Doktorsitesi.com

Büyük ve Küçük Kan Dolaşımı

Prof. Dr. Yavuz Beşoğul
Prof. Dr. Yavuz Beşoğul
22 Temmuz 202522 görüntülenme
Randevu Al
Büyük ve küçük kan dolaşımı, kalbin yönetimindeki iki temel kan yolculuğunu ifade eder. Küçük kan dolaşımı, oksijenini kaybetmiş kanın temizlenmek üzere kalpten akciğerlere gönderildiği kısa devredir. Burada oksijenle dolan kan, kalbe geri döner. Büyük kan dolaşımı ise, akciğerlerden gelen bu taze, oksijen zengini kanın kalpten tüm vücuda dağıtıldığı geniş ağdır. Bu sistem, dokulara yaşam için gerekli oksijen ve besinleri ulaştırır ve atıkları toplar. Bu iki dolaşım, bir an bile durmadan, birbiri ardına çalışarak vücudun hayati fonksiyonlarının devamlılığını sağlayan dolaşım sisteminin temelini oluşturur.
Büyük ve Küçük Kan Dolaşımı

Vücudumuzdaki kan dolaşımı nasıl bir sistemdir ve kalbin rolü nedir?

Vücudumuzdaki kan dolaşımını, merkezi bir kargo terminaline (kalp) bağlı, biri uluslararası (büyük dolaşım), diğeri ise şehir içi (küçük dolaşım) çalışan iki ayrı lojistik ağına benzetebiliriz. Bu sistemin tek bir amacı vardır: yaşam için gerekli olan maddeleri (oksijen, besin) hücrelere taşımak ve orada oluşan atıkları (karbondioksit vb.) toplayıp vücuttan atmak. Bu ağın merkezinde, dört odacıktan oluşan ve yorulmak bilmeyen bir motor gibi çalışan kalbimiz yer alır.

Kalbin sağ ve sol tarafı, birbirinden farklı ama birbirini tamamlayan iki görevi üstlenir. Kalbin sağ tarafı, vücutta kullanılmış, yani oksijenini kaybetmiş ve kirlenmiş kanı toplar. Bu kirli kanı, temizlenmesi için özel bir hatta, yani küçük kan dolaşımına yönlendirerek akciğerlere pompalar.

Akciğerlerde kan, adeta bir arınma sürecinden geçer. Taşıdığı karbondioksiti bırakır ve taze oksijenle dolar. Artık tertemiz olan bu kan, yolculuğuna kalbin sol tarafından devam eder. Kalbin güçlü sol tarafı, bu oksijen zengini kanı yüksek bir basınçla ana dağıtım hattına, yani büyük kan dolaşımına pompalar. Bu hat üzerinden kan, vücudun en ücra köşelerine kadar ulaşır, hücrelere yaşam verir ve yeniden kirlenerek kalbin sağ tarafına geri döner. Bu iki dolaşım, bir an bile durmadan, birbiri ardına devam eden sonsuz bir döngüdür. Bu döngünün kusursuz işlemesi, hayati organlarımızın sağlıklı kalması için mutlak bir zorunluluktur.

Küçük kan dolaşımı (akciğer dolaşımı) ne işe yarar ve kan hangi yolu izler?

Küçük kan dolaşımının çok özel ve net bir görevi vardır: gaz değişimi yapmak. Yani vücudun “kirli” kanını alıp, onu “temiz” kan haline getirmek. Bu işlemi, kanın adeta bir “nefes molası” verdiği yer olan akciğerlerde gerçekleştirir. Bu sistem, hassas akciğer dokusuna zarar vermemek için bilinçli olarak düşük bir basınçla çalışır. Basıncın düşük olması, kanın akciğerlerdeki milyonlarca minik hava keseciği (alveol) etrafındaki kılcal damarlardan yavaşça ve nazikçe geçmesini sağlar. Bu yavaş geçiş, oksijenin kana karışması ve karbondioksitin kandan atılması için yeterli zamanı tanır.

