Benim bağlanma problemim var!

Benim bağlanma problemim var!

“Benim bağlanma sorunum var.” günümüzde çok sık duyduğumuz bir cümle haline geldi. Kişiler ilişkilerinde yaşadıklarını sorunları, birbirlerine olan değişken tutumlarını bağlanma sorunu olarak görmeye başlamış ve bunu bir kalıp cümle halinde somutlaştırmışlardır. Kimi insanın kimseyi sevmemesine verdiği isim buyken, kimisinin ise ilişkiye başladığı insana karşı olan ani değişimlerinin ismidir. Biraz daha detaylı inceleyip, bağlanmanın insan hayatında nereden başladığını ve bunun  bir sorun haline nasıl geldiğini ve ilişkilere nasıl farklı şekillerde yansıdığına bakalım.

Bağlanma yaşamımızın henüz ilk yıllarında oluşmaya başlayan bir durumdur. Hayata gözlerimizi açtığımız zaman tamamen savunmasız ve bakıma muhtaç olarak geliriz dünyaya. Fizyoloik ihtiyaçlarımızın doyurulması için bize bakacak bir kişiye bağlıyızdır. Bunun dışında insanları diğer canlılardan ayıran duygusal ihtiyaçlardır ve dünyaya gelen bebek fiziksel ihtiyaçlarının dışında bu kişiye duyusal ihtiyaçlarının karşılanması içinde bir bağ kurmalıdır. O zaman bağlanma, çocuk ile yetişkin bir birey arasında olumlu bağı ifade eder diyebiliriz. Bu kişi genelde anne olduğu için yazının geri kalanında bu kelimeyi kullanacağım.

Yetişkinliğimizde bağlanabilen kişiler olup olmamamız büyük ölçüde annemizle yaşadığımız çocukluk deneyimlerimize bağlıdır. Yani beynimizin bağlanma olgusunu “güven, sıcaklık ve koruma” ile mi yoksa “terk edilmek, yalnızlık ve korku” ile mi bağdaştırdığı ile ilgilidir. İki veya üç yaşına kadar yaşadıklarımızı ve ilk deneyimlerimizi hatırlayamayız. Bu yüzden bağlanma korkularını yöneten en büyük güç bilinçaltımızdır. O dönemin izleri hafızamıza ve bilincimizde yer almasalar bile ruhumuza kazınmışlardır. Kişinin annesi ile olan ilişkisi sonucunda  benlik ve başkaları modeli oluşur.

Benlik Modeli: Kişinin ne ölçüde kendini sevgiye layık, değerli bir birey olarak gördüğü ile alakalıdır.

Başkaları Modeli: Kişinin diğer insanları ne ölçüde güvenilir, ilgili ve sevgi sunmaya hazır bireyler olarak gördüğüdür.

Güvenli Bağlanma (“Ben iyiyim ama sen de iyisin!”): Güvenli bağlanan bireyler eşleriyle olan yakınlık ve mesafelerini iyi ayarlarlar. Fazla yakınlaşmak onları kaygılandırmaz, tam tersine karşılarındakilere güvenle bağlanarak, bu durumdan keyif alırlar. Güvenli bağlanmalarının bir diğer nedeni de, sınırlarını iyi çizebilmeleri, suçluluk veya kaygı duymadan itiraz edebilmeleridir. Bu bireyler çocukluk dönemlerinde annelerine yaranmak için fazla uyum sağlamak, cezalandırılmaktan kurtulmak için fedakarlık yapmalarına gerek kalmamıştır. Çocukluklarında kişisel isteklerini söylemelerine izin verilmiş hatta desteklenmiştir.

Saplantılı Bağlanma (“Ben kötüyüm ama sen iyisin.”): Annelerinin davranışları o anki ruh haline bağlı olduğundan çocuk tarafından öngörülemez. Anne bazen sevecen ve duyarlı bazen itici, mesafeli ya da öfkeli davranır. Anneleri onlar için rahatlatıcı ve güvenli bir bölge değildir. Bu yüzden bu çocuklarda özerklik ve bireysellik yerine belirgin bağımlılık duygusu gelişmiştir. Yetişkinlik dönemlerinde de sürekli eşlerinin onayını ve takdirini almaya çalışırlar. Bu kişiler genelde kendilerine zarar veren ilişkilere saplanıp kalmaya eğilimleri vardır. Eşleri ve ilişkileri olmadan yaşayamayacaklarına inanırlar. İlişkilerinde başarısızlığa uğradığında kendini suçlama eğilimde bulunurlar.

Tedirgin-Kaçınmacı Bağlanma (Ben kötüyüm ama sen de kötüsün!”): Çoğunlukla mesafeli, soğuk, bazen alaycı, aşağılayıcı ve kötü davranan anneleri vardır. Bebeklik çağlarına boşluk duygusu, reddedilme, yakınlaşmama ve anlayışsızlık deneyimleri damgasını vurmuştur. Reddedilmekten aşırı derecede korkarlar. Ayrıca düşük özdeğer duyguları ve insan ilişkileri konusunda kuşku duymaları yüzünden hep acı çekerler. Karşılanmamış sevgi ihtiyacını hep içinde taşırlar ve sürekli bir ilişki isteği duyarlar. Ancak eninde sonunda terk edileceklerine emin oldukları için mutlu olabileceklerine inanmazlar ama bir yandan da mutlu olacakları umudunu hep taşırlar. İnsanlara yaklaşmaktan ölesiye korkarlar ama derin bir bağlılığa duydukları özlemden dolayı yalnızda yaşayamazlar ve bu döngü içinde acı çekerler.

