Akupunktur


Bilgilendirme ve iletişim; hizmet profilleri ve araştırma verileri hakkında bilgi paylaşımı
DSÖ ve üye devletleri, aşağıda değinilen sebeplerden ötürü, stratejinin geliştirilmesinin önemli olduğuna inanmaktadır
GTT’nin sürekli kullanımı
Dünyada sağlık hizmeti alan toplum, GTT’ı sağlık seçimleri arasına dâhil etmektedir ve bu tercih her geçen gün artmaktadır
GTT’nin ekonomik önemi giderek artmaktadır
GTT, özellikle bireylerin bizzat satın aldığı ürünler nedeniyle etki alanı genişlemektedir Ayrıca hastalıkların önlenmesi bakımından GTT kullanımı sağlık hizmetleri maliyetlerini düşürebilir
GTT’nin küresel yapısı
Belli bir bölge kaynaklı GTT ürünleri ve uygulamaları küreselleşme ile tüm dünyada kullanılabilmektedir. Bu da üye devletler arasında yeni bir işbirliğini gündeme getirmektedir
GTT uygulamaları ve uygulayıcılarına ilişkin eğitim, düzenleme ve akreditasyon düzeyleri önemli farklılıklar göstermektedir
Uluslararası seyahatlerin artması ile mesleki tutarlılık ve güvenliğin sağlanması daha fazla önem kazanmaktadır
GTT alanında yapılan araştırma ve geliştirme faaliyetlerindeki son gelişmeler ile her alanda olduğu gibi GTT da da önemli ilerlemeler kaydedilmiştir.
Fikri mülkiyet
Yerlilerin ve yerel toplulukların ilgili miraslarının fikri mülkiyet haklarını koruma gerekliliğinin dikkate alınmasının önemi vurgulanmıştır
GTT’nin sağlık sistemlerine entegrasyonu
DSÖ verilerine göre üye ülkelerin 39’da (%30) üniversite düzeyinde ve 72(%56) ülkede ise üniversite düzeyinde olmayan bir GTT uygulamaları eğitimi bulunmaktadır. (Bunun içinde Türkiye bulunmamaktadır)
Dünyada GTT enstitüleri bulunan ülke sayısı 1999 ‘da 19, 2003’da 56 ve 2012 de ise 73 ülke (bu veriler içinde Türkiye bulunmamaktadır).
DSÖ 2014-2023 Geleneksel Tıp Stratejisi’nde DSÖ amaçladığı Stratejik Hedeflere yönelik Yönlendirmeler belirlenmiştir. Bunları özetlersek:
Stratejik hedef 1: Uygun ulusal politikalar yoluyla GTT’ ın aktif yönetimine yönelik bilgi tabanı oluşturulması: GTT alanında ürünler, uygulamalar ve uygulayıcılarda büyük çeşitlilik vardır.
Stratejik yönlendirme 1:
GTT’nin potansiyelini ve rolünü anlayın ve farkına varın.
Strateji, üye devletlere, kendi toplumlarında hangi tür GTT’ın kullanıldığını ayrıntılı biçimde belirlemelerini ve GTT uygulaması için kendi ülke profillerini çıkarmalarını tavsiye etmektedir.
Bu bilgi GTT’yi nasıl düzenleyecekleri ve amacına uygun şekilde kullanacakları konusunda bilinçli politika kararları alma konusunda ülkelere yardımcı olunması amaçlanmıştır.
GTT’ın, sağlık sistemlerindeki rolünün ve çeşitliliğinin farkına varılması,
GTT uygulamalarını kullanan insan sayısını, kullanma nedenlerini, sağlık çalışanlarının tavsiyelerine göre kullanıp kullanmadıklarının belirlenmesi,
Sağlık çalışanlarının hastaların GTT kullanıp kullanmadıklarını bilip bilmediklerinin belirlenmesi,
Uygun olması halinde, GTT politika ve programlarının, ulusal sağlık sistemine entegre edilmesi,
Ulusal öncelikler ve yeterlilikler ışığında önceliği olanların belirlenmesi,
Uygulayıcı ve araştırmacıların akreditasyon kurumlarıyla iş birliği içinde iyi uygulamaların belirlenmesi ve iyi uygulamaların uluslararası düzeyde paylaşılması,
GTT kullanımına yönelik standart tedavi kılavuzunun ve başlıca bitkisel ilaçların listesinin yayımlanması
Stratejik yönlendirme 2:
Bilgi tabanını güçlendirin, kanıt oluşturun ve kaynakların devamlılığını sağlayın
Üye devletler topluma faydası olabilecek GTT biçimiyle ilgili araştırmaları teşvik etmelidir ve fayda sağlama olasılıkları en fazla olan ürünler, uygulamalar ve uygulayıcılar üzerinde odaklanılması
Araştırmaya yönelik kaynak geliştirilmesi, uygun araştırma metodolojileri geliştirilmesi ve yatırımların teşvik edilmesi
Üye devletler, abartılı iddiaları olan veya sağlık riski taşıyan GTT türlerini belirleme konusunda daha net sorumluluklara sahip olmalıdır
Stratejik hedef 2: Ürünlerin, uygulamaların ve uygulayıcıların düzenlenmesiyle GTT’de kalite güvencesinin, güvenliğin, uygun kullanımın ve etkililiğin güçlendirilmesi
Stratejik yönlendirme 1:
Ürün düzenlemesinin rolünün ve öneminin farkına varın
Kaliteye, güvenliğe ve etkililiğe dayanak sağlayan temel düzenleyici çerçevelere yönelik hükümlerin geliştirilmesi
Ürünlere yönelik standartların oluşturulması Stratejik yönlendirme 2:
GTT eğitimi, beceri gelişimi, hizmetler ve tedavilere yönelik uygulama ve uygulayıcı düzenlemeleri geliştirin ve kabul edin
Etik uygulamanın desteklenmesi amacıyla ilgili paydaşlarla işbirliği içinde mesleki ahlak ilkelerine uyulması.
Farklı GTT biçimleri için eğitim, akreditasyon ve geri ödemeye yönelik standartlar ve düzenlemelerin geliştirilmesi
GTT uygulayıcılarının sürekli eğitimi ve akreditasyonu, lisanslanması ve kaydı dahil olmak üzere resmi iletişimin oluşturulması önerilmektedir
Eğitim enstitülerinin akreditasyonunun teşvik edilmesi ve desteklenmesi.
Konvansiyonel sağlık hizmetleri çalışanlarının GTT’ın kullanımıyla ilgili daha fazla bilgi edinmeye teşvik edilmesi.
Stratejik hedef 3: GTT hizmetlerinin sağlık hizmeti alımına ve öz sağlık bakımına entegre edilmesi suretiyle evrensel sağlık kapsayıcılığının geliştirilmesi hedeflenmiştir.
Konvansiyonel tıp tedavilerinin GTT ile desteklemenin muhtemel yararları ve riskleri konusunda çalışılması ve GTT düzenleyicilerin; ürünler, uygulamalar ve uygulayıcılar hakkında tüketicilere daha fazla bilgi vererek, tüketicilerin bilinçli seçim yapmasına yardımcı olunması hedeflenmiştir.
Stratejik yönlendirme 1:
Sağlık hizmetlerini ve sağlık sonuçlarını iyileştirmek amacıyla GTT’nin potansiyel katkılarından yararlan
Konvansiyonel uygulayıcılar ve GTT uygulayıcıları arasında karşılıklı saygı, iş birliği ve anlayış geliştirilmesi.
Eğitim, değerlendirme, kanıt ve araştırma çalışmalarının sürekliliği Stratejik yönlendirme 2:
GTT tüketicilerinin, öz sağlık bakımı konusunda bilinçli seçimler yapmasını sağlayın
DSÖ’nün GTT’ye Yönelik Desteği
Politika çalışmalarına yönelik ilgili belgeleri ve araçları geliştirerek destek ve teknik rehberlik sağlanması
Uluslararası standartlar, teknik konular, ürünler, uygulamalar ve uygulayıcılarla ilgili araştırmalara yönelik metodolojiler geliştirerek GTT’a yönelik kılavuzlar oluşturma
Politika oluşturma, araştırma, metodoloji, araştırma etiği ve kaynakların korunması hakkında çalıştaylar düzenlenmesi,
Tanıtım ve reklam dahil tüketicilerin eğitimi ve korunması, şikâyet kanalları ve GTT ürünlerinin, uygulayıcılarının ve hizmetlerinin amacına uygun kullanımı için kılavuzlar geliştirilmesi
Uluslararası iş birliğinin teşvik edilmesi şeklinde olacağı belirtilmiştir
DSÖ Hükümetlere; tüketiciler, eğitmenler, uygulayıcı gruplar, üreticiler ve araştırmacılar bu sürece dahil olmalı ve GTT’ ın nasıl uygulandığını ve GTT ürünlerinin nasıl güvenli ve etkili biçimde kullanılabilmesi amacıyla araştırma yapmaları tavsiye edilmektedir. Politika yapıcıların GTT’ ın hasta deneyimlerini ve nüfus sağlığını nasıl etkilediğini dikkate almaları gerekliliği üzerinde durulmuştur.
Akupunktur Tanımı, Önemi ve Tecrübeler:
Prof. Dr. Cemal Çevik
Akupunkturla Tedavide Yeni Yaklaşım
Prof. Dr. Cemal Çevik
Ankara Akupunktur ve tamamlayıcı Tıp Dernek Başkanı Gazi Üniversitesi GETAT Uygulama Merkezi Eğitimcisi
Akupunktur tedavisinin en zor tarafı teşhis tarafıdır. Teşhis koymak çoğu kez, tecrübe ve zaman işi olarak gözükmektedir. Buna rağmen yılların tecrübesi ile yüklenmiş hekimlerin koydukları teşhis ve uyguladıkları tedavi, kendilerine özel bir hal almış gibi gözükmektedir. Kaldı ki, usanmadan tecrübe kazanmak herkesin yapabildiği bir tavır değildir. Yeni öğrenenlerde teşhiste mevcut metotlarla tekrarlanabilirliğin az olması güven sarsılmasına sebep olmaktadır. Bu durumlarda bazı hekimler kendilerine has tedavi usulleri geliştirmeye çalışmaktadırlar. Kişisel metotların ortaya çıkması bu alanda az da olsa zenginleşmeye sebep olurken bir taraftan da güven kaybına sebep olabilmektedir. Kişiye özel teşhis metotların artması bilimsel yönden zayıflık belirtisi gibi algılanabilir ve şu kadar yıllık uygulaması olan akupunktur’un kişisel tedavilere niçin ihtiyacı var gibi soruların ortaya çıkmasına sebep olabilir. Bu yüzden teşhiste ortak bir noktada buluşmak oldukça önemlidir. Ortak noktada birleşmek düşüncesi, kişisel duyu farklılıklarını gidermek için aynı cihazları kullanarak ortak sonuçlar elde etme yolunu açmıştır. Elektro akupunktur, lazer akupunktur, renkle akupunktur gibi tekniklerle cihazların kullanıma girmesi böyle bir ihtiyaçtan doğmuştur. Ancak çoğu elektronik yapıda olan bu cihazların da kullanıcılar tarafından yorumlanması zordur. Kullanıcılar firma temsilcilerinin söylediklerini doğru kabul ederek teşhis ve tedavi etmeye çalışmaktadırlar. Cihazlarla ilgili olarak firmaların, cihazlarının etkinlikleriyle ilgili iddiaları doğrulanmaktan henüz uzaktır. Firmaların desteklediği bilim adamlarının bu cihazlarla ilgili çalışmaları da şüpheden azade değildir.
Akupunkturla teşhis ve tedavide birçok metot kullanılmaktadır. Bu metotların hepsinde tek bir amaç vardır: Çiy ile ilgili bilgi sahibi olmak. Çiy bilgisi bizi, Çiy akışını izleyerek teşhise ve Çiy akışını sağlayarak tedaviye götürür. Çiy akışının izlenmesiyle teşhis, akışın sağlanmasıyla da tedavinin mümkün olması hastalık etkeni ile hastalığın tedavi edilmesi gibi tuhaf görülebilecek bir görüntü ile bizi karşı karşıya getirebilir. Aynı tuhaflık modern tıb
kabulünde böyledir. Dokuya yeteri kadar kan gitmediğinde oluşacak olan iskemi, yeteri kadar kan geldiğinde reperfüzyonla tekrar gönderilen kanla tedavi edilir. Çiy akışı içinde böyledir. Eğer Çiy akışı kesilirse, durursa, bir yerde birikirse veya tükenirse ilgili kanalların beslediği alanlarda ve enerjetik bir problem oluşur, eğer ÇÖiy gelmeyişi devam ederse organlarda bozukluklar (az çalışma veya aşırı çalışma veya çalışmama ve bu gibi) meydana gelebilir. Bu bozukluklar birtakım belirtilerle(semptomlar) kendilerini gösterirler. Kanallarda tıkanıklık oluşmuşsa tıkanıklığın alt tarafında kalan kısımlarda ağrılar, ısı değişiklikleri (çoğu kez soğukluk, solukluk), ödem gözükebilir. Değişiklik sadece kanallarla ve besledikleri alanlarda sınırlı kalmaz, kanalların beslediği organlarda, enerjetik ve yapısal değişiklikler olur. Organlarda yağlanma, anemi, organ küçülmesi, büyümesi ve bunun gibi yapısal değişiklikler gözükebilir. Akupunkturla yapılan tedavi daha önce belirttiğimiz gibi kanallarda Çiy akışını sağlamaktan ibarettir. Böylece biten Çiy yenilenerek beslediği organın fonksiyonlarını yerine getirmesi sağlanır. Bu fonksiyon düzelmesi hem enerjetik hem de yapısal olarak yenilenmelerle beraber oluşur.
Kanalların içersinde akan Çiy skaler bir enerji formudur ve bu enerjinin direkt olarak ölçülmesi henüz söz konusu değildir. Kanaatimce Çiy’nin dönüşüm şekilleri (bütün organ Çiyleri) skaler enerjiden elektromagnetik enerjiye dönüşümle oluşurlar. Bu dönüşüm şekilleri ölçülebilirler. Çiy akışının bozulduğu kanalların ve bu kanalları temsil eden noktaların tespiti tedavi için çok önemlidir. Kanalların fonksiyonel bozukluklarını tespit için birçok metot vardır. Bu metotlar hiç bir cihaz kullanılmadan yapılan manüel tedavi, elektrik akım verilerek yapılan tedavi, lazer kullanılarak yapılan tedavi, moksibusçin (ısı, sıcak) uygulanarak yapılan tedavi, masaj uygulanarak yapılan tedavi (Shiatzu), bardak ve sülük uygulanması ile yapılan tedavi, belirli bir dalga boyunda ışın(renk) gönderilerek yapılan tedavi ve bu gibi tedavilerden oluşurlar. Bu tedavileri, mekanik uygulamalar, elektrik akımı uygulamaları, magnetik alan uygulamaları, biyolojik ajanların uygulanması, ışın uygulanması (lazer, görünen bölge uygulamaları, infrared bölge uygulamaları), titreşim gönderenler gibi de sınıflandırabiliriz. Bu tedavilerde ortak nokta, tedavi için akupunktur noktalarının kullanılmasıdır. Akupunktur noktalarının seçilerek, o noktanın herhangi bir ajan veya işlemle uyarılması işlevlerini yapan bütün tedaviler akupunktur tedavisi olarak kabul edilirler. Bu tedaviler oldukça etkin ve kolayca uygulanabilen özelliktedirler. Ancak zor olan akupunktur noktalarının seçilmesidir. Hangi nokta hangi amaca yönelik olarak seçilecektir? Bu noktanın diğer noktalara göre tercih edilme sebebi nedir? Hekim bu soruları cevaplayarak tedaviye başlayacaktır. Akupunktur tedavisinde uygun noktaların seçilmesi tedavinin uygulanmasındaki ana problemdir. Uygun nokta seçimi
ile etkin bir tedavi yapılabileceği gibi uygun olmayan nokta seçiminde cevap alınabilir ancak yeterli sonuç alınamaz. Etkin tedavide esas problem etkin, aktif noktaların nasıl seçileceğidir. Noktalar seçildikten sonra yukarıdaki uygulamalardan herhangi birisi seçilerek tedavi yapılabilir. Bizim tercihimiz noktaların iğnelenmesidir.
Noktaların seçimi
Tedavi için hangi noktaların seçileceği batı tipi eğitimden sonra akupunktur’a yönelen hekimler için oldukça büyük sorun oluşturmaktadır. Aktif olarak hasta tedavi eden klinisyenler, kısa sürede nokta seçimini öğrenerek hasta tedavisine kaldıkları yerden devam etmek istemektedirler. Ancak batı tıbbı uygularken kullandıkları çoğu metodu akupunktur da kullanmak imkânı bulamadıklarından çok zorlanmaktadırlar. Hasta nabızlarının ölçülerek meridyenlerle ve organlarla ilgili tahminlerde bulunmanın ve bu tahminlere göre nokta seçmenin çok subjektif ve kişilere göre değişebilen sonuçlar vermesi onları anamnez alarak teşhis ve tedaviye yönlendirmektedir. Beş element akupunkturu denilen akupunktur metotlarına göre kişilere has özel tedavi modelleri oluşabilmektedir. Beş element akupunktur u ile hekimler hem nabız ölçümleri ve dil incelemeler yaparak hem de anamnez alarak tedavi için ortaya reçeteler çıkarabilmektedirler. Beş element sorgulamaları ile hâkim element ve o elemente iştirak eden diğer elementleri belirlemekte göründüğü kadar kolay değildir.
Kolaylaştırmak
Akupunktur tedavisini kolaylaştırmak amacıyla yukarıda bahsettiğimiz gibi birtakım elektrikle çalışan cihazlar oluşturulmuştur. Bu cihazlarla çoğu kez parmak uçlarından (kuyu noktalarından) elektriki uyarı gönderilerek yapılır. Bu noktalara uygulanan uyarılara verilen cevaplar ölçülmektedir. Bu ölçümler direkt olarak noktanın mevcut durumunu tespit etmek yerine verdiği reaksiyonları ölçmek esasına dayandığından nokta ile tam bir bilgi sahibi olunulamaz. Biz bütün bu zorlukları gidermek amacıyla yeni bir yaklaşım uygulayarak akupunktur teşhis ve tedavisini kolaylaştırmaya çalıştık. Bu yeni yaklaşım yeni olmakla beraber, kişiye ait yeni oluşturulmuş, geleneksel akupunktur teşhis metotlarından farklı bir metot değildir. Bu yaklaşımla hastanın hastalık hikayesine dayanarak teşhis konularak tedavi uygulanır. Yani klasik akupunkturda söz edilen belirtilerden giderek kanallarla ve kanalların ilgili oldukları organlarla ilgili bilgi edinmek, hangi kanalda sorun olduğunu tahmin etmek esasına dayanır. Bu arada modern tıbba göre konulan tanılarda göz önüne alınır.
Bu yaklaşımda tutulacak yol şöyledir: Hastanın teferruatlı(detaylı) bir şekilde hikâyesi alınır. Bu hikâye içersinde hastanın en fazla önem verdiği şikâyeti belirlenir. Bu şikâyetle ilgili organ tespit edilir. Organın dörtlü gruplardan hangisine ait olduğu belirlenir ve nokta seçimi bu dört organa göre yapılır. Bilindiği üzere vücutta üç adet dörtlü sistem vardır. Her sistemdeki dört organ birbirleriyle iç dış, alt üst ilişkileri içersindedirler. Bu üçlü sistem Taiyin, Jueyin ve Shaoyin sistemleridir. Üç grubun ilgili oldukları ilk organ ve diğer üç organ seçilir.
ÇİY AKIŞI
Vücudumuzda çiy iki tip akış gösterir. Birisi kanallarla akış, ikincisi ise kanal dışı akıştır. Burada kanallardaki çiy akışından bahsedilecektir. Kanallardaki akan çiye Doğru Çiy adı verilir. Doğru Çiy akciğerlerle havadan alınan çiy ile besinlerden sindirim ile elde edilen çiy ve böbreklerden gelen Genetik Çiy’in (Yuan Çiy) göğüste birleşmesinden oluşur. Bu Çiy her organın kanalları üzerinden organlara ulaşır ve organları besler ve organların kendilerine has çiylerinin oluşmasını sağlar. Akupunktur kanalları vücudumuzda oluşan ilk iletişim sistemidir. Sinir sistemi, damar sistemi ve lenfatik sistemle beraber dördüncü bir iletişim sistemidir. Yaklaşık 3000 yıldır varlığından bahsedilen bu iletişim sistemi ilk kez Koreli bilim adamı doktor Kim Bong Han tarafından görünür hale getirilmiştir. Kim Bong Han’ın 1960’larda bulduğu bu sisteme göre hücre içi, hücrelerarası, dokular arasındaki enerji akışı bu kanallarla sağlanmaktadır. Bu kanallara embriyolojik devrede vücutta oluşan ilk kanallar olduklarından Kim, primordiyal kanallar adını vermiştir. Bu kanallar değişik çaplarda olmak üzere vücudun yüzeyinde ve derinlerinde dağılırlar. İşte bu kanallar aracılığıyla çiy bütün vücutta akar durur. Akışın bozulması patolojilerin gözükmesine sebep olur. Her organı çalıştıran bir genetik veya Yuan Çiy vardır. Bu Yuan Çiyler Doğru Çiy ile beslenerek organların düzenli çalışmalarını sağlarlar. Mesela Akciğer Çiy’si Yuan Çiy ile Doğru Çiy’in birleşmesinden akciğerlerde oluşur. oluşum akciğerlerde olduğundan akciğerlerin can frekanslarıyla etkilenerek oluşan bu Çiy’nin kendisine has frekansı ve gücü bulunur. Sadece Akciğer Çiy’si akciğerlerin yana ve aşağıya doğru genişlemesinden (soluk alma) ve sonra akciğerleri kasarak soluk verilmesinden sorumludur. Yani akciğer Çiy Akciğerlerin görev yapmalarını sağlayan çiydir. Akciğer Çiy’si diğer organ çiylerinin hepsinden farklıdır. Böbrek Çiy’si, Dalak Çiy’si, Karaciğer Çiy’si sadece ilgili organlarını çalıştırabilen özel çiylerdir. Ortak kanallarda taşınan çiyler özelleşmemiş genel çiylerdir.
Çiy akışı akciğerlerden başlar karaciğerde sonlanır. Akciğerler hem kendi Çiy’sini hem de doğru Çiy’i üretir. Akciğerler ürettikleri Doğru Çiy’i (Genel Çiy’i) bütün vücuda kanallar
aracılığıyla yayarlar. Kendi Çiy’si sadece akciğer kanallarında dolaşır. Çiylerin akışını akciğerler yönetirler. Akciğerler kalbin bütün vücuda kan gönderdiği gibi bütün vücuda Çiy gönderirler. Çiy’nin kanallarda akışı saatlere göre kuvvetlenir veya zayıflar. Bu durum organların çalışma saatlerini göredir. Organlar günün belirli saatlerinde bir yüksek bir düşük aktivite gösterirler. Organ aktiviteleri iki saat aralıklarla değişiklik gösterir. Çiy’nin akış sırası oldukça önemlidir. Akışın kesildiği yerlerde patolojiler ortaya çıkar. Çiy akışı eşlenik organlar sırasıyla olur. Mesela akciğerlerle kalın bağırsaklar eşlenik organlardır. Çiy akciğerlerden çıkar ve kalın bağırsaklara aktarılır. Buradaki akış bir Yin-Yang akışıdır. Her Yin-Yang akışını bir Yang-Yang akışı takip eder. Kalın bağırsağın bölgesel eşleniği Mide’dir. Enerji kalın bağırsaklardan mideye gelir. Böylece Yang- Yang akışı sağlanır. Yang- Yang akışından sonra Yin- Yin akışı takip eder. Mide yang bir organdır, eşleniği olan dalağa enerji aktarır (Yang-Yin akışı). Sonra dalaktan kalbe akış olur (Yin-Yin akışı), kalpten ince bağırsaklara (Yin-Yang akışı), ince bağırsaklardan Sanjiao’ya (Yang-Yang akışı) oradan Perikarda geçer (Yang- Yin akışı). Perikarttan sonra böbreklere gelir (Yin-Yin akışı) böbreklerden mesaneye, mesaneden safra kesesine oradan da karaciğere geçer. Karaciğerden tekrar akciğerlere geçerek siklusu tamamlar. Akciğerden gelen Çiy’ temiz çiy karaciğerden çıkan Çiy’e ise kirli çiy denir. Akciğer nabzı sağ bileğin ön kısmında bulunur. Enerji akışı sağ el bileği bilek çizgisinden başlar, sağ bileğin ortasına kadar devam eder. Akciğer- kalınbağırsak- mide- dalak şeklinde devam eder. Böylece ilk dört organ için çiy geçişi tamamlanır. Sonra sol el bileğine geçilir. Bileğin bilek çizgisi hizasında kalp ve ince bağırsaklar olarak devam eder. Sonra tekrar sağ bileğe geçip bileğin distalinde Sanjiao ve Perikard olarak devam eder. İkinci dört organ çiy geçişi sağlanmış olur. Tekrardan sol el bileğine geçilir. Böbrek, mesane, safra kesesi ve karaciğerle sonlanır. Böylece enerji akışı için dörder organlık üç durak oluşmuş olur.