Bu özel hattaki kanın izlediği yol oldukça basittir. Vücuttan toplanan oksijensiz kan, kalbin sağ kulakçığına gelir. Buradan sağ karıncığa geçer ve sağ karıncık kasıldığında, kanı pulmoner arter (akciğer atardamarı) aracılığıyla akciğerlere gönderir. Akciğerlerde, bir ağacın dalları gibi giderek incelen damarlar, sonunda alveolleri bir ağ gibi saran kılcal damarlara ulaşır. İşte tam bu noktada nefesle aldığımız oksijen kana geçerken, kandaki karbondioksit de nefesle dışarı verilmek üzere alveollere bırakılır. Artık oksijenle zenginleşmiş olan temiz kan, pulmoner venler (akciğer toplardamarları) aracılığıyla toplanarak kalbin sol kulakçığına geri döner. Bu noktada küçük kan dolaşımı görevini tamamlamış ve temiz kanı, vücuda dağıtılmak üzere büyük kan dolaşımına teslim etmiştir.

Büyük kan dolaşımı (sistemik dolaşım) ne anlama gelir ve görevi nedir?

Büyük kan dolaşımı, vücudumuzun ana yaşam destek hattıdır. Görevi, akciğerlerde taptaze oksijenle doldurulmuş olan kanı, bir kargo şirketi gibi, vücudun her bir hücresine eksiksiz bir şekilde ulaştırmaktır. Sadece oksijen değil aynı zamanda besin maddelerini, hormonları ve vücudun savunma hücrelerini de taşır. Dönüş yolunda ise hücrelerde oluşan metabolik atıkları ve karbondioksiti toplayarak geri getirir. Bu yüksek basınç altında çalışan devasa bir ağdır. Yüksek basınç, kanın yer çekimine karşı savaşarak beyne ulaşmasını ve en uzaktaki dokulara bile yeterli miktarda gitmesini garanti altına alır.

Bu muazzam yolculuk, kalbin en güçlü ve en kaslı odası olan sol karıncıktan başlar. Sol karıncık, her kasılmasında temiz kanı muazzam bir güçle aort adı verilen ana atardamara pompalar. Aort, vücudun en büyük damarıdır ve bir ağacın gövdesi gibi ondan çıkan sayısız dal (arterler), kanı baş, kollar, iç organlar ve bacaklar gibi farklı bölgelere yönlendirir. Bu arterler dokuların içinde giderek incelir ve kılcal damar ağlarına dönüşür. Kan, bu kılcal damarlardan geçerken taşıdığı değerli yükü (oksijen ve besin) hücrelere teslim eder ve karşılığında atıkları alır. Artık oksijensiz kalan kan, toplardamarlar (venler) aracılığıyla toplanır ve sonunda alt ve üst ana toplardamarlar (vena kava) vasıtasıyla kalbin sağ kulakçığına geri döner. Böylece büyük kan dolaşımı tamamlanmış ve kan, yeniden temizlenmek üzere küçük kan dolaşımına gönderilmeye hazır hale gelmiş olur.

Akciğer embolisi (pulmoner emboli) kalbi nasıl bir tehlikeye atar?

Akciğer embolisi, genellikle bacak damarlarında oluşan bir kan pıhtısının kopup kan dolaşımıyla akciğerlere ulaşarak oradaki damarları tıkamasıdır. Bu durum akciğerlere giden ana otoyolda ani bir barikat kurulması gibidir ve kalbi anında büyük bir tehlikeye atar. Bu tıkanıklığın yol açtığı zincirleme reaksiyon, kalbin sağ tarafı için bir felakettir. Akciğer damarları tıkandığında, kalbin sağ tarafının önünde aniden bir duvar belirir. Normalde düşük bir basınçla çalışan sağ karıncık, kanı bu barikatın arkasına itebilmek için aniden çok yüksek bir güçle kasılmak zorunda kalır. Bu durum “akut sağ kalp yetmezliği” olarak adlandırılır.

Akciğer embolisinin kalp üzerindeki yıkıcı etkileri şunlardır:

Ani basınç artışı

Sağ kalp kasında aşırı zorlanma ve genişleme

Kalbin pompalama gücünde azalma

Vücut tansiyonunda tehlikeli düşüş (şok)

Kalp durması riski.

Akciğer embolisi için ne zaman ameliyat (pulmoner embolektomi) gerekir?