Kayıtsız-Kaçınmacı Bağlanma (“Kendimi de, seni de umursamıyorum!”):  Bu kişiler çocukluktan kalan tecrit ve terk edilme korkularını tetikleyen tüm içsel duygularını bilinçlerinden uzaklaştırmayı öğrenmişlerdir. Duygusal stres altına girdiklerinde duygularını aşırı yoğun yaşarlar. Bu uyarımlar daha bilinç düzeyine gelmeden hemen bastırılır. Korkularını artık hiç bir şey hissetmeyene kadar bastırmayı öğrenmişlerdir. Aksi halde her şey onlar için ölümcüldür. Duygularını, kendileri için bile bir şey hissetmeyecek şekilde bastırırlar.

Bu bağlanma modellerinin sonucunda 3 tip ilişki modeli ortaya çıkar.

Avcı (Seni elde edemediğim sürece peşindeyim.):  Bu kişilerin yaşamları çeşitli ilişkilerle ve maceralarla geçer. Avcı sadece avlamak ile ilgilenir. Kazanma umutları içlerinde var olduğu sürece reddedilmeye aldırmazlar. Hatta bu onların kazanma güdülerini daha çok tetikler. Ancak avını elde ettikten sonra ilgisini yitirir. Peşinde koştuğu kişi de ona ilgi duymaya başladığını hissettiği zaman her şey bitmiştir.

Prenses/Prens (Kimse bana layık değil.): Coşkulu bir aşk karşısında idealleştirme süreci sonucunda o kişiyi değersizleştirip fırlatıp atarlar. Hem ilk bakışta aşık olabilirler, bulutların üzerinde geziyormuş gibi hissedebilirler. Ama belli bir süre sonra ilişki yaşadığı kişinin zayıflıklarına tahammül edememeye başlar ve gözünde gittikçe değersizleştirmeye başlar. Sürekli eleştirerek hayalindeki “mükemmel kişi” haline getirmeye çalışır.

Duvarcı Ustası (Aramızdaki yakınlığı ve mesafeyi ben saptarım.): İlişkilerinde mesafeleri belirler. Gerek işine gerek hobisine sığınarak ilişki yaşadığı kişi ile arasına bir duvar örer. Özgürlüklerinin kısıtlanacağı korkusu bu davranışlarına sebep olur. Sadece kendi istedikleri zaman yakınlaşma gösterirler.

Bu üç ilişki modeline sahip kişilerin bu şekilde davranış göstermelerinin temel nedeni çocukluklarından bu yana peşlerini bırakmayan yoğun terk edilme korkusu, kendisini sevgiye değer hissetmeme, yalnızlık korkusudur. Kendisinden istenen beklentilere karşısında panik yaşarlar ve çocukluk yaşantıları tetiklenir. Kendilerine göre geliştirdikleri savunma mekanizmalarının arkasına sığınır ve kendilerini korumaya alılar. Aslında derin bir sevgi açlığı içinde acı çekerler ve bir ilişki karşısında ne “EVET” ne de “HAYIR“ diyebilir.                                                                                                                                                                                                                                                                                Sevgiyle...                               

Bu makale 13 Mart 2019 tarihinde güncellendi. 0 kez okundu.

Yazar
Uzm. Kl. Psk. Emine Soybay Afyonluoğlu

Psikolog Emine Soybay, 1989 yılında Kilis’te doğmuştur. Endüstri Mühendisliği alanında lisans eğitimi alırken 2008 yılında Psikoloji bilimine ilgi duymaya başlamış ve 2010 yılında da İstanbul Arel Üniversitesi Psikoloji bölümüne geçiş yapmıştır. Verdiği bu radikal kararı hayatının en doğru kararı ve dönüm noktası olarak nitelendiren Soybay, mesleğindeki en büyük motivasyonunun insanlara yalnızca insan olarak bakabilmek, önyargılarından kurtularak onları anlayacak ve yardım edebilecek güce sahip olmak olduğunu belirtmektedir. Hayatı boyunca ilk danışanını kendisi olarak görmüş ve insanlara yardım edecekse önce kendi sorunları ile yüzleşip kendi ruh dünyasını düzeltmeyi temel prensibi edinmiştir. Stajlarını özel klinik ve rehabilitasyon merkezlerinde tamamlamasının yanı sıra lisans öğrenimi boyunca psikoloji alanında gerçekleştirilen pek ...

Etiketler
İlişki problemi
Uzm. Kl. Psk. Emine Soybay Afyonluoğlu
Uzm. Kl. Psk. Emine Soybay Afyonluoğlu
Denizli - Psikoloji
Facebook Twitter Instagram Youtube