Enerji akışı geçiş şeması: Dörtlü birliktelikler:
Akciğer-Kalın bağırsak-Mide-Dalak,
Kalp-İnce bağırsaklar-Sanjiao-Perikart,
Böbrekler-Mesane-Safra kesesi-Karaciğer.
Bu dörtlü organları incelediğimizde her bir organın eşlenikleriyle berabere olduklarını görürüz. Eşlenikler birbirleriyle enerji paylaşan meridyenlerdir. Bu paylaşımla iki meridyende dengelenme oluşur. Birinci grupta bulunan Akciğer bir Yin organdır. Yin enerjisi daha çok depolanmaya sanki maddeleşmeye yatkın bir enerjidir. Senteze yönelik, anabolik bir faaliyete sebep olan bir enerji gibi düşünülebilinir. Eşlenik organı ise Yang organ olan kalın
bağırsaklardır. Yang enerjisi fonksiyona, harekete yöneliktir. Enerji harcayan, katabolik bir enerji gibidir. Aynı ilişki dalak (Yin) ile mide (Yang) arasında da vardır. İkinci grupta bulunan kalp ve incebağırsaklar ile perikart ile Sanjiao arasında ve üçüncü gruptaki böbrekler ile mesane ve karaciğer ile safra kesesi arasında mevcuttur.
Enerji akışına bağlı olan metotları başlıca beş başlık altında toplayabiliriz:
A-Taiyin metodu, B-Jüeyin metodu,
C-Shaoyin metodu.
D-Altılı metot
E-Karışık metot.
A-Taiyin metodu.
Çiy akışının birinci basamağındaki kanalları içerisine alan dörtlü organ sisteminden Zang organlarını içersine alan kısma Taiyin sistemi denir. Zang organlardan olan Akciğerler ve dalak Taiyin organlardır. Taiyin daha büyük Yin anlamına gelir. Eldeki ve ayaktaki Yin meridyenlerinin içersinde Yin enerjileri en fazla olan meridyenler diye tanımlanabilir. Bu meridyenler el ve ayağın ön taraflarında yer alırlar. El ve ayak başparmaklarının tırnak yataklarının hemen kenarında başlar veya sonlanırlar. Taiyin organları akciğer ve dalaktır. Akciğerlerin 11, dalağın ise 21 noktası bulunur. Toplam olarak iki Taiyin organın 32 noktası bulunur. Taiyin metodunda Taiyin organları kullanılarak Taiyin enerjisi aktive edilir. Taiyin metodunun bir üstte bir de altta olmak üzere iki çatı organı vardır. Üstteki organ akciğerler, alttaki organ ise dalaktır. Akciğerler tek bir organ gibi kabul edilirler. İki organda (akciğer ve dalak) Yin tipi organdır. İki yin organ vücudun üst ve altındaki Taiyin enerji bölgesinde yer alırlar. İkisinin enerji frekansı birbiriyle aynı veya uyumludur. Her Yin organın bir Yang eşleniği olduğundan bu iki organında eşlenikleri vardır. Bu iki organın eşlenik Yang organları kalın bağırsak ve midedir. Bu organlar beraberce Yang ming enerji bölgesini oluştururlar. Tedavi ile Taiyin ve Yangming organları ve enerjileri arasında uyum sağlanır. Taiyinlerde üretilen enerji sanki Yangming’lerde kullanılıyor gibidir.
Taiyin metodunda dört organa ait Yuan noktalarıyla sistemik ve bu organların dağılım yerlerindeki patolojiler için lokal uygulamalar yapılır. Dört organ akciğer, kalın bağırsak, dalak ve mide’den oluşur. Bu dört organların ikisi Yin ikisi ise Yang meridyenlerdir. Yin
meridyenler el ve ayakta aynı lokalizasyona sahip noktalardır. Aynı lokalizasyondan kasıt el ve ayaklara göredir. Akciğer meridyeninin eldeki noktaları el başparmaklarının lateral tarafındadırlar. Dalak meridyeninin bazı noktaları da ayak başparmağının lateral tarafında yer alırlar. Bu yüzden iki meridyen aynı lokalizasyona sahip diye kabul edilmiştir. Aynı lokalizasyona sahip olan bu el ve ayağa ait kanallar aynı enerji düzeyine sahiptirler. Bu enerji seviyesine Taiyin enerjisi denilir. Elde bulunan Yin meridyeni olan akciğer meridyeni, göğüste başlar ve el baş parmağında sonlanır. Ayakta bulunan Yin meridyeni olan dalak meridyeni ise ayak başparmağında başlar ve göğüste sonlanır. Diğer iki meridyen Yang özellikteki meridyenlerdir. Bunlar kalın bağırsak meridyeni ve mide meridyenidirler. Elde bulunan Yang meridyeni olan kalın bağırsaklar elin ikinci parmağından başlar ve göğüste sonlanırlar. Ayağın Yang meridyeni olan mide meridyeni ise yüzde başlar ve ayağın ikinci parmağında sonlanırlar. El ve ayaklardaki ikinci parmaklarda nokta taşıdıklarından bu iki Yang meridyeni de eş değer enerji seviyesindedirler. Onların enerji seviyeleri ise Yangming seviyesidir. Bu seviye diğer seviyelere göre yüksektir. Nabız muayenelerinde her iki organ kalın barsak ve mide güçlü bir nabız atışına sahiptirler. Böylece bütün vücutta Taiyin ve Yangming enerji akışlarının dengelenmesiyle bütün vücutta Yin Yang dengesi sağlanır.
Patojenik Etken
Taiyin meridyenlerinin en önemli patojeni nemdir. Nem sıcak veya soğuk olabilir. Nem kanallarda birikerek balgama veya plağa dönüşerek tıkanıklık oluşturabilir. Akciğerlerin içerisinde veya göğüs yakınındaki kanallarda olan tıkanıklık nefes almada zorluk, göğüste baskı hissi oluşur “Balgam dalakta oluşur akciğerlerde toplanır” hükmü çok bilinir. Ancak açıklanmaya muhtaçtır. Dalağın bütün vücutta, kanallarda sıvıları dönüştürme ve taşıma görevi vardır. Mukozaların oluşturduğu mukuslar, eklemlerdeki eklem sıvıları, göz içi sıvıları, genital bölge sıvıları, perikart sıvısı, plevral sıvı gibi bütün sıvılar belirli bir kıvamda olmalıdırlar. Kıvamların artıp katılaşmasına balgam denilir. Balgamlar oluştukları yerlerde birikim yaparlar, akışı engellerler. . Akciğerlerde biriken balgamda akciğer sıvılarının (neminin) katılaşmasıyla oluşur. Eğer akciğerlerden balgam atılıyorsa vücudun diğer yerlerinde de plaklar, birikimler, kistler oluşuyor demektir. Taiyin- Taiyang sistemi iyi çalıştığında birikimler önlenir. Birikimlerin ileri boyutlusu tümörlerdir. Tümör oluşumunun önlenmesinden Taiyin sistemi sorumludur. Daha önce bahsettiğimiz gibi Yin karakterde ki Çiy maddeleşme eğilimindedir. Balgam ve onun ileri şekli olan tümör bu özelliğin bir sonucudur. Taiyin sisteminin altta bulunan parçası olan dalak bu sistemde
temel organdır. Dalağın tam görevinin yapabilmesi için yeteri kadar beslenilerek Çiy alınmalıdır. Dalak Çiy’si yeteri kadar güçlü olursa Dalak Yang’ı bu dönüşüm ve taşınma işlevlerini yerine getirir. Vücut sıvıları olması gereken kıvamda ve akıcılıkta bulunurlar. Horlama ve apneler Çiy akışının tıkanmalarına sebep olan balgam birikim yüzünden olabilir.
Akciğer meridyeni ile ilgili olan şikâyetler:
Akciğerler, deri ile ilişkilidirler. Cilt hastalıklarında akciğerler akla gelmelidir. Derideki porların açılıp kapanması, deri nemliliğinin sağlanması, terleme, cildin kuruluğu gibi cilt ilgili değişimlerin altında akciğerler yer alır. Akciğerlerin ilgili duyu organı burundur. Burun mukozasının sağlıklı olması, yeteri kadar koku duyusunun alınabilmesi akciğerlerin normal çalışması ile mümkün olabilir. Burunda tıkanıklık, kurutların bulunması akciğer ısısının artmasından dolayı burun mukuslarının sıvı kaybetmesiyle olur. Burunda dalak enerjisi yetersiz olduğunda kurutların oluşumu daha da artar ve sağlıklı nefes almayı önler. Rinitte de akciğer ve dalağın görev eksikliği söz konusu olabilir. Sinüs dokusunda ise işin içersine mide girer. Burunda ve sinüslerdeki mukozanın düzeni akciğerlere, sıvı dönüşümü dalak ve mideye ait olup tedavide bu üç meridyenden nokta seçilimi uygun olur. Burunun iki yanında kalın barsaklara ait noktalar bulunduğundan tedavi protokoluna kalın barsaklarda ilave edilir.
Öksürmek, balgam çıkarmak(beyaz, sarı, yeşil renkli) kuru öksürmek, cildin kuru olması, kaşıntı, ağız ve boğaz kuruluğu, susuzluk hissi, öğleden sonra kendini ateşli hissetmek, kırmızı soyuk dilli olmak, dilin sarı kablı olması, dilin beyaz kablı olması, nefes almada zorluk, burun tıkanıklığı, burun akıntısı, sulu balgam çıkarmak, hızlı nefes alıp vermek, geceleri terlemek, zayıf sesli olmak, konuşmaktan hoşlanmamak, soğuk almaya meyilli olmak, soğuğu sevmemek, baş ve vücut ağrıları, dilin beyaz kablı olması, tonsillerin şişmesi, gözlerin ve yüzün aniden şişmesi, nöbetler halinde gelen kronik öksürük, çabucak sökülen, göğüste baskı hissi ile beraber gözüken bol beyaz balgam, sırt üstü yatmaktan hoşlanmama, kriz şeklinde gelen kronik olmayan öksürük, bol sarı, kahverengi yeşil veya siyah kötü kokan balgam, omuz ağrıları, gibi şikâyetleri olabilir.
Dalak Meridyeni ile ilgili olan şikâyetler:
Dalak meridyeni ağızla ilgilidir. Daha çok alt dudak kontrolü dalakla sağlanır. Dudaklarda yaralar, yorgunluk, karında şişkinlik, şekilsiz gaita çıkarmak, hemaroit, yemekten sonra kendini yorgun hissetmek, extremitelerde zayıflık, kas ağrısı, kaslarda atrofi, anemi, iştah kaybı, tatlıya
düşkünlük, ödem, titreme, soğuk extremiteler, mide, rektal, vajinal prolapsus, vajinal akıntı, kanamaların olması, adet kanamasının uzaması, ishal, kaslarda güçsüzlük, sırt karın bölgesinde ve eklemlerde ödem, sık sık ve acele idrar yapma, purpura, deri altında kanlı döküntüler, idrar veya dışkıda kan, menoraji, metroraji, sarılık, dudakta lezyon, bulanık görme, vertigo, aşırı düşünceli olma, takıntılı olma, gibi şikâyetlerin bazıları iştirak edebilir. Tip1 veya Tip2 diayebet tanısı almış olmak, bütün başı sıkmakla rahatlayan baş ağrısı.
Mide meridyeni ile ilgili şikâyetler:
Mide ağrıları, mide yanmaları, mide ekşimeleri, epigastriumda huzursuzluk, ağızda tatsızlık, diş etlerinde yaralanmalar, kanamalar, ılık içecek ve yiyecekleri yemekten hoşlanmak, alını tutan baş ağrıları, bulantı, kusma, baş dönmesi, hıçkırık tutması, geğirmelerin olması, kabızlık, ishal, hazımsızlık, burun tıkanıklığı, kol ve omuz ağrıları, yüz bölgesindeki rahatsızlıklar, sinüzitler, ses kısılması, genel halsizlik, görülebilir. Mide meridyenine ait göz dibini tutan görme bozuklukları, optik sinir atrofisi, ayağın fazla terlemesi, reflü, tikler, gibi rahatsızlıklar olabilir.
Kalın Bağırsak Meridyenleri ile ilgili, şikâyetler:
Beyaz soluk yüz, gevşek gaita, gaitada hazmedilmemiş yiyecekler, kötü kokulu gaita, bazen gaita çıkardıktan sonra anüste ağrı, yemeklerden sonra olan şişkinlik, omuz ağrıları. Kaşıntı, kaşıntılı cilt hastalıkları, boğazda ağrı, ses kısıklıkları, alerjik deri hastalıkları, yüz felci, diş ağrıları, karın ağrısı, el sırtında ödem.
Uygulanacak yol
Taiyin Tedavi Metodunda (TTM) hastaların hastalık hikâyelerinin alınması çok önemlidir. Hikâye alındıktan sonra hastaların şikâyetleri sıralanır. Bu şikâyetlerden hasta için birincil derecede öneme sahip şikâyetini öğrenmekle işe başlanır. Birincil şikâyetlerin hangi organa ait olduğu öğrenildikten sonra dörtlü yapı oluşturulur. Diyelim ki hastada öksürük var. O zaman akciğerlerle işe başlarız. Akciğerlerin Yuan noktalarını tedavi protokoluna alırız. Akciğerlerin enerji ve Yin-Yang eşleniklerini seçeriz. Bunlar akciğerin Yang eşleniği olan kalın bağırsaklar ve enerji seviye eşleniği olan dalak ve dalağın Yang eşleniği olan midedir. Kalın bağırsaklar, dalak ve mideyi seçtikten sonra bu üç organın Yuan noktalarını alarak sistemik tedaviye geçeriz. Sistemik tedavi ile beraber lokal tedavi için noktalar araştırırız.
Örnek vaka.
Burnunda tıkanıklık dolaysıyla sürekli nefes almada zorluk ve kurutları dolaysıyla burun kurcalayan, burnunda kurutları sarı renkli olan, uykusunda horlayan, zaman zaman omuz ağrıları olan, çoğu kez şekilsiz, kötü kokulu, yumuşak gaita çıkaran, ayaklarında hafif ödem olan, orta derecede yorgunluk yaşayan, hafif derecede hemoroitli, yüzünde sürekli, bazen püstül şeklinde cilt kabartıları, alt dudakta yıllarca süren yaralı lezyon olan 60 yaşındaki bir erkek hasta. Hastanın iki kez sağ böbrek taşı kırdırma hikayesi var, safra kesesinde de taş mevcut. Zaman zaman yağlı ve etli yiyeceklerden sonra karın ağrıları oluyor, karın kasları kasılıyor. Yemeklerden sonra şişkinlik oluşuyor, bazen barsak sesleri işitilir hale geliyor. Son günlerde soğuk su içemiyor. Sıcak çorba içmeyi seviyor. Uykuları iyi. Geceleri bir kez idrara kalkıyor, bazen gece terlemeleri oluyor, ancak rahatsızlık vermiyor. İmpotensi var. Hastanın hipertansiyonu (orta derecede) var. Hafıza zayıflığı var. Hatırlamakta zorlanıyor. Diş problemleri var, sağ üst ve alt çenede ağrı. Sağ üst çenede implant var. (İmplanta bağlı olarak trigeminal sinir baskılanmasına bağlı ağrı olabilir.) Sağ uyluğun iç kısmında kaşınma, zaman zaman şiddetlenen sırtta kaşınma şikâyeti de mevcut. Bazen sağ uyluğu dış kenarında lokalize ağrı.
Yorumlama:
Hastanın şikâyetlerini ilgili organ rahatsızlıklarına göre sıralayacak olursak:
Akciğer ile ilgili şikâyetler; burunda tıkanıklık, nefes almada zorluk, omuz ağrıları, cilt problemleri, gece terlemeleri, sırtta kaşınma.
Dalakla ilgili şikâyetler; yumuşak, şekilsiz, kötü kokulu gaita çıkarma, sağ uyluk iç kısımdaki kaşınma, hafif derecede yorgunluk, ayaklarda hafif ödem, hemoroit, alt dudakta lezyon, sıcak sevme, yemeklerden sonraki şişkinlik, barsak seslerinin işitilmesi, hafıza zayıflığı, sınırda şeker yüksekliği.
Böbreklerle ilgili şikâyetler; ayaklarda ödem, geceleri idrara kalkma, impotens, diş ağrıları, böbrek taşı hikayesi.
Safra kesesi şikâyetleri; safra kesesinde taş, yağlı ve etli yiyeceklerden 2-3 saat sonra karında ağrı. Kararsızlık, sol uyluk dış kısmında lokalize ağrı.
Kalp meridyeni ile ilgili şikâyetler; hipertansiyon, ayaklarda ödem
Hastanın kendisine göre en önemli şikâyeti göz önüne alınır. Şikâyetin hangi meridyenle ilgili olduğuna bakılır. Sonra el veya ayaktaki enerji seviyesi yönünden eş değer olan aynı yerleşimdeki meridyeni belirlenir. Belirlenen bu iki organın birer Yang veya Yin eşlenikleri ilave edilir. Örnekleyecek olursak hastaya en önemli şikâyetinizi bildiriniz denildiğinde, hasta burun tıkanıklığını söylemiş olsun. O zaman hastanın şikâyetinden burun tıkanıklığı ile ilgili olarak sorumlu ilk meridyen akciğer meridyeni olarak seçilir. Bu meridyen elin Taiyin meridyenidir. Akciğer meridyeni göğüste başlayıp koldan aşağıya doğru inerek elin ön kısmında devam edip baş parmaklarda sonlanan bir dağılımı vardır. Meridyenin ayakta ki karşılığı ayak başparmağından başalayan Dalak meridyenidir. Dalak meridyeni ayak baş parmağının medial tırnak yatağından başlar. Aynı şekilde akciğerlerde elin baş parmağının mediyal tarafında, tırnak yatağında yer alırlar. Burun tıkanıklığı akciğer ateşinin artmasından, kuruluğun akciğerleri etkilemesinden, lokal dolaşım bozukluğundan, lokal olarak Dalak enerji eksikliğinden olabilir. Elin Taiyin meridyeni Akciğer ile, ayağın Taiyin meridyeni Dalak tedavide seçilen ve Yin –Yin geçişini sağlayacak olan iki meridyendir.
Akciğer’in eşlenik Yang organı Kalın bağırsaklardır. Akciğer meridyeni ile kalın barsak meridyeni içten ve dıştan bağlantılıdırlar. Yin-Yang dengesini ve enerji akışını sağlayacak iki meridyen sistemidir. Akciğerlerden alınan hava Çiy’si Kalın Bağırsak meridyenine geçer. Buradaki tabloda fazla olan ateş kalın bağırsaklara geçerek gaitanın şekillenmesini sağlayacaktır. Bu iki meridyen sağ el bileğinin iki distal nabzında kendilerini gösterirler. Hem Akciğer hem de Kalın barsak meridyenleri ele ait meridyenlerdir. Akciğer meridyeni derinde kalın barsak meridyeni ise yüzeyde bulunurlar. Böylece seçmiş olduğumuz bir organ (akciğerler) bize iki organın adlarını verirler(dalak, kalın barsak).
Ayağın Yin meridyeni olan Dalak meridyeninin Yang eşleniği Mide meridyenidir. Bu meridyenler sağ elin orta kısmındaki nabızı oluştururlar. Derinde Dalak yüzeyde ise Mide meridyeni bulunur. Enerji Kalın bağırsaklardan Mide meridyenine oradan da Dalak meridyenine aktarılır. Mide meridyeni Kalın Barsak meridyeninden aldığı enerjiyi, Çiy’i Dalak meridyenine aktarır. Bu geçiş kimus akışına terstir. Bilindiği gibi midede oluşan kimus ince bağırsakları geçerek kalın bağırsaklara gelir. Ancak burada geçen kimus olmayıp besinlerin çiğnenmesiyle ve çiynenmesiyle (sindirilmesiyle) kalın barsaklardan elde edilen Çiy’dir. Dalağın güçlenmesiyle, safra kesesinde dönüşüm işlevi artarak balgamın sıvılaşması sağlanır. Bu dört organın Yuan noktaları seçilerek tedaviye başlanabilir. Bu noktalar, Akciğer için Lu-9, Dalak için Sp-3, Mide’den. St-42, kalın bağırsaklardan da LI-4 seçilir. LI-4 noktası ile sıcaklık ve nem giderilebilir.
sindirim(çiydirim) ağızda başlar. Ağızda besinler çiğnenirler( Çiy-nenirler) yani besinlerin çiyleri çıkarılır. Az bir kısım besin içindeki karbonhidratlar amilazla daha küçük parçalara bölünürler. Çiyleri açığa çıkarılan besinler mideye geldiklerinde Çiy ve posa halinde bulunurlar. Mide çiy çıkarmayı daha etkin hale getirmek için asitlerle besinleri muamele ederek parçalar, pepsinle proteinler daha küçük parçalara, aminoasitlere ayrılır. Duedonum’a gelen kimus(çiymus), eski Türkçede keylus, enzimlerle tripsin, kimotripsin ve pankreatik amilazla ileri dereceye kadar parçalanır. Artık besinlerden Çiy çıkarılımı neredeyse tamamlanmıştır. Burada kimusun posaları(kirli olanlar), suyu ve temiz olanları(Çiy) ayrılır. Ve kalın bağırsağa geçer. Kalın bağırsakta artık Çiy tamamen alınıp akciğerlere gönderilir. Akciğerlerde Çiy işlendikten sonra doğru çiy oluşturmak üzere göğse yönlendirilir. Ve doğru Çiy oluştuktan sonra bütün vücuda dağıtılır. İşte Çiy’nin oluşmasında ve dağıtılmasındaki en önemli engellerden birisi nemdir. Bu nem sıcak veya soğukla beraber balgama dönüşerek çiy oluşum ve dağılımını etkileyerek patolojiler oluşmasına sebep olur.
Bu dörtlü döngüye başladığı organın lokalizasyonuna göre isim verdiğimizde; Taiyin döngüsü diyebiliriz. Hastamızın şikâyetleri Taiyin döngüsündeki enerji dağılım bozukluğundan ileri gelebilir.
Bozukluğu nasıl giderebiliriz?
İlk kademe dört enerji kanalının Yuan noktalarının seçilmesidir. On iki düzenli meridyenin her birisinin Yuan noktaları vardır. Bu noktalar genetik Çiy denilen ana-babadan gelen kişilere özel Çiy’lerinin ortaya çıktığı deliklerdir. Her organın kendisini çalıştıran özel Çiy’sini şekillendiren temel çatı örgüsüdür. Bu noktalardan organların kendilerini ayarlamaları için uyarı gönderilmiş olur. Yuan noktaları Yin meridyenler için üçüncü, Yang meridyenler için ise dördüncü noktalardır.
Taiyin döngüsü için Yuan noktaları
Akciğer meridyenini 11 noktalı bir meridyendir. Meridyen el başparmağının ucunda Lu-11 olarak sonlanır. Beş elemente göre el ve ayak parmak uçlarından sayılarak noktaların ait oldukları element belirlenir. Akciğer meridyeninin en son noktası olan Lu-11 noktası ağaç fazına ait noktadır. 10, ateş, 9 toprak fazına aittirler. Dokuzuncu nokta olan Taiyuan noktası aynı zamanda beş elemente göre olan sıralamada üçüncü noktadır ve Yuan noktasıdır. Yani Lu- 9, hem toprak noktası hem de Yuan noktasıdır.
Lu-9 , (Taiyuan) noktası el bilek çizgisinin inferiyörunda radiyal uçta bulunur. Vücudun özel bölgelerini etkileyen sekiz özel noktadan birisidir. Bu özel bölgeler, kemikler, kan, zang organlar, Fu organlar, damarlar, Çiy, tendonlar ve kemik iliğidir. İşte bu özel bölgelerden olan damarları Lu-9 etkilemektedir. Damarları etkilediğine göre hipertansiyonu kontrol etmede görevi olabileceği düşünülebilir. Toprak noktası olarak Lu-9, ateşin oğludur. Bu noktanın uyarılması kalp enerjisini toprağa çekerek kalbin yükünü ve ısısını üzerine alarak onun aşırı ve düzensiz çalışmasını önler. Yani beş element üzerinde kalbi düzenleyen bir noktadır. Öksürüğü giderir. Balgamı uzaklaştırır, nefes darlığını giderir, trachea’nın diğer hastalıklarında da kullanılır.
İkinci nokta Dalak meridyenine ait Yuan noktasıdır. Dalak meridyeni ayağın Yin meridyeni olup ayak başparmağından başlayarak göğüste sonlanır. Beş elemente göre Dalak meridyeninin birinci noktası olan Sp-1 noktası ağaç elementine ait bir noktadır. Sp-2 ateş, Sp-3 ise toprak noktasıdır. Sp-3 noktası üçüncü nokta olduğundan dolayı Yuan noktasıdır. Birinci metatarsofalangeal eklemin proksimalinde ki çöküntüde yer alır. Bu nokta nemi uzaklaştıran bir noktadır. Dalak en fazla nemden etkilenerek görevini yapamaz hale gelebilir. Bu nokta, nemi uzaklaştırarak dalağın iyi çalışmasını sağlar, mide ile dalak arasında uyum oluşturur. Sindirim ile ilgili bozuklukları düzeltir. Karındaki gerginlik ve ağrıları giderir. Diyare tedavisinde kullanılır. Menstrüel bozukluklarda kullanılır.
