Sınır nedir, ne işe yarar?

Sınır nedir, ne işe yarar?

Psikolojik anlamda sınır basitçe, kendi duygularımızı, seçimlerimizi, aklımızı diğer insanlarınkinden ayırmaktır. Diğerlerinden ayrı bir bedene, akla, duygulara sahip olduğumuzu anlamak, sorumlu olduğumuz ve kontrol edebilme şansımızın olduğu tek alanın kendi sınırlarımızın içinde olduğunu görebilmektir. Böylece diğerlerinin davranışlarını değil kendi davranışlarımızı, diğerlerinin duygularını değil kendi duygularımızı anlamak ve düzenlemek için çabalamaya başlarız.

Sınır, ben ve ötekiler arasındaki çizgidir. Sahip olduğum tek şey kendimse; kendi sınırlarımı net olarak anladığımda kendimden sorumlu olmayı, kendimi korumayı ve kendimden bir şey verirken bunun kendi kararıma bağlı olduğunu hissedebilirim.

Sınırlar bir günde oluşmaz ve bir günde bozulmaz. Biz bebekliğimizden itibaren sınırlarımızı tanımaya anlamaya ve geliştirmeye çabalarız. Bu sınır gelişimi hayatımızın son gününe kadar sürer ve bazı alanlarda sınırlarımızı koruyamadığımızda bazı problemler yaşanır. Bu problemler kronik düğümler haline gelmeden anlamaya çalışmak önemlidir. Örneğin iş yaşamında yaşanacak bir sınır sorunu, fazladan iş yükü üstlenme veya yeterince sorumluluk almama gibi, direkt olarak kişinin aile ilişkilerini, uyku düzenini, psikolojik sağlığını, hayat kalitesini etkileyebilir.

Sınır gelişimi

Doğduğumuz anda başka bir kişinin, annemizin bedeninden fiziksel olarak ayrılmış olsak da psikolojik olarak annemizden ayrılmamız çok daha uzun sürer. Bebeğin sosyal olarak ilişki kurduğu ilk kişi çoğunlukla annedir. Bu ilişkide oluşturulan sınırlar, denenen sınırlar bebeğin diğerleriyle kurduğu ilişkiler için bir taslak niteliği taşır. Yeni doğmuş bir bebek anneye bağımlıdır. Çünkü tüm ihtiyaçlarını karşılaması için bu birincil bakım veren kişiye muhtaçtır.  Daha sonra çok yavaş da olsa kendi ihtiyaçlarını karşılayabildiğinde; etrafa bakabilmek, sağına soluna dönebilmek, oturabilmek, ilgisini çeken şeyi uzanıp tutabilmek, emeklemek hedefe doğru yürümek ve daha niceleri, kendisinin ayrı bir bedene, akla, davranışa sahip olduğunu anlamaya başlar. Onun merak ettiği ve uzandığı şeye bir başkası uzanmamaktadır. Ama bunun için ağlamak yerine yapabileceği şeyler vardır.

Bebek için kendi başına hareket etmek ve istediği her şeyi gönlünce keşfetmek ne kadar heyecan verici olsa da ayrılmak ve uzaklaşmak korkutucudur. İhtiyaçları karşılanan ve sevgi gören bir bebek, bu keşif turlarında dönüp annenin veya birincil bakım verenin gözünün içine bakarak onay bekler. Bu keşfin onaylandığını hissettiğinde devam eder. Bu kısacık bir dönem gibi görünse bile, şöyle bir düşündüğümüzde dünyayı ve kendimizi keşfetmek için, yeni bir şey yapacağımız zaman sevdiklerimizden onay bekleyebiliyoruz ve bu onayı alamadığımız takdirde gerçekten hiçbir engel olmasa bile yapmaktan vazgeçebiliyoruz. Fakat aslında o iki yaşındaki çocuk için hayati önem teşkil eden onayın yetişkin bir insan için hayati bir anlamı yoktur. Her ufak adımda hayatımızı korumakla yükümlü bir yetişkinle birlikte değilizdir, kendimiz bir yetişkinizdir. Hata bile olsa kendi hayatımızla ilgili karar vermeye yetkimiz vardır.  Bir tişört alışverişi örneği ile sınır sorunlarını anlamaya çalışalım.

Şöyle bir düşünün, yalnız başınıza alışverişe gitseniz ve bir tişört beğenseniz onu alıp almamaya karar vermek için kimin fikrine ihtiyaç duyuyorsunuz? Kendi fikriniz yeterli geliyor mu yoksa kafanızın içinde tişörtle ilgili yakınlarınızın yorumlarını mı duyuyorsunuz? Yanınızda biri olsa ve bu tişörtü ben beğenmedim dese almaktan vazgeçer miydiniz?