Akciğer embolisinin standart tedavisi kan sulandırıcı ilaçlar olsa da bazı kritik durumlarda ilaçlar yetersiz kalır veya kullanılamaz. Bu senaryolarda, tıkanıklığa neden olan pıhtının cerrahi olarak çıkarılması, yani pulmoner embolektomi ameliyatı tek hayat kurtarıcı seçenek haline gelir. Bu ameliyat, akciğer damarındaki barikatı fiziksel olarak ortadan kaldırarak kalbin üzerindeki ölümcül baskıyı anında hafifletir.

Cerrahi müdahalenin zorunlu olduğu başlıca durumlar şunlardır:

Masif emboli ve hemodinamik bozulma (şok tablosu)

Pıhtı eritici (trombolitik) ilaç tedavisine yanıt alınamaması

Pıhtı eritici tedavinin kanama riski nedeniyle sakıncalı olması

Kalbin sağ odacıklarında “transit pıhtı” adı verilen, her an kopup gidebilecek büyük pıhtıların varlığı

Bu ameliyat, açık kalp cerrahisi koşullarında, kalp-akciğer makinesi desteğiyle yapılır. Cerrah, akciğer atardamarını açar ve pıhtıları doğrudan görerek dikkatlice temizler. Bu işlem kalbin yeniden normal bir şekilde çalışabilmesi için ona bir şans tanır ve hastayı hayata döndürebilir.

Kronik pulmoner hipertansiyon (CTEPH) nedir ve neden oluşur?

Kronik tromboembolik pulmoner hipertansiyon, yani CTEPH, akciğer embolisi geçiren bazı hastalarda, pıhtıların zamanla eriyip kaybolmaması sonucu ortaya çıkan ciddi ve ilerleyici bir hastalıktır. Bu hastalarda, akciğer damarlarını tıkayan pıhtılar vücut tarafından temizlenemez. Bunun yerine, bu pıhtılar damar duvarına yapışır ve zamanla sert, lifli bir nedbe (skar) dokusuna dönüşür. Bu durum akut bir tıkanıklıktan çok daha fazlasıdır; artık damarın yapısını kalıcı olarak bozan kronik bir hastalığa dönüşmüştür.

Bu organize olmuş, skarlaşmış pıhtılar, akciğerlerin ana ve büyük atardamarlarını kalıcı olarak daraltır. Bu mekanik tıkanıklık, küçük kan dolaşımındaki basıncın sürekli olarak yüksek kalmasına (pulmoner hipertansiyon) neden olur. Kalbin sağ tarafı, kanı bu daralmış ve direnci artmış damarlara pompalayabilmek için sürekli olarak normalin çok üzerinde bir efor sarf etmek zorunda kalır. Başlangıçta sağ kalp kası kalınlaşarak bu duruma adapte olmaya çalışır. Ancak zamanla bu yükü taşıyamaz hale gelir, yorulur, genişler ve sonunda sağ kalp yetmezliği gelişir. CTEPH, teşhis ve tedavi edilmediği takdirde, hastanın yaşam kalitesini ciddi şekilde düşüren ve yaşam süresini kısaltan tehlikeli bir durumdur.

CTEPH hastalığı için kalıcı bir çözüm sunan PTE ameliyatı nasıl bir işlemdir?

Evet, CTEPH hastalığı için potansiyel olarak tam bir şifa sunan, oldukça özel bir tedavi yöntemi vardır: Pulmoner Tromboendarterektomi (PTE) ameliyatı. Bu operasyon basit bir pıhtı çıkarma işleminden çok daha öte, son derece karmaşık ve yüksek düzeyde uzmanlık gerektiren bir cerrahidir. Bu nedenle sadece bu alanda deneyimli, özel merkezlerde gerçekleştirilmelidir. PTE ameliyatının amacı, damarın içini tıkayan taze bir pıhtıyı değil damarın iç duvarıyla adeta bütünleşmiş olan o kronik, sertleşmiş ve skarlaşmış tabakayı tamamen soymaktır.

