Panik bozukluk, nam-ı diğer “Panik Atak”, hemen herkesin ismen duyduğu ama çoğumuz için gizemlerle dolu bu modern zaman hastalığıdır. Gerçekte bir tür kaygı bozukluğudur.
Bu kaygı bozukluğu türü, kişilerin gündelik yaşamını felç eden, çalışmayı, sosyal yaşamı sürdürmeyi, seyahat etmeyi, olağan etkinliklerden keyif almayı oldukça güçleştiren bir rahatsızlıktır. Rahatsızlığın başlangıcında kişiler genellikle sebebi olmaksızın bir takım tıbbi yakınmalar yaşamaya başlarlar ve yakınmanın türüne göre doktorlara başvururlar ve hemen hiçbir zaman bir tıbbi sebep bulunamaz ve yapılan tetkikler sonuç vermez. Panik atağı esnasında pek çok yakınma ortaya çıkabilir ve en sık çarpıntı, göğüste sıkışma, nefes alma güçlüğü, titreme, terleme, üşüme veya sıcak basması, boğulacak gibi olma, yoğun sıkıntı hissi, yerinde duramama, bulantı, kusma, baygınlık hissi şeklindedir. Genelde en çok başvurular acil servis, kardiyoloji ve gastroenterolojiye yapılır. Bir süre sonra tekrarlayan ve sebebi bulunamayan bu yakınma atakları kişilere endişe, umutsuzluk ve çaresizlik vermeye başlar zira önemli bir hastalıkları olduğuna ve tanının bir türlü konulamadığına inanmaktadırlar. Sürekli farklı hekimlere başvurur ve tekrar tekrar tetkik yaptırırlar ama sonuç hiç değişmez. Hekimler sağlıklı olduklarını söylerler. Kişi şanslıysa görüştüğü hekim durumun psikiyatrik bir durum olduğunu ve bir psikiyatristle görüşülmesi gerektiğini söyler. Fakat çoğu kişinin bir hastalığı olduğu ve bulunamadığı inancı bir anda değişmez ve genelde psikiyatri başvuruları gecikir. Kişiler psikiyatri başvurusu yapsalar da ne yazık ki genellikle birkaç sebeple bu başvuru iyileşmeleri ile sonuçlanmaz. Bu sebeplerin ilki başvurunun nereye yapıldığı ile ilgilidir. Şayet psikiyatri başvurusu bir hastaneye yapılıyorsa hekimle görüşme süresi oldukça sınırlı olmaktadır. Bu yetersiz sürede kurum hekimleri kişinin bir kaygı bozukluğu yaşadığını anlamakta genelde zorlanmaz ve gerekli ilaçları reçete ederek kullanımını önerip belli bir süre sonra kontrole gelinmesini önerirler. Panik bozukluğu yaşayan kişi karşıdakine inanmakta, güvenmekte, anlaşıldığını ve doğru yerde olduğunu hissetmekte zorlandığı için çoğu durumda tanının ve tedavinin doğruluğuna tam ikna olamaz. Zira kendini ifade etmek için ve hastalığına dair bilgi almak için poliklinik koşullarında yeterince zamanı olamamıştır. İçi rahat etmeyen hastaların bir kısmı ilaçları dahi almazken ilaçları alarak kullanmaya başlayan hastalardan pek çoğu tedaviye dair pek çok gerekli bilgiden yoksun oldukları için kısa süre ilaç kullanımından sonra pek çok sebeple tedaviyi bırakırlar ve tekrar doktor başvurularına dönerler. Bu başarısız tedavi girişimleri iyileşmeye olan inancı daha da yaraladığı için pek çok hasta gereksiz yere yıllarca tedaviden yoksun yaşayabilmektedirler ve kolaylıkla iyileşebilecek olan bu hastalığın yıkıcı sonuçları ile karşı karşıya kalabilmektedirler.
Cevabı en çok aranan soru, Panik Bozukluğun iyileşip iyileşmediğidir. Evet, panik bozukluk kesinlikle iyileşen bir hastalıktır. Hem de oldukça kolay biçimde iyileşmektedir. Gerekli olan tek şey, tedaviye dair gerekli herşeyin doğru ve eksiksiz yapılmasıdır. Tedavide eksiklikler iyileşmeyi engellerler. Tedavide en önemli şey Panik Bozukluğun evrimsel boyutunu, fizyolojisini, mekanizmasını, tedavisine dair herşeyin ayrıntısını, ilaca dair bilgileri bilmek ve tüm bunlara dair yanlış bilgileri, inançları, beklentileri ortadan kaldırmaktır. Bunu yapmak bazen birkaç seansı alır zira pek çok kişinin yanlış tedavi girişimleri boyunca oluşan pek çok güçlü hatalı inancı ve beklentisi olabilmektedir ve bunları çözümlemeden iyileşme gerçekleşemez. Geri kalanı ise ilaç tedavisi ile ilgilidir. Doğru ilaçların seçimi, bu ilaçların doğru doz ve kombinasyonlarda uygulanması ve nihayet tedavinin ne kadar süreceği ile ilgilidir. Tüm bunlar doğru yapıldığında sonuç kesin olarak iyileşme olacaktır ve bunun istisnası olmamaktadır. Bunlardan herhangi birisinde hata, iyileşmeyi engelleyebilmektedir.
Hiç unutulmaması gereken ilk şey Panik Bozukluğun kolaylıkla ve kısa sürede tedavi edilebilen bir hastalık olduğu ve kimsenin bu hastalıkla yaşamaya alışmak ve durumu kabullenmek zorunda olmadığıdır.