Kazanılmış roller: ben mi seçtim, yoksa mecbur mu kaldım?

Bazen hayatın ortasında durup kendimize şunu sormak gerekir: “Şu an yaptıklarım gerçekten benim seçimim mi, yoksa koşulların beni zorladığı bir yaşamı mı sürdürüyorum?” Çünkü çoğu zaman biz zannettiğimiz şeyin ardında, aslında “kazandığımız” yani zorunda kaldığımız roller vardır. Bu roller öylesine içselleşmiştir ki artık onları benliğimizin bir parçası gibi yaşarız.

Kazanılmış roller: ben mi seçtim, yoksa mecbur mu kaldım?

Bazen hayatın ortasında durup kendimize şunu sormak gerekir: “Şu an yaptıklarım gerçekten benim seçimim mi, yoksa koşulların beni zorladığı bir yaşamı mı sürdürüyorum?” Çünkü çoğu zaman biz zannettiğimiz şeyin ardında, aslında “kazandığımız” yani zorunda kaldığımız roller vardır. Bu roller öylesine içselleşmiştir ki artık onları benliğimizin bir parçası gibi yaşarız.

Psikolojide “kazanılmış roller”, bireyin yaşamı boyunca —özellikle erken dönemlerde— yaşadığı travmalar, yetersizlikler ya da çevresel beklentiler nedeniyle üstlendiği davranış kalıplarını ifade eder. Bu roller başta işe yarar; bireyi o anki zorluktan korur, düzeni sağlar, ilişkiyi sürdürür. Ama zamanla kişinin kendisiyle kurduğu ilişkiyi bozmaya, içsel çatışmalar yaratmaya başlar. Çünkü bu roller seçilmemiştir; mecburiyetle benimsenmiştir.

Örneğin, “Ben yapmazsam kimse yapmıyor” cümlesi. Kaçımız bunu söyledik ya da duyduk? Birçok kadın danışanım, özellikle evlilik ilişkilerinde bu noktaya gelmiş durumda. Eşlerinin sorumluluk almadığı, onların yükleri paylaşmadığı durumlarda, tüm evin, çocukların ve duygusal ihtiyaçların sorumluluğunu sırtlanmak zorunda kalıyorlar. Zamanla bu yük o kadar kanıksanıyor ki artık bunu yapmamak korkutucu geliyor. Çünkü kontrol etmek, her şeyi organize etmek, yalnızca bir görev değil; aynı zamanda bir güvenlik alanına dönüşüyor. Kendi deyimleriyle, “kontrolü bırakınca her şey dağılacakmış gibi geliyor.”

Bu durumun kökeninde çoğu zaman çocuklukta yaşanan parentifikasyon süreci yer alır. Parentifikasyon, çocuğun kendi yaşından beklenmeyecek sorumluluklar üstlenmesi durumudur. (Chase, 1999). Örneğin, duygusal olarak yetersiz bir anne babanın çocuğu, evdeki duygusal dengeyi sağlayan kişi hâline gelir. Bu çocuk, yetişkinliğinde de kendini hep düzeni sağlamak zorunda hisseder, başkaları adına sorumluluk alır, her şeyin kontrol altında olması gerektiğine inanır.

Bu durumu Donald Winnicott’un “Sahte Benlik” kuramıyla birlikte düşünmek de oldukça anlamlıdır. Winnicott, bireyin kendi özgün benliğini değil, çevrenin onayladığı bir benliği yaşadığını söyler. Bu “sahte benlik”, başkalarının ihtiyaçlarını gözetirken kendi duygularını bastırır. Bir rol üstlenir ama bu rol zamanla kişiliğe dönüşür. İşte burada “kazanılmış roller” kimliğin bir parçasıymış gibi hissedilir.