Bu ameliyat, cerrahın hassas bir diseksiyon yapabilmesi için özel koşullar gerektirir. Hasta, kalp-akciğer makinesine bağlandıktan sonra vücut ısısı 18-20°C gibi çok düşük derecelere soğutulur. Bu işleme “derin hipotermi” denir ve organların oksijen ihtiyacını en aza indirir. Ardından, cerrahın tamamen kansız ve hareketsiz bir alanda çalışabilmesi için dolaşım geçici olarak durdurulur. Cerrah, bu kısa süreler içinde akciğer atardamarını açar ve özel aletlerle damarın iç duvarındaki hastalıklı tabakayı, adeta bir duvar kağıdını soyar gibi, dikkatlice kaldırarak çıkarır. Bu işlem damarın en ince dallarına kadar devam eder. İşlem her iki akciğer için de sırayla tekrarlanır. Başarılı bir PTE ameliyatı akciğer damar basıncını normale döndürerek sağ kalbin üzerindeki yükü tamamen kaldırır ve hastanın normal bir hayata dönmesini sağlayabilir.

Doğuştan gelen kalp delikleri (ASD, VSD) kan dolaşımını nasıl etkiler?

Doğuştan gelen ve sıkça karşılaşılan kalp delikleri, yani kulakçıklar arası delik (ASD) ve karıncıklar arası delik (VSD), kalbin normal çalışma düzenini bozar. Normalde kalbin sol tarafındaki kan basıncı, sağ taraftakinden daha yüksektir. Bu basınç farkı nedeniyle, kalpte bir delik olduğunda kan, yüksek basınçlı sol taraftan düşük basınçlı sağ tarafa doğru sürekli olarak sızar. Bu anormal kan akışı, bir dizi sorunu beraberinde getirir. Akciğerlere giden kan miktarı normalin kat kat üzerine çıkar. Bu durum akciğer damarlarının sürekli bir “sel” altında kalmasına neden olur. Aynı zamanda, kalbin sağ tarafı hem vücuttan gelen normal kanı hem de delikten sızan bu ekstra kanı pompalamak zorunda kaldığı için aşırı derecede yorulur.

Yıllar boyunca bu aşırı yüke maruz kalmanın uzun dönemdeki sonuçları şunlar olabilir.

Akciğer damarlarında kalıcı hasar ve sertleşme (pulmoner hipertansiyon)

Kalbin sağ tarafında büyüme ve kalp yetmezliği

Ciddi ritim bozuklukları

Kan akışının tersine dönmesiyle vücutta morarma (Eisenmenger Sendromu).

Kalp delikleri (ASD, VSD) için hangi kapatma yöntemleri uygulanır?

Kalp deliklerinin tedavisindeki temel amaç anormal kan akışını durdurarak kalbin ve akciğerlerin üzerindeki aşırı yükü ortadan kaldırmaktır. Günümüzde bu delikleri kapatmak için iki ana yöntem kullanılmaktadır: anjiyografik (kapalı) yöntemler ve cerrahi (açık) yöntemler. Hangi yöntemin seçileceği; deliğin tipine, büyüklüğüne, konumuna ve hastanın genel durumuna bağlıdır.

Bazı uygun delik tipleri, özellikle sekundum ASD’ler, kasıktaki damardan bir kateterle girilerek kapatılabilir. Bu yöntemde “şemsiye” veya “tıkaç” olarak bilinen özel bir cihaz, deliği iki tarafından kapatarak sızıntıyı engeller. Bu açık kalp ameliyatına gerek bırakmayan, konforlu bir yöntemdir.

Ancak anjiyografik kapatmaya uygun olmayan büyük veya farklı tiplerdeki delikler için cerrahi onarım gerekir. Açık kalp ameliyatı koşullarında, cerrah kalbe ulaşarak deliği görür. Küçük delikler doğrudan dikişlerle kapatılabilirken, büyük delikler genellikle hastanın kendi kalp zarından alınan bir parça veya sentetik bir malzeme kullanılarak hazırlanan bir yama ile kapatılır. Bu yama, deliğin kenarlarına dikkatlice dikilerek odacıklar arasındaki geçiş tamamen ortadan kaldırılır. Başarılı bir kapatma işlemi, kalbin normal fizyolojisine dönmesini ve sağlıklı bir şekilde çalışmaya devam etmesini sağlar.

Aort anevrizması ve aort diseksiyonu arasındaki fark nedir?

Aort, vücudun en büyük atardamarıdır ve duvar yapısının bozulması iki farklı ama ikisi de çok tehlikeli duruma yol açar: anevrizma ve diseksiyon. Her ne kadar ikisi de aort duvarındaki bir zayıflıktan kaynaklansa da mekanizmaları ve yarattıkları tehlikeler farklıdır.

