Prostat

Prostat

Prostat, erkeklerde bulunan, üremeye yardımcı bir bezdir. İdrar torbasının hemen bittiği yerde bulunan, idrar torbasının ilerisindeki idrar yolunu (üretra) çepeçevre saran, normalde ceviz büyüklüğünde olan, ileri yaşlarda büyümesi ile 150-200 cc hacme kadar çıkabilen bu bezin temel görevi menide bulunan spermler için gerekli besin ve sıvıyı tedarik etmek, bunun yanı sıra ihtiva ettiği kasları sayesinde idrar yolunu (üretrayı) sararak idrar akımının kontrolünü sağlamaktır. Prostatın lokalizasyonunu daha iyi anlaşılabilmesi için gerek hastalarıma gerekse öğrencilerime şu örneği veririm. Avcunuzun içine bir kalem alın ve avcunuzu kapatın. Kalemi bir şiş gibi düşünerek bir elmayı avcunuza kadar geçirdiğinizi varsayın. Elinizi idrar torbası, kalemi idrar yolu (üretra), elmayı da prostat bezi olarak düşünebilirsiniz.

Prostatın iyi huylu büyümesi  (Benign Prostat Hiperplazisi)

İlk bölümde genel anlamda prostatın ne olduğunu, nerede bulunduğunu, görevini anlatmaya çalıştık. Bu bölümde de halk arasında daha ziyade “bende prostat var” ya da “doktor bey, bir arkadaşıma prostatı olduğu söylenmiş, bu ne anlama geliyor?” şeklinde sıkça duyduğumuz hastalığın ne olduğunu aktarmaya çalışacağız. Yukarıda kullandığım örneklere dikkatlice tekrar bakacak olursak burada bir prostat hastalığı ya da iyi huylu bir prostat büyümesi gibi bir tanımın kullanılmadığını görürüz. Tıpkı kalp hastalığı olan bir kişinin hastalığının detaylı ismi ya da tanımını yapmak yerine “bende kalp var” ya da “babamda kalp var hocam” demesi gibi. Bazen hastaların bu detayları tam olarak bilmemesinden ( ya da bilmek istememesinden), bazen de rahatsızlığı anlatan doktorun daha kolay izah edebileceği düşüncesi ile genelleme yaparak bilgilendirmesinden kaynaklanan bu durumu iyi huylu prostat büyümesi olan hastalardan sıkça duymaktayım. Böyle bir tanımı hastamdan duyar duymaz ya da hikayesini anlatan hastanın “hocam babamda da prostat vardı”  demesiyle ilk aklıma gelen bu tanımın iyi huylu prostat büyümeleri için yapıldığının çok muhtemel olduğudur. Şöyle ki gelecek bölümlerde bahsedeceğemiz prostat enfeksiyonu olan bir hasta rahatsızlığını “bende prostatit olduğu söylendi” ya da “ bende prostat enfeksiyonu varmış” şeklinde tanımlar. Yine prostat kanseri tanısı alan bir hasta rahatsızlığını doğrudan “kanser” ya da “ prostatın kötü huylu büyümesi” şeklinde tanımlar.

İyi huylu prostat büyümesi tanısı almış bir hasta bana geldiğinde ilk olarak bunun yaşlanmanın doğal bir süreci olduğunu, bunun her erkekte farklı derecelerde belirtilere neden olabileceğini, endişe edilecek bir durumun söz konusu olmadığını söylüyorum. Daha iyi anlaşılabilmesi açısından “nasıl yaşla birlikte insanın cildi kırışmaya başlar, saçlarında bir miktar dökülme görülebilir. Bu durum sizi endişelendirmez, normal karşılarsınız, iyi huylu prostat büyümeleri ve bunun neden olduğu belirtiler de sizi endişelendirmesin, çünkü bu da doğal bir sürecin parçasıdır” şeklinde açılama yapıyorum.

İlerleyen yaşla birlikte insanın cildi kırışmaya, saçları dökülmeye başlar. Bu durum sizi endişelendirmez, çünkü bunun yaşlanmanın doğal bir süreci olduğunu bilirsiniz. İyi huylu prostat büyümeleri de aynı şekildedir, sizi endişelendirmesin. Nasıl cildin kırışması, saçın dökülmesi her insanda farklı derecelerde görülür ise prostatın iyi huylu büyümesinin yaptığı belirtiler de her insanda farklıdır.