Kimi zaman da kendimizi korumak adına sınırlarımızı sağlamlaştırmak adına kendimizi öyle bir kapatırız ki, diğer insanlardan gelecek olan ve ihtiyacımız olan şeyleri bile reddederiz. Birlikte alışverişe çıkmak isteyen bir arkadaşımızı ne alıp almayacağımıza karışma ihtimaline karşılık reddetmek gibi. Böylelikle yararını göreceğimiz fikirlerinden ve bir dostla geçirilecek bir vakitten mahrum kalmış oluruz ve yine burada da bir sınır sorunu var demektir.

Sizinle ilgili hangi tişörtü alacağınızdan hangi mesleği seçeceğinize veya bir ilişkiyi sonlandırıp sonlandırmayacağınıza hatta ne hissetmeniz “gerektiğine” karar veren insanlar varsa, veya bunu siz yapıyorsanız bu her ne kadar nazik bir şekilde ve kişinin iyiliği için yapılıyor olursa olsun bir  sınır müdahalesi yaşanıyor demektir. Sınır sorunlarını kısaca tanıyalım.

“HAYIR” DİYEMEMEK: Bazen hayır demek istediğimiz halde hayır diyemeyiz. Bazen terk edilme korkusu, bazen ayıplanma korkusu, bazen bencil olarak etiketlenme endişesi hayır demeye engel olur. Bu tip sınır sorunu yaşayan kişiler birine yardımcı olamadıklarında suçluluk hissederler. Bu bazen gitmek istemediğiniz bir yere gitmek demekken bazen de sizi incitmeye niyetli bir davranışı durduramamak olarak karşımıza çıkabilir.

Hayır demek istediği halde evet diyen insanlar bir başkasından hayır cevabı aldıklarında müthiş bir haksızlık duygusuna kapılırlar. Kendilerinin veremediği bir cevabı hoşgörüyle karşılayamazlar. Ben herkesin yardımına koşarken, herkesin derdini dinlerken benim bir şeye ihtiyacım olduğunda kimseyi bulamıyorum. Verdiklerimin karşılığını alamıyorum diye düşünürler. Bu sınır sorunu size tanıdık geldi mi? Böyle hissettiğiniz oluyor mu?

“EVET” DİYEMEMEK: Bazen de yardıma ihtiyacımız varken yardımı reddedebiliyoruz. Sınırlarımız katılaşmıştır ve birini içeri almayı birinden destek, yardım görmeyi zayıflık belirtisi olarak görürüz. Bu kişiler “benim kimseye ihtiyacım yok kendim her şeyi hallederim” derler. Başkalarına gösterdikleri desteği kendileri alamazlar. Çok yorulurlar. Bazen kendimizi korumak demek bir başkasının desteğini kabul etmek demek olabilir. Böyle durumlarda bu zayıf değil güçlü olmak anlamına gelir.

KONTROLCÜLÜK: Bazen hayır cevabını “evet”e çevirmeye çalışırız. Kişi ile aramızdaki samimiyete güvenerek onun davranışlarını değiştirmeye çalışırız. Onun yerine karar alabileceğimizi düşünürüz. Durmamız gereken noktayı kaçırırız.

Sınır sorunları hayatımızı fazlaca etkilemeye başladığında kaygı sorunları gibi psikolojik  sorunlar, belli bir hastalığa bağlı olmayan ağrılar, semptomlar yaşanabilir.

Bu makale 17 Aralık 2020 tarihinde güncellendi. 0 kez okundu.

Yazar
Klinik Psikolog  Damla Devecioğlu

Psikoloji lisans eğitimimi Uludağ Üniversitesi’nde tamamladıktan sonra kadınlarla ve çocuklarla ilgili psikoloji temelli gönüllü çalışmalar yaptım. Nilüfer Belediyesi’nde hem yetişkin hem çocuk alanında çalışma fırsatı buldum. Burada bolca görüşme yapma deneyimi kazandım. Ardından Klinik psikoloji alanında yüksek lisansımı tamamladım ve tezimi yakın ilişkiler ile şema terapi konusunda yazdım.

Mesleki deneyimimde ilişkiler, sınırlar, iletişim, sınırlar, motivasyon, aile ilişkileri, iş ve okul problemleri, kaygı,  gibi çok çeşitli konularda çalıştım. Mesleğimle ilgili okumaya ve kendimi geliştirmeye çalışmaya çok severek devam ediyorum.

Klinik Psikolog  Damla Devecioğlu
Klinik Psikolog Damla Devecioğlu
İzmir - Klinik Psikolog
Facebook Twitter Instagram Youtube