Üçüncü nokta kalın bağırsağın Yuan noktasıdır. Kalın Barsak 21 noktalı bir Yang meridyenidir. Enerji seviyesi yüksektir, Yangming enerjisine sahiptir. Elin ikinci parmak ucundan, tırnak yatağından başlar göğüste sonlanır. Eldeki birinci noktası Metaldir (kuyu noktası), LI-2, ikinci nokta Su, üçüncü nokta Ağaçtır. Yang merdiyenlerinde dördüncü nokta Yuan noktasıdır. Dördüncü nokta akupunkturda en fazla tanınan üç noktadan birisidir. LI-4, St- 36, Sp-6 en meşhur üç noktadırlar. LI-4 (Hegu) yüzeydeki ısıyı uzaklaştırır. Dekonjestan etkilidir. Beş duyu organını da etkiler (burun dahil). Yüz ve baş bölgesi rahatsızlıklarının çoğunda etkilidir. Boğaz ve boyundaki akut inflamasyonlarda etkindir.
Dördüncü nokta Mide meridyenine ait Yuan noktasıdır (Chong Yang). Mide meridyeni 45 noktaya sahip olan bir Yang meridyenidir. Meridyen orbita çukurunun altından başlar ayak ikinci parmağının tırnak yatağında sonlanır. Beş elemente göre birinci noktası en son nokta olan St-45’tir. St-45, kuyu noktasıdır ve Metal elementine aittir. St-44 Su, St-43, Ağaç elementine aittirler. St-42 Yuan noktasıdır. Ayak sırtında en yüksek konumda bulunan noktadır. Nokta, karın ağrısını ve karın seslerini giderir. Fasiyel paralizi tedavisinde kullanılır.
Bu noktalar bir araya geldiklerinde şöyle bir nokta reçetesi ortaya çıkar: Lu-9, LI-4, St-42, LI- 4.
Bu reçete birinci basamakta ortaya çıkan bir reçetedir. Bu reçetede ki noktalar iki günde bir kullanmak üzere toplam beş kez iğnelenir.
İkinci basamak
Tedaviden yeteri kadar cevap alınamadığı şeklinde bir kanaat olursa ikinci grup noktalar seçilir. Bu noktalarda tonifikasyon veya sedasyon noktalarıdır. Sedasyon noktaları fazla ısıyı uzaklaştırma şeklinde olabilir. Fazla ısıyı veya enerjiyi uzaklaştırmanın bir diğer yolu Luo meridyenlerini kullanmaktır. Bu durumda fazlalığı gidermek için o fazlalığın olduğu kanaldan Luo noktası seçilir ve iğnelenir.
Bu tabloda Akciğer meridyeninde ve Mide meridyeninde fazlalık belirtileri, Kalın barsak ve dalak meridyeninde de eksiklik belirtileri var gibi gözükmektedir. Akciğer meridyeninde sedasyon noktası seçilir. Bu nokta Lu-5 noktasıdır. Lu-5 noktası beş elemente göre dirseklerde bulunan deniz noktasıdır. Elementi Su’dur. Sedasyon etkisi yapar. Bu nokta Akciğer ısısını temizler, uzaklaştırır. Akciğer Çiy’sinin aşağıya inmesini sağlar. Nefes darlığını giderir. Akciğerlerden balgamı uzaklaştırır, burunu rahatlatır, kurumasını önler. İdrar yapmayı kolaylaştırır. Eklemlerdeki yapıları rahatlatır. Isıya bağlı akut akciğer hastalıklarında öksürük, ateş, sarı balgam, susama gibi belirtiler ortaya çıkar. Kronik akciğer rahatsızlığında akciğerlerde sıcak balgam tutulumu vardır. Hasta bu balgamı çıkaramaz. Bu durumda Lu-5 ‘e ek olarak balgam çıkarmasını sağlamak için St-40 ilave edilir. St-40 dalağın Luo noktasıdır. Mideden dalağa enerji aktararak akciğerlerde dalak fonksiyonun ilerleterek balgam oluşumunu engeller. Eğer vücut sıvılarında akciğer ısısı dolaysıyla bir eksilme söz konusu ise (az miktarda koyu renkte idrar çıkarma ile belli olabilir) o zaman Kid-7 ilave edilerek hem akciğerler temizlenir hem de böbrek Yin’i kuvvetlendirilir. Kid-7, su elementinin metal noktasıdır. Kid- 7 uyarıldığında akciğer’in (metal’in) oğlu uyarılınca akciğer’in fazla enerjisi böbreğe geçerek onu güçlendirir. Güçlenen Kid-7 ateş’i baskılayarak hipertansiyonda dengelenme sağlayabilir.
Midedeki fazla enerjiyi veya ısıyı uzaklaştırmak için Mide meridyeninden metal noktası seçilir. Midenin metal noktası St-45’tir. St-45, Mide meridyeninin oğul noktası olduğundan onun ısısını uzaklaştırır, enerjisini kendi üzerine alarak Mide’yi zayıflatır. Ancak hastamızın metali güçlü olduğundan onu almak yerine St-44 seçilebilir. St-44 su noktası olduğundan metal’i zayıflatır. Aynı zamanda su noktası olduğundan Mide’nin ateşini söndürür.
Dalak meridyenindeki enerji eksikliğinin gidermek için Dalağın tonifikasyon noktası olan Sp-
2 alınır. Sp-2 ateş noktasıdır. Toprağın anası durumundadır. Sp-2 dalağı kuvvetlendirir, hazmı(çiydirimi) kolaylaştırır, ısıyı uzaklaştırır. Sp-2’yi desteklemek için Sp-3 noktasıda seçilir. Sp-3, dalağın Yuan noktasıdır, dalağı güçlendirir, nemi çözer, hafızayı güçlendirir, mental berraklığı arttırır.
Kalın bağırsak meridyeni Metal elementine ait olan bir Yang meridyenidir. Tonifikasyon noktası LI-11’dir. Bu nokta deniz noktasıdır. Toprak elementine aittir. Dış rüzgârı uzaklaştırır ve iç ısıyı uzaklaştırır, kanı soğutur, nemi çözer, Çiy ve kanı kuvvetlendirir. Eklemlere faydası vardır. Hipertansiyonda karaciğer ateşinin uzaklaştırılmasında kullanılır. İç ısıyı uzaklaştırdığından cilt hastalıklarının tedavisinde kullanılır. Hastanın cilt sorunlarını giderebilir.
Bütün bu noktaları bir araya getirecek olursak; Lu-5, St-44, St-40, Sp-3, Sp-2, LI-11, Kid-7 gibi bir reçete elde ederiz. Bu noktada bundan sonraki beş tedaviyi ya sadece bu noktalarla veya birinci basamaktaki noktalarla kombine ederek kullanabiliriz. Bu karara varmamızdaki en önemli faktör hastanın vermiş olduğu cevaptır. Birinci basamaktan çok iyi bir sonuç alındıysa onunla tedaviye devam edilir. Eğer değilse ikinci reçete verilir.
İkinci Vaka
Altmış yaşında, bir erkek hasta. Hastanın yıllardır devam eden vücudun çeşitli yerlerinde (sırtta Du meridyeni boyunca, karın bölgesinde, genital bölgede, karının yan taraflarında) gözüken kaşıntı şikâyeti var. Cilt üzerinde herhangi bir lezyon yok. Kronik olarak bu şikâyetleri olan hastanın son bir haftadır şikâyetlerinde artma olmuş, sürekli olarak bahsedilen bölgelerde daha şiddetli kaşıma ihtiyacı duyuyor, kaşınma kontrol edilemeyecek boyutlara ulaşmış. Kaşındığında cilt kızarıyor. Ancak bu kızarıklık bir plağa dönüşmüyor, görünür, kalıcı lezyon oluşturmuyor, kaşınma ile beraber bir sıcaklık hissi oluşturuyor. Hastanın diyabeti yok. Kan şekilli elemanları bakımından yapılan hematolojik tetkiklerde anormallik yok. Hastanın Karaciğer testlerinde GGT yüksekliği var. Zaman zaman ALT yüksekliği olmakla beraber bu sıralarda ALT normal aralıktaymış. Zaman zaman yükselebilen hipertansiyonu var.
Teşhis ve tedavi
Hastanın temel şikâyeti kaşıntı. Kaşıntı bir cilt rahatsızlığı. Cilt iki organla ilişkili birisi akciğerler diğeri ise kalın bağırsaklar. Kalın bağırsaklar ve akciğer birbirleriyle içten ve dıştan ilişkililer. Eğer yiyeceklerle bir allerjen alınmışsa bu alerjen akciğerleri ve cildi etkiliyor.
Solunum yolu ile alerjen alınmışsa bu da kalınbağırsakları ve cildi etkiler. Bu vakada Taiyin sendromuna göre Akciğer- Kalın bağırsak-Mide –Dalak dörtlüsünü tedavide kullanacağız. Burada temel etken kanda biriken sıcak olabilir. Bu sıcak kandan sızarak cilt altında birikir. Ciltte porlar yeteri kadar açık olmadığından sıcak ciltten dışarıya sızamaz. Belkide kaşımakla kişi porları açıp ısıyı uzaklaştırmaya çalışmaktadır (Gerçi bazıları kaşınmaya düşük düzeyde hissedilen ağrı duyusu olarak kabul ederler). Tedaviye üç türlü yaklaşılabilir: Birincisi kanalların ateş noktalarını seçerek ısının uzaklaştırılması, ikincisi, toprak noktalarının seçilerek ateşin toprağa çekilmesi, üçüncüsü ise su noktalarının seçilerek ateşin(ısının) söndürülmesi, soğutulması. Bu üç grup noktada beraberce kullanılabilir. Biz burada ateş ve toprak noktalarını kullanmayı uygun bulduk. Bu durumda iki Yin organın ateş noktalarını ve diğer iki Yang organın toprak noktalarını kullanarak kandan ve ciltten ateşi uzaklaştırılarak kaşıntıyı kontol etmeye çalıştık. Kanalların ateş noktaları Yin organlarda kanalların el ve ayaklardaki uçlarından sayılırsa ikinci noktalardır. Yang organlarının toprak noktaları ise diz ve dirsek noktalarıdır. Bu noktalar Lu-10, Sp-2, LI-11, St-36 noktaları alınır.
Hastanın cevabı: Hasta sırt üstü yatar pozisyonda tedaviye alındı. İğneleri yaptıktan hemen sonra Lu-10 ve Sp-2’deki iğneler kanal akışlarını tersine çevrilerek sedasyon yapılarak ateş uzaklaştırılmaya çalışıldı. Böylece hem kanlardan hem de kandan ateş uzaklaştırılmaya çalışıldı. LI-11 ve St-36 noktaları ise saat istikametinde, kanal akış yönünde çevrilerek güçledirilip ateşi üzerlerine çekmeye zorlandılar. Hasta bütün noktalardan sıcak çıkışı oluyormuş gibi bir histen bahsetti. İğneler yarım saat kaldıktan sonra çıkarıldı. Hasta kaşınma atağının geçtiğini ve çok rahatladığını söyledi.
İkinci tedavi
Hastalık akut devresinde olduğundan ertesi gün ikinci seans tedavi yapıldı. Bu sefer aynı noktalara ek olarak GB-31 ve Liv-2 ilave edildi. Liv-2 karaciğer ateşini GB-31 ise safra kesesinden rüzgârı uzaklaştıran noktalardır. Gezici cilt rahatsızlıklarında rüzgâr patojeninin de devreye girdiği düşünülerek GB-31 tedavide kullanılır. GGT’nin yüksek olması, karın yan duvarlarını kaşınması işin içersine safrakesesi-karaciğer noktalarının da ilavesini düşündürdü. Ek olarak Dalak meridyeninden kan ateşi için özel olan Sp-10’da ilave edildi. İğneler 25 dakika bekletilip çıkarıldı. Bu tedaviden hemen sonra hasta oldukça rahatladı.
Üçüncü tedavi
Hastanın üçüncü gelişinde (bir gün sonra) şikâyetleri daha az olmakla beraber sürüyordu. Hastaya bu sefer su noktaları uygulandı. Böylece Taiyin sendromunda yer alan organ kanallarından su noktaları seçildi. Bu noktalar dalak için Sp-9, mide için St-44, Akciğerler için Lu-5, kalın bağırsaklar için LI-2 noktaları olarak alındı. Tedaviden hemen sonra hastada daha kolay nefes alma ve kaşınmalarda azalma izlendi. Hasta bu arada yeşil veya kırmızı acı biber yediğinde kaşınmanın aktiflendiğinin farkına vardığını bildirdi. Acı biber ateş tipi bir yiyecektir. Hastanın bağırsaklarında biber etken maddelerinin atılabileceği bir süre olarak bir hafta sonra tekrar izlenmek üzere tedaviye ara verildi.
2-JÜEYİN TİPİ TEDAVİ
Jüeyin kanalı elde bulunan iki Yin kanalı arasında bulunur. Orta derece de güçlü bir Yin enerjisi taşır. Ayaktaki Jüeyin kanalı olan karaciğerde dalağa göre daha ortadadır. Jüeyin organları vücut üst tarafında bulunan perikart ve vücudun alt tarafında bulunan karaciğerdir.
Bu tedavide karaciğer, safra kesesi, perikart ve Sanjiao meridyenlerine ait dörtlü organ noktaları uygulanır. Bu metotta da tutulacak yol temel şikâyeti belirlemektir. Temel şikâyetler arasında eğer bu dört organla ilgili şikâyetler ön planda ise tedavi bu dört organ üzerinden yapılır. Kişinin Jüeyin tipi rahatsızlıkları var demektir.
Vücudun yan tarafını tutan şikâyetler bu Jüeyin tipi şikâyetlerin temel özelliğidir.
Karaciğer ile ilgili şikâyetler;
Kızgınlık, İrritabilite, aşırı bencillik, hep hükmetme isteği, gönüllü liderlik, tenkitten hoşlanmama, öfkelenme, bağırma, kol ve bacakların yan taraflarında ağrı, tendonlarda hassasiyet, tırnak değişikliği, uyuşukluk, başın yan tarafını tutan ağrılar(Migren tipi ağrılar),gezen ağrılar, tepede aniden çıkan ağrı, uyku düzensizlikleri, tiroid ile ilgili rahatsızlıklar, siroz, hepatitler, karaciğer testlerinin bozulmuş olması, adet düzensizlikleri, mental rahatsızlıklar, görme bozuklukları, hipertansiyon. Ağızda acı tat, abdominal gerginlik, hipokondriak ağrılar, hiperaktivite
Safra kesesi ile ilgili şikâyetler;
Karar vermede zorluk veya kararlarını sürekli değiştirmek, vücudun yan tarafını tutan ağrılar, uyuşukluklar, safra kesesinde taş, polip veya kum, migren tipi ağrılar, aşırı cesaretlilik, sarı yüz, hipokondriak ağrılar, şakakları tutan baş ağrısı, sağ dizde ağrı, güçsüzlük, gündüz vakti uyuklama, karında gerginlik, çene eklemi ağrıları, yüz felci,
kesesinde ve karaciğer safra kanaliküllerinde safra birikimi, staz oluşur. Stagnasyon bulantı, kusma, hipokonrdriumda gerginlik olur.
Tedavide, rüzgârı uzaklaştırmak, nemi dönüştürmek, sıcak ve soğuğu gidermek amaçlanır.
Jüeyin organları baz alınarak şikâyetlerden birisini ele alalım. Şikâyet başın yan tarafını tutan baş ağrısı olsun. Bu şikâyet karaciğer veya safra kesesi ile ilgili olarak seçilmiş olsun. Burada mühim olan elemntini seçimidir. Element ağaç elementi olduğundan iki organdan hangisini seçersek seçelim organlar değişmez. Ancak biz Yin organlardan sırayı başlattığomız için safra kesesi yerine karaciğerden başlamayı tercih edeceğiz.
İlk basamak tedavi.
Ana sorumlu organı seçtikten sonra ilgili organların Yuan noktalarının seçilecektir. Ana sorumlu organ olarak karaciğer seçilecektir. Diğer ilgili organları sıraldığımızda, safra kesesi, perikard ve Sanjiao sırası ortaya çıkar. Bu durumda alınacak ilk nokta karaciğerin Yuan noktası olan Liv-3’tür. Karaciğerin eşlenik Yang organı Safra kesesidir. Seçilecek olan ikinci nokta safra kesesinin dördüncü noktası olan Yuan noktası, yani GB-40 noktasıdır.
Üçüncü nokta Perikard merdiyeninden seçilir. Perikard meridyeninin Yuan noktası el parmağından yukarıya doğru saydığımızda üçüncü nokta olan P-7’dir.
Dördüncü nokta Sanjiao meridyeninin dördüncü noktası olan Yuan noktası olan Sj-4’tür. Bu dört noktayı sıralayacak olursak: Liv-3, GB-40, P-7 ve Sj-4. Noktaların ait oldukları elementlere göre sayacak olursak Liv-3, toprak, GB-40, ateş, P-7 toprak ve Sj-4 ateş elementine aittirler.
Tedavinin ikinci basamağı
İkinci basamakta Jüeyin ve Shaoyang organlarının sedasyon veya tonifikasyon noktalarının seçilmesidir. Karaciğer meridyeni ağaç elementine ait meridyendir. Bu meridyenin Su noktası tonifikasyon Ateş noktası ise sedasyon noktasıdır. Karaciğerin Su noktası Liv-8’dir. Liv-8 ile tonifikasyon yapılır. Eğer hastanın yüzünde kızarıklık, gözlerde kırmızılık, aşırı sinirlilik hali varsa o zaman ateşi uzaklaştırarak sedasyon yapmak için Liv-8 yerine Liv-2 seçilir.
Safra kesesinin tonifikasyon noktası GB-43 Sedasyon noktası ise oğul noktası olan ateş, yani GB-43’tür. Hasta fazlalığa bağlı migren atağı ile gelmişse GB-40 uygulanır, eksikliğe bağlı migren atağı ile gelmişse GB-43 uygulanır.
Perikart meridyeninin tonifikasyon noktası P-9 sedasyon noktası ise P-7’dir. Çarpıntıda sakinleşme sağlamak için P-7 tercih edilebilir.
Sanjiao meridyeni, Shaoyang tipi teorik organlı bir meridyendir. Meridyenin gerçek bir organı yoktur. Ancak bize Sanjiao merideyninin organı olarak tiroit bezi gözükmektedir. Tonifikasyon noktası Sj-3, sedasyon noktası ise Sj-10’dur. Daha çok başın yanın tutan ağrılarda tonifikasyon uygulanır, bunun için Sj-3 noktası seçilir. Sj-3 ve GB-43 Migren baş ağrıların da oldukça etkin bir reçetedir. Yarım baş ağrısı şeklinde ise ağrı o zaman zıt taraftaki ayaktan noktalar seçilir.
Bir vaka.
35 yıldır baş ağrısı çeken 55 yaşında bir doktor hanım. Baş ağrısı migren olarak tanımlanmış. Ağrı başın sağ yarım tarafını tutuyor. Ağrı gelince hasta işe gidemiyor, 1-2 gün yatarak geçiriyor. Ayda 2-3 kez geliyor, Yaklaşık her ay 6 gün işe gidemiyor. Hasta migren için çeşitli ilaçlar kullanmış, ancak hiçbirinden fayda görmemiş. Nöralterapi uygulatmış, ondan da bir fayda görmemiş. Hasta zaman zaman anti depressanlar kullanmış. Ancak bu ilaçları aldığında anksiyeteye giriyormuş. İlaçlar aşırı sıkıntı oluşturuyormuş. O yüzden bu ilaçları düzenli kullanamamış.
Tedavi.
Hastanın en önemli şikâyeti, başın sağ tarafını tutan ağrı. Bu şikâyetle ilgili organ esas olarak safra kesesi. Safra kesesi karaciğerin eşlenik organı. Bu yüzden ikisinin Yuan noktaları sırasıyla Liv-3 ve GB-40. Bu organları eşlenik yerlerinde yer alan organlar perikart ve Sanjiao. Onların Yuan noktaları P-7 ve Sj-4. Yani hastanın kullanacağı nokta reçetesi P-7, Sj-4, Liv-3 ve GB- 40.
Hasta geldiğinde başın sağ tarafını tutan ağrısı vardı. Bu tip ağrılarda bazı özel noktalar vardır ki oldukça etkindirler. Bu noktalar seçilen dört meridyene ait noktalardır çoğu kez. Burada bir değişik yol izlenerek palpasyonla kanalların hassas noktaları belirlenir. Bu noktalar belirlendikten sonra iğneler uygulandıktan hemen sonra ağrının geçip geçmediği sorulur. Aynı meridyenden palpasyonla hassas nokta araştırılması yapıldığında ağrılı noktalar ön plana çekildi. Hassas olduğundan dolayı P-7 yerine H-7 seçildi. Özellikle sol liv-3 palpasyonla ağrılıydı. Sadece sol Liv-3 reçeteye alındı. GB- 40 basmakla hassas değildi ama sol GB-41 oldukça hassastı. Reçeteye sol GB-41 alındı. Sağ tarafta lokal noktalara bakıldığında GB-2’nin oldukça ağrılı olduğu tesbit edildi. GB-4, GB-15, 16’da hassas olarak bulunduğundan reçeteye ilave edildiler. Sj-4 yerine
dizlerde soğukluk, sırtta soğukluk hissi, alt ektremitelerde zayıflık, soğuğu sevmeme, parlak beyaz görünüm, impotens, prematüre ejakülasyon, bol, berrak idrar, bacaklarda ödem,kadınlarda infertilite,iştahsızlık, gevşek gaita,sık berrak idrar çıkarmak, idrar yaptıktan sonra damlama, idrar inkontinansı, enuresiz nokturna, gece idrara kalkma, rüyasız nokturnal emisyon, uterus prolapsusu, kronik vajinal akıntı, ekzersizde nefes yetmezliği, çabuk çabuk zayıf nefes alma, öksürük, astım, terleme, soğuk ektremiteler, terlemeden sonra soğuk ektremiteler, yüzde şişme, karında şişkinlik ve dolgunluk, malar flush,öğleden sonra ateşi, mental huzursuzluk, idrarda kan, gözlerde kuruluk, oksipital veya vertikal baş ağrısı, amenorhea,
İnce Bağırsaklarla ilgili şikâyetler:
Mental rahatsızlıklar, doğru karar vermeme, hazımsızlık, kirli ve temiz Çiy’i ayıramama, omuz ağrıları, konuşamama, kekeleme, idrar yaparken yanma, karın guruldaması, dirsek ve dirsek altında ağrı, diş ağrıları, ellerde titremeler, görme bozuklukları, ağız kuruluğu, kulak çınlaması, boyun tutulmaları ve boyun ağrısı,
İdrar kesesi ile ilgili şikâyetler:
Sık idrara çıkma, gece idrara kalkma, sebepsiz korkular, kabızlık, anüste yanma hissi, boğaz ağrısı, kronik ishal, ayaklarda şişlik, dişlerin sallanması, alt bel ağrısı, kalçalarda ağrı, göz hastalıkları, arkadan gelen baş ağrıları, dizin arkasındaki ağrılar, işitmede ağırlık, siyatik ağrılar, sinüzit, kıllarda dökülme, Sara hastalığı, burun kanaması, sinüzit.
Shaoyin metodu için bir örnek
68 yaşında paroxismal atriyal fibrilasyon tanısı almış olan erkek hasta 13 senedir ilaçlarla tedavi ediliyor. Ancak taşikardisi kontrol altına alınamıyor. Hasta bize geldiğinde isoptin 120mg, 2x1 ve beloc 50 mg ,1x1 alıyordu. Hasta zaman zaman şiddetli, çarpıntı ile acile gidiyor ve bu durumdan epeyce korkuyor. Çünkü şiddetli taşikardi olunca şok yapılarak fibrilasyondan döndürülüyor. Hasta esas olarak taşikardiden kurtulmak ve ikincil olarak ta ilaçları azaltmak veya bırakmak istiyor.
Hasta çocukluğundan beri çok üşüyormuş (böbrekler ile ilgili olabilir). Sağ tarafta kasık fıtığı var. Sol kulağı az duyuyor. (sağ böbrekte problem olabilir.)
Tedavi.
