulunan işbirlikçi kişiye dönerek “olacak her şeyden ben sorumluyum” der.

Gerçekte jeneratör elektrik üretmemektedir. Yalancı deneğin yani işbirlikçinin çığ- lıkları, deneyden vazgeçmek istemesi, acılara dayanamayacağını haykırması daha önce doldurulmuş bir ses bandı aracılığı ile sağlanmaktadır.

İlk kez Amerika Birleşik Devletleri’nde Yale Üniversitesinde yapılan bu deney hiç beklenmedik, çok şaşırtıcı sonuçlar vermiştir. Denemeye katılan değişik yaş ve meslekten 40 denekten hiçbiri 300 volttan önce şok vermekten vazgeçmemiştir. Deneklerin % 65’i şok vermeyi sonuna dek sürdürmüştür.

Araştırmacının önemli bir üniversitede profesör olduğunun denek tarafından bilin- mesi, araştırmacının o anda deneğin yakınında bulunması ve araştırmacının sonuçtan kendisinin sorumlu olacağını söylemesi (böylece deneğin sorumluluk duygusundan kur- tulması) itaat etmeyi artıran etmenlerdir.

Benimseme: Bu tür uyma davranışı bireylerin bir kişi, bir örgüt veya grubun dav- ranış, düşünce ve duygularını inanılır bulduğu için kendine mal etmesiyle (içselleştirme- siyle) ortaya çıkar. Kazaların önlenmesinde trafik kurallarına uymanın önemine inanan bir insanın, trafik polisi veya ışıkları olmadığı zaman bile dikkat etmesi gibi.

Grup düşünme: Sorunlara ya da konulara bireyin kendi düşünceleriyle değil de grubun görüşleri doğrultusunda yaklaşılmasıdır. Grup düşünmede üyeler, kendi grupla- rının yenilmez ve dokunulmaz olduğu konusunda gerçek olmayan bir düşünceye sahip- tirler. Kendileri hakkında böyle düşünürken grup dışındaki kişilere de yanlı bir şekilde yaklaşırlar. Örneğin, siyasi gruplarda ve cemaatlerde tek doğru vardır, seçeneklerin ko- nuşulması bile kabul görmez.

Grup düşünme, bir süre sonra bireyin kendisini ayrı bir birey olarak görmesini en- geller ve bireyin benlik farkındalığı azalarak psikolojik bir durum olan kimliksizleşme (birey olmaktan çıkma) ortaya çıkar. Kişisel kimliğini (onu biricik kılan özelliklerini) kaybeden birey grubun isimsiz bir üyesi hâline gelir, bireysel sorumluluk duygusu kaybo- lur. ‘Kartopu etkisi’ oluşturan bu durum (etkili bir kişinin birkaç kişiyi etkilemesi, bu bir- kaç kişinin her birinin başka birkaç kişiyi etkilemesiyle etkilenen birey sayısının artması) kitlelerin ortaya çıkmasına yol açar.

Sosyal grup etkisi bireyin kararlarına da yansır. Bireyler tek başına verdikleri karar- larda daha temkinli davranırken grup hâlinde alınan kararlarda ise daha fazla risk alma eğilimi gösterirler.

2) Özgeci Davranış (Diğerkamlık)

Sosyal etkilenme sonucu ortaya çıkan davranışlardan biri de “özgeci davranış”tır. Ödüllendirme beklentisi olmaksızın bir başkasına yardım etme davranışıdır. Araştırma- lar insanların kendiliklerinden başkalarına yardım etmesine rağmen, çevrede başkaları varken ve yardım edebilecek durumda iken insanların yardıma koşmaya daha az istekli olduklarını göstermektedir. “Tanık etkisi” olarak adlandırılan bu durumun nedeni, sayı arttıkça sorumluluğun yayılmasıdır.

Yazar Hakkında

Dyt. Büşra Nur Yiğit

Dyt. Büşra Nur Yiğit

Hacettepe Üniversitesi Sağlık Bilimleri Fakültesi Beslenme ve Diyetetik Bölümü’nden yüksek şeref öğrencisi olarak mezun oldum. Eğitim hayatım boyunca Hacettepe Üniversitesi Tıp Fakültesi Hastanesi Prof. Dr. Ali Dursun Çocuk Sağlığı ve Hastalıkları Anabilim Dalı, Beslenme ve Metabolizma Ünitesi’nde çalışmalarda bulundu. Prof. Dr. Selçuk Dağdelen ve Prof. Dr. Okan Bülent Yıldızla diyabet konusunda çalışmalar yaptı.
GATA' da Doç.Dr. Mustafa Ulubay ile Kadın Hastalıkları ve Doğum Beslenmesinde çalışmalar yaptı.
Gelişimime katkı sağlamak amacıyla Metabolik ve Bariatrik Cerrahi Diyetisyenliği, Obezite veya Diyabet Tedavisine Güncel Yaklaşımlar, Sezgisel Yeme Psikolojik beslenme bozuklukları gibi birçok eğitim ve kurs programına katıldım.
Şuan da online ve yüz yüze olarak, kilo yönetimi ve hastalıklarda tıbbi beslenme tedavisi hizmetlerimin yanında mide balonu, mide botoksu, sleeve gastrektomi (tüp mide) ve gastrik bypass (MGB, RYGB) olmak üzere obezite cerrahisi alanında hizmet vermektedir
18.07.2022 tarihinden itibaren Çocuk Metabolizması üzerine çalışmalar yapıldı.
Hipofiz Hastalıkları Tanı, Tedavi Ve İzlem Kılavuzu (3/04/2024-3/05/2024 tez çalışmalarına katılmıştır.
Şuanda Hacettepe Üniversitesi Tıp Fakültesi hastanesi Psikiyatri Prof.Dr.Cengiz Kılıç ile birlikte psikolojik tez makale çalışmalarına devam etmektedir
Prof.Dr.Deniz Demiryürekle birlikte Akupunktur,Mezoterapi üzerine çalışmalar devam etmektedir.
Hacettepe üniversitesi Tıp Fakültesi Hastanesinde Prof Asistanı olarak hizmet vermektedir

Önemli Bilgilendirme

Site içerisinde bulunan bilgiler bilgilendirme amaçlıdır. Bu bilgilendirme kesinlikle hekimin hastasını tıbbi amaçla muayene etmesi veya tanı koyması yerine geçmez.