Kontrolcü olmak, aşırı sorumluluk almak, herkese yetmeye çalışmak, sürekli güçlü görünmek… Bunların her biri, zamanında işe yaramış ama bugün işlevselliğini yitirmiş rollerdir. Bizi tüketen, ama bırakamadığımız davranış kalıplarıdır.

Bu noktada durmak ve kendimize şu soruları sormak çok kıymetlidir:

Bu davranışı ilk ne zaman ve kimin karşısında geliştirdim?

Bu rol beni neye karşı korudu?

Bunu yaptığımda seviliyor muydum, takdir mi ediliyordum?

Bu rolü bırakınca ne olur korkusu taşıyor muyum?

Gerçek benliğim bu mu, yoksa o rolün altındaki sessiz ben mi?

Araştırmalar gösteriyor ki, bu tür rollerden özgürleşmek mümkündür; ama önce onların bizde ne işe yaradığını fark etmemiz gerekir. Çünkü kazanılmış roller sadece davranış değil, aynı zamanda bir hayatta kalma stratejisidir. Ve artık hayatta kalmaktan fazlasını hak ediyoruz: Gerçekten yaşamak. Kendi seçimlerimizle, kendi sınırlarımızla, kendi “ben”imizle…

Terapi süreci bu farkındalığı yaratmak için güçlü bir alan sunar. Kişi, neden bu kadar kontrol etmek zorunda hissettiğini, neden sürekli güçlü görünmeye çalıştığını ve neden başkalarının sorumluluklarını üstlendiğini keşfetmeye başlar. Bu keşif, beraberinde yeni bir dil getirir. “Ben istemediğimde de değerliyim.” ya da “Her şeyden sorumlu olmak zorunda değilim.” gibi cümleler ilk başta yabancı gelebilir ama zamanla içselleşir.

Kazanılmış roller, fark edildiğinde ve dönüştürüldüğünde, kişiyi yüklerinden kurtaran bir uyanışa dönüşebilir. Belki de ilk kez, kişi kendine şunu söyleyebilir:

“Artık olmak zorunda değilim.”

Kaynaklar:

Bowlby, J. (1988). A Secure Base: Parent-Child Attachment and Healthy Human Development. Basic Books.

Winnicott, D. W. (1960). The Maturational Processes and the Facilitating Environment.

Chase, N. D. (Ed.). (1999). Burdened Children: Theory, Research, and Treatment of Parentification.

Jurkovic, G. J. (1997). Lost Childhoods: The Plight of the Parentified Child.

Bu makale 11 Haziran 2025 tarihinde güncellendi. 0 kez okundu.

Yazar
Uzm. Kl. Psk. Mehmet Keskinbıçak

Uzman Klinik Psikolog Mehmet Keskinbıçak Yetişkin, ergen ve çiftlerle bireysel terapi süreçleri yürütüyorum. Terapi sürecinde güvene dayalı, bilimsel temelli ve danışan merkezli bir yaklaşımı esas alıyorum. Her bireyin yaşadığı sorunu kendi özgün bağlamında anlamaya ve bu bağlamda etkili, sürdürülebilir çözümler üretmeye çalışıyorum. Uzmanlık alanlarım arasında duygu durum bozuklukları, panik bozukluk, anksiyete bozuklukları, obsesif kompulsif bozukluk (OKB), ilişki problemleri, çift terapisi, cinsel terapi, klinik düzeyde kişilik bozuklukları, travma sonrası stres tepkileri ve ergenlik dönemi uyum sorunları yer almaktadır. Ayrıca özel eğitim merkezinde özel gereksinimli çocuklarla çalışmakta ve yapılandırılmış psikolojik test uygulamaları gerçekleştirmekteyim.  Çalışma Alanlarım: Depresyon ve duygu durum bozuklukları Panik atak ve a ...

Uzm. Kl. Psk. Mehmet Keskinbıçak
Uzm. Kl. Psk. Mehmet Keskinbıçak
Şanlıurfa - Psikoloji
Facebook Twitter Instagram Youtube