Ortalama Olmanın Huzuru

Ortalama olmak, olağanüstülüğe takıntılı bir dünyada sessiz bir başarısızlık haline geldi. İlkokuldaki altın yıldızlardan “ayın çalışanı” plaketlerine, Instagram’daki kusursuz hayatlardan “kendinin en iyi versiyonu olma” yarışına kadar kültürümüz, başarı, değer ve yeterlilik standartlarını sürekli yükseltiyor.
Ama bu bitmek bilmeyen mükemmellik arayışı bizi gerçekten mutlu ediyor mu, yoksa daha fazla kaygı, güvensizlik ve kopukluk mu yaratıyor?
Belki de ortalama bir yaşam sürmenin derin bir huzuru, anlamı ve hatta güzelliği vardır. Belki de bu gerçeği yeniden sahiplenmenin zamanı gelmiştir.
Sürekli Yükselen Standartlar
Beklentilerin şişmesi erken yaşta başlar. Okulda “ortalama” bir zamanlar başlangıç noktasıydı—utanılacak bir şey değil, üzerine inşa edilecek bir temeldi. Fakat artık çocuklar, özgürce oynamayı öğrenmeden önce yüksek başarıya zorlanıyor.
Artık sadece takdir almak yetmez; ödüller, kulüp liderliği ve başarı sertifikaları da gerekir. Standartlar sürekli yükselir, bu yüzden gençler üniversiteye ya da işe ulaştıklarında tatminden çok tükenmişlik yaşarlar.
Sosyal medya bu yarışı körükler. Başkalarının “vitrin hayatlarını” izler, kendi filtresiz gerçekliğimizle kıyaslarız. 22 yaşında şirket kuran, dünyayı gezen ya da ev alan insanları görünce, sadece işe gitmek ve fatura ödemek bile geri kalmışlık gibi hissettirebilir. Bir zamanlar olağanüstü sayılan şeyler artık sıradan görünüyor.
Kişisel yaşamda bile baskı var: mükemmel eş, sabırlı ebeveyn, üretken çalışan, sağlıklı birey, farkındalık ustası… hepsi bir günde. Sanki her yönünü “optimize” etmezsen potansiyelini harcıyormuşsun gibi bir mit var. Ama ya potansiyel, tırmanılacak bir merdiven değil, içinde huzur bulunacak bir alan ise?
Gündeliğin Sessiz Onuru
Hikâyeyi değiştirelim. Ya “ortalama” bir hayat; faturaları ödeyen bir iş, anlamlı ilişkiler ve bulaşık dolu ama kahkahalı bir ev demekse? Kimsenin alkışlamadığı günlerde bile her sabah işe gitmenin, dostuna güven vermenin, sessizce yardım etmenin bir değeri vardır. Bu küçük roller nadiren viral olur ama dünyayı ayakta tutan asıl dokuyu oluşturur. Dünyayı sessizce döndüren öğretmenler, temizlik görevlileri, hemşireler, şoförler ve bakıcılar… Belki “ortalama” görünürler ama etkileri ölçülemezdir. Ortalama olmak ilhamsız olmak değildir; sahip olduğun hayatı başkalarınınkiyle kıyaslamadan kabullenmektir. Olağanüstü olmamak bir başarısızlık değil, insan olmanın doğal hâlidir.
Mükemmeliyetin Gizli Bedeli
Sürekli “en iyi” olma çabası tükenmişlik, kaygı ve yalnızlık getirir. Mükemmeliyetçilik üretkenliği durdurur; kıyaslama, mutluluğu çalar. Herkes ortalamanın üstünde olamaz—istatistik buna izin vermez. Yine de kültür, hepimize bu hayali satar ve biz de yetersiz hissederek satın alırız.
Oysa hayat bir sıralama listesi değil; küçük sevinçlerin, sessiz anların ve paylaşılan ilişkilerin mozaiğidir. Bir sonraki hedefe koşmayı bıraktığımızda, “şimdi”yi yaşamaya başlarız. Gerçek huzur, öne çıkmakta değil, ait olmaktadır.
“İyi Yaşam”ın Anlamını Yeniden Yazmak
Görünürlük takıntılı bir çağda, neyin önemli olduğunu yeniden tanımlamak cesaret ister. Bu, “koşturma kültürüne” direnmek, hız yerine derinliği, alkış yerine içtenliği seçmek anlamına gelir.
İyi bir yaşam ödüllerle değil, anlamlı sohbetlerle, evde pişen yemeklerle, yürüyüşlerle, küçük nezaketlerle ve suçluluk duymadan dinlenebilmekle kurulur. Belki de dünyayı değiştirmeye gerek yoktur—sadece kendi köşeni biraz daha şefkatli hâle getirmek yeterlidir.
Kaynakça: https://www.psychologytoday.com/us/blog/raising-resilient-children/202504/the-beauty-of-being-average
Türkçeye Çeviren – Düzenleyen: Fatih Özmez