Hastanın en önemli şikâyeti çarpıntı. Çarpıntı birinci derecede kalp ile ilgilidir. Dörtlü sisteme göre kalp eşlenik Yang organı ince bağırsaklar. Shaoyin organı böbrekler ve onun Yang organı mesane dir. Yuan noktalarını sıralayacak olursak, H-7, SI-4, Kid-3, UB-64.Hasta iki günde bir gelmek kaydıyla tedaviye alındı Tedavi esnasında Sanjiao meridyeninden Sj-5, karaciğerden, Liv-2 özellikle çarpıntıya yönelik etkisi dolaysıyla p-6 kullanıldı. Haftada üç kez olmak üzere 10 tedavi yapıldı. Sonra 15 gün aralıklarla üç kez geldi. Ayda bir gelmek üzere bir seneye yakın tedavi gördü. Bu bir sene boyunca şiddetli çarpıntısı olmadı. Acil müdahele yaptırmak üzere acile gitmedi. Fibrilasyon dolaysıyla elektrik şoku uygulanmadı. Tedavinin üçüncü ayında İsoptin kesildi. Beloc 25 mg ‘a düşürüldü.
Altılı Metotlar
Altılı metotta her dörtlü organa bir çift organ daha ilave edilerek elde edilen sistemdir. Daha geniş bir
Etki alanı oluşturur. Sistem için üç farklı yapı oluşur.
Birinci altılı metot.
Bu metotlarda dörtlü organ gruplarına enerji akışı yönünden bitişik olan iki organ daha ilave edilir. Taiyin metodunun devam edeceği organ Yin olarak kalp organıdır. Kalp gelirken kendi eşleniği olan ince bağırsakları da getirir. Taiyin organlarının Yang eşleniği olan organlarla beraber altı organ oluşur.
Yani, Taiyin –Yangming sistemi içersine bağırsaklar ve kalp kanalları ilave edilir. Akciğer- Kalın bağırsak-Dalak-Mide-İncebağırsaklar- Kalp. Böylece altı organlı yeni bir sistem oluşur. Sistemin Yuan noktaları aşağıdaki gibi sıralanabilir. Noktalar: Lu-9, LI-4, Sp-3, St-42, SI-4, H7. Altı organın altı Yuan noktası alınarak reçete hazırlanır.
El ve ayaktaki noktalara olarak sıralarsak, el noktaları, Lu-9, H-7, LI-4, SI-4, ayak noktaları St- 42, Sp-3 noktaların daha çok elde olduklarını görürüz. Noktaların üçü Lu-9, H-7, Sp-3 toprak elementine, diğer üç nokta ise St-42, LI-4, SI-4 ise ateş elementine aittirler. Sıcak veya soğuğun etkisi ile kanallarda bir nem birikimi yani balgam oluşumu söz konusu olabilir. Bu noktalrın uygun kullanımı ile nemin düzgün dolaşımı sağlanabilir.
Bu meridyenlerin bazılarının bazı noktaları çok kullanılırlar, bilinirler. Bunları Yuan’larla beraber kullanıldığında oldukça etkin bir reçete oluşur. Çok bilinen noktalar, SI-3, Sp-6, St-36,
St-44. Toplam olarak ortaya on noktalı bir reçete çıkmış olur. Bu noktaların palpasyonla hassas olanları seçilir.
İkinci Altılı Metot.
İkinci altılı metotta Shaoyin sistemine (Sahoyin +Yangming) Çiy akışı yönünde hemen önündeki iki organ ilave edilir. Bu iki organdan Yin olanı perikard ve Yang olanı Sanjiao’dur. Bu organları sıralayacak olursak; Kalp-İnce bağırsaklar- Böbrekler- Mesane- Perikart- Sanjiao’dur. Bu organların Yuan noktaları ise H-7, SI-4, UB-62, Kid-3, Sj-3(Yuan yerine), P- 7’ dir.
Bu meridyenlerin etkili olduğu bilinen noktalarla zenginleştirecek olursak; Sj-5, Kid-6 veya Kid-7, P-6, SI-3 noktaları da lüzumuna göre ilave edilirler. Bu altılı sistemdeki organlar ateş ve su fazına ait organlardır. Kalp, Perikart, Sanjiao ateş; böbrek ve mesane su fazına aittirler. Ateş ve su fazı özellikle Sanjiao’nun eklenmesiyle dolaşım ve boşaltım sistemlerini etkilerler. Sanjiao üç vücut boşluğundaki sıvı geçişlerini yönetir. Bu sistem ödemli durumlarda özellikle seçilebilir. Eklem ağrılarında, bel ağrılarında Back- Shu noktaları ilave edilebilir. UB- 14,15,19,23, 25 seçilebilir.
Üçüncü Altılı Metot
Bu metotta Jüeyin (Jüeyin+Shaoyang) sistemine akciğer ve dalak ilave edilir. Bu meridyenlerin organlarını ve Yuan noktalarını sıralayacak olursak, Perikart-Sanjiao-Safra kesesi-Karaciğer- akciğer-kalın bağırsaklar; P-7, Sj-3(veya Sj-5), GB-40, Liv-3, Lu-9, LI-4.
Bu sistemdeki organların Ateş, ağaç, metal fazına ait olduklarını görüyoruz. Bu sistemin dolaşım ve solunum sistemleriyle ilgili olduklarını görüyoruz. KARIŞIK METOTLAR
Karışık metotlarda Taiyin, Shaoyin ve Jüeyin sistemlerinin İkişer ikişer eşleştirmeleri söz konusu olur. Böylece her sistemde sekiz organ bulunur. Bu metotlarda etkinlik alanı oldukça genişlemiştir.
Birinci karışık sistem.
Taiyin+ Shaoyin birleşimi söz konusudur. Bu organlar akciğer-kalın bağırsaklar- dalak- Mide- ince bağırsaklar-kalp-mesane- böbrekler şeklinde sıralanırlar. Bu organların Yuan noktaları Lu- 9, LI-4, Sp-3, St-44(St-42 yerine), H-7, UB-64, SI-4, Kid-3 noktaları sıralanır. UB-64 yerine
UB-2 kullanmak söz konusu olabilir. Bu merideyenlerin Front Mu ve Back-Shu noktları da ileve edilebilir. Şikâyete yönelik olarak bazı noktalar çıkarılarak front mu ve back-Shu noktları ilave edilirler.
Bu sistemde, ateş, su ve toprak elementine ait noktalar vardır. Ateş elementi toprağı besler, su ise ateşi baskılar.
İkinci karışık sistem
Shaoyin + Jueyin karışımı söz konusur.
Bu sistemde Kalp, ince bağırsaklar, mesane, böbreklere ek olarak Sanjiao- perikart-safra kesesi- karaciğer kanalları mevcuttur. Bu kanallarla ait Yuan noktaları, H-7, SI-4, UB-64 (veya UB-2)
Kid-3, P-7,Sj-3,GB-40, Liv-3
Bu sistemde ateş, ağaç, su elementine ait noktalar bulunur. Ağaç ateşi besler, su ise ateşi sakinleştirir.
Üçüncü Karışık sistem
Bu sistemde Jüeyin+Taiyin beraberliği söz konusudur. Bu sistemde yer alan organlar, sekiz adettir. Bunlar, Sanjiao, perikart, karaciğer, safra kesesi, kalınbağırsaklar, akciğerler, mide, dalak’tır. Bu organlara ait Yuan noktaları ve önemli noktalra ise, Sj-3 veya Sj-5, P-7 veya P-6, Lu-9 veya Lu-7, Lu-5, St-44 veya St-36, St-40, Sp-3 veya Sp-6.
Üçüncü karışık sistemde Ateş, metal, toprak elementine ait noktalar mevcuttur. Metal ateş’i baskılar, kontrol ederken, toprağı oluşturur. Toprakta ateşi sakinleştirir.
dersleri ve doğu tıbbının felsefesi ile tanı metodları hakkında eğitim aldıktan sonra bir kısmı akupunktur alanında bir kısmı Çin bitkileri ile tanı ve tedavisi alanında uzmanlaşmaktadır.
Geleneksel Çin Bitki Tedavisi
Çinlilerin bitki ile tedavisi de akupunktur gibi binlerce yıl öncesine dayanmaktadır. İlk kayıtlara geçmiş bitki şifacısı Shennong olup, MÖ. 2800 lerde yaşadığı düşünülmektedir. Bitki tedavisinde bitki, hayvan ve maden türevlerinden oluşan reçete karışımı anlaşılmaktadır. Tarih içerisinde deneme yanılma metodu ile günümüze kadar gelmiştir. “Zhang Zhongjing” tarafından 220 yıllarında Han İmparatorluğu zamanında kayıt altına alınan “Treatise on Cold Damage Disorders and Miscellaneous Illnesses” kitapta pek çok hastalık için oluşturulmuş ilk reçete karışımları bulunmaktadır. Zaman içinde bu reçeteler bazı değişimlere uğrayarak Song impratorluğu zamanında “Treatise on Cold Damage Disorders” ve“Essential Prescriptions of the Golden Casket” adlı kitapta yeniden bir araya getirilmiştir.
Kabaca 13000 üzerinde bulunan bitkisel ve hayvansal ürünlerden oluşan 100000 üzerinde reçete kayda alınmıştır. 1941 yılında 517 adet reçete kanıta dayalı olarak kayıt altına alınmıştır.
Günümüzde Çin Bitki reçetesi için kullanılan bitkiler belli yerlerde belli koşullar ve iklimlerde yetiştirilmektedir. Çin Bitkisel Eczanelerinde her bir bitkisel ürünün bulunduğu çekmeceden doktorun yazdığı ürünler belirli gramajlarda bir araya getirilmektedir. Oluşturulan karışım önerilen sayı ve doza eşit miktarda bölünerek paketlenerek verilir. Genellikle insanlar bu bitkisel karışımı her doz öncesi, taze taze önerilen sürelerde kaynatarak içmektedirler. Günümüzde istenirse eczaneler bu bitkileri kaynatıp suyunu ambalajlayarak da verebilmektedirler. Batı tıbbına benzer şekilde doğu tıbbı hastaneleri bulunmaktadır. Bu hastanelerde branşlara göre örneğin; kadın doğum veya nörolojik yada kanser hastalıkları ile ilgili uzmanlaşmış bitki doktoru bulunmaktadır. Akupunkturda da benzer bir branşlaşmanın yanı sıra, kupa tedavisi ile manuel tedaviler de akupunktur bölümlerinde bulunmaktadır. Manuel terapinin Çin’de kullanılan formun Tuina denmektedir.
Çin bitki terapisi için batı dünyasından gelen en önemli eleştiri bitkilerin halen gereken standartta ve güvenilirlikte olmamasıdır, bu konuda Çin ve Dünyada bilimsel çalışmalar sürmektedir.
Avrupa Birliği CAMbrella Projesi
Avrupa Birliği ülkelerinde tamamlayıcı ve alternatif tıp uygulamaları hakkında çalışmalar yapmak için kurulmuş Ocak 2010 Aralık 2012 tarihleri arasında faaliyet göstermiş bir araştırma ağıdır. Araştırma grubu içerisinde 12 Avrupa ülkesinden 16 farklı araştırma enstitüsü bulunmaktadır. Proje koordinatörlüğünü Competence Centre for Complementary Medicine and Naturopathy (Klinikum rechts der Isar, Tech. Univ. Munich, Germany) yürütmüştür ve projeye ayrılan bütçe yaklaşık 1500000 Euro olarak belirlenmiştir.
Projenin amaçları dâhilinde 2020 yılına yönelik hedefler belirlenmiştir. Bu hedeflerden ilki geleneksel ve tamamlayıcı tıp uygulamalarının Avrupa Birliği ülkelerinde kullanım yaygınlığını belirlemek, Avrupa Birliği ülkelerinde vatandaşların, hizmet sağlayıcıların ve hastaların uygulamalarla ilgili beklentilerini ve bakış açılarını netleştirmek olarak tanımlanmıştır. Bunun yanı sıra geleneksel ve tamamlayıcı tıp uygulamalarının etkinlik, maliyet ve güvenilirlik, sağlık sistemi üzerindeki ekonomik etkisini ölçmek amacıyla bir veri tabanı oluşturma; uygulamaların güvenilirliğiyle ilgili rehber hazırlamak; obesite, diabet, kanser, iskelet-kas sistemi hastalıkları, sağlıklı yaşlanmayla ilgili en uygun ve etkin yöntemleri belirleme, ölçme ve değerlendirme, kanıta dayalı bilimsel çalışmalar yürütmek; Araştırma programlarını desteklemek, araştırmacılara kariyer fırsatları yaratmak, akademik değişim programlarını desteklemek hedefler arasında belirlenmiştir. CAMbrella projesi Amerika ve Asya’da ilgili kurumlarla iletişimi güçlendirmek ve ortak çalışmalar yürütmek sorumluluğunu da üstlenmiştir.
Belirtilen amaçlar doğrultusunda 8 adet çalışma paketi oluşturulmuştur. Bu paketler, GTT terminolojisi ve tanımların oluşturulması; uygulamaların Avrupa’da yasal durumu; vatandaşların GTT uygulamalarına dair beklentileri ve tavırları hakkında talep analizi; Hasta açısından Avrupa’da GTT uygulamaları; sağlık teknolojileri değerlendirme ve Avrupa’da GTT uygulamaları haritası; küresel GTT ARGE çalışmaları; GTT araştırmalarında takip edilecek genel bir yol haritasının oluşturulması ve proje sonuçlarının yayımı, gelecekte yeni çalışmalara yönelik stratejiler geliştirme olarak tanımlanmıştır.
Uygulamaların mevzuat kapsamına alındığı ülke sayıları
ABD’nin 50 eyaletinin 45’inde Amerika Birleşik Devletleri’nde Akupunktur Ve Geleneksel Uzak Doğu Tıbbı (AGUT: Acupuncture & Orıental Medıcıne (AOM)), konvansiyonel batı tıbbı’ndan ayrı, özerk bir eğitim ve ruhsatlandırma sistemine sahiptir. Akupunktur ve bitkisel tedavi lisans eğitiminin üstüne alınan 4 yıllık bir süreçtir bu eğitimler için hekim olma zorunluluğu bulunmamaktadır. Amerika’da yaygın olan manuel terapi eğitimleri içinde sayılan Osteopati ve Kayropraktik tıp da benzer şekilde uzun eğitim süreçleri bulunmaktadır. Naturopatik tıp için de geçerlidir. ABD’de geleneksel tamamlayıcı tıbbın temelini oluşturan akupunktur ve bitki tıbbı ile ilgili düzenleme ve sınavları yapan temel kural koyucu kurum National Certification Comission for Acupuncture and Oriental Medicine (NCCAOM) dir.
NCCAOM- National Certification Comission for Acupuncture and Oriental Medicine (Ulusal AGUT Sertifikasyon Komisyonu): Ulusal boyutta görev yapan özel bir komisyon olup Görevleri:
Ulusal boyutta alternatif tıp eğitiminde müfredatının düzenlenmesi yönünde öneri üretmek;
Eğitim veren üniversite ve yüksek okullarda verilen eğitimin müfredata uygunluk ve yeterliliğinin denetlenmesi ve ve bu konuda rapor hazırlanması;
Temel müfredat dışında ileri düzey eğitim veren kişi ve kuruluşların (continuing education) akreditasyonu ve denetlenmesi;
Temel eğitimini başarıyla bitirmiş bireylerin AGUT uygulayabilirlik ruhsatını almaları için gerekli ulusal yeterlilik sınavının hazırlanması ve uygulanması;
Ulusal yeterlilik sınavını başarıyla bitirip ruhsatını alan hekimlerin ulusal boyutta sertifikalandırılmaları;
Çalışmakta olan ruhsatlı uygulayıcıların denetlenmesidir.
ABD’deki tüm yukarıda da bahse konu olan GTT ile ilgili kurum National Center for Complementary and İntegrative Health (NCCIH) Amerika Sağlık Sisteminin en etkin kurumu olan Ulusal Sağlık Enstitüsü NIH (National İnstutes of Health)’ne bağlıdır. NIH bünyesinde toplam 27 adet enstitü ve merkez bulunmaktadır.
Bunlar:
National Center for Complementary and İntegratife Health (NCCIH): Tamamlayıcı ve İntegratif Tıp Merkezi:
Geçen yıla kadar adı tamamlayıcı ve alternatif Tıp (National Center for Complementary and Alternative Medicine [NCCAM]) idi. Tamamlayıcı tıbbın konvansiyonel tıp ile bilimsel temellere dayalı kullanımını ifade etmesi için isim değişikliğine gidilmiş ve İntegrative eklenmiştir.
NCCAM 1991 yılında 2 milyon dolarlık bütçe ile konvansiyonel olmayan tedavilerin incelenmesi, araştırmaların yapılması amacıyla kurulmuştur. Dr. Joseph J. Jacobs (Office of Alternative Medicine (OAM)) ilk müdür olarak atanmıştır.1999 da OAM olarak kurulan merkez NIH bünyesine alınarak NCCAM ismini alarak çalışmalarına devam etmiştir.
2014 aralık ayında büyük bir bütçeyle NCCIM adını almıştır. NCCIH beş temel amaç belirlemiştir:
Beden zihinsel uygulamalarının bilimsel çalışmalar doğrultusunda uygulanması ve belirli bir disipline oturtulması,
Doğal ürünlere yönelik araştırmaların desteklenmesi ve cesaretlendirilmesi,
Sağlığın ilerletilmesi ve sağlık politikalarının içine tamamlayıcı ve integratif tıbbın yerleştirilerek anlaşılmasının sağlanması,
Titizlikle çalışma yapılmasının önünün açılıp desteklenmesi,
Objektif, kanıta dayalı bilgilerin geliştirilip paylaşılması,
Yukarıdaki amaçlar doğrultusunda NIH sosyal medya hesapları, web adreslerinin yanı sıra çalışmaları desteklemek amacıyla bütçesi bulunmaktadır. Bilimsel çalışma yapanları ödüllendirmektedir.
Güney Kore Cumhuriyeti
Kore'de modern Kore egitimi 1047 de başlamıştır. Kore tıbbı Üniversitesinin kabulü ve oluşumu 1053 de başlamiştır. Kore'de 11 tane kore tıbbı üniversitesi bulunmaktadır.
Kore tıbbının orijinalliğini korunma ve insan saglıgına katkı yapmak amacı ile kurulan Üniversiteler insanlarla doğa arasındaki uyumu hedefler. Hizmet ruhunuza katkıda bulunur ve Kore tıbbının küreselleşmesini sağlayarak başarıyı hedefler. Kore Tıbbı üniversitelerinde yüksek lisans ve doktora için lisans üstü bulunmaktadır.
6 yıllık tıp eğitiminin 4 yılında bir alanda uzmanlaşarak bitiren öğrenciler okul sonrası Ulusal Kore Tıbbi Lisans sınavına girmeye hak kazanırlar.
Kore Tıbbı eğitimi Kore tıbbına has konulardaki klinik teorik ve pratiği içerir. Bunlar içerisinde akupunktur, bitkisel tip, meridyenler, sanghan, reçete yazma ve batı tıbbının temel konuları yer almaktadır.
Uygulama Egitimi;
Kore tıbbında ileri bir uzmanlık yapmak isteyenler mezuniyet sonrası üniversitelere afiliye olmuş hastanelerde bir yıl kore tıbbı intornlüğü ve üç yıl asistanlık eğitimi alırlar.
Kore Tıbbı Uzmanlık Sistemi
Uzmanlik sistemi 1999 da uygulamaya konmuş olup günümüzde 2002 yılından beri 8 dalda senede bir kez sınav yapılmaktadır .2013 itibarıyla 2317 Kore Tıbbi doktorunun uzmanlık sertifikası bulunmaktaymış. Kore Tıbbi doktorları hasta teşhis ve tedavisinde iyi eğitim alırken, yüksek kalitede tıbbi hizmet vermek için de birbiriyle yarışmaktadir.
Mevzuatlarına göre Kore Tıbbı’nın amacı:
Kanıta dayalı tıbbi takip ederek endüstrileşip küreselleşerek kaliteyi artırmak. Akademik çevreler de proje geliştirmek,
İş ve akademik çevrelerinin birlikte çalışması,
Ulluslararası bilimsel çalışmalarda ve bilim alışverişinde bulunmak
Tanı ve tedavi icin gerekli tıbbi cihazların geliştirilmesi
Obezite ve estetik gibi toplumun ihtiyacı olan konuların tedavisi için gerekli özel yaklaşımda bulunmak
Kore Tıbbi le ilgili web sayfası hazırlamak
Almanya:
Almanya’da Berlin’deki Tabipler Birliği diğer Almanya’da ki eyalet tabip odalarının üzerinde çatı Tabip Odası olarak görev yapmaktadır. Doktorlar kendi eyaletlerindeki Tabip Odasına üye olmak zorundadır. Tıp eğitimi ve uzmanlık eğitimine kadar geçen sürede sınavları ve denetimi Sağlık Bakanlığı yapmakta, sonrasında Berlin Tabip Odası sınav ve denetim konusunu üstlenmektedir.
Almanya’da Tabib Odası tamamlayıcı tıp ile ilgili sınavların organizasyonu, kimlerin eğitim alacağı ve eğitim müfredatını düzenlemektedir. Almanya’ da 4 alanda yasal düzenleme
bulunmaktadır. Bunlar: akupunktur, homeopati, manuel terapi ve bitkisel terapidir. Bu eğitimleri doktorlar alabilmekte ve denetimini Tabib Odası yapmaktadır. Almanya da hekim dışı tamamlayıcı tıp uygulayıcılarla Tabib Odası ilgilenmiyor. Genel olarak bu sisteme karşılar. Özellikle şikâyet durumunda ciddi cezai yaptırımlar bulunmaktadır. Yapılan tamamlayıcı tıp uygulamasıyla ilgili bir şikâyet olursa, o zaman yaptığınız uygulama ile ilgili sertifikalarınız ya da alt yapınız sorgulanmaktadır.
Doğal tıp yöntemlerini ya da alternatif tıp uygulamalarını kullanan hekimler bunu genellikle konvansiyonel uygulamalarla birleştirmektedir.
Doktorlar dışında GTT yöntemlerini uygulayan grup ise Heilpraktikerler (Şifacı) dir.
Bu meslek grubu 2. Dünya Savaşı sırasında açığa çıkan doktor ihtiyacı nedeniyle tanımlanmış, yasal olarak sadece Sağlık Bakanlığı’nca yapılacak sınavı düzenlenmiş bir meslektir. İlköğretim mezunu olan herkes heilpraktiker olmak için sınava girebilmektedir. Ülke genelinde 25.000 adet heilpraktiker olduğu söylenmektedir. Sınavın zorluğu nedeniyle ülke genelinde sınava yönelik özel okullar açılmış, eğitim verilmektedir. Bu sistem Türkiye’deki özel dershane sistemine benzemektedir. Eğitim 6 ayla 2 yıl arasında değişmektedir.
Heilpraktikerlik mesleki eğitim için alınan standart bir eğitim olmaması nedeniyle kimi doktorlar tarafından ciddi olarak eleştirilmekte, ancak iyi uygulayıcıların da bulunduğu belirtilmektedir.
Halkın şifacıları istemesi ve bir takım politik nedenlerle, şifacılık halen yürürlükte olan bir meslektir.
Şifacıların da denetlemeleri Sağlık Bakanlığı tarafından yapılmaktadır ancak daha çok şikâyet üzerine denetim yapıldığı öğrenilmiştir. Düzenli olarak denetlenmeleri söz konusu değildir.
Almanya’da bitkisel ürünlerin satıldığı eczanede ise satılacak her bitkinin ağır metaller ve etkin madde yönünden değerlendirildiği, bitkilerin bir standardizasyonunun olduğu görülmüştür.
Türklerde ve Anadolu’da Akupunktur ve Benzeri Uygulamaların Tarihçesi
Doç. Dr. H. Volkan ACAR
Ankara Eğitim ve Araştırma Hastanesi Anesteziyoloji ve Reanimasyon Kliniği
GİRİŞ
Bilindiği gibi, Türkçeye İngilizce kaynaklı olarak giren akupunktur, birebir sözcük karşılığı olarak “iğne saplama, iğneleme” anlamına gelse de klinik uygulamada sadece iğneleme yapılmamaktadır. Akupunktur tedavisinde önemli olan, meridyenlerin ve/veya noktaların herhangi bir yolla uyarılmasıdır. Bu nedenle de tedavide manuel iğneleme, elektroakupunktur, bitkisel tohumlar, laser, akupres, kapsikum flaster, kupa çekme, moksa gibi farklı yöntemler kullanılabilir.
Bu çeşitlilik, akupunkturun tarih içindeki kullanımında da görülmektedir. Geçmişteki uygulamalarda da meridyenlerin ve/veya noktaların stimülasyonu için iğneleme yanında dağlama, moksa, kanatma/kan alma ve kupa çekme gibi çeşitli yöntemler kullanılmıştır.
Tarihsel kayıtlar ve belgeler bu bağlamda incelendiğinde, Türklerin tarihin hemen her döneminde akupunktur ve benzeri uygulamaları bildiği, kullandığı ve bazı dönemlerde de öncülük yaptığı anlaşılmaktadır.
Bu bölümde, tarihin ilk dönemlerinden itibaren Türk devletlerinde görülen akupunktur ve benzeri uygulamalar, belgeler ışığında incelenmeye çalışılacaktır.