İyi huylu prostat büyümesinin olması için olmazsa olmaz iki şeye ihtiyaç vardır: Yaşlanma ve erkeklik hormonu olan testesteronun prostat bezi için çok daha aktif şekli olan dihidrotestesteron. Diğer bir şekilde ifade edecek olursak genç erkeklerde ve testesteronu dihidrotestesteron dediğimiz daha aktif şekline çeviren enzim ( 5 alfa redüktaz) eksikliklerinde prostat büyümesi meydana gelmez. Yaşla birlikte gördüğümüz iyi huylu prostat büyümelerinin derecesi kişiden kişiye değişebileceği gibi bu büyümenin yaptığı belirtiler de kişiden kişiye farklılıklar gösterir. İyi huylu prostat belirtisinin yaptığı belirtileri idrar yapmada zorluk, idrarını tam olarak boşaltamama hissi, daha ziyade geceleri olmak üzere sık sık idrar yapma, idrarını yapmaya başlarken zorlanma ve bekleme, idrar yapış süresinin uzaması, idrar kaçırma, idrarı gelince tutmada zorluk ve bir an önce idrar yapma isteği, idrarını daha yakına ve daha ince olarak yapmak, bunların yanı sıra tabloya enfeksiyonun eklenmesi neticesinde idrar yaparken yanma ve idrarda kan görünmesi şeklinde tanımlayabiliriz. Burada saydığımız belirtilerin hepsinin bir arada olmasına gerek yoktur. Genellikle bunlardan bir ya da birkaçının olması beklenir.  Bu belirtilerin yanı sıra hastaların bu tablodan ne kadar rahatsız oldukları da tedavi seçiminde yol göstericidir. Şöyle ki geceleri bir iki defa idrara kalkan, idrar yapmasında yaşadığı zorluğun kendisini ileri derecede rahatsız etmediğini ifade eden bir kişiye herhangi bir tedavi başlamaya gerek olmayacağı gibi, bu belirtilerin kendisini ileri derecede rahatsız ettiğini hatta ilaç tedavisine bile cevap vermediğini söyleyen bir kişiye cerrahi tedavi önerilebilir.

İyi huylu prostat belirtisinin yaptığı belirtileri idrar yapmada zorluk, idrarını tam olarak boşaltamama hissi, daha ziyade geceleri olmak üzere sık sık idrar yapma, idrarını yapmaya başlarken zorlanma ve bekleme, idrar yapış süresinin uzaması, idrar kaçırma, idrarı gelince tutmada zorluk ve bir an önce idrar yapma isteği, idrarını daha yakına ve daha ince olarak yapmak, bunların yanı sıra tabloya enfeksiyonun eklenmesi neticesinde idrar yaparken yanma ve idrarda kan görünmesi şeklinde tanımlayabiliriz.

Kanser Nedir?

Çok genel anlamda kanser, hücrenin kontrolsüz ve anormal büyümesi olarak tanımlanabilir. Bütün canlıların en küçük yapı taşı hücredir. Vücudumuzdaki bütün hücrelerin bir görevi ve yaşam süresi vardır. Zamanla yaşam süresini dolduran bu hücreler kendi benzerini oluşturarak ölürler. Bu hücrelerin kendi benzerlerini oluşturma süreci çok kompleks bir mükemmellik ile devam eder. Bu süreçte oluşan hatalı hücreler de vücudun bağışıklık sistemi ile ortadan kaldırılır. Ancak kanserli hücre bu kontrol mekanizmasından kaçarak kontrolsüz bölünmeye, çoğalmaya ve yayılmaya devam eder ve geliştikleri organlarda kansere neden olurlar. Sonrasında da vücudun başka yerlerine yayılabilirler. Hücrenin bu kontrolden çıkması kişinin genetik (kalıtsal ) özelliklerinin yanı sıra sigara ve radyasyon gibi dış etkilerin etkisi ile de olabilir.  Kanserde erken teşhisin önemi de buradan gelmektedir. Bir organda kanser oluşurken ne kadar önce teşhis edilirse tedavi o kadar mümkün ve kolay olmaktadır. Bu kanserli hücrelerin sayısının artması ile o dokuda ya da organda tümör yükü arttığı zaman, hatta çevre dokulara ya da vücudun diğer organlarına yayıldığı zaman tedavi imkanı azalmakta veya çok daha güç olmaktadır.