Aort Anevrizması, damar duvarının zayıflayarak kalıcı olarak genişlemesi, yani balonlaşmasıdır. Bu bir bisiklet lastiğinin zayıf bir noktasından dışarı doğru fıtıklaşmasına benzer. Balonlaşan bu kısım, içindeki yüksek kan basıncına dayanamayıp patlayabilir (rüptür). Bu genellikle ölümcül olan bir iç kanamaya yol açar.

Aort Diseksiyonu ise damar duvarının iç tabakasında bir yırtık oluşmasıdır. Kan, bu yırtıktan içeri sızarak damarın katmanlarını birbirinden ayırır ve damar duvarı içinde ilerleyen ikinci bir kanal oluşturur. Bu ıslak bir duvar kağıdının duvardan ayrılmasına benzetilebilir. Bu durum aorttan ayrılan organ dallarını tıkayarak felç, kangren, böbrek yetmezliği gibi sorunlara veya kalbe doğru ilerleyerek kalp krizi ve ani ölüme neden olabilir.

Bu iki durumun gelişiminde rol oynayan bazı ortak risk faktörleri şunlardır:

Kontrolsüz yüksek tansiyon (hipertansiyon)

İlerlemiş damar sertliği (ateroskleroz)

Marfan sendromu gibi genetik bağ dokusu hastalıkları

İleri yaş

Sigara kullanımı

Aort kapak darlığı ve aort kapak yetmezliği kalbi nasıl etkiler?

Aort kapağı, kalbin sol karıncığı ile aort damarı arasında yer alan, kanın ileriye doğru akmasını sağlayan, ancak geriye kaçmasını engelleyen tek yönlü bir kapıdır. Bu kapının işlevinin bozulması, kalbi iki farklı şekilde ama eşit derecede yorar.

Aort Darlığı (Stenoz): Bu durumda kapakçıklar genellikle kireçlenme nedeniyle sertleşir ve açılamaz. Kalbin sol karıncığı, kanı bu daralmış kapıdan geçirebilmek için normalden çok daha fazla bir basınç oluşturmak zorunda kalır. Bu adeta tıkalı bir borudan su geçirmeye çalışmaya benzer. Yıllar içinde bu sürekli basınç yükü, sol karıncık kasının aşırı kalınlaşmasına, zamanla yorulmasına ve sonunda kalp yetmezliğine yol açar.

Ciddi aort darlığı ilerlediğinde ortaya çıkan klasik belirtiler şunlardır:

Eforla gelen göğüs ağrısı (anjina)

Baş dönmesi veya bayılma (senkop)

Nefes darlığı (kalp yetmezliği belirtisi)

Aort Yetmezliği (Regürjitasyon): Bu durumda ise kapak kapanamaz ve sızdırır. Sol karıncık kasılıp kanı aorta attıktan sonra gevşediğinde, atılan kanın bir kısmı bu sızdıran kapaktan geriye, sol karıncığa doğru akar. Bu durum kalbin her seferinde hem vücuda göndereceği yeni kanı hem de geri sızan kanı tekrar tekrar pompalamak zorunda kalması demektir. Bu sürekli hacim yükü, sol karıncığın giderek genişlemesine ve bir süre sonra kasılma gücünü kaybetmesine neden olur.

Aort kapak hastalıkları için kapak tamiri veya değişimi nasıl yapılır?

Aort kapak hastalıklarının tedavisinde amaç kalbin üzerindeki bu anormal yükü ortadan kaldırmaktır. Bu amaçla, ya mevcut kapak tamir edilir ya da tamamen değiştirilir. Seçim, kapağın durumuna, hastanın yaşına ve genel sağlık durumuna göre yapılır.

Aort Kapak Tamiri, özellikle aort yetmezliğinde ve kapakçıkların yapısı çok bozulmamışsa bir seçenektir. Cerrah, kapakçıkları yeniden şekillendirerek veya kapak halkasını daraltarak sızıntıyı gidermeye çalışır. En büyük avantajı, hastanın kendi kapağının korunması ve kan sulandırıcı ilaç ihtiyacının ortadan kalkmasıdır. Ancak kireçlenmeye bağlı ileri aort darlığı genellikle tamire uygun değildir.