HUNLAR
M.Ö. 209’da Mete’nin çeşitli boylar arasındaki birliği sağlamasıyla, Hunların bilinen ilk Türk devletini kurmuş oldukları kabul edilmektedir. Hunlar bugünkü Moğolistan, Rusya ve Çin topraklarını kaplayan geniş bir alanda yaşamaktaydılar.
Hunlarla ilgili edindiğimiz bilgiler, Çin yazılı kaynaklarına ve Moğolistan, Çin ve Rusya’daki arkeolojik araştırmalara dayanmaktadır.
Bu kayıtları incelediğimizde, Hunların akupunkturu ve moksibüsyonu bildiklerini ve tedavi amacıyla kullandıklarını söyleyebiliriz. Örneğin, M.Ö. 2. yüzyılda Çin elçisi Su- u’nun, bir Hun hekimi tarafından tedavi edildiğine dair kayıt vardır. Ağır yaralı olan elçi Su-u, sıcak bir çukura yerleştirilmiş ve kanamanın durdurulması için moksa ve dağlama
kullanılmıştır. Ayrıca akupunkturun ilk uygulandığı bölgenin de Moğolistan coğrafyası olduğuna dair bulgular vardır. İç Moğolistan’daki İkh Zuu’da Hun devrine ait birkaç bronz iğne bulunmuştur. Araştırmacılar, bu iğnelerin yalnızca tıbbi amaçla kullanılmış olabileceğini belirtmektedirler.
Bu bilgilerin de ötesinde, moksibüsyonun ilk olarak Hunlar tarafından kullanıldığı da söylenebilir. Bu dolaylı bilgilerin kaynağı ise, Çin tıbbının temel kitabı olarak kabul edilen Huang Di Nei Jing’dir. Aşağıda yer alan ve iki farklı Moğol tıp tarihçisinin konuyla ilgili bölümden yaptığı çeviriler şu şekildedir:
Bu insanlar (Kuzeyliler) iri yapılıdırlar. Soğuk, iç organlarını olumsuz etkiler. Bu durumda en uygun tedavi yöntemi moksadır. Bu nedenle de, moksanın Kuzey’den kaynaklandığı söylenebilir.
Kuş uçmaz, kervan geçmez yerler, Çin’in kuzeyinde yer alırlar. Buralar yüksektir, iklim çok soğuktur. Buralarda yaşayan halk süt ürünleriyle beslenir ve açık havada yaşar. Soğuğa bağlı hastalıklar sık görülür ve moksayla tedavi edilir.
Bu metinlerdeki “Kuzeyliler” sözünün Hunları ifade ettiği şüphesizdir. Çünkü diğer Çin kaynaklarında da Çin Seddi’nin ötesinde yaşayan bu savaşçı halk için “Kuzeyliler”, “Kuzeydeki barbarlar”, “Kuzey halkı” gibi ifadeler kullanıldığı bilinmektedir. Zaten Çin Seddi’nin inşasındaki temel nedenlerden birisi de, Kuzey’den gelen akınlara karşı bir savunma hattı oluşturmaktır. Ve Yine Çin kaynaklarında Gök-Türklerden bahsedilirken, onların Hunların soyundan geldikleri bildirilmektedir. Bu nedenlerden dolayı moksibüsyonun ilk olarak, Kuzeyliler sözüyle ifade edilen Hunlar tarafından bulunup kullanıldığını iddia etmek çok da yanlış olmayacaktır.
GÖKTÜRKLER
Gök-Türk Kağanlığı M.S. 552-742 yılları arasında hüküm sürmüş bir Türk devletidir. 552-630 arası I. Gök-Türk Kağanlığı, 630-682 arası merkezi yönetimin bulunmadığı bir karışıklık (Fetret) dönemi, 682-742 arası ise II. Gök-Türk Kağanlığı dönemidir. Gök-Türklerin en önemli özelliği, tarihte kendilerini Türk olarak ifade eden ve devlet adı olarak da Türk ismini kullanan ilk topluluk olmalarıdır. Gök-Türklerin en yakın komşusu ve sürekli savaş halinde bulundukları ülke Çin’dir. Bu nedenle Gök-Türklerdeki siyasal olaylar ile ilgili bilgilerimizin hemen hemen tümü Çin kaynaklarına dayanmaktadır.
Gök-Türklerdeki tıbbi uygulamalarla ilgili en önemli kaynak ise Tibet tıbbına ait yazılı belgelerdir. Bu kaynaklar incelendiğinde, Tibet tıp sistemini oluşturan üç önemli tıp ekolünün Hint tıbbı, Çin tıbbı ve Batı tıbbı (Yunan, Roma, Arap, Fars) olduğu görülmektedir. Ancak birçok araştırmacı, bu üçü dışında yer alan Orta Asya tıbbını da Tibet tıbbının oluşturulmasında önemli katkısı olan tıp gelenekleri arasında saymaktadır.
Gök-Türk dönemi tıbbıyla ilgili ilk önemli kaynak Büyük Yuthog’un biyografisidir. Büyük Yuthog olarak da bilinen Yuthog Yonten Gonpo (708-833) uzun yıllar saray hekimliği yapmış ve Tibet Tıp sisteminin oluşturulmasında öncü sayılabilecek roller üstlenmiş Tibetli bir hekimdir. Bu biyografide, Tibet’e komşu ülkelerin tıbbın hangi alanlarında ileri olduğu anlatılırken, Karlukların dağlamada iyi olduklarından bahsedilir. Bu belgede yazılı olan dağlamayla ilgili bu cümlenin farklı bir yorumu da yapılmıştır. Schaeffer ve ark. metnin bütününü değerlendirdiklerinde, bu bölümde yazılı olan “Karluk hekim” ifadesinin, aslında “Türk hekim” olarak anlaşılması gerektiğini, metinde Drugu (Türk) yerine Garluk (Karluk) yazılmış olduğunu ifade ederler. Ama bu yorum farklılıklarının bizim açımızdan önemi yoktur, çünkü Karluklar da Gök-Türklerin bir kolu kabul edilmektedir. Yani metindeki bu sözcükle ister Karluklar ister de Gök-Türkler kast edilmiş olsun, her iki durumda da Orta Asya Türk devletlerinin dağlamada öncü olduklarını belirtilmektedir.
Gök-Türk dönemiyle ilgili ikinci Tibetçe kaynak ise Dunhuang belgeleri arasında bulunmuştur. Avrupalı bilim adamlarının 20. yüzyılın başında Orta Asya’da yaptıkları keşif gezilerinde 5.-11. yüzyıl arasını kapsayan döneme ait onbinlerce belge gün ışığına çıkarılmıştır. İpek Yolu üzerindeki önemli geçiş noktalarından biri olan Dunhuang’da bulunan Tibetçe belgelerden birindeki bir cümle, Türk tıp tarihi açısından önemli bir bilgi sunar. PT 127 kodlu belgenin “Epidemik Ateş” bölümündeki bir cümle, iki ayrı araştırmacı tarafından iki farklı yorumla çevrilmiştir. Eski Tibetçeden yapılan çeviriler şu şekildedir:
Hekim, Türk bölgesinden gelen iğnelerle de kanatma uygulayabilir. (The practitioner may also apply bloodletting with needles from Turk region.
Dağlama için demir kullanılan Türk yöntemi de uygun bir tedavidir. (The Turkic method [using] iron for cautery is also suitable). Metnin transkripsiyonunu yapanlara göre bu cümle, hem kan alma hem de dağlama/moksa yöntemlerini ifade etmektedir.
Bu veriler ışığında, Gök-Türkler ve/veya Karluklarda dağlamanın/moksanın yaygın bir şekilde uygulandığını ve komşu ülkeler tarafından da örnek alınan bir tedavi yöntemi olduğunu söyleyebiliriz.
UYGURLAR
Uygur Kağanlığı, M.S. 744-840 tarihleri arasında hüküm sürmüş olan bir Türk devletidir.
20. yüzyılın başında Alman arkeoloji heyetlerinin Turfan (İdikut) yakınlarında yaptığı araştırmalarda Uygur tıbbına ait önemli belgelere ulaşılmıştır. Almanca olarak yazdığı makalelerle bu belgeleri ilk olarak tanıtan Prof. Dr. Reşit Rahmeti Arat olmuştur. Prof. Dr. Süheyl Ünver ise, Uygur tıbbıyla ilgili yazdığı Türkçe makalelerde bu belgelere yer vermiştir. Bu belgeler arasında bulunan üç adet resim, akupunktur açısından çok önemli birer belge özelliği taşımaktadır. Her bir resimde birer insan figürü vardır ve bu figürlerin üzerinde akupunktur meridyenlerine benzer şekilde çizgiler çizilmiştir. Ayrıca bu çizgilerin üzerinde de belli noktalar işaretlenerek yanlarına açıklamalar yapılmıştır. Metinlerin yorumlanması sonucu, bunların pratik akupunktur/moksa reçeteleri olduğu anlaşılmıştır. Yani hangi endikasyonda hangi meridyenlerdeki hangi noktaların kullanılacağı açıklanmaktadır.
Dolayısıyla bu belgeler Uygurların akupunktur bildiklerine, uyguladıklarına ve bu konuda broşürler/kitaplar hazırladıklarına dair birer kayıt olarak kabul edilmektedir.
OSMANLILAR
Anadolu Türk beylikleri ve Osmanlı İmparatorluğu döneminde yazılmış olan çok sayıda tıp yazması günümüze kadar ulaşmıştır. Ayrıntılı bir inceleme yapıldığında bu eserlerden bazılarında tedavi amacıyla dağlamanın da kullanıldığı görülmektedir. Bu eserlerden bazıları şunlardır:
Müntahab-ı Şifa (Celalüddin Hızır - Hacı Paşa) Esbab ve Alamat (Necibuddin es-Semerkandi)
Tuhfetü’l-Erîbi’n-Nâfia li’r-Rûhânî ve’t-Tabîb (Hezarfen Hüseyin Efendi) Tuhfe-i Mübarizi (Hekim Bereket)
Cerrahname (Yazarı Bilinmiyor)
Enmuzec-i Tıbb (Ser-Etibba Emir Çelebi)
Ancak bu eserlerdeki dağlama uygulamaları, akupunktur ilkelerine uygun değildir. Genellikle cilt lezyonlarının ya da hastalığın olduğu organın/bölgenin dağlanması şeklinde anlatımlar vardır.
Anadolu tıp yazmaları arasında, bize akupunktur/moksa açısından en değerli bilgileri veren kaynak ise Cerrahiyet’ül-Haniyye’dir. Bu kitap, Amasya Darüşşifası’nda 14 yıl hekimlik yapmış olan Sabuncuoğlu Şerefeddin (1385-1468?) tarafından yazılmıştır. Cerrahiyet’ül- Haniyye aslında tümüyle telif bir eser değildir. Bu eserin ana kaynağı Endülüslü Arap hekimi Zehravi (936-1013) tarafından yazılmış olan et-Tasrif’tir. Modern cerrahinin babası kabul edilen Zehravi’nin yazdığı bu eser 30 cilttir. Sabuncuoğlu bu eserin son cildini önce Türkçeye çevirmiş, daha sonra da bu çevirinin üzerine hem kendi deneyimlerini ve gözlemlerini hem de başka kaynaklardan aldığı bilgileri ilave ederek yeni bir eser oluşturmuştur. Ayrıca, Türkçe yazılmış olması ve işlemlerin renkli çizimlerle anlatılıyor olması, kitaba ayrı bir özellik kazandırmaktadır. Dolayısıyla Arap harfleriyle Türkçe yazılmış olan bu eser, hem Türk tıbbının hem de İslam tıbbının ilk resimli tıp ders kitabı olma özelliğini taşımaktadır. Cerrahiyet’ül- Haniyye üç bölümden oluşmaktadır ve kitabın 1. bölümü dağlamalara, 2. bölümü cerrahi tedavilere, 3. bölümü de kırık-çıkıklara ayrılmıştır.
Cerrahiyet’ül-Haniyye’deki dört ayrı başlıkta yer alan bilgiler, bize Şerefeddin Sabuncuoğlu’nun akupunktur bilgisine sahip olduğunu göstermektedir. Bu dört başlıktaki bilgiler şöyle sıralanabilir:
Diş ağrısı
Bir kişinin sağ tarafındaki dişi ağrısa sol bileğinin alt kemiğinin üzerine dağlama yapın, sol taraftaki ağrırsa da sağ tarafa dağlama uygulayın
Burada tanımlanan nokta LI 4 noktasına karşılık gelmektedir. Ayrıca, kalın barsak meridyeninin izlediği yol düşünüldüğünde, uygulanan çapraz iğneleme yöntemi de akupunktur tedavi ilkelerine uygun bir yöntemdir.
Hemoroid
Büyük başlı bir dağlama aletiyle göbeğin üzerini dağlayın. Bu yöntem hemoroide, abdominal herniye ve kronik diareye yararlıdır
Burada tanımlanan CV 8 (Ren 8) noktası, tam göbek üzerindedir. Bu nokta, iğnelemenin kontrendike olduğu ve sadece moksibüsyon uygulanmasının önerildiği bir noktadır. Bu nokta için önerilen diğer endikasyonlar da, CV 8 noktasının endikasyonları arasında sayılmaktadır.
Dermatit
Hastanın iki elinin iki bileğinin üst kemiğinin başına yakın yerde, ağzı keskin olmayan dağlama aletiyle dağlama yapın. Dağlama yapılacak yer, kemiğin başından iki parmak yukarıda olmalıdır
Bu tanımlanan yer, PC 6 noktasına karşılık gelmektedir ve kitapta nokta yeri, hasta üzerinde çizilerek de gösterilmiştir.
Dermatofitozis
Bu başlıkta anlatılan ilginç bir anekdot vardır. Buna göre, Sabuncuoğlu önce hastayı güneşe karşı oturtmuş ve lokal iğneleme yapmaktadır:
Hekim, hastanın arkasına baktığında pire ısırmış gibi kızıl lekeler gördüğünde, bunların olduğu yerlere iğneleme yapmalıdır
Bu sırada Sabuncuoğlu’nun yanına “bir Tatar hoca” gelir ve yeni bir yöntem öğretir:
Her iki el bileğinin üzerinde iki damar vardır, bunlar bilek ekleminden dört parmak yukarıdadır. Bu noktaları işaretleyip o iki damarı da kestim. Topukların iç kısmında da safen adı verilen iki damar vardır. Bu damarları da topuktan dört parmak yukarıda işaretledi, ben de bu damarları kestim
Burada dikkati çeken iki nokta vardır. İlki, Sabuncuoğlu’nun hastaya önce lokal iğneleme yapıyor olmasıdır. Akupunktur uygulamasında da sıklıkla başvurulan lokal iğnelemede, lezyonun olduğu bölge iğnelenmektedir. İkinci yöntemde ise PC 5 ve SP 6 noktalarına kanatma yapılmıştır. Kanatma için seçilen noktaların yerinin ayrıntılı tanımları dışında, bu noktaları Sabuncuoğlu’na önerenin Orta Asya kökenli olması, yöntemin akupunkturla bağlantısını ortaya koymaktadır.
Şerefeddin Sabuncuoğlu’nun akupunktur bilgisine nasıl erişmiş olabileceğine dair iki olasılık sözkonusudur:
Anadolu Türklerinin Orta Asya kökenleri – Göçlerle Anadolu’ya gelen Türk boyları, beraberlerinde Orta Asya’da sahip olup uyguladıkları tıp bilgisini de getirmişlerdir. Bu nedenle Orta Asya kökenli tıbbi uygulamaların Anadolu hekimliğinde de kullanılmış olması şaşırtıcı değildir.
Tansukname-i İlhan – Tansukname, uzun yıllar İlhanlıların vezirliğini yapmış olan Reşidüddin Fazlallah’ın yazdığı bir eserdir. Reşidüddin, Hamedan doğumlu Yahudi bir hekimdir. İran Moğollarının hizmetinde önemli görevler üstlenmiş olan Reşidüddin, tıp tarihçileri tarafından Doğu (Çin-Orta Asya) ile Batı (İran, Anadolu, Roma, Osmanlılar) arasında tıbbi bir köprü olarak kabul edilmektedir. Eserin giriş bölümünün çevirisi (Tanksukname-i İlhani der Fünunu Ulum-ı Hatai Mukaddimesi) 1939’da Prof. Dr. Süheyl Ünver tarafından yayınlanmıştır. Eserde beş element, 12 meridyen, Zang-Fu organları ve çi (Qi) kavramları ayrıntılı bir şekilde anlatılmaktadır. Eserde yer alan şu satırlar, Orta Asya Türk tıp tarihi açısından önemli bilgiler vermektedir:
Her ne kadar dağlamak, bizim tabiplerimiz indinde de cari ve mücerreb bir keyfiyettir. Fakat Hatay ve Moğol tabipleri bu hususta mübalağa ederek birçok hastalıkların ilacını dağlamakla yaparlar.
Hataylılar bazı vakitlerde hastalığın sağ tarafta olduğunu görünce sol tarafı dağlarlar.
Hataylılardan birçok defalar dağlanmamış adam nadir bulunur. Bazıları olur ki bir defada onlara yirmi, otuz dağ vurulmuş bulunur.
Mal ve davarların hastalıklarına vakıf olan Türklerle göçebeler ve baytarların ilaçları, ekseriyetle dağlamaktır. Yara ve şiddetli ağrılara, dağlamakla mualece ederler ve dağlamak bu suretle faide verir.
Anlatıldığı veçhile Hatay halkiyle Türkler, dağlamada mübalağa göstermişler ve bu hususta kitaplar tedvin ederek dağlanma yerlerini resimlerle göstermişlerdir.
Yukarıda aktarılan bu bilgiler, bize Türklerin hem hekimlikte hem de veteriner hekimlikte dağlamayı yaygın bir tedavi olarak kullandığını göstermektedir. Ayrıca bu satırlardan öğrendiğimiz bir şey daha vardır. Bu da dağlamanın rastgele herhangi bir yere ya da sadece lezyonlu bölgeye yapılmadığıdır. Metne göre dağlama yapılacak yer, yani hangi hastalıkta hangi noktaların dağlanacağı, tedavi açısından önem taşımaktadır ve bu konuda hazırlanmış resimli kitaplar bulunmaktadır. Dolayısıyla teorik temelleri oluşturulmuş ve
akupunktur/moksibüsyonla büyük benzerlik gösteren dağlama, Orta Asya Türkleri tarafından bilinmekte ve yaygın bir şekilde uygulanmaktadır.
ANADOLU HALK HEKİMLİĞİ
Anadolu halk hekimliğin temel kurumu ocaklardır. Hasta tedavilerinin yapıldığı bu merkezlerde tedaviyi uygulayanlara ise ocak ya da ocaklı denmektedir. Ocaklarda hastalar için uygulanan farklı tedavi yöntemleri bulunmaktadır.
Dağlama
Bu ocaklarda uygulanan başlıca tedavi yöntemlerinden birisi de dağlamadır. Dağlama doğrudan ya da dolaylı yöntemlerle yapılabilir. Doğrudan dağlama için şiş, yorgan iğnesi, çuvaldız, çıkrık şişi, ustura, çivi vb. sivri bir metal cisim ya da tahta kaşık sapı ateşte kızdırılır ve istenen bölgeye uygulanır. Dolaylı dağlamada ise farklı teknikler vardır. Urfa’da pamuklu bir bez, kalem kalınlığında sarıldıktan sonra bezin bir ucu yakılır. Daha sonra yanmayan uç, hastanın cildine konarak oluşan sıcaklığın yavaş yavaş deriye ulaşması beklenir. Yöre halkınca “şittara dağlaması” olarak adlandırılan bu uygulama, aslında bir tür moksibüsyondur ve Orta Asya’da da halen uygulanmaktadır.
Dağlama uygulamaları kabaca ikiye ayrılabilir. İlkinde lokalize lezyonlar (çıban, yara gibi iltihabi lezyonlar) lezyon üstü dağlanarak tedavi edilmeye çalışılmaktadır ki, bu uygulamaları akupunktur ve moksibüsyonla ilişkilendirmek zordur. Diğer türde ise dağlama, doğrudan hastalık bölgesine değil, vücudun farklı bir yerine uygulanmaktadır. Buna dair örnekler şunlardır:
Ankara’da bebeklerdeki Mongol lekesinde topuk dağlanır, Şebinkarahisar ve Şanlıurfa’da kuduzda dilaltı dağlanır, Toroslarda başağrısında şakaklar dağlanır,
Çocuklarda görülen ve gelincik adı verilen rahatsızlıkta (çocuklarda sürekli ağlama, huzursuzluk) İstanbul’da ve Balıkesir’de göbek altı ya da göbek üstü üç defa iğne ile dağlanır,
Toroslarda nezlede saçlı deri traş edilip ustura ile dağlanır,
Şanlıurfa’da infertilitede erkeklerde bilateral alın yan kenarı, bilateral lateral abdominal bölge ve bilateral humerus kol kasları dağlanır,
Adana’da boğaz ağrısında (tonsillit) yorgan iğnesi ateşte kızdırılır, boğazın iki yanına 2-3 kere basılır,
Balıkesir’de sarılıkta göbeğe üç defa dağlama yapılır.
Bu sayılanlar dışında akupunkturla doğruda bağlantılandırılabilecek çok ilginç bir örnek vardır. 1932’de yayınlanmış Çankırı halk hekimliğine ait bir kitapta diş ağrısı tedavisi için, sağ taraftaki diş ağrısında sol taraf, sol taraftaki diş ağrısında da sağ taraf bileğe dövülmüş sarımsak sarılması önerilmektedir (üçok 32-çankırı). Yukarıda belirtildiği gibi, Sabuncuoğlu Şerefeddin tarafından yazılan Cerrahiyetü’l-Haniyye adlı eserde de tanımlanan bu yöntem, akupunktur uygulama ilkelerine uygun bir tedavi yöntemidir.
İğneleme, Kesme, Çizme
Anadolu halk hekimliği yayınlarında iğneleme ile ilgili kayıt sayısı fazla değildir. Saptanabilen bir kayıtta Antalya-Isparta yöresinde “sırt ağrılarında kürek kemiğine çuvaldız” batırıldığı ve romatizma ağrılarında “bir araya getirilmiş 3-4 iğne”nin “su ile ıslatılmış baruta batırılarak ağrılı bölgeye” saplandığı belirtilmektedir.
İğnelemenin az olmasına karşın, tedavi amacıyla vücudun belli bölümlerinin kesilmesine dair örneklere daha çok sayıda rastlanmaktadır. Buna dair örnekler şunlardır:
Kars-Iğdır’da konuşamayan çocukta dilaltı damarı iğneleyip jiletle kesilir, Balıkesir, Ceyhan ve Kastamonu’da konuşamayan çocukta dilaltı bağı kesilir, Çankırı’da göz kanlanmasında başın tepesi traş edilerek ustura ile çizilir,
Sarılıkta Denizli’de başın üzeri tam orta yerinden ustura ile çizilir, Çankırı ve Mersin’de alın jiletle kesilir, Denizli’de iki kaş ortası ya da dilin altı, sağı, solu ya da üst dudak bağı ustura ile kesilir, Afyon’da üst dudak bağı kesilir, Kars-Iğdır’da dil altı ve dudak altı kesilir, Kastamonu’da dudak, damak, dil altı, burun üstü-altı, bel, iki kaş arası kesilir, kanatılır,
Ünver AS. Tanksuknamei İlhan Der Fünunu Ulumu Hatai Mukaddimesi. İstanbul: İstanbul Üniversitesi Tıb Tarihi Enstitüsü, 1939.
Şar S. Afyon yöresi halk hekimliğinde görülen uygulamalar. IV. Milletlerarası Türk Halk Kültürü Kongresi Bildirileri. IV. Cilt. Gelenek, görenek ve inançlar. Ankara: Kültür Bakanlığı Yayınları, 1992.
Öncül K. Kuzeydogu Anadolu Bölgesi Halk Hekimliği. Kars: Kafkas Üniversitesi Türk Halkbilimi Uygulama ve Arastırma Merkezi Yayınları, 2011.
Çiftçi H, Çevik E, Aksoy Ş. Şanlıurfa Yöresinde Uygulandığı Şekli İle Dağlama.
Turkiye Klinikleri J Med Ethics 2005;13:110-4.
Yalman (Yalgın) AR. Cenupta Türkmen Oymakları - I. (Hazırlayan: Sebahat Emir).
Ankara: Kültür Bakanlığı, 2000.
Özgen ZN. Adana (Merkez) Halk Hekimliği Araştırması. Adana: Çukurova Üniversitesi Sosyal Bilimler Enstitüsü Türk Dili Ve Edebiyatı Ana Bilim Dalı Yüksek Lisans Tezi, 2007.
Çavdar CA. Türk Halk Hekimliğinde Dağlama. Türk Halk Hekimliği Sempozyumu Bildirileri, 23-25 Kasım 1988, Ankara: Ankara Üniversitesi Basımevi, 1989.
Albayrak A, Çapcıoğlu İ. Ehl-İ Sünnet Geleneğine Bağlı Bir Orta Anadolu Köyünde Halk inançları ve Uygulamaları. Dinî Araştırmalar 2006;8:107-132.