Prostat Kanseri’nin oluşumu

Prostat kanserinin oluşmasında birçok faktör rol oynar. Bu faktörlerden en önemlileri genetik, beslenme ve hormonlardır. Bir kişinin ailesinde, yani babasında, kardeşinde, amcasında veya dayısında prostat kanseri öyküsü var ise o kişinin prostat kanserine yakalanma riski artmıştır. Yine yağdan zengin, lifli yiyeceklerden fakir beslenen kişilerde prostat kanseri riskinin artmış olduğunu görüyoruz. Prostat kanseri hücreleri hormona duyarlıdır. Erkeklik hormonu olarak bilinen testosteron tarafından uyarılarak büyümesi ve yayılması hızlanır. Prostat kanseri tedavisinde ilerideki bölümlerde de bahsedeceğimiz gibi bu hormonun ortadan kaldırılarak hastalığın ilerlemesinin yavaşlaması amaçlanır.

Prostat bezinde gelişen kanser hücreleri organ dışına yayılma eğilimi gösterirken diğer taraftan prostatın boşaldığı lenf bezlerine (beze olarak da bilinir) de sıçramaya çalışırlar. Lenf bezlerinden sonra da uzak organ olarak en sık kemiklere yayılım özelliği bulunmaktadır. Vücuttaki kemiklerden en sık omurgaya ve kaburgalara yayıldığını görmekteyiz. Kemiklere yayılması sonucu erken dönemde belirti vermeyebileceği gibi bazen de kişide şiddetli kemik ağrılarına neden olabilir.

PSA

PSA’nın açılımı İngilizce’den gelen “prostate specific antigen” dir. Türkçe’sini “prostata spesifik antijen” ya da “prostata özgü antijen” olarak da söyleyebiliriz. Antijen bir çeşit proteindir. PSA prostat tarafından üretilir ve çok az miktarda kana geçer. Prostat bezinin yapısal bütünlüğünün kısmen bozulduğu kanser ve prostatit durumlarında yine prostata masaj yapıldığında, sonda takıldığında, ultrason ve biyopsi yapıldığında kana geçişi artar. Bunların dışında günlük hayatta bisiklete binmek, cinsel ilişkiye girmek gibi bir çok durumda kan düzeyi değişir. Dolayısı ile kanda PSA’nın artmış olarak tespit edilmesi o kişide kanser olduğunun ya da prostatit olduğunun mutlak bir göstergesi olmayıp rutin hayatta yaptığımız bir çok aktivitenin de bir sonucu olabilir. Diğer bir ifade ile PSA’nın artışı kansere özgü olmayabilir. Fakat adından da anlayabileceğimiz gibi PSA prostata özgü bir proteindir. Daha çarpıcı olarak ifade etmeye çalışırsak kadınlarda prostat bezi olmadığı için kanlarında PSA tespit edilemez, yine bütün erkeklerde prostat bezi olduğu için tüm erkeklerin kanında belli oranlarda PSA tespit edilebilir.

PSA’nın keşfi ve klinik kullanıma geçmesi ile son 20 yılda prostat kanserinin teşhisi ve tedavisinde bir devrim olmuştur. Önceleri çok ileri evrede parmakla yapılan rektal muayene veya kanserin kemiklere yayılımı sonrası teşhis edilebilen prostat kanserleri çok erken evrelerde teşhis edilebilir olmuştur. Bu erken teşhis sayesinde prostat kanseri henüz diğer organlara yayılmadan yakalanıp tedavi edilebilir bir hastalık olmuştur.

PSA’nın normal değeri nedir?

