Radyologların aşırı iş yükü ve iş stresi, hatalı tanı olasılığını çok arttırıyor. Bunun kaçınılmaz sonucu gereksiz ya da hatalı tedaviler ya da büsbütün tedavisiz kalmak! .
Türkiye'de hastanelerde verilen sağlık hizmeti Maliye Bakanlığının belirlediği Bütçe Uygulama Talimatı (BUT) ücretlerine uymak zorunda. Devletin, sağlık güvencesi altındaki vatandaşları için hastaneye ödediği ücret BUT ücreti. İlginç bir şekilde, yurt çapında bütün hizmet ve ürünlerin bedeli enflasyon oranında sürekli artarken, BUT ücretleri sürekli olarak azalıyor. Örneğin, her iki memenin mamografisi için BUT ücreti 2006'da 50 YTL iken, bir yıl sonra, yani 2007'de 36 YTL idi. Üstelik devlet, hastanelere borçlarını yaklaşık 2 yıl gecikmeyle ödeyebiliyor. Kar etmek bir yana, zararı kapatabilmek için hastaneler sürümden, yani bakılan hasta sayısından ve yapılan tetkik sayısından kazanmak yoluna gidiyorlar. Bu da çalışanlar için durup dinlenmeden hasta bakmak ve giderek daha çoğuna bakmaya zorunlu olmak anlamına geliyor. Bu döngüde ne eğitime yeterli zaman var ne de kaliteli hizmet için öncelik!
Hastanelerde hasta yükünü kaldıran esas doktor grubu olan asistanlar, yani uzmanlık programı öğrencileri, aşırı hasta yükü ile baş etme stresi karşısında kısa zaman içinde kendilerini (konuyu henüz yeterince öğrenmeden), gece- gündüz, zamana, yorgunluğa, uykusuzluğa ve en önemlisi de mesleki tatminsizliğe karşı savaşan komandolar olarak buluyorlar. Diğer sağlık çalışanları gibi, maaşlarının yoksulluk sınırında olması da bunların üstüne tuz biber ekiyor. Mesleğin daha başındayken, hevesin yerini bıkkınlık, umudun yerini umutsuzluk, hizmet etme isteğinin yerini hastaya kızgınlık alıyor. Bu dürtülere karşı koymak zor ve çok azı iyimserliğini ve iç barışını koruyabiliyor.
Radyologlar açısından durum, toplumun yararları açısından daha da vahim. Kuşkusuz, gördükleri örneklerin de etkisiyle, radyologların meslekleriyle ilgili vardıkları nokta genellikle şu:"Başka dal doktorları senden ne istiyorlarsa onu yap, başka da bir şeye karışma, yorum yapma, sorumluluk alma". Bu algılama ciddi bir rahatlama sağlıyor çünkü mücadele ve yorulma gerektirmiyor; üstelik kendisinden istenen de tam olarak bu! Doğal olarak, bir süre sonra radyolog artık doktor kimliğini kaybediyor: hastaya değil, hastayı yollayan hekime hizmetle yükümlü olduğu zannına kapılıyor; tanı koymaya değil, isteneni vermeye odaklanıyor.
Oysa radyoloğun görevi ve sorumluluğu, sanılanın aksine cihazları kullanmak değildir! Kesin tanıya götürecek şekilde bir tıbbi durumu açıklamaya yönelik yöntemleri belirlemek, bunları en etkin şekilde kullanmak ve ortaya çıkarılan bulguları yeterli, doğru ve tedaviye yol gösterici şekilde yorumlamaktır. Hastasını bilgilendirmek ve yönlendirmek ise radyoloğun en başta hekim olmasından kaynaklanan doğal görevidir!
Cihazın nasıl ve ne kadar verimli kullanılacağı tamamen radyoloğun bilgi, beceri ve deneyimine kalmıştır. Yani diğer tıp dallarında olduğu gibi radyolojide de işi insanlar yapar, cihazlar değil! İşte bu nedenle radyolojide KALİTE, cihaz faktörükadar insan faktörüne de bağlıdır.
Bilgi ve deneyim, uzun ve özverili bir süreçte kazanılır. Fiziksel ve ruhsal dayanıklılık, dikkat, sabır, titizlik gibi kişilik özelliklerinin ve günlük stres yükünün de insan faktörüne etkileri göz ardı edilemez.
Gelişmiş ülkelerde kullanılan bazı mamografi kalite programları hastaların takibiyle yapılır. Bunda amaç, radyolojik tanıların doğruluğunu sınamak ve böylece hatalardan öğrenmektir. Bütün tanılar, kesin sonuçlar ve tedavi metodları hergün veritabanına işlenir ve yılın sonunda değerlendirilir. Önceki yıllara ait sonuçlarla ve referans merkezlerin sonuçlarıyla karşılaştırılır.
Ne yazık ki Türkiye'de mamografi kalite programlarına ne radyologlar, ne Sağlık Bakanlığı ne de üniversiteler ilgi göstermektedir.
Tanılarının isabetini ölçmeden, karanlıkta el yordamıyla çalışan radyologların çalışmalarından ne çıkar sizce?