Aort Kapak Değişimi (AVR), en sık uygulanan yöntemdir. Bu işlemde, hastalıklı kapak tamamen çıkarılır ve yerine protez bir kapak takılır. Günümüzde kullanılan iki ana protez kapak tipi vardır:

Mekanik Kapaklar: Çok dayanıklı karbon materyallerden yapılırlar ve ömür boyu dayanıklıdırlar. Ancak pıhtı oluşturma riskleri nedeniyle, bu kapakları taşıyan hastaların hayat boyu kan sulandırıcı (warfarin) kullanmaları zorunludur. Genellikle genç hastalar için tercih edilirler.

Biyoprotez (Doku) Kapaklar: Sığır veya domuz kalp zarından yapılan biyolojik kapaklardır. Kan sulandırıcı gerektirmezler. Ancak zamanla yıpranma eğilimindedirler ve ortalama 10-20 yıl sonra yeniden değiştirilmeleri gerekebilir. Genellikle ileri yaştaki hastalar için tercih edilirler.

Bacak damarlarını etkileyen periferik arter hastalığı nedir?

Periferik arter hastalığı, genellikle bacaklara kan taşıyan atardamarların damar sertliği (ateroskleroz) nedeniyle daralması veya tıkanmasıdır. Bu durum bacak kaslarına ve dokularına yeterli miktarda kan ve oksijen gitmesini engeller. Bu hastalık, aslında tüm vücudu etkileyen damar sertliğinin bir göstergesidir ve bu hastalığa sahip kişilerde kalp krizi ve felç riski de artmıştır.

Hastalık ilerledikçe, bacaklarda kan akışının yetersizliğine bağlı olarak bazı belirtiler ortaya çıkar. En tipik belirti, yürümekle veya merdiven çıkmakla baldır, uyluk veya kalça kaslarında ortaya çıkan, kramp tarzı ağrıdır. Bu ağrı, dinlenmekle geçer. Bu duruma “kladikasyo” veya halk arasında “vitrin hastalığı” denir, çünkü hasta ağrı nedeniyle sık sık durup dinlenme ihtiyacı hisseder.

Hastalık daha da ilerlediğinde, ortaya çıkan ciddi belirtiler şunlardır:

Ayaklarda, özellikle geceleri, istirahat halindeyken bile geçmeyen ağrı

Ayaklarda ve parmaklarda iyileşmeyen yaralar

Ayak derisinde soğukluk, solukluk veya morarma

Kangren.

Bacak damar tıkanıklığı için tedavi yöntemleri (endovasküler ve cerrahi) nelerdir?

Bacak damar tıkanıklığının tedavisinde amaç tıkalı olan bölgeye yeniden yeterli kan akışını sağlamak, böylece ağrıyı gidermek, yaraların iyileşmesini sağlamak ve uzuv kaybını önlemektir. Günümüzde bu amaçla iki ana yaklaşım kullanılmaktadır: endovasküler (kapalı) yöntemler ve açık cerrahi.

Endovasküler Yöntemler genellikle ilk tercih edilen tedavi seçeneğidir. Bu işlemler, kasıktaki atardamardan küçük bir iğne ile girilerek, anjiyo benzeri tekniklerle yapılır. Balon anjiyoplasti ile darlık olan bölge genişletilebilir, bu genişliğin kalıcı olması için stent yerleştirilebilir veya özel cihazlarla damar içindeki plak (aterom) kazınarak temizlenebilir (aterektomi). Bu yöntemler daha az invazivdir ve hastanın iyileşme süreci daha hızlıdır.

Açık Cerrahi Yöntemler ise daha karmaşık ve yaygın tıkanıklıklarda veya endovasküler tedavinin başarısız olduğu durumlarda devreye girer. En sık uygulanan cerrahi yöntem bypass ameliyatıdır. Bu ameliyatta, tıkanıklığın ilerisine kan taşımak için yeni bir yol, bir köprü oluşturulur. Bu köprüleme işlemi için ya hastanın kendi bacağından alınan bir toplardamar (safen veni) ya da sentetik bir damar (greft) kullanılır. Bu yeni damar, tıkanıklığın öncesindeki sağlam damar ile sonrasındaki sağlam damar arasına dikilerek kanın tıkanıklığı atlayıp bacağın alt kısımlarına ulaşması sağlanır.

