Dokunmanın Dili


Dokunma, dünyayı tanımanın ilk yoludur. Konuşmadan, hatta gözlerimizi açmadan önce hissederiz. Ve hissettiklerimiz önemlidir; çünkü dokunuş bize canlı olduğumuzu, güvende olduğumuzu, yalnız olmadığımızı söyler. Bu, sadece tenin tene değmesi değildir. Sıcaktır, rahattır, bağ kurmaktır. Birine ait olduğumuzu, onun da bize ait olduğunu sessizce anlatır.
Dokunma hem bedende hem kalpte yaşar. “Seni seviyorum”, “Seni görüyorum”, “Yalnız değilsin” gibi sözcüklere sığmayan duyguları ifade etmenin yoludur. Bir annenin bebeğini kucağına alışı, bir arkadaşın seni sarışı… Bu küçük anlar aslında her şeydir. Hepsi, ilginin evrensel dilidir.
Her Şeyin Başlangıcı
Bir bebek görmeden ya da konuşmadan önce hisseder. Dokunma, anne karnında gelişen ilk duyudur. Hayatta kalmayı, ebeveynle bağı, güveni ve oksitosin salınımını destekler. Bu sadece sevgi değil, biyolojidir.
Memelilerde dokunma, toplumsal bağın anahtarıdır. Temas, beyinde güven hissi yaratır. İlk insan topluluklarında fiziksel yakınlık hem güvenlik hem aidiyet anlamına gelirdi. Dokunulmak, tutulmak, korunmak “ait olmak” demekti.
En Küçükler Üzerindeki Etkisi
Prematüre bebeklerde “kanguru bakımı” olarak bilinen, bebeğin ebeveyn göğsüne çıplak temasla yerleştirilmesi, yaşamı güçlendirir. Nefes, kalp ritmi, sıcaklık düzenlenir; bebekler daha hızlı gelişir, bağ kurma kolaylaşır. Dokunmadan mahrum kalan bebekler ise gelişimsel ve duygusal zorluklar yaşayabilir.
Taşıdığımız Teselli
Büyüdükçe dokunmanın önemi değişmez. Bir el tutuşu, bir sarılma, bir omuz dokunuşu… Hepsi sinir sistemini sakinleştirir, stresi azaltır ve kelimelerin ulaşamadığı bir güven duygusu yaratır.
Dokunma, bakım ilişkilerinde güvenin ve iyileşmenin köprüsüdür. Şefkat bazen sessizdir; bir el, bir omuz dokunuşu “yalnız değilsin” diyebilir. Hertenstein ve arkadaşlarına göre, insanlar sadece dokunuşla bile öfke, sevgi, şefkat gibi duyguları anlayabilir.
Kültür Dokunuşu Şekillendirir
Dokunma evrensel görünse de kültür, cinsiyet ve bağlama göre değişir. Latin Amerika veya Akdeniz kültürlerinde dokunmak doğaldır; Japonya veya İskandinavya’da ise kişisel alan değerlidir. Aynı hareket bir kültürde sıcak, diğerinde rahatsız edici olabilir.
Toplumsal roller ve güç ilişkileri de sınırları belirler. Öğretmen-öğrenci, doktor-hasta gibi bağlamlarda dokunma, niyete göre farklı algılanabilir. Bu yüzden bağlam önemlidir.
Daha Az Dokunulan Bir Dünyada Yaşamak
Modern yaşamda temas azaldı. Ekranlar aracılığıyla iletişim, özellikle pandemi döneminde “dokunma açlığına” yol açtı. İnsanlar yalnızlaştı, kaygı arttı. Ancak bu süreç, sınırların, onayın ve saygılı temasın önemini de öğretti. Artık daha duyarlıyız: Ne zaman dokunmanın iyileştirici ne zaman rahatsız edici olduğunu daha iyi anlıyoruz.
İnsan Bağının Kalbi
Dokunma, sözcüksüz bir dildir. Sinirleri yatıştırır, kalbi yumuşatır, sevgiyi öğretir. Bazen bir kelimeden daha güçlüdür. Elbette sınırları, kültürel farkları gözetmek gerekir. Ama özünde hepimiz yakınlığa ihtiyaç duyarız. Bize uzatılan bir el, sarılan bir kucak, sıcak bir dokunuş… Hepsi, “Buradayım, yalnız değilsin” der. Ve bu, günümüz dünyasında sadece güzel değil, yaşamsal bir ihtiyaçtır.
Kaynakça: https://www.psychologytoday.com/us/blog/raising-resilient-children/202507/the-language-of-touch
Türkçeye Çeviren – Düzenleyen: Fatih Özmez