Genellikle PSA’nın 4 ng/ml’nin altında olmasını istiyoruz. Eğer bu değerin üzerinde ise prostat kanseri riski artmış olacağı için yakın takip edilmeli, gerekirse biyopsi yapılmalıdır. Son yıllarda bu eşik değerini biraz daha aşağıya çekme eğiliminin olduğunu söyleyebiliriz. Özellikle nispeten genç hastalarda PSA değeri 2.5’un üzerinde ise dikkatli olunmalı biyopsinin faydaları ve riskleri hasta ile tartışılmalıdır. PSA kansere özgü bir gösterge olmayıp prostat bezine özgü bir protein olduğu için aslında %100 güvende hissedebileceğimiz bir değer de bulunmamaktadır. Dolayısı ile  soruda geçen normal değer gibi kavramlar çok doğru bir tanımlama değildir. PSA değeri 0.5’in bile altında olduğunda yaklaşık %6 oranında kansere yakalanma riski mevcuttur. Sonuç olarak PSA değerinin yükselmesi ile kanser riskinin arttığını ve bu değer 4’ün üzerinde ise ( 50 yaşın altındaki nispeten genç hastalarda 2.5’un üzerinde ise) biyopsi yapılması gerekebileceğini söyleyebiliriz.

PSA kanser dışında başka nedenlerden de yükselir mi?

Evet. Kanser dışında iyi huylu prostat büyümeleri, prostatit gibi hastalıklarda ve sonda takılması, biyopsi, prostat ve mesane cerrahisi, prostat taşları, idrar yapamama gibi bir çok durumda PSA yükselmesi görülebilir.

PSA değerim yüksek çıktı. Doktorum bunun prostatite bağlı olduğunu düşünerek antibiyotik başladı ve sonrasında kontrole çağırdı. Bunun bir riski var mı?

Bu yaklaşımın hiçbir riski olmadığını söylemek doğru olmaz. Bu yaklaşımda doktor tarafından bir risk fayda değerlendirilmesi yapılmış, biyopsiyi hemen yapmak yerine antibiyotik tedavisi sonrasında yapmanın alınan riske oranla daha çok fayda getireceğine inanılmıştır. Çünkü biyopsinin kendisi zahmetli bir işlem olup işlem sırasında duyulabilecek ağrının yanı sıra beraberinde kanama, enfeksiyon gibi riskler de taşır. Diğer taraftan kanser teşhis etmenin biyopsi dışında bir yolu yoktur. O halde eğer bu hastanın PSA yükselmesi kansere bağlı ise teşhisimiz bu süre zarfında gecikmiş olur ya da biyopsi yapılmaz ise kanser teşhisi atlanmış olur. Bunun yanı sıra uzun süre antibiyotik tedavisi sonrasında bağırsakta normalde bulunan bakteriler yerine bir çok antibiyotiğe karşı dirençli bakteriler hakim hale gelir ve biyopsi işlemi sırasında bu bölgeden geçen biyopsi iğnesinin etkisi ile bu bakteriler vücuda yayılarak tedavisi çok daha zor olan ciddi enfeksiyonlara neden olabilir. Bu nedenle uzun süre antibiyotik tedavisi alan bir kişiye biyopsi yapılacak ise bir süre beklenmeli vücutta normalde hakim olan bakterilerin yerleşmesi sağlanmalıdır. Biyopsi hemen yapılmak isteniyorsa koruyucu olarak geniş etkiye sahip başka bir antibiyotik koruyucu olarak verilmelidir.

PSA’daki yükselmeyi bazı enfeksiyonlarda gördüğümüz yüksek ateşe benzetiyorum. Ateşin yükselmesi bize enfeksiyon olabileceğini işaret eder ve biz de buna uygun yaklaşımla enfeksiyonu tedavi ederiz. Sadece ateşi düşürüp enfeksiyonu tedavi etmediğimiz taktirde enfeksiyon yayılıp daha tehlikeli bir hal alabilir. Yüksek PSA durumlarında da olması muhtemel bir kanseri araştırıp tedavi etmek yerine sadece PSA yı düşürdüğümüzde kanser teşhisini atlamış olabiliriz. 

Antibiyotik tedavisi sonrasında PSA değerim düştü. Bende kanser olmadığını söyleyebilir misiniz?

Hayır. Bunu söylemek mümkün değildir. Ancak PSA’daki yükselmenin kansere bağlı değil prostat enfeksiyonuna bağlı olabileceğinin de muhtemel olduğunu söyleyebiliriz. Biyopsi yapılmadığı taktirde bundan daha fazlasını söylemek mümkün değildir.

Hiçbir idrar şikayetim yok. Hatta prostat enfeksiyonundan şüphelenilecek belirtilerim de yok. Kontrol amacı ile PSA testi yaptırdım ve yüksek çıktı. PSA’yı düşürmek amacı ile antibiyotik kullanmam gerekir mi?

Hayır. Antibiyotik tedavisi kullanmadan birkaç hafta sonra PSA testini tekrarlamanız daha doğru bir yaklaşım olacaktır. Kontrolde yine PSA yüksekliği tespit edilirse biyopsi yaptırmanız daha uygun olur.

Hiçbir şikayeti olmayan bir erkeğin ne zaman kontrol amacı ile PSA testi yaptırması gerekir?

Herhangi bir şikayeti olmasa da 50 yaşına geldiği zaman her erkeğin PSA testi yaptırmasını öneriyorum. Eğer ailede, yani babasında, kardeşlerinde, amcasında ya da dayısında prostat kanseri öyküsü var ise bu kişilerin 40 yaşında kontrol amacı ile PSA testi yaptırmaları daha uygun olacaktır.

PSA değerim yüksek çıktı. Mutlaka biyopsi olmam gerekir mi?

PSA bizim normal kabul ettiğimiz değerden yüksek çıktığında bunun ne kadar yüksek olduğu önemlidir. Eğer biz normal değer olarak 4’ü kabul ediyorsak ve hastanın PSA’sı 4.5 çıktıysa farklı, 60 çıktıysa farklı yaklaşırız. Genellikle birkaç hafta sonra ikinci bir kontrol değeri görmeyi tercih ediyorum.

Yakın aralıklarla PSA testi yaptırdım. Her seferinde farklı değerler geldi. Bu normal mi?

Test yapılan merkezden merkeze değişebileceği gibi aynı merkezde yapılan ölçümlerde de farklılıklar olabilir. Bu genellikle 2.3 ve 2.6 ya da 5.6 ve 5.2 gibi daha ziyade küçük farklar şeklindedir. Eğer büyük farklar gösteriyorsa ölçümden kaynaklanan bir hata olabileceği akla gelmelidir.

İyi huylu prostat büyümesi nedeni ile ameliyat olmuştum. Tekrar PSA baktırmama gerek var mı?

Evet, tekrar PSA baktırmanıza gerek vardır. İyi huylu prostat büyümesi nedeni ile yapılan ameliyatlarda ister kapalı ameliyatlar olsun, isterse açık ameliyatlar olsun prostat bezinin tamamı çıkartılmaz. Sadece idrar yapmayı kolaylaştırmak amacı ile prostatın iç kısmını çıkartırız. İyi huylu prostat büyümesinin tedavisinde yaptığımız açık ameliyatları anlatırken kalın kabuklu bir portakal örneği ile açıklamaya çalışmış idim. Bu ameliyatta portakalın içini çıkarttığımızı ve kabuğun kaldığını söylemiş idim. Yine kapalı ameliyatta da buna benzer şekilde portakalın yediğimiz iç kısmı mümkün olduğunca çıkartılmaya çalışılır. Yine hatırlayacak olursak prostat kanserlerinin bu ameliyatlarda çıkarmadığımız kabuk kısmından daha ziyade geliştiğini söylemiş idim. Sonuç olarak iyi huylu prostat büyümesi nedeni ile ameliyat olan kişilerde prostat kanseri riski devam ettiği için PSA takibine de gerek vardır.

Bir hekim olan hastam muayene olmak için bana geldiğinde kendisinden PSA testi istediğimi görünce, iyi huylu prostat büyümesi nedeni ile prostatının alındığını ve hala PSA testine gerek olup olmadığını söyledi. Ben de kendisine hangi çeşit olursa olsun iyi huylu prostat büyümelerinin tedavisi için yapılan ameliyatlarda prostatın tamamının çıkarılmadığını ve bu nedenle prostat kanseri riskinin devam ettiğini, dolayısı ile PSA testi yaptırmamızın gerekli olduğunu ifade ettim. 