Acıpayamlı O. Türkiye Folklorunda Kuduz Hastalığı. Ankara Üniversitesi DTCF Antropolji Dergisi 1967;4:89-97.
Konak A, Aktar O. Medikal Antropoloji Çerçevesinde Tunceli / Ovacık’ta Geleneksel Sağaltma Yöntemleri. C.Ü. Sosyal Bilimler Dergisi 2009;35:156-87.
Savran G. Adana Bölgesi’nde Derlenen Bazı Tıbbi Uygulamaların Antropoloji Açısından Değerlendirilmesi. III. Uluslararası Çukurova Halk Kültürü Bilgi Şöleni. Adana; Adana Valiliği Yayınları, 1999.
Salman M. Halk Hekimliği ve Halk Veterinerliği. Ankara: C.H.P. Halkevleri Yayımları, 1948.
Araz R. Harput’ta Eski Türk İnançları ve Halk Hekimliği. Ankara: Atatürk Kültür Dil ve Tarih Yüksek Kurumu Atatürk Kültür Merkezi Yayını, 1995.
Çopuroğlu C. İnsan-Çevre-Kültür İlişkisi Çerçevesinde Fırat Havzasında Halk Hekimliği. İstanbul Üniversitesi Sosyoloji Konferansları Dergisi 2003;27:15-39.
Yaşar H. Balıkesir ve Yöresinde Çocuk Folkloru Ürünleri Üzerine Derlemeler ve İncelemeler. Balıkesir: Balıkesir Üniversitesi Sosyal Bilimler Enstitüsü Türk Dili ve Edebiyatı Anabilim Dalı, Yüksek Lisans Tezi, 2008.
Aksi Baskılayıcı (Wu Siklusu)
Döngüdeki element eğer aşırı güç kazanırsa kendisini kontrol eden elementi baskılayabilir. Ko siklusunun tersine hareket eder.
Dört Patolojik Durum
Element aşırı güçlü ise diğerine zarar verir zayıflatır (Yıkıcı, Zararlı Döngü) Element zayıf ise diğeri tarafından daha fazla baskılanır (Aksi Baskılayıcı) Element aşırı güçlü ise anne element tarafından aşrı desteklenmiştir (Patolojik Sheng) Element zayıf ise anne element yetersiz desteklemiştir (Patolojik Sheng)
Beş Element Teorisinin Geleneksel Çin Tıbbına Uygulanması
Beş elementin özellikleri ve birbirleriyle olan ilişkileri (Üretim, Kontrol ve Aksi Baskı) insan fizyolojisi ve patolojisini aydınlatarak teşhis ve tedaviye rehberlik etmektedir (3-5).
Bu teoride her bir organ bir elemente karşılık gelir (Tablo 1). Organların bazı fizyolojik fonksiyonları, Beş elementin her birinin özellikleri ile kıyaslanmaktadır. Ayrıca Destekleyici (Üretici) ve Kontrol edici (Sınırlayıcı) ilişki, Zang-Fu organlarının birbirleri arasındaki bağlantıları açıklamakta kullanılmaktadır. Örneğin, Karaciğer Böbrek tarafından desteklenmekte iken Kalbi kendisi desteklemektedir. Akciğer tarafından kontrol edilirken kendisi Dalağı kontrol eder. Bu ilişki diğer organlar içinde uygulanmaktadır (5).
Meridyenler, Zang-Fu organları ile yakın ilişki içindedir ve birbirlerine organlar arasındaki destekleme ve kontrol etme ilişkileriyle geçiş sağlamaktadır. Genel olarak Zang-Fu organları, Beş Element siklusuna göre meridyenler aracılığıyla birbirleriyle ilişki halindedirler.. Örneğin Karaciğer ve Safra Kesesi Meridyeni Kalbe doğru ilerlerken Böbrek meridyeni ise karaciğere doğru yükselmektedir. Meridyenler arasındaki bu bağlantı sistemi dengeyi ve koordinasyonu sağlar (5).
Zang-Fu organları ve ilgili dokuların disfonksiyonları sonucu oluşan patolojiler çok sayıda faktörler nedeniyle ortaya çıkmaktadır. İnsan vücudu organik olarak bir bütündür ve organlar arasında her iki ilişkide (destekleyici ve kontrol edici) mevcuttur. Herhangi bir organ patolojisinde beş element ilişkileri sonucu diğer organ etkilenir. Bu durum transmisyon olarak adlandırılmaktadır. Beş element teorisinde transmisyon hem destekleyici hem de kontrol edici
Yin-Yang Teorisi: Prof.Dr. Ahmet KALAYCIOĞLU İstanbul Biruni Üniversitesi Tıp Fakültesi
YİN YANG TEORİSİ
Akupunktur ile tedavi yönteminin çok net olmamakla beraber beş bin yıllık bir geçmişi var olduğu düşünülüyor.
Akupunktur ve geleneksel tıp yöntemleri bazı teori ve kuramlar üzerine kurulmuştur. Bunlar; yin-yang teorisi, beş element teorisi, zang-fu organlar teorisi, kollateraller teorisi, kan, vücut sıvıları ve qi teorisi’dir. Bu teoriler günümüz için de hala geçerliliğini korumaktadır. Gelişen teknik ve biyoteknolojik metodlar ile geliştirilip güncellendikçe daha da anlam kazanmaktadır.
Yang nitelikli fenomenler gündüzü, güneşi, sıcaklığı, uyanık ve aktif olmanın niteliklerini yansıtmasına karşın, Yin fenomenler geceyi, ayı, soğuğu, uykuyu ve pasif olmanın niteliklerini simgelemektedir.
Yin-Yang kavramı Qi ile birlikte Çin’in Tıp Felsefesini yüzyıllardır etkilemiştir ve Batı’nın Felsefi yaklaşımından tamamen farklıdır. Genel olarak, Batı mantığı Aristo’nun temel mantık anlayışına dayalı olarak zıtların muhalefetini temel alır (1).
Akupunktur gözü ile bakıldığında, Yin ve Yang evrendeki tüm şeylerin iki faz arasındaki değişimi ve dönüşümünü ifade eder. Örneğin göl ve denizlerdeki su gün içinde ısınır, yükselir ve buharlaşır. Hava soğuduğunda ise yeniden yoğunlaşarak suya dönüşür. Önemli olan nokta, iki zıt durumun yoğunlaşması birbirlerinden bağımsız değildirler fakat birbirlerine dönüşürler.
Bu bağımlılığın ana noktası: Yin ve Yang zıt fazları göstermesine rağmen birbirlerini Tamamlayıcıdırlar; Yang Yin’in köklerine/çekirdeklerine sahiptir ve Yin Yang’ın köklerine; hiçbir şey tamamen Yin veya tamamen Yang değildir; Yin Yang’a dönüşür ve Yang Yin’e.
Her şey Yin ve Yang’dan oluşmasına rağmen bu oluşum %50-%50 şeklinde değildir, fakat dinamik ve sürekli değişen bir şekildedir.
Örneğin insan vücudunun sıcaklığı çok dar bir aralıkta değişir ve bu değişim statik olmayıp çok farklı faktörlerin etkisi altındadır. Yin ve Yang, zıt olmalarına rağmen birbirleriyle bağımlıdırlar: biri olmadan diğeri var olamaz. Herşey birbirini dışlayan zıt kuvvetler içerir fakat
bu zıt kuvvetler aynı zamanda birbirlerine bağımlıdırlar. Gün gecenin zıddıdır, dinlenme olmadan aktivite olmaz ve gevşeme olmadan da kasılma meydana gelmez (1)
Yin ve yang kavramını günümüz tıbbi ile otonom sinir sitemine benzetebiliriz. Tıpkı sempatik ve parasempatik sistem ve bunların birbiri ile ters çalışması ama birbirini de artırıcı etkilerinin olması ile uyumludur (2).
Eski Çin tıbbına göre: Yang yin’e dayanarak var olurken, Yin de Yang’a dayanarak varlığını korur, bunlar birbirlerine destek oldukları sürece vardırlar ve tek bir varlığın içinde aynı zamanda mevcutturlar (3).
Bu durum birleşik kaplar fiziğine benzemektedir (2).
Akupunktur felsefesine göre, sağlıklı bir insan vücudunda yin ve yang etkileri dengededir. Yin ve yang arasındaki dengenin bozulması hastalıklara neden olabilir. Akupunktur yin ve yang arasındaki bozulan dengenin yeniden sağlanmasını sağlayan bir tedavi yöntemidir (3,4)
Her organ sahip olduğu Yin ve Yang enerjisi ile bu döngü içindeki rolünü oynar. Bir organdaki Yin ve Yang dengesi bozulduğunda (hastalandığında) , bu dengesizlik etkileşim içinde olduğu diğer organlara yansır. Diğer organlar yeniden dengenin oluşturulabilmesi için faaliyete geçerler ve böylece hastalık tablosu tamamlanır. Geleneksel Çin tıbbında Yin ve Yang arasındaki dengesizliği saptamak ve iyileştirmek hedeflenir. Buna günümüzdeki integratif tıp, holistik tıp veya bütüncül tıp diyebiliriz.
Yin ve Yang’ın normal denge durumu dışında 4 temel durum ortaya çıkabilir: Yin üstünlüğü, Yang üstünlüğü, Yin zayıflığı ve Yang zayıflığı (3-4)
Yin-yang teorisine göre, “yin” büyüyerek, artarak en üst noktaya ulaştığında artık “yang” formatına geçer. Aynı etkinin tam tersi de geçerlidir. Yani “yang” büyüyerek, ilerleyerek zirveye ulaştığında “yin” formatına geçer. Bir kez daha yinelemek de fayda var ki aynı etkiyi bir otonom sinir siteminde de görmekteyiz (2)
Akupunktur felsefesine göre yin ve yang etkilerin bütün organların ve bu organların enerji kanallarının üzerinde etkisi vardır.
Yang etkisi altında olan organlar; idrar kesesi, safra kesesi, ince ve kalın barsaklar, mide ve üçlü ısıtıcıdır. Bu organların anatomik yapısını düşündüğümüzde genelde kese şeklinde yani içi boş olan organlardır (1-4)
Yin etkisi altında olan organlar; pankreas, dalak, akciğer, kalp, böbrek, karaciğer ve dolaşım yapılarıdır. Bu organların anatomik yapılarına baktığımızda ise genellikle içi dolu, stroması olan organlardır (1-4)
Her organın da kendi içinde yin ve yang aktivasyonları vardır. Örneğin kalp yin’i ve kalp yang’ı, böbrek yin’i ve böbrek yang’ı gibi. Burada yine otonom sinir sistemi yapısını görmekteyiz. Kalp üzerindeki sempatik etki, parasempatik ekti, böbrek üzerindeki sempatik etki, parasempatik etki gibi (2-4)
Yin ve yang arasındaki denge bozukluğu patolojik durumlara sebep olur. Yang etkisinin aşırı artışı ile ortaya çıkan duruma “sıcak sendromlar” Yin etkisinin aşırı artışı ile ortaya çıkan duruma “soğuk sendromlar”
Yin etkisinin aşırı azalması ile ortaya çıkan duruma “sıcak sendromlar”
Yang etkisinin aşırı azalması ile ortaya çıkan duruma “soğuk sendromlar” meydan gelir Yin-yang teorisine göre:
-Yin ve yang arasında birbirine zıt durum vardır, siyah-beyaz, ay-güneş, su –ateş, soğuk- sıcak, durgun-hareket, akut-kronik vb. Bu örnekler günlük hayatta istenildiği kadar uzatılabilir. Vücudumuzdaki dokular ve organlar da yerleşim ve işlevlerine göre yin ve yang etkilere sahiptir. Vücudun dış yüzü yang karekterde iken iç organlar yin karekterde çalışırlar. Vücudumuzun dış kısmı yang karekterdedir ama buda yine kendi içinde ikiye ayrılır. Sırt kısmı yang ile temsil edilirken ön kısmı, karın, göğüs yin kareketerdedir. (1-4)
-Yin ve yang arasında birbirini bağımlılık vardır, yang olmazsa yin de olamaz. Yani gece olmazsa gündüz de olamazdı. Yukarı kavramı olmasaydaşağı diye de bir kavram olmayacaktı. Bu iki kavram birbirine dönüştüğü sürece vardır. Bir vücut içinde mevcudiyetlerini sürdürürler. İnsan vücudunun anatomik, fizyolojik ve biyolojik yapısını incelediğimizde de aynı bağımlılığı görmekteyiz (1-4)
-Yin ve yang arasında birbirini desteklemek ve tüketmek etkisi vardır. Yin yükselirken ve aktif hale gelirken yang etki azalır. Bu azalma öyle bir noktaya gelir ki tam sona gelirken yin azalmaya ve yang etki artmaya başlar. Yin etkisinin gücü azaldıkça yang etki artmaya başalr. Burada yin azaldığı için yang etki artmaya başlamının yanı sıra bir miktar da yang etkisinin artması yin etkisinin azalmasına sebep olur. Birinin yükselmesi diğerinin azalmasına sebep olur. Birinin azalması da diğerinin yükselmesine sebep olur. Sağlıklı bir vücutta bu karşılıklı dönüşümler fizyolojik sınırlar içinde olur. Bu dönüşüm vücudun kompanse edebileceğinin üstinde olursa ve vücut homeostasis’i sağlayamazsa hastalıklar meydan gelmeye başlar. Akupunktur tedavisinin amacı bu dönüşümü fizyolojik sınırla içinde tutmaktır (1-4)
-Yin ve yang arasında birbirine dönüşüm vardır. Yang yin’e veya yin yang’a dönüşebilir. (1-4)
Yang hakimiyeti olan bir kişide:
Yüzde kızarıklık
Vücut ısısında artış
Aşırı susama ve soğuk sıvı isteği
Dışkılama sorunları ve kabızlık
Aşırı terleme
Çabuk sinirlenme
Avuçlarda terleme
Ateş basmaları
Zayıflama gibi durumlar görülür. Buradan da anlaşılacağı üzere tüm bunlar sempatik sistem aktivasyonuna bağlı görülen bulgulardır. O zaman yang bir sempetik aktivasyondur.
Yin hakimiyeti olan bir kişide:
Deri solukluğu
Su ve sıvı ihtiyacı azlığı
Gaita sulu ve gevşekliği
İdrar miktarı fazlalığı
El ve ayaklar soğukluğu
Halsiz ve yorgun hissi gibi bulgular görülür. Bu durum parasempatik aktivasyon ile uyumludur.
Görüldüğü üzerine sağlıklı bir insan vücudu tüm bileşenleri ile ve yaşadığı doğa, çevre, etkileşim içinde olduğu her şey ile dengede olamlıdır. Yani “homeostasis” olmalıdır. Bu denge yin ile yang arası denge demektir. Sağlığı korumanın veya bozulan sağlığı yerine getirmenin yolu yin ile yang arasındaki dengeyi yeniden kurmaktır.
Kaynaklar:
Maciocica G, The Foundations of Chines Medicine A Comprehensive Text for Acupuncturists and Herbalists, 1.ed., Churchıll Lıvıngstone, NewYork, 1989, 1-14
Kalaycıoğlu A, Geleneksel tıp-Modern Tıp Terminolojisi Üzerine Yorumlar (Discussions About Conventional and Complementary Medicine Terminilogy), 8. ULUSLARARASI KATILIMLI ULUSAL AKUPUNKTUR KONGRESİ & 2.
ENTEGRE TIP SEMPOZYUMU Program ve Kongre Kitabı, 96-97, 16 Mayıs 2015, ERZURUM
Bilen A, Akupunkturun Diyalektiği, BİLEN TIP ÖZEL SAĞLIK HİZMETLERİ, 24- 29
Xinnong C, Chinese Acupuncture and Moxibustion, First edition 1987, Beijing, China, Printing House of the Chinese Academy of Sciences Distrubuted by China Internatıonal Book Trading Corporation, 1987, 11-18
Zang-Fu Organlar
Prof.Dr. Adnan ÖZTÜRK İstanbul Üniversitesi Tıp Fakültesi
Geleneksel Çin Tıbbı (Traditional Chinese Medicine: TCM: GÇT) ile ilgili kaynaklar incelendiğinde; ampirik bir bilim olan GÇT’nın felsefi temelinin, doğal olaylar üzerine kurulduğu; çeşitli temel teorilerin var olduğu ve bu teorilerde fizyoloji-patoloji bağlantısının, insan vücudu-doğal dünya ilişkisi ile ifade edilmeye çalışıldığı; İnsan, Yin-Yang ve Beş Element teorileri birlikte değerlendirildiğinde, vücudun fizyoloji-patoloji bağlantısının anlaşılabileceği bildirilmektedir (1-14).
GÇT’nda evren ve içindeki nesnelerin birlikte bir bütünlük (entegre sistem) oluşturduğu; bu sistemin sürekli ve dengeli etkileşim içinde bulunduğu; bu sistemin bir parçası olan insan vücuduna da bütünsel yaklaşıldığı; bu entegre sistemdeki dinamik dengenin bozulması durumunda, fizyolojik fonksiyonların etkilenmesine bağlı olarak insanın hastalanabileceği; bu bozukluklar düzeltilerek insanın iyileştirilebileceği; iyileştirme sürecinde insan vücudunun esası olan Zang-Fu organların tedavi edilmeye çalışıldığı vurgulanmaktadır (1-14).
GÇT’nda ORGANLAR
İç organ teorisinin, GÇT’nın temel teorisi, prensiplerin en kapsamlılarından ve klinik uygulamaların en önemlilerinden olduğu; GÇT’nda organ kavramında fiziksel yapı üzerinde vurgu eksikliğinin olmasının batı tıbbında olağandışı bir durum olarak görülebileceği; organlar için kullanılan birçok terimin, batı tıbbı kavramlarına (terminolojisine) benzer olmasına rağmen, her zaman belirli bir organ, doku veya yapıyı yansıtmadığı, daha ziyade birbirleri arasında olan fonksiyonel ilişki ile ilgili kavramları yansıttığı hatırlatılmaktadır (1-5).
Zang-Fu organların sadece anatomik kavramlar olmadıklarına, insan vücudunun belirli sistemlerine ait fizyolojik ve patolojik faaliyetlerin bütününü temsil ettiklerine; her bir iç organın aynı zamanda emosyonel duygular, dokular, duyu organları, zihinsel fonksiyonlar, renkler, iklimler/çevre, mevsimler ve doğal unsurlar ile çok yakın ilişkide bulunduğuna; tanı- tedavide bunların önemli olduğuna dikkat çekilmektedir (1-5).
GÇT’nda organların Yin ve Yang olarak iki ana gruba ayrıldığı; Beş Yin (solid) organ olan, Böbrekler, Karaciğer, Kalp (Perikard), Dalak ve Akciğerlerin Zang organlar olarak ifade edildiği; Zang organların Fu organlara göre daha sağlam, vücudun daha derininde yerleştikleri ve temel maddelerin üretimi, depolanması ve regülasyonu ile ilgili oldukları bildirilmektedir.
Altı Yang (içi boş) organ olan, İnce Bağırsaklar, Kalın Bağırsaklar, Safra Kesesi, Mesane ve batı tıbbında anatomik-fizyolojik tanımı bulunmayan Üçlü Isıtıcı (San Jiao)’nın Fu organlar olarak ifade edildiği ve vücut yüzeyine yakın olarak yerleştikleri; vücut maddelerinin alınması, sindirilmesi, dağıtılması ve atılması gibi işlevleri olduğu belirtilmektedir (1-4,6,7).
Bir hastalığın kişinin bireysel vücut yapısı, genetik yatkınlığı ve yaşam tarzına bağlı olarak çok farklı şekillerde görülebildiği; bildirilen fonksiyonların hastalar üzerinde binlerce yıl yapılan gerçek uygulamalar ile ilgili klinik gözlemlere dayandığı; bir kişinin sağlığı için tüm vücudun uyum içinde olması gerektiği özellikle vurgulanmaktadır (2,3,5,8).
Fu Organlar
Safra Kesesi
Karaciğerin eşi olan safra kesesinin safrayı depolayan, sindirime yardım eden, karar verme üzerine etkisi bulunan bir Yang organ olduğu; ancak diğer tüm Yang organlar gibi dış dünya ile doğrudan teması olmadığı ve gıda maddelerinin taşınması ile ilgisi bulunmadığı; rafine özü (safrayı) depolaması ile aslında bir Yin organa benzediği ve bu nedenlerle bir ekstra organ olarak da kabul edildiği; hastalığında sarılık, kusma, koyu sarı idrar ve ağızda acı tat gibi bulguların görülebildiği belirtilmektedir (2,4,5,9).
Mide
Dalağın eşi olan midenin Yang organların en önemlisi olduğu; gıdaların alınması ve sindirilmesinde görev aldığı ve “tahıl-su denizi (yiyecek-içecek deposu)” olarak ifade edildiği; gıdaların midede sindirildikten sonra aşağıya ince bağırsaklara gönderildiği, burada temel maddelere dönüştürüldüğü ve dalak ile tüm vücuda taşındığı; dalak ile birlikte yiyecek- içeceklerin sindiriminden gelen kazanılmış qi’nin oluşumundan sorumlu olduğu yazılmaktadır (2,4,5,9).
Mide ve dalak ikilisinin doğru beslenmesinin, sağlıklı bir yaşam için temel oluşturduğu ve bunun tanı-tedavide oldukça önemli olduğu; hastalığın türü ne olursa olsun, mide qi hala güçlü ise genellikle prognozun da iyi olacağının düşünüldüğü; “mide qi, insan vücudunun temeli olduğu için mide qi varsa orada hayat, yoksa ölüm vardır” denildiği; bu nedenle mide qi’nin korunması ilkesinin tedavide önem arz ettiği; mide qi’nin aşağı doğru olan akışı bozulursa iştahsızlık, bulantı, kusma, geğirme, solunum sıkıntısı, hıçkırık, üst batında ağrı-distansiyon gibi bulguların görülebildiği belirtilmektedir (2,4,5,9).
İnce Bağırsaklar
Kalbin eşi olan ince bağırsakların mide tarafından dönüştürülmüş yiyecek-içecekleri aldığı ve kirli-temiz ayrımını daha da ilerlettiği; karar vermeyi, mental berraklığı, muhakeme yeteneğini ve rüyaları etkilediği; disfonksiyonda batında ağrı-distansiyon, kusma, kabızlık veya ishal gibi belirtilerin görülebildiği bildirilmektedir (2,4,5).
Kalın Bağırsaklar
Akciğerlerin eşi olan kalın bağırsakların ana fonksiyonlarının ince bağırsaklardan gelen yiyecek-içecekleri almak, bazı besin maddelerini ve sıvıları emmek ve anüs aracılığıyla atıkları, dışkı şeklinde dışarı atmak olduğu; defekasyon için gerekli olan enerjinin (qi’nin kalın bağırsaklara inişi) akciğerler ile sağladığı; akciğer qi eksikliği varsa kabızlık (yaşlılarda çok yaygın), tersine kabızlık varsa akciğerlerin iniş fonksiyonun bozulmasına bağlı olarak da nefes darlığı ve hipertansiyon; kalın bağırsak disfonksiyonu varsa ishal veya kabızlık gibi belirtilerin görülebildiği ifade edilmektedir (2,4,5,9).
Mesane
Böbreğin eşi olan mesanenin idrarın oluşturulması, depolanması ve atılması için gerekli olan işlevleri gerçekleştirdiği; kıskançlık, şüphe ve kin tutma gibi duyguları ve rüyaları etkilediği; disfonksiyonunda dizüri, idrar retansiyonu, sık idrara çıkma ve idrar tutamama gibi belirtilerin görülebildiği bildirilmektedir (2,4,5,9).
Üçlü Isıtıcı (San Jiao)
Zang-Fu organlar arasında boyutu en büyük olan üçlü ısıtıcının vücudun üç bölümünde faaliyet gösterdiği ve su metabolizmasının tüm işlevlerini koordine eden fonksiyonel bir oluşum olduğu; kalp ve akciğer fonksiyonlarının diafragma yukarısında faaliyet gösteren üst ısıtıcı tarafından; dalak ve mide fonksiyonlarının diafragma ile umbilikus arasında faaliyet gösteren orta ısıtıcı tarafından; böbrek, ince ve kalın bağırsaklar, mesane ve uterus fonksiyonlarının ise umbilikus aşağısında faaliyet gösteren alt ısıtıcı tarafından düzenlendiği bildirilmektedir. Karaciğer-böbrek ikilisinin aynı kaynağı kullandıkları ve sıkı fizyolojik ilişkiler içinde bulunduklarının bilindiği; GÇT’nda genellikle orta ısıtıcı’ya dahil edilen karaciğerin, bu nedenler ile alt ısıtıcı’ya dahil edilmesinin daha uygun olacağı da belirtilmektedir. Akyol’un yorumuna göre, “üst, orta ve alt ısıtıcı’lar, ilgili oldukları organ gruplarındaki su metabolizmasının hormonal-salgısal-enzimsel yönleri ile ilişkilidir” (2,4-7).