Açık ameliyat ve kapalı (endovasküler) yöntemler arasında nasıl bir seçim yapılır?

Bu soru, modern damar cerrahisinin merkezinde yer alır ve cevabı, her hasta için farklıdır. Bu adeta bir teraziye benzer: bir kefede ameliyatın anlık riski ve konforu, diğer kefede ise sunulan çözümün uzun vadedeki dayanıklılığı ve kalıcılığı vardır:

Endovasküler (kapalı) yöntemler genellikle daha düşük riskli, daha kısa hastanede kalış süresi sunan ve hastanın normal hayatına daha çabuk dönmesini sağlayan konforlu seçeneklerdir. Özellikle yaşlı, ek sağlık sorunları olan ve büyük bir açık ameliyatı kaldıramayacak hastalar için harika bir alternatiftir. Ancak bu yöntemlerin uzun dönem sonuçları, özellikle stentlerin dayanıklılığı ve yeniden tıkanma olasılığı, açık cerrahi kadar kesin olmayabilir. Bu nedenle bu hastaların düzenli olarak takip edilmesi ve bazen ek müdahalelere ihtiyaç duyması gerekebilir.

Açık cerrahi ise daha büyük bir operasyondur, iyileşme süreci daha uzundur ve ameliyatın anlık riski kapalı yöntemlere göre bir miktar daha yüksektir. Ancak özellikle bypass ameliyatları, doğru yapıldığında çok daha uzun ömürlü ve kalıcı bir çözüm sunar. Bu nedenle genç, genel sağlık durumu iyi ve uzun bir yaşam beklentisi olan hastalarda, “bir kere olsun, tam olsun” mantığıyla genellikle açık cerrahi tercih edilebilir. Sonuçta karar, hastanın durumu hastalığın yaygınlığı ve cerrahın tecrübesi göz önünde bulundurularak, hasta ile birlikte verilir.

Tedavi planı oluşturulurken hastaya özgü hangi faktörler dikkate alınır?

Günümüzde kalp ve damar hastalıklarının tedavisinde “herkese uyan tek bir reçete” yoktur. En doğru tedavi planını oluşturmak, bir terzinin kişiye özel bir kıyafet dikmesi gibi, son derece detaylı ve bireysel bir süreçtir. Bu süreçte sadece hastalıklı damara değil hastanın bütününe odaklanılır. Bu kararı verirken, “Kalp Takımı” veya “Damar Konseyi” olarak adlandırılan, farklı branşlardan uzmanların bir araya geldiği toplantılarda, hasta için en iyi yol haritası çizilir.

Bu kişiye özel tedavi planı oluşturulurken dikkate alınan temel faktörler şunlardır:

Hastanın yaşı, genel sağlık durumu ve yaşam beklentisi

Böbrek yetmezliği, KOAH gibi mevcut ek hastalıklar

Hastalığın damardaki konumu, uzunluğu ve ciddiyeti

Daha önce geçirilmiş ameliyatlar veya girişimler

Hastanın kendi yaşam tarzı, beklentileri ve tercihleri

Durumun aciliyeti.

Yazar Hakkında

Prof. Dr. Yavuz Beşoğul

Prof. Dr. Yavuz Beşoğul

Prof. Dr. Yavuz Beşoğul, kalp ve damar cerrahisi alanında uzun yıllara dayanan akademik ve klinik tecrübesiyle tanınan bir uzmandır. Tıp eğitimini Erciyes Üniversitesi Tıp Fakültesi'nde tamamladıktan sonra, kalp ve damar cerrahisi uzmanlık eğitimini Anadolu Üniversitesi Tıp Fakültesi'nde almıştır. Akademik kariyerine Eskişehir Osmangazi Üniversitesi Tıp Fakültesi'nde devam etmiş, burada doçentlik ve profesörlük unvanlarını alarak önemli çalışmalara imza atmıştır.

Önemli Bilgilendirme

Site içerisinde bulunan bilgiler bilgilendirme amaçlıdır. Bu bilgilendirme kesinlikle hekimin hastasını tıbbi amaçla muayene etmesi veya tanı koyması yerine geçmez.