Prostat Kanserinde Tedavi Seçimi

Prostat kanserinde erken teşhis kadar doğru tedaviyi seçmek de büyük önem taşır. Her ne kadar kanser kelimesi hepimiz için haklı olarak çok korkutucu gelse de özellikle prostat kanserine özgü konuşacak olursak bütün prostat kanserleri aynı seyri göstermez. Bazı özellikleri taşıyan prostat kanserleri çok daha iyi seyir gösterirken bazıları çok daha kötü seyre neden olabilir. O halde teşhis anında tespit edilen prostat kanserinin bu bahsettiğimiz saldırganlık özelliğini bilmek tedavi planına geçmeden önce çok önemlidir. Yine teşhis edildiği zamandaki evresini bilmek, diğer bir ifade ile tespit edildiği anda henüz diğer organlara ya da çevre dokulara yayılmış mı buna bakarak tedavi planını yapmak gerekir.

Öncelikle bütün kanserler için genel bilgiler vermek, daha sonra prostat kanserine özgü bilgilere geçmek istiyorum. Kanser eğer geliştiği organdan başka yerlere sıçramadıysa biz bu kanserlere lokal, bölgesel, organa sınırlı gibi isimler veriyoruz. Eğer çevre dokulara, komşu organlara doğru taştıysa tıp dilinde bu kanserin çevre dokulara “invazyonu” olarak adlandırıyoruz. Çevre dokulara değil de daha uzaktaki organlara yayılmış ise de tıp dilinde metastaz yapmış olarak isimlendiriyoruz. Bu tanımları tüm kanserler için genellendirmek yanlış olmaz. Bu gruplandırma bize tümörün evresini gösterir.Prostat kanseri için biraz daha özgü konuşacak olursak, tümör prostat bezi içinde sınırlı ise lokal evrede olduğunu, çevre dokulara doğru invazyon gösterdi ise lokal ileri evrede olduğunu, kemik gibi daha uzakta bulunan organlara yayılım göstermiş ise de ileri evrede, yani metastatik evrede olduğunu söyleyebiliriz. Her evre için farklı tedavi alternatiflerinin bulunduğunu vurgulamak isterim.

Bazen hastalar prostat kanseri teşhis edildikten sonra bana geldiklerinde ameliyat ile tedavi etmemi istiyorlar. Hangi tedavi yöntemini seçeceğimize hastalığın evrelendirmesini yaptıktan sonra karar verebileceğimizi söylüyorum. Eğer tümör başka organlara yayılmış ise ameliyatın bir tedavi seçeneği olmadığını, tam tersine lokal bir hastalık varlığının da ilaç ile ya da iğne ile tedavisinin yanlış olduğunu anlatmaya çalışıyorum.

Tümörün saldırganlık derecesinin de tedavi planında önemli olduğunu söylemiş idim. Bütün tümörler için genel olarak konuşacak olursak tümörlerin saldırganlık derecelerini sıklıkla üç gruba ayırıyoruz; çok saldırgan olanlar, yani yüksek dereceli olanlar (tıp dilinde yüksek Grade’li olarak adlandırılır), orta derece olanlar ve en az saldırgan olan düşük dereceli olmak üzere. Tümörlerin bu derecesini hesaplarken aldığımız biyopsi örneğini inceleyen patoloğun değerlendirmesine bakıyoruz. Yani biyopside alınan prostat parçası bunu mikroskop ile inceleyen doktorun önüne geldiğinde bu doktor bize hastalığın kanser mi iyi huylu mu olduğunu söylemesi yanında kanser ise bunun derecesini de rapor eder. Bunu yaparken de kanser hücrelerinin özelliklerini göz önüne alır. Yine prostat kanserine özgü konuşacak olursak Gleason adında bir bilim adamı prostat kanseri örneklerini inceledikten sonra tedavi planına daha fazla yardımcı olmak amacı ile kendi ismi ile adlandırılan dereceleme sistemini bulmuştur. Bu sistem günümüzde dünyada en çok kabul edilen sistem olup 1’den 5’e kadar derecelendirilir. Bir dendiğinde saldırganlık potansiyeli en düşük olanları, 5 dediğimizde en saldırgan olanları kast ediyoruz. Son yıllarda tedavi planına daha iyi yön vermesi açısından Gleason derecelerine ek olarak Gleason skorunun kullanıldığını gözlemliyoruz. Şimdi bu ne demek bunu anlatmaya çalışayım. Biyopsiyi mikroskop ile inceleyen doktorun kanser hücresinin özelliklerine bakarak bunu 1’den 5’e kadar derecelendirdiğini az evvel söylemiş idim. Fakat bir örneği incelerken sadece Grade 2 ya da Grade 3 gibi tek bir hücre yapısı bulunmaz. Diğer bir ifade ile aynı örnek içerisinde hem Grade 2 özelliği olan hem 3 hem 4 özelliği olan yapılar bulunabilir. En çok izlenen yapı ile ikinci en sıklıkta izlenen yapının yoplamı bize Gleason skorunu verir. Bu özellikler raporda belirtilirken de toplanarak verilmekten ziyade en çok hangi özelliğin, daha sonra hangi özelliğin bulunduğunu belirtmek amacı ile ayrı ayrı toplam şeklinde ifade edilir. Örnek verecek olursak 3+4, 4+4, 4+3, vb.

Prostat kanserlerinde tedavi alternatiflerini değerlendirirken tümörün evresi ve derecesi yanı sıra hastanın PSA düzeyi de büyük önem taşır. PSA düzeyi 20’nin üzerinde olan hastaların seyri daha olumsuz olabilirken, PSA düzeyi 10’un altında olan hastaların seyri daha iyi olabilir.

Yukarıda bahsettiğimiz bu faktörlerin yanında hastanın yaşı, genel sağlık durumu gibi birçok kişiye özel faktör de tedavi seçiminde önemlidir. Bütün bu faktörler değerlendirildikten ve hasta ile paylaşıldıktan sonra tedavi seçiminde hastanın da aktif olarak rol alması sağlanmalıdır. Böylece hastanın uygulanacak tedaviye uyumu da üst düzeyde olur. Kişinin hastalığını saklamak yerine uygun bir dille kendisine anlatılmasının tedavinin her aşamasında son derece önemli olduğunu vurgulamak isterim.

Yanında kızı ile birlikte prostat kanseri teşhis edilmiş bir hastam bana geldiğinde hastamın kızı babasının hastalığı ile ilgili olarak yalnız görüşmek istediğini söyledi. Görüşmemizde babasının kanser olduğunu bilmediğini ve kendisine bu durumu söylersem tamamen yıkılacağını ve mümkünse babasına hastalığından bahsetmememi rica etti. Ben de hastalara kendi rahatsızlıkları ile ilgili bilgilerin uygun şekilde verildiğinde tedavi sürecinin çok daha başarılı geçeceğini söyledim. Neticede babasına hastalığı hakkında ve tedavi seçenekleri hakkında bilgi verdim. Kızının endişelerinin tersine babası hastalığı çok daha olgunlukla karşıladı ve tedavi boyunca ve sonrasında çok uyumlu bir dönem geçirdi.  

Prostat kanserinin tedavisinde radikal prostatektomi dediğimiz cerrahi tedavi yanında radyoterapi (ışın tedavisi), kriyoterapi, aktif izlem, hormonaterapi, kemoterapi yöntemlerinden biri ya da birden fazlasının birlikte kullanılması da seçenekler arasında değerlendirilir. Bu tedavi yöntemleri hakkında çok daha detaylı bilgileri gelecek bölümlerde paylaşacağım.

Prostat kanserinde en etkili tedavi yöntemi hangisidir?

Tek bir yönteminin tüm hastalar için en iyi tedavi şekli olduğunu söylemek mümkün değildir. Lokalize hastalık varlığında yani tümör prostat dışına yayılmadıysa radikal prostatektomi dediğimiz ameliyat tedavisinin en iyi yöntem olduğunu söyleyebilirim. Yine buna çok yakın başarılı sonuçlar verebilen radyoterapinin (ışın tedavisi) de mutlaka iyi bir alternatif olduğunu söylemek yanlış olmaz. Kanseri ilerlemiş hastalarda ise kür diye tabir ettiğimiz hastalıktan tam olarak kurtulma mümkün değildir. Bu nedenle hastalığın ilerlemesini yavaşlatabilen hormonal tedavi bir seçenek olarak düşünülmelidir.

Prostat kanseri teşhis edildikten sonra koruyucu amaçla diyet ya da başta bitkisel tedaviler olmak üzere diğer alternatif yöntemleri önerir misiniz? Bunun bir zararı var mı?

Prostat kanseri teşhis edildikten sonra ne diyetin ne de diğer yöntemlerin bir faydası yoktur. Bitkisel tedaviler gibi diğer alternatif yöntemlerin etkinliği hiçbir çalışmada gösterilememiştir. Bu alternatif gibi görünen tedavilere başvurmak tedavi sürecinin başlamasını geciktirecek olup istenmeyen sonuçlar verebilir. Kesinlikle bu yöntemlere başvurmanızı önermiyorum.

Prostat kanseri teşhis edilen hastam bir arkadaşından kabak çekirdeğinin faydası olduğunu duymuştu. Bu nedenle her akşam bol miktarda kabak çekirdeği yiyordu. Bir süre sonra PSA değerinin düştüğünü ve tedavinin başarılı olduğunu bana söyledi. Oysa ki kabak çekirdeği gibi bazı besinler içerdikleri doğal maddeler sayesinde PSA düzeylerinde düşüşe neden olabilirler. Bu kesinlikle kanserin tedavi ediliyor olduğu anlamına gelmez. Tam tersine tedavinin başlaması gecikeceğinden tümörün daha ileri evrelere yayılımına neden olabilir.

Prostat kanseri teşhis edildikten sonra başka bir doktora daha gitmemi ve onun fikrini de almamı önerir misiniz?

Bunda kesinlikle yanlış bir şey yok. İkinci bir görüş almak tedavi seçimi açısından farklı bir bakış getirebilir. Bunu yaparken bilginiz ne kadar çok ise tedavi planında da o kadar aktif rol alabilirsiniz. Bence doğrusu da zaten bu olmalı. Ancak doktorunuzu seçtikten sonra ve tedavinize karar verdikten sonra doktorunuzun önerilerini harfiyen uymanız size fayda getirecektir.

Bu makale 20 Mart 2020 tarihinde güncellendi. 0 kez okundu.

Yazar
Prof. Dr. Bülent Akduman

Prof. Dr.Bülent Akduman, 1970 yılında Ankara’da doğmuştur. Ankara’da Kavaklıdere İlkokulu ve Mimar Kemal Lisesi’nin ortaokul bölümünü bitirdikten sonra 1987 yılında Kayseri Fen Lisesi’nden mezun oldu. Gazi Üniversitesi Tıp Fakültesi’nden 1993 yılında mezun olduktan sonra yine aynı fakültede Üroloji ihtisasına başladı. İhtisası süresinde 1997 yılında 6 ay süre ile Amerika Birleşik Devletleri Washington Üniversitesi Üroloji Kliniğinde “Visiting Fellow” (misafir üroloji doktoru) olarak çalıştı. 1999 yılında Üroloji uzmanı olan Dr.Akduman aynı yıl Kanada’ya giderek bir yıl süre ile Toronto  Üniveristesi ÜrolojiKliniği’nde “Research Fellow” (araştırmacı üroloji doktoru-üroloji uzmanı) olarak çalıştı. Üroloji doktoru olarak 2000-2001 ve 2005-2006 yıllarında Amerika Birleşik Devletleri Colorado Üniversitesi Üroloji Kliniği’nde 2 yıl süre i ...

Yazarı sosyal medya'da takip edin
Etiketler
Prostat hastalığı
Prof. Dr. Bülent Akduman
Prof. Dr. Bülent Akduman
Zonguldak - Üroloji
Facebook Twitter Instagram Youtube