Dijital Dünyada Sosyofobi: Takip Edilen Ama Konuşamayan


Sosyofobi, yalnızca fiziksel ortamlarda değil, dijital dünyada da bireyin görünürlükten kaçındığı, yargılanmaktan korktuğu ve sosyal etkileşimlerde yoğun kaygı yaşadığı bir anksiyete bozukluğudur. Artık sosyal yaşamın büyük bir kısmı dijital platformlara taşınmışken, bu yeni ortam sosyofobik bireyler için hem bir kaçış alanı hem de yeni bir tehdit kaynağı haline gelmiştir.
Instagram, WhatsApp, Zoom, Twitter (X), TikTok gibi platformlarda kişi görünür olabilir; ama ifade etmekten, fikir beyan etmekten, yorum yapmaktan, sesli ya da görüntülü iletişim kurmaktan kaçınır. Bu bireyler, dijital dünyada izleyici olarak var olur: içerik tüketir ama üretmez, yazılanları okur ama yanıt vermez, mesajları görür ama cevaplayamaz. “Beni yanlış anlarlar mı?”, “Sesim tuhaf gelir mi?”, “Beni yargılarlar mı?” gibi düşüncelerle sosyal dijital alanlardan uzaklaşırlar.
Sosyofobik bireyler, dijital ortamın sunduğu anonimliğe rağmen, sanal ortamlarda bile kendilerini görünür kılmakta zorlanabilir. Örneğin bir grup sohbetinde fikrini paylaşamaz, bir online toplantıda kamera açamaz, Instagram’da hikâye paylaşamaz, hatta bazen gelen bir mesaja “görüldü” atıp günlerce cevap yazamaz. Bu davranışlar dışarıdan “umursamazlık” olarak algılansa da aslında derin bir kaygının ve kendilik güvensizliğinin dışavurumudur.
Bu bireyler, çevrim içi ortamları kaçınma alanı olarak kullanır. Fiziksel ortamlarda karşılaşabilecekleri yargılanma, eleştirilme ya da küçük düşme ihtimalinden kaçarken, dijital ortamlarda da kendilerini ifade etmekten geri dururlar. Her ne kadar ekran arkasında bir “güvenli mesafe” var gibi görünse de, sosyal medyada yorum yapmak ya da bir videoda konuşmak, sosyofobik birey için gerçek bir sahneye çıkmak kadar kaygı verici olabilir.
Sosyofobi dijital platformlarda “filtreli” bir görünürlük yaratır. Kişi yalnızca onay alabileceğini düşündüğü içerikleri paylaşır, hatta paylaşacağı yazıyı defalarca silip yeniden yazar. “Ya komik bulunmazsa?”, “Bunu kimse beğenmezse?”, “Yanlış bir kelime seçersem?” gibi düşünceler kişinin paylaşımını iptal etmesine neden olabilir. Bu süreç, zamanla bireyin kendini ifade etme cesaretini tamamen bastırabilir.
Çevrim içi toplantılar ve eğitimler de sosyofobik bireyler için zorludur. Kamera açmak, mikrofonla konuşmak, kalabalık bir sanal grupta söz almak yoğun bir performans kaygısı yaratır. Kişi, her an görünür olma hissiyle tetiklenir ve kontrolü kaybedeceğinden endişe duyar. Bu durum, hem akademik hem mesleki başarıyı doğrudan etkiler.
Terapi sürecinde dijital sosyofobiye özgü müdahaleler planlanmalıdır. Geleneksel yüz yüze terapilere alternatif olarak çevrim içi terapi modelleri, sosyofobik bireylerin daha konforlu hissettikleri bir ortam sağlayabilir. Bilişsel davranışçı terapide maruz bırakma çalışmaları dijital platformlara da uyarlanabilir: örneğin bireyin gün aşırı bir paylaşım yapması, küçük bir grupta mesaj yazması ya da kısa sesli mesaj göndermesi gibi hedeflerle yapılandırılmış aşamalı ilerlemeler planlanabilir.
Şema terapi, dijital kimlik ile gerçek benlik arasındaki çatışmayı anlamak için güçlü bir araç sunar. Bireyin onay arayışı, kusurluluk şeması, sosyal izolasyon şeması gibi yapılar, dijital davranış örüntülerinde kendini açıkça gösterir. Öz-şefkat odaklı terapiyle de birey, sanal ortamda bile kendine karşı daha kabul edici ve destekleyici bir iç ses geliştirebilir.
Toplumsal düzeyde ise dijital ortamlarda güvenli alanların oluşturulması, görünürlük baskısının azaltılması ve zorbalığa karşı güçlü politikaların hayata geçirilmesi önemlidir. Sosyal medya platformlarının kullanıcı deneyimlerini ruh sağlığı dostu hale getirmesi, algoritmaların sadece “göster” değil “güvende hissettir” odağında yeniden tasarlanması gereklidir.
Sonuç olarak, dijital dünya sosyofobik bireyler için hem görünürlük hem de görünmezlik paradoksunu taşır. Takip edilmek ama konuşamamak, çevrim içi olmak ama ifade edememek, dijital çağın sessiz çığlıklarıdır. Sosyofobi sadece fiziksel dünyada değil, dijital dünyada da kendini gösterir ve iyileşme de her iki dünyada birlikte mümkündür. Bu iyileşme; anlayış, destek ve psikolojik farkındalıkla başlar.