Zang Organlar
Kalp
En önemli Zang-Fu organ olduğu; esas olarak kanı, kan damarlarını ve zihni, bunun yanında nabzı, yüz görünümünü, terlemeyi, dili, konuşmayı, mutluluğu ve rüyaları etkilediği; beş elementten ateş ile ilgisi bulunduğu, disfonksiyonunda kalp atışlarının zayıf, nabzın zayıf- düzensiz ve yüzün soluk-mat olduğu belirtilmektedir (2,4,5,9-11).
Zihinsel faaliyetlerin temel dayanağı kan olduğu için kalbin, kan-damarlarını yönetme işlevi ile zihni kontrol etme işlevi arasında çok yakın ilişkiler bulunduğu; ruh, bilinç, düşünme, emosyonel duygular, uyku ve diğer mental faaliyetlerin kalp ve kan sağlığından etkilendiği; kalp kanı ve Yin’i yetersiz olursa zihnin beslenmesi zayıf kalacağı için ajitasyon, deliryum ve rüyalı uyku bozukluklarının görülebildiği bildirilmektedir (2,5,9-11).
Perikard
Kalbi çevreleyen ve koruyan bir zar olan perikardın, Zang-Fu teorisinde ayrı bir Yin organ olarak kabul edilmediği; kendi başına bir fonksiyonunun bulunmadığı; ancak kanal teorisinde ise kendine ait bir kanalının ve patolojilerinin var olduğu; ekzojen patojenik faktörler, kalbe saldırdığında ilk olarak perikardın etkilendiği; perikardın her iki işlevinin (kanı yönetme ve zihni barındırma) kalp ile aynı olduğu ve klinik olarak da perikard problemlerinde kalp hastalığındaki ile aynı belirtilerin görüldüğü; patojenik ısı perikarda saldırırsa koma ve deliryum gibi mental bozuklukların görülebildiği; perikard meridyenindeki noktaların zihin üzerine güçlü etkisi olduğu ve tedavide bunun göz önüne alınmasının yararlı olabileceği üzerinde durulmaktadır (2,4-7).
Akciğerler
Beş elementten metal ile ilgilisi bulunduğu ve qi ve solunumu yönettiği; cilt ve vücut kılları ile olan yakın ilişkisinden dolayı insanı çevreye bağlayan organ olarak bilindiği; dış etkenlere (soğuk-ısıya) son derece duyarlı olması nedeniyle hassas organ olarak da isimlendirildiği; kan damarlarını ve vücut sıvılarının akışlarını kontrol ederek kalp tarafından sağlanan kan dolaşımına yardım ettiği; burun, boğaz, ses telleri, ter, nem, ruh ve rüyalar üzerine etkili olduğu bildirilmektedir (2,4,5,9-11).
Su ve gıdalardan dönüştürülmüş temel qi ile inhale edilen qi’nin kombinasyonu olan torakal (kolektif, pektoral) qi’nin akciğerde oluşturulduğu; göğüste biriken torakal qi’nin boğaza doğru akması ile solunumun kontrol edildiği; torakal qi’nin kan damarları ile akciğerler arasındaki
bağlantılar yoluyla bütün vücuda dağıtıldığı; akciğer disfonksiyonunda öksürük, astım, ödem ve kabızlık gibi belirtilerin görülebildiği belirtilmektedir (2,4,5,9-11).
Dalak
Beş elementten toprak ile ilgisi bulunduğu ve sindirimin önemli organlarından biri olduğu; gıdalardan qi’nin (özün) transformasyon-transportunu (yiyecek-içeceklerin sindirilerek temel besin maddelerine dönüştürülmesi ve bunların emilerek tüm vücuda dağıtılması) ve atıkların ayıklanmasını sağladığı; kaslar, ekstremiteler, ağız, dudak görünümü, tat duyusu, düşünce ve rüyalar üzerine etkili olduğu; besinlerin yukarı doğru gönderilmesi, kan dolaşımının kontrol edilmesi ve çeşitli iç organların normal pozisyonlarında tutulması gibi faaliyetlere de katkıda bulunduğu yazılmaktadır (2,4,5,9-11).
Dalağın su metabolizması ve sıvıların vücuda dağıtılmasında önemli görevler üstlendiği; suyun dalaktan böbreğe gönderildiği ve mesaneden atıldığı; su metabolizmasının akciğerin dağıtım- iniş, dalağın ise transformasyon-transport fonksiyonları ile birlikte gerçekleştirildiği; dalak bozukluğunda ödem, balgam gibi bulguların görülebildiği belirtilmektedir (2,4,5,10,11).
Böbrekler
Üreme-büyüme-gelişimin kontrol edilmesi, özün depolanması, su metabolizmasının yönetilmesi, qi’nin alınması, iliğin üretilmesi, beynin beslenmesi, kemiklerin kontrol edilmesi, kanın üretilmesi, saç parlaklığının düzenlenmesi, alt iki açıklığın (dış genital-üretra ve anüs’ün) kontrol edilmesi ve kulağa açılma gibi işlevlerinin olduğu; irade gücü ve rüyaları etkilediği ve beş elementten su ile ilgisi bulunduğu bildirilmektedir (2,4,5,9-11).
İnsan vücudunu oluşturan, fonksiyonları düzenleyen ve yaşam kaynağı sayılan temel maddenin öz olarak isimlendirildiği; özün anne-babadan gelen konjenital öz ve gıdalardan dönüştürülen kazanılmış öz olmak üzere iki bölümünün bulunduğu; konjenital öz ile kazanılmış özün farklı kaynaklardan geldikleri, her ikisinin de böbreklerde depolandıkları ve birbirlerini destekledikleri; doğumdan önce konjenital özün, kazanılmış özün üretim potansiyelini oluşturduğu; doğumdan sonra ise kazanılmış özün, konjenital özü sürekli olarak desteklediği; ikisinin böbreklerde kombine edilerek insan vücudunun büyümesi, gelişmesi ve üremesi üzerine etkili olan “böbrek temel qi”nin meydana getirildiği; öz ve kanın birbirlerini üretebildiği; öz yeterli ise yeterli kanın yapılabildiği ifade edilmektedir (2,4,5,9-11).
Suyun dağıtılmasında, düzenlenmesinde ve metabolizmasında böbreğin önemli rol oynadığı ve “böbrek, suyun organıdır” denildiği; suyun mide tarafından alındığı ve transformasyon-
transportunun ise dalak tarafından sağlandığı; sıvının akciğerin iniş fonksiyonu ile aşağı doğru böbreğe ulaştırıldığı, burada böbrek Yang qi aktivitesi ile de berrak ve bulanık olarak iki bölüme ayrıştırıldığı; yararlı berrak sıvının akciğere geri gönderildiği, bulanık atık sıvının ise mesaneye ulaştırıldığı ve burada idrara dönüştürülerek atıldığı; su dağıtımının mide, dalak, ince bağırsaklar, kalın bağırsaklar, akciğer, mesane ve San Jiao fonksiyonları ile birlikte sağlandığı ve bu fonksiyonların tümünün böbrek ile organize edildiği; böbreğin anormal qi aktivitesinden mesane fonksiyonlarının olumsuz etkilendiği; böbrek Yang’ı yetersiz ise vücutta su tutulmasına bağlı olarak oligüri, anüri, ödem; böbrek Yin’i yetersiz ise poliüri, inkontinans, enürezis gibi belirtilerin görülebildiği bildirilmektedir (2,4,5,9-11).
Kemiklerin böbrek özünden oluşturulan ilik ile beslendiği; kemik iliği ile omuriliğin birlikte “ilik” olarak adlandırıldığı; beyne “ilik denizi (ilik deposu)” denildiği; böbrek özü yetersiz ise bel bölgesi ve dizlerde ağrı-zayıflık, alt ekstremitelerde güçsüzlük-atrofi-parezi, kolay oluşan kemik kırıkları (özellikle yaşlılarda), çocuklarda gelişim bozukluğu ve fontanel kapanmasında gecikme gibi belirtilerin ortaya çıkabildiği; dişlerin kemiklerden derive olduğu; böbrek özü zayıfsa dişlerde düzensizliklerin ve erken yaşta kayıpların görülebildiği yazılmaktadır (2).
GÇT’nda anterior ve posterior olmak üzere iki Yin açıklılığının tarif edildiği; anterior (üretra- dış genital) açıklığın, idrar ve üreme ile; posterior (anüs) açıklığın ise defekasyon ile ilgili olduğu; böbreklerin meridyenler ile vücuttaki üç açıklığa (yukarıda kulaklara, aşağıda dış genital ve anüse) bağlandığı bildirilmektedir (2,5,9,11).
Karaciğer
Kanın depolanması, qi akışının düzenlenmesi, sindirimin desteklenmesi, kan dolaşımının ve sıvı metabolizmasının desteklenmesi, tendonların kontrol edilmesi, tırnak sağlığının düzenlenmesi, duyguların harmonize edilmesi, ruhun barındırılması, menstrüasyonun düzenlenmesi, safra salgısının kontrol edilmesi, gözlere açılma (meridyenleri aracılığıyla göz sistemine bağlanma) ve rüyaları etkileme gibi işlevlerinin bulunduğu; kanı depolaması ve dolaşımdaki kan hacmini etkilemesi nedeniyle “kan denizi (kan deposu)” olarak adlandırıldığı; beş elementten odun ile ilgili olduğu; disfonksiyonunda bulanık görme, gece körlüğü, tendon- kas spazmı, hareket bozukluğu, bacaklarda uyuşukluk, oligomenore, amenore ve uterus kanamaları gibi belirtilerin görülebildiği bildirilmektedir (2,4,5,9-11).
Ekstra Fu Organlar
Uterus, beyin, ilik, kemikler, kan damarları ve safra kesesinin altı Ekstra (Extraordinary, Irregular, Olağanüstü) Fu organ olarak adlandırıldığı; bunların kan, safra, ilik gibi bazı rafine özlerini depoladıkları için Yin organlara, ama morfolojik olarak içleri boş olduğu için de Yang organlara benzetildiği, ancak Zang organlar gibi fonksiyonlarının kompleks olmadıkları ve Fu organlar gibi de doğrudan yiyecek-içeceklerden esansiyel maddeleri almadıkları; Zang-Fu organları ile yakından bağlantılı oldukları için Zang-Fu organların topografisi ve fizyolojisine entegre edilmeye çalışıldığı vurgulanmaktadır (1,2,4).
Uterus
Ekstra organların en önemlisi olduğu; menstrüasyonu, fetal beslenmeyi ve gebeliği düzenlediği; chong kanalı, ren kanalı ve böbrekler ile yakın ilişkileri bulunduğu; normal işlevlerinin chong ve ren kanallarındaki qi ve kan ile sağlandığı; bu qi ve kanda yetersizlik varsa düzensiz menstrüasyon, amenore ve infertilite gibi belirtilerin görülebildiği bildirilmektedir (2,4).
Kanın kalp tarafından yönetilmesi, karaciğer tarafından depolanması ve dalak tarafından kontrol edilmesi nedeniyle uterusun, bu organlar ile çok yakın ilişki içinde olduğu; bu organlardan kaynaklanan kan bozukluklarının uterus fonksiyonlarını doğrudan etkilediği; karaciğer kanı ile uterus arasındaki ilişkinin pratik uygulamalarda çok önemli olduğu; öte yandan böbrekler zayıfsa düşük ihtimali ve infertilite gibi üreme bozukluklarının görülebildiği; uterusun chong kanalı aracılığıyla mide ile bağlantılı olduğu ve bu bağlantının uterusu etkileyerek sabah bulantılarına yol açabildiği belirtilmektedir (2).
Beyin
Beş duyu ve mental faaliyetlerin beyin ile kontrol edildiği yazılmaktadır (2,4).
İlik
Böbrek özü tarafından üretilen iliğin, kemik iliğinin üretilmesi ve beyin-omuriliğin beslenmesi gibi işlevlerinin olduğu belirtilmektedir (2).
Kemikler
Böbrekler ile kontrol edilen kemiklerin kemik iliğini depoladıkları için ekstra organ olarak sayıldıkları; böbrek özünde eksiklik varsa zayıf oldukları ve kolay kırıldıkları, kırıklarının iyileşmesine yardımcı olabilmek için böbreklerin tedavi edilmesinin uygun olabileceği bildirilmektedir (2).
Kan Damarları
Etiyoloji
Doğu (Çin ve Kore) tıbbında, uzun zamandır klinik uygulamalar ve deneyimlerle vücudun dengesizlikleri sağlayan birçok faktörlerin var olduğu ve bunların hastalığın nedeni olduğu fark edilmiştir. Dolaysıyla, vücudun homeostazine dengesizliği sağlayan faktörler araştırılmasıyla semptomlara dayanarak hastalığın nedeni belirtilmiştir (1).
Hastalığın nedenleri ‘Huangdi Neijing LingShu’ adlı kitapta “Bütün hastalıklar soğuk hava, yağmur, rüzgâr, yaz sıcaklığı, duygu bozukluğu, uygunsuz beslenme, aşırı yorgunluk, çevre kirliliğinden gelir” diye yazılmıştır (2). Buna ek olarak fiziksel egzersiz eksikliği, travmatik yaralanmalar ve kan dolaşım bozukluğu da hastalığa yol açabildiği belirtilmiştir (3).
Basit bir şekilde hastalığın nedeni üçe ayrılır. Birinci dış etkenler (rüzgâr, soğuk, yaz sıcaklığı, nem, kuruluk, ateş), inkinci iç etkenler (öfke, neşe, kaygı, dalgınlık, üzüntü, şaşkınlık, şok) ve üçüncü ne dış ne iç etkenlerdir (4). Eski çağlarda birçok hastalığın isimleri etiyoloji tanısı ile ilgilidir. Bununla birlikte, görülen semptomlara göre hastalığın nedeni ve adı belirtilmiştir. Bu yüzden antik ve modern etiyoloji anlayışları arasında farklık bulunmaktadır (4).
Dış etkenler (Rüzgâr, Soğuk, Yaz sıcaklığı, Nem, Kuruluk, Ateş)
Doğu Tıbbin etiyolojisi ‘Huangdi Neijing SuWen’ adlı kitapta “İnsan ve doğa birbirine uyum sağlar” diye açıklanan esasına dayanarak ilerlemiştir. Özellikle hava durumun anormal değişimleri hastalıklara yol açmaktadır. Buna dış etkenler denir (2,4). Aşırı iklim değişiklikleri ile düşük direnç gücü hastalığa yol açar. Cilt, ağız ve burun yoluyla dışarıdan gelen altı patojenik faktörlerin tümü vücudu etkiler (3).
Rüzgâr
Rüzgâr hastalığın nedeni olarak birincil dışsal patojenik faktördür (3). Hızlı hareket eden ve sıkça değişen rüzgârın özelliği gibi hızlı ilerleyen ve semptomlar değişen hastalıklar, rüzgâr nedeni ile oluşturulduğu tıp kitaplarında ifade edilmiştir (5).
Rüzgâr yukarı doğru hareket eden Yang patojenik faktördür (3). Rüzgâr ilk olarak vücudun üst kısmını vurur (5). Örneğin, dışsal patojenik rüzgârdan dolayı soğuk algınlığı ortaya çıkmışsa baş ağrısı, burun tıkanıklığı, kaşıntı ya da boğaz ağrısı gibi semptomlar görüşmektedir.
Klinik belirtiler - Ateş, rüzgârdan kaçınma, terleme, kuru ve kaşıntılı boğaz ağrısı, öksürük, burun tıkanıklığı ve akıntı, yüzeysel nabız.
Bu semptomlar vücudun yüzey kısmı ve akciğerin dışsal patojenik rüzgâr tarafından hasar olduğudan kaynaklanır. Dışsal patojenik rüzgâr deri ve kasları saldırdığında, Wei(savunmacı)Qi vücut yüzeyini korumaya başarısız olur ve terleme ve rüzgârdan kaçınma gibi semptomlar ortaya çıkar.
‘Huangdi Neijing SuWen’ adlı kitapta rüzgâr ve karaciğer, kaslar hep beraber bağlı olduğu söylendi (5). Dolaysıyla rüzgârın kaslara dokunması açıklanmıştır (2). Yani rüzgâr, motor bozukluğu veya konvülsiyon, spazm ve dört kol ve ayakların titremesi ve boyun sertliği ile anormal hareketinin nedeni olur. Bu kavram, karaciğerin kan ve enerji ilgili mekanizmasının karaciğer ve kasların ilişkisine bağlı olmasında kaynaklanır. Demek ki karaciğere bağlı olan rüzgârın kaslara zarar verdiği indüklenmiştir. Spazm veya felç gibi kaslara ilgili hastalıklar ortaya çıktığı zaman nedeni rüzgâr olarak saptanmıştır ve ona göre tedavi edilmiştir (2).
Rüzgâr bazen diğer patojenik faktörlerle birlikte hastalığın nedeni oluşturulmaktadır. Örneğin, rüzgâr nem ile birlikte hastalığın nedeni olursa göz ve yüz şişmesi, balgam oluşturulması gibi patolojik semptomlar görülmektedir.
Soğuk
Soğuk kışın baskın Qi’si olduğu için en çok kışın yaygındır. Terledikten sonra soğukta maruz kalma, yağmura yakalanma veya ince kıyafetler giyiyor olması gibi durumlarda soğuk bedene etkiler (6). Soğuk, Yin zararlı Qi olarak bedene girdiğinde kan ve Qi dolaşımını engeller (2). Demek ki, Qi ve kan dolaşımı rahatsızlığına, damarlarının ve tendonların kontraktürüne neden olabilir. Bu nedenle patojenik soğuk hastalara ağrıları getirir (7).
Klinik belirtiler - Sindirim sistemine girerse, kusma, ishal, karın ağrısı gibi sıkıntılar ortaya çıkmaktadır.
Akciğer cilt ve saçlarla bağlıdır (5). Soğuk vücudun yüzey kısmı bloke ederse Wei(savunmacı) Qi ’nin işlevi düşüm olur. O zaman akciğer Qi de iyi hareket etmediği için burun tıkanıklığı, akıntısı, öksürük ve astım gözlenir. Soğuk Qi ve kan dolaşımı engellediği için baş ağrısı ve bedensel ağrı sıkça görülür.
Yaz sıcaklığı
Yaz sıcaklığı yaz döneminde oluşan ana patojenik faktördür (5). Yüksek sıcaklıkta ve güneşte maruz kalma nedeni ile kaynaklanır. Qi ve Yin, yaz sıcaklığında tüketilir (3). Yaz sıcaklığı yukarıya doğru hareket etmesi ve dağılım ile karakterize edilir.
Yaz sıcaklığı vücut içine girdiğinde ateş, susamışlık ve terleme gibi belirtiler ortaya konmaktadır (2). Yaz sıcaklığı başa etkilendiğinde sersemlik hissi, baş dönmesi, aşırı terlemeye neden olur. Aşırı terleme, Qi ve vücut sıvısını tüketir. Bundan dolayı susamışlık ve ağız kuruluğu, kabızlık, koyu ve konsantre idrar gibi belirtiler gözlenir.
Klinik belirtiler - Ateş, aşırı terleme, sinirlilik, susamışlık, nefes darlığı, halsizlik, koyu idrar, hızlı nabızdır (5).
Nem
Dışsal patojenik nem vücudu vurduğunda, bedenin alt kısmında hastalık başlar. Bu nem faktörün ağır karakterini gösterir. Bedenin alt kısmında hastalık başladığı için Yin karakteri içerir (5).
Nem, sıcak ve yağmurlu yaz sonunda en çok görülen patojenik faktördür (6). Aynı zamanda nemli koşullarda veya nemli yerlerde de bulunur.
Klinik belirtiler - Baş dönmesi, baş ve göğüsün ağır hissi, karın şişkinliği, kabızlık , idrar azalması, egzama ,anormal vajinal akıntı ve kalın paslı dil gibi belirtilere sahiptir (3,6).
Nem Qi’nin fonksiyonu durdurur ve dalak işlevine zarar verir (2). Dalak kuru bir ortamda iyi hareket eder ve nemli bir ortamda hassastır. Bu nedenle nem vücudun içeriye girince dalak yang Qi’sine zarar verir. Dalağın vücuttaki taşımacılığında negatif etkilendiği için karın şişkinliği, ishal, ödem, basın ağır hissi, boyun sertliği çıktığı belirtilmiştir (2).
Kuruluk
Kuruluk son baharda sıkça görülen patojenik faktördür. Patojenik kuruluk, vücut sıvılarını tüketerek vücudun Yin kısmı azaltır. Kuruluk vücudun içine girdiğinde akciğerin Yin sıvısı tüketilir (2).
Kuruluk Qi’nin dağılma ve iniş fonksiyonu bozukluğuna yol açtığı için kıvamlı balgam, kuru öksürük gibi belirtiler meydan gelmektedir. Özellikle çok zayıf ihtiyarlarda sıkça kuru öksürük görülmesi patojenik kuruluktan kaynaklanmıştır.
Klinik belirtiler - Ağız, dudak, burun ve dil kuruluğu, kuru ve çatlak cilt ve kabızlıktır. Kuruluk akciğer rahatsızlığına yol açar (6).
Ateş
Sıcaklık yazın sıkça görülen bir patojenik faktördür (3).
‘Huangdi Neijing Suwen’ adlı kitapta “YinYang’ın dengesizliğinden gelen fazla Yang Qi vücutta sıcaklığın nedeni oluşur ve öz Qi’ye zarar verir.”diye açıklamıştır. Ateş devam edilirse vücudun enerjisi azaldığı belirtilmiştir. Sıcaklık, akciğer, mide ve kalp organına etki verir (2).
Sıcaklığın proses yönü yukarıya doğru olduğu için, klinik bulguların çoğu baş ve yüz bölgelerinde görülmektedir.
Klinik belirtiler - Ateş, susamışlık, aşırı terleme, kuru dudaklar ve boğaz, kabızlık ve karanlık, koyu idrardır.
Sıcaklıktan dolayı psikoloji problemler de ortaya çıkabilir; sinirlilik, anksiyete, uykusuzluk, hatta mani ve baygınlık (5).
İç etkenler (Öfke, Neşe, Kaygı, Dalgınlık, Üzüntü, Şaşkınlık, Şok; 7 duygu bozukluğu)
Doğu tıbbında bütün duygular 7 çeşit olarak ayrılabilir; öfke, neşe, kaygı, dalgınlık, üzüntü, şaşkınlık ve şoktur (3). İç organlar, hastalık ve zihinsel aktivitesinin ilişkisi çok önemlidir (2). Buna göre herhangi organa ait duygular bulunmaktadır. Örneğin, karaciğer – öfke, şok - böbrek, dehşet- böbrek/kalp, neşe- kalp, dalgınlık- dalak, kaygı- dalak/akciğer, üzüntü- akciğer gibidir. Normal bu duygular uzun zamanla patojenik duygusal faktörlere dönüşülürse bu patojenik duygular iç organlara zarar verebilmektedir.
Patojenik duygu bozuklukları Qi’nin hareketlerini engeller. Örneğin, kişi öfkeliyse Qi yükselir. Neşeliyse Qi yavaşlar. Üzülürse Qi azalır. Korkarsa Qi alçalır. Dehşetliyse Qi dağılır. Düşünceye dalarsa Qi tutulur. Bir de duygular ve organlar birbirine bağlıdır: öfke karaciğere aittir (5).
Hastanın duygusu çok stresli ya da uyarıya çok hassas ise bu duygular hastalıklara yol açar. Bu duygu bozuklukları endojen hastalıkların başlıca patojenik faktörleridir (5).
7 duygu bozukluğu, iç organlardan karaciğer, kalp ve dalağına çok etkilenir. Örneğin, kaygı ve üzüntü kalp ve dalağına zarar verir. Bunalım ve öfke karaciğer ve dalağına zarar verir. Duygu bozukluğu kavramı sadece zihin ve bedenin ayrı olmaması değil aynı zamanda hastalığın bütünsel tedavi önemi gösterilmektedir.
Ne dış ne iç etkenler
Nokta seçimi
Akupunktur nokta seçimi, akupunktur tedavisi ile ilgi baştan sonuna kadar yapılan bütün aktivite demektir.
Nokta seçiminin temeli
İçerik
Klinkte akupunktur nokta seçimi sadece akupunktur yerin belirtilmesi değil, akupunktur noktaların kombinasyonu yöntemi, kuvvetlendirme ve zayıflatma yöntemi ve akupunktur iğne batma sıra seçimi, batırma yöntemi v seçilen noktaların uygulama yöntemi dahildir (1).
Noktaların sayısı
Bazılarına göre iğne sayısı hastalığın seviyesile belirtilir. Hafif hastalıklar için az sayıda iğne kullanılır, ağır hastalıklar ise çok sayıda iğne kullanılır (1). Fakat Kore’nin geleneksel akupunktur yöntemleri olan beş element akupunkturu (Sa-am akupunturu), konstitüsyon akupunkturu, Cho-sun akupunkturuna göre hastalığın seviyesine alakasız bir biçimde iğne sayısı sabittir. Hatta iğne sayısı seçilen tedavi metotuna göre değişir.
İlke
Nokta seçiminde, hastalığın nedeni ve hastalığın yeri hangi organ ve meridyende olduğu doğru şekilde bulunması en önemlidir (2). Mesela baş ağrısı için bu noktalar ve karın ağrısı için şu noktalar gibi ezberleyerek akupunktur uygulama tercih edilmemelidir (3). Çünkü hastalığın adı aynı olsa da nedeni farklı olabildiği için nedeni doğru bulup akupunktur uygulama gerekmektedir.
Bu sebeple akupunktur uygularken ilk olarak hastalığın nedeni ve yeri bulunmalıdır. Sonra bedensel ve ruhsal Qi kontrolüne dikkat edilmelidir.
1) Bedensel ve Ruhsal Qi kontrölü
Bütün akupunktur tedavisinin baş hedefi Qi’nin kontrol edilmesidir.
Huangdi Neijing Suwen ve Lingshu kitabında akupunktur mekanizmasında Qi kontrolü en çok önemlidir. Qi kontrolü, meridyen ve organların Qi dengesizliği değiştirilerek homeostazi haline getirilmesi anlamına gelir. Hem de, akupunktur aracılığıyla hastanın zihini etkilenip Qi dolaşımı dengeli bir haline getirilmesi anlamına gelir. Bundan dolayı akupunktur tedavisi
Safra kesesi-GB meridyeni gözün dış köşesinden başlar (GB 1) şakak ve enseden geçer, burada bir halka meydana gelir, omuz eklemi yanından geçerek koltuk altı büküşüne iner, gövde ön tarafta kırık bir hat yaratır, bacağın dış yanından aşağı doğru iner, dış malleolün iç yanından inerek 4. Parmağın tırnak kökünde sonlanır(GB 44).
Safra kesesi meridyeni Yang meridyenidir. Vücutta çift yanlı simetrik bulunur, 44 noktası bulunmaktadır. Enerjisini Sanjio dan alıp eşlenik meridyeni olan karaciğer meridyenine vermektedir. Governor vessel meridyenine bağlıdır.
Fonksiyonel ve enerjetik özellikleri: Sinir sistemi, adale ve eklemlere etki gösterir. Psişik etkileri bulunur, karalılık ve dengeli olmanın organıdır. Mücadeleciliği ve cesareti tetikler, Karaciğer ise hilenin organıdır.
Başlıca kullanıldığı sistemik hastalıklar: Safra kesesinde diskinezi, kolesistit, mide barsak kanalında fonksiyonel bozukluk.
Meridyen boyunca yerleşik somatik organ patoloji ve hastalıkları, öksürük ve nefes darlığı (bronşiyel astım), Dismenore, pelvis organları hastalıkları, epileptik nöbetlerdir.
En çok tavsiye edilen noktalar: GB 1,2, GB 37 (gözler için distal nokta); Göz hastalıkları, GB 14; Migren, frontal baş ağrısı, GB 20, 21, GB39; (Servikal ağrı için distal nokta); Servikal spondiloz, oksipital baş ağrısı, otonom sinir sistemi regülasyonu amaçlı, GB 30; Siyatalji ağrılarında, GB34: Kas ve tendonlardan kaynaklanan ağrılar, bel ağrısı, GB41 (kulaklar için distal nokta) GB40, 41 Yaygın vücut ağrısında distal noktalar olarak tedavide kullanılması önerilmektedir.
GB 20 ile birlikte BL 10 lar (oksipital bölgede yerleşik) bilateral iğnelenirse otonom regülasyon, beyin dolaşımı servikal ağrılar da yararlı olduğu bildirlmektedir.
Karaciğer Meridyeni ve bazı Noktaları
Karaciğer-LR meridyeni ayak başparmak tırnak kökünün lateralinden başlar (LR1), ayak bileğinin iç tarafından yukarı doğru diz mediali, baldır, basen ve karnın ön tarafından 11 kostanın serbest kenarına doğru çıkar 6. İnterkostal aralıkta ikinci hatta biter (LR14).
Yin meridyenidir ve conception vesel meridyeni ile bağlantılıdır. 14 noktası vardır. Enerji akışı distalden merkeze doğrudur. Enerjisini safra kesesi meridyeninden alıp akciğer meridyenine verir.
Fonksiyonel ve enerjetik özellikleri: Kanı saklar transportunu regüle eder, psişi ve sindirim üzerine etki eder. Kas tonusuna ve kirişlerin durumuna etki eder. Gözler karaciğerin aynasıdır, pıprıltısı ise tırnaklardan belli olur. Genital organlara etki yapar, fonksiyonlarını düzenler, meridyenin enerjisi yetersizse tırnaklar kırılgandır, vücut kokusunda kötüleşme, ciltte kaşıntı, döküntü alerji oluşur. Hüzün ve düzensiz yaşam LR meridyeninin dengesini bozar.
En çok kullanıldığı hastalıklar; sindirim sistemi, baş ağrılrı, migren ve meridyen boyunca somatik organ ağrıları, ürogenital sistem hastalıkları, dermatozlar ve akcipüğer hastalıkları.
LR3, LI4 le birlikte 4 kapı diye ifade edilir; obesitede ve genel ağrı tedavisinde, LR8 noktaları LI4 ile bilateral iğnelenir, diz ağrısında kullanılmaktadır.
Gaverning Vessel (DU)-GV
Os koksiksten başlar dorsal bölge orta hattan boyun ve oksipital bölgeyi geçerek, baş orta hyıpttan burun filtrum ve üst dudakta sonlanmaktadır. 26 noktası vardır. 6 Yang organ ve meridyenin temsilcisidir. Sinir sistemi üzerinde önemli kontrolü bulunmaktadır. Lumbar ve skaral bölge noktaları lumbago ve bel ağrılarında, Dorsal ve servikal bölgedeki noktalar goraks ağrıları, spondiloartrozlar, interkostal nevralji, degeneratif disk hastalıkları veservikal ağrılar, immün defisiensi, infeksiyöz hastalıklar, Kranial bölgedeki noktalar, migren, cluster headache, psikosomatik ağrılar, mental ve psişik porblemlerde etilidir, GV 20 noktası (başın orta hatta tam üzerinde) en önemli harmonizan noktdır. Ve her akupunktur seansında kullanılması önerilmektedir.
Meridyenin bazı önemli noktaları;
GV 4; bel arkasında orta hatta L 2-3 vertebra spinoz proses arasında GV 13 sırt orta hatta torakal 1 vertebra spinoz proses altında
GV 14 sırt orta hatta servikal 7 vertebra spinoz proses altında
GV 19, 20 Baş üzerinde orta hatta bulunmaktadır. Genel psikosomatik harmonizan noktalar,
GV 26 üst dudak filtrumda yerleşiktir. Akupunktur iğnelemesine bağlı gelişen şokun (fainting) atlatılmasında, epilepsi atağında etkin bir nokta olarak bilinmektedir.
Conception Vessel (REN)- CV
Tablo 2. Organların, Front-Mu noktalarının ve Dermatomların Sempatik ve Parasempatik Sinirlerle İnnervasyonu (19)
Front-Mu
Noktası
Dermatom
İlgili İç Organ
Sinir Liflerinin Segmental
Dağılımı
Lu 1
T1
Lung
T1-T4 sempatik
Ren 17
T4
Pericardium
T1-T5 sempatik
Ren 14
T6
Heart
T1-T5 sempatik
Liv 14
T8
Liver
T8-T11 sempatik
Ub 24
T9
Gall bladder
T8-T11 sempatik
Liv 13
T11
Spleen
T8-T11 sempatik
Ren 12
T8
Stomach
T5-T12 sempatik
Ub 25
T12
Kidney
T10-L2 sempatik
St 25
T10
Large intestine
T8-L2 sempatik
Ren 4
L1
Small intestine
T8-L2 sempatik
Ren 3
L1-S4
Bladder
T11-L2 sempatik
S2-S4 parasempatik
Bazı uzmanlık alanlarında akupunktur kullanımına yönelik uzman görüşleri:
AKUPUNKTUR UYGULAMASININ ENDİKASYONLARI
Prof.Dr. Kaya Özkuş
İstanbul Üniversitesi Cerrahpaşa-Cerrahpaşa Tıp Fakültesi
Akupunktur, etki mekanizması açısından değerlendirildiğinde, kanıta dayalı tıbba uyum sağlayabilecek bilimsel bir tedavi yöntemidir. Autonomic Neuroscience dergisinde 2000 yılında yayınlanan bilimsel çalışma, akupunkturun iğne uyaranları aracılığıyla limbik sistemin daha düzenli çalışmasını sağlayarak organ fonksiyon bozukluklarını iyileştiren bir tedavi yöntemi olduğunu göstermiştir. (1) Organ fonksiyon bozukluklarından kaynaklanan sorunlarda akupunkturun iyileştirici etkisi klinik deneyimlerle de sabittir.
Dünyada ve ülkemizde yapılan bilimsel çalışmalar incelenerek hazırlanan bu yayının amacı; akupunkturun etkilerini, bilimsel araştırmaların sonuçlarıyla kanıta dayalı tıp açısında ortaya koyabilmek ve ülkemiz insanının akupunkturdan daha yaygın olarak faydalanabilmesini sağlamaktır.
Akupunktur ve Baş Ağrısı
2015 yılında Headache dergisi, insanların baş ağrısı sebebiyle yılda milyonlarca dolar harcadığının, okul ve iş düzenlerinin bozulduğunun ve hayat standartlarının düştüğünün altını çizmektedir. Buna karşın, bu güne kadar migren ataklarının sayısını azaltacak hiçbir ilaç bulunamamıştır. ABD’de bugüne kadar migreni önlemede akupunkturun etkisini değerlendiren birçok araştırma yapılmıştır. Michigan Baş Ağrısı ve Nöroloji Enstitüsü’nden Arnaldo Neves Da Silva, bu araştırma sonuçlarını derleyen meta-analizinde akupunktur yönteminin, güvenilir, uzun vadede etkisini sürdüren, maliyeti düşük ve etkin bir yöntem olduğu sonucuna varmıştır. (2)
Almanya’da 2012 yılında migren hastalarında 6 haftalık 11 akupunktur tedavisinin ve 6 ay boyunca her gün alınan β-blocker ilaç tedavisinin sonuçları karşılaştırılmıştır. İlk olarak 794 migren hastası üzerinde yapılan araştırmada, aynı ekip tarafından 20 defa, toplam 4419 katılımcı ile tekrarlanmıştır. Bulgular, akut migren ağrılarında akupunkturun en az ilaç tedavisi kadar etkili olduğunu kanıtlamıştır. (3)
Migren hastalarında fonksiyonel manyetik rezonans görüntülemeyle (fMRI) elde edilen verilerde istirahat hali beyin içi iletişim yollarında fonksiyonel ve yapısal anormallikler gözlemlenmektedir. Akupunkturun etkisini değerlendirmek için 12 aurasız migren hastasının sağ frontoparietal fasciculusu 4 haftalık akupunktur tedavisi sonrasında istirahat hali fMRI yöntemi ile görüntülenmiştir. Karşılaştırma için 12 sağlıklı birey de aynı yöntemle incelemeye alınmıştır. Araştırma sonucunda migren hastalarının sağ frontoparietal fasciculusunun fonksiyonel aktivasyonunda sağlıklı bireylere göre ciddi bir düşüklük tespit edilmiştir. Fonksiyonel aktivasyonundaki düşüklük ile migren ağrı şiddetinde ve sıklığı arasında negatif korelasyon olduğu anlaşılmaktadır. Akupunktur uygulamasının akabinde sağ frontoparietal bölgede fonksiyonel aktivasyon normal düzeye yükselmiş ve buna bağlı olarak migren ataklarının azaldığı tespit edilmiştir. (4)
Aurasız migrende akupunktur tedavisinin olumlu sonuçlarını gösteren bir diğer araştırma da Çin’de 5 hastanede 140 aurasız migren hastası üzerinde yapılmıştır. Hastaların yarısına haftada 3 kere akupunktur tedavisi uygulanmış ve placebo ilaç verilmiştir. Kontrol gruba ise sham akupunktur uygulanmış ve flunarizin ilaç verilmiştir. 0, 4 ve 16. haftalarda yapılan kontrollerde her iki gruptaki hastaların ağrı şiddetindeki benzer derecede azalma görülürken, akupunktur uygulanan grupta daha az migren atağı tespit edilmiş.(5)
Strese bağlı gerilim tipi baş ağrısında akupunkturun etkisini ölçen bir diğer araştırmada, 2317 hastaya 11 seans akupunktur tedavisi uygulanmış ve çok şiddetli baş ağrılarının dışında ağrı kesici ilaç kullandırılmamıştır. Akupunktur uygulanan grupta baş ağrılı gün oranı %50 azalırken, aynı oran kontrol grupta %16’da kalmıştır. Sonuç olarak akupunkturun gerilim tipi baş ağrılarında atakları azaltarak etkin sonuç veren değerli bir tedavi yöntemi olduğu belirtilmiştir. (6)
Adet dönemi baş ağrıları da dönemsel olarak kadınların hayat kalitesini oldukça düşüren rahatsızlıklardan biridir. Randomize seçilmiş 5 hasta deney ve kontrol grup olarak belirlenmiştir. 3 adet dönemi boyunca deney gruba vücut akupunkturu, kontrol gruba flunarizin içerikli ilaç verilmiştir. Hastaların serum prostaglandin F2α ve plasma arginine vasopressin oranları sağlıklı bireylerinkine göre değerlendirilmiş ve tedavi öncesi ve sonrası veriler karşılaştırılmıştır. Adet dönemi baş ağrısı olan hastaların serum prostaglandin F2α ve plasma arginine vasopressin oranları sağlıklı bireylere göre yüksek çıkmıştır. Tedavi sonrasında her iki grubun verilerinde de düşüş olmuştur. Ancak, akupunktur tedavisi olan hastalarda %95,4
oranında düzelme görülürken, kontrol grupta bu veri %81’de kalmıştır. Araştırma sonucu olarak akupunkturun anormal seviyedeki serum prostaglandin F2α ve plasma arginine vasopressini düzenlediği ve buna bağlı baş ağrısını giderdiğini belirtmiştir. (7)
Akupunktur ve Obezite
International Journal of Neuroscience dergisinde yayınlanana ve Türkiye’den bilim insanları tarafından yapılan meta analizinde akupunkturun obezite üzerindeki olumlu etkisini kanıtlayan birçok araştırmaya yer verilmektedir. Akupunktur iştahı, bağırsak hareketini, metabolizmayı ve stres üzerinde etki ederek kilo vermeye destek olduğu görülmektedir. Araştırmalar akupunkturun hipotalamusun ventromedial çekirdeğinde nöral aktiviteyi, midedeki düz kas kasılmasını ve enkephalin, beta endorphin ve serotonin salgılarını artırdığı tespit etmektedir. Akupunktur ayrıca ventromedial çekirdekteki doyma merkezini uyarmaktadır. N. vagus’un uyarılması ve serotonin seviyesinin yükselmesi mide kasılmalarını artırarak iştahı dengelemektedir. Ayrıca sentezlenen araştırmalarda akupunkturun; beta endorfin salgısının artırdığı ve stres kontrolüyle vücut enerji birikimlerini ve yağ yakımını harekete geçirerek zayıflamayı hızlandırdığı bildirilmektedir. (8)
2014 yılında son 6 ay boyunca hiçbir obezite tedavisi olmamış 91 hasta (BMI>23) üzerinde yapılan araştırmada deney grubuna 8 hafta boyunca akupunktur tedavisi uygulanmıştır. 4 ve 8. Haftada vücut kitle endeksi, kilo, vücut yağ oranı ve kan basıncı üzerinden sham akupunktur olan kontrol grupla karşılaştırma yapılmıştır. Deney grubunda hastaların vücut kitle endeksinde
%5.9’luk azalma tespit edilmiştir. Bu veri, kontrol gruba göre istatistiki önem arz etmektedir. (9)
Akupunkturun obezite üzerindeki etkisini ve tedavi sonrası kilo verme durumunu incelemek üzere 204 hasta üzerinde yapılan bir diğer araştırmada ilk 6 hafta boyunca deney grubuna düşük kalorili diyetle birlikte akupunktur uygulanmıştır. Bu süreçte kontrol grubuna sham akupunktur uygulanmıştır. 6 hafta sonunda hastalar sadece düşük kalorili diyetle devam etmişlerdir. 6 ve
12. haftalarda antropometrik ve yağ oranları, serum anti-heat shock protein (Hsp)-27, 60, 65, 70 ve C-reactive protein (hs-CRP) seviyeleri ölçülmüştür. Her iki grupta da hastaların ilk 6 haftada, akupunktura devam edilmeyen döneme göre antropometrik verilerinde daha anlamlı bir düşüş olmuştur. Ancak deney grubun serum anti-heat shock protein (Hsp)-27, 60, 65, 70 oranları ve zayıflama trendinin devamlılığı kontrol gruba kıyasla daha verimli sonuçlar vermiştir. Sonuç olarak düşük kalorili diyetle birlikte akupunktur tedavisinin kilo vermeyi
desteklediği belirtilmiştir. Ayrıca deney sırasında akupunkturun immünomodülatör etki yaptığı da gözlenmiştir. (10)
Akupunktur ve Tüp Bebek Uygulaması
Akupunkturun IVF tedavisindeki yararını gösteren ilk çalışma 2002 yılında Fertility and Sterility dergisinde yayınlandı. 160 hastada üzerinde yapılan bu araştırmada 80 hasta embriyo transferinden 25 dakika önce ve sonra akupunktur tedavisi olmuş, 80 hastaya ise akupunktur tedavisi görmeksizin transfer yapılmıştır. 6 hafta sonra 80 akupunkturlu hastanın 34 tanesinin (%42.5) klinik hamile olduğu belirlenmiştir. Akupunktur tedavisi görmeyen kontrol grupta ise 80 hastadan sadece 21 tanesi (%26.3) hamile kalmıştır. IVF tedavileri açısından önemli olan bu araştırma akupunkturun hamileliği kolaylaştırıcı bir yöntem olduğu göstermektedir. (11)
Son dönemde, IVF embriyo transferi yapılan hastaların endometriyal yapıları ve hamilelik durumları üzerinde akupunktur tedavisinin etkisini anlamak adına birçok araştırma yapılmaktadır. Bunlardan en yakın tarihli olanında 114 hastaya yumurtlamanın başından transfer zamanına kadar en az 3 akupunktur tedavisi uygulanmıştır. Akupunktur uygulanan gözlem grubunda hCG (human chorionic gonadotropin) endometriyal oran ve yüksek kaliteli embriyo oranı daha yüksek çıkmıştır.
Sonuç olarak, akupunkturun östrojen seviyesini, yüksek kalite embriyo oranını artırarak ve endometrial kan akış durumunu ve morfolojisini geliştirerek endometriyal hassasiyeti/kavrama gücünü artırdığı, bu sebeple de IVF embriyo transferi için önemli bir destekleyici tedavi olduğu belirtilmektedir. (12)
Tüp bebek tedavisinde başarısız sonuçlar sadece yetersiz yumurta sayısından kaynaklanmamaktadır. Bazen yumurta gelişimi için kullanılan folikül uyarıcı hormon ( FSH ) kadınlarda hiperstimulasyon sendromuna (yumurtalıkların aşırı uyarılması) sebebiyet verebilmektedir. Yumurtaların aşırı uyarılması, interlökin-6 ve serum E2 oranını aşırı artırarak E(>4000pg/ml) tüp bebek tedavisinin başarısını engellemektedir. 2014 yılında Çin’de 109 tüp bebek hastası üzerinde yapılan bir araştırma akupunkturun embriyo ve hamilelik oranını düşürmeden hiperstimulasyon sendromunun oluşma ihtimalini düşürdüğünü göstermiştir. Akupunktur tedavisi görmüş grupta serum E2 oranı kontrol gruba kıyasla oldukça düşük çıkmıştır. Yumurtalık boyut artışı ve interleukin-6 oranı akupunktur uygulanan grupta sorun
olmayacak boyutlarda kalmıştır. Dolayısıyla hiperstimulasyon sendromu ve transfer döngüsünde aksama kontrol gruba kıyasla çok az seviyede seyretmiştir. (13)
Akupunkturun tüp bebek tedavisine etkisini inceleyen ilk araştırmadan bu yana yapılan ve MEDLINE, Embase, Chinese Biomedical Database ve Web of Knowledge veri tabanlarında bulunan araştırmalar 2015 yılında derlenerek Gynecologic and Obstetric Investigation dergisinde bir meta-analizi yazılmıştır. Ayrıntılı literatür taraması sonrası hazırlanan analizde, tüp bebek tedavisi olan hastalarda folükül dönemi ve transferden 25dk önce ve sonra veya transferden 30dk sonra ve implantasyon fazından sonra uygulanan akupunkturun hamilelik oranını artırdığının birçok araştırma sonucuna göre kanıtlandığı vurgulanmaktadır. Ancak sadece transfer sırasında, sadece öncesinde veya sadece transfer sonrasında akupunktur uygulanmasının istatistiki bir fark yaratmadığı belirtilmiştir. Yumurtalık hipersitumulasyon sendromunda birçok araştırma akupunkturun etkinliğini göstermektedir. Kadın kısırlığında akupunkturun hipotalamik-hipofiz bezi-yumurtalık ilişkisinde ve uterus üzerinde olumlu sonuçlar yarattığı sentezlenen bu çalışmada bir kez daha belirtilmiştir. Ayrıca süreçte alınan ilaçların yan etkileri ve pahalılığının üzerinde durulurken, akupunkturun herhangi bir yan etki gözlemlenmeyen ve kısmen daha ekonomik olmasının altı çizilmektedir. (14)
Akupunktur Ve Erkeklerde Nedeni Bilinmeyen Kısırlık
Çocuk sahibi olamayan çiftlerin %45-50’sinde sorun erkek partnerde mevcut olan sperm bozukluklarıyla ilgilidir. Bunların %30-45’i nedeni bilinmeyen kısırlık olarak adlandırılan gruba girmektedir. Ancak araştırmalar akupunktur tedavisinin sperm kalitesini artırdığını ve nedeni bilinmeyen kısırlığa büyük oranda çözüm sunabileceğini göstermektedir.
Örneğin; 2005 yılında sperm kalitesi ve sağlığı üzerinde akupunkturun etkisini ölçmek üzere yapılan bir araştırmada nedeni bilinmeyen kısırlık yaşayan (oligospermi, asthenospermi, veya teratozospermi) 40 erkekten 28’ine 5 hafta boyunca haftada 2 kere akupunktur tedavisi uygulanmıştır. Sonuç diğer 12 erkeğin sperm örnekleri ile karşılaştırılmıştır. Akupunktur tedavisi olan hastalarda yapısal bozukluğu olmayan sperm sayısında ciddi oranda artış görülmüştür. Apoptozis, olgunlaşmama, ve kangren gibi sperm patolojilerinde istatistiki önem arz eden bir düzelme saptanmamıştır. Nedeni bilinmeyen kısırlığı olan hastalarda sperm kalitesini ve sperm hücrelerinin sağlamlığını artırmada akupunktur yöntemine başvurulabileceği sonucuna varılmıştır. (15)
2015 Nisan ayında asthenoteratozoospermia teşhisi konmuş bir hasta üzerinde yapılan incelemede 3 aylık akupunktur tedavisi sonrasında sperm hareket kuvvetinde (motilite) %13, sperm morfolojisinde (boyut ve şekil) %4 ve hareketli sperm sayısında tedavi öncesine göre 2.5 kat artış artış gözlenmiştir. (16)
Seminars in Reproductive Medicine dergisinde 2013 yılında erkek kısırlığında doğu muayene yöntemleri karşılaştırılmış ve akupunktur, Çin bitkisel tıbbı, masaj, yoga, tai chi ve qi gong gibi yöntemler arasından klinik sonuçlarıyla ayrılmıştır. Araştırmalarda doğu muayene yöntemlerinin sperm parametreleri ve hareketliliği, genital inflamatuar dengesi, immün sistem bozuklukları, cinsel fonksiyon bozukluğu ve varikosel üzerindeki etkileri incelenmiştir. Akupunktur dışındaki yöntemlerde belli alanlarda pozitif etkiler gözlemlenmekle birlikte istastiki olarak anlamlı klinik verilere ulaşılamamıştır. Akupunkturun ise genital iltihabı azalttığı, sperm hareketliliğini artırdığı ve sperm parametrelerinde düzenli bir artış sağladığı tespit edilmiştir. Bunun dışında immün sistemine, ve de cinsel ve boşaltım bozukluklarından kaynaklı erkek kısırlığına olumlu yönde etki ettiği belirlenmiştir. (17)
Akupunktur ve Trigeminal Nevralji
Trigeminal nevralji; çok şiddetli yüz ağrısı ile gözlenen tedavisi zor bir hastalıktır.
Amerika, Kansas’ta bilinen tedavi yöntemleriyle sonuç alamayan trigeminal nevralji hastalarından bir grup oluşturularak yapılan çalışmada, hastalara akupunktur tedavisi uygulanmıştır. 12 hastanın 11’inin vizüel analog skalasındaki dereceleri azalmış, hastalıklar tedaviye olumlu tepki vermiştir. 5 hasta son tedaviden sonraki 11-15 ay boyunca hastalıklarından hiç şikâyetçi olmamış geriye kalan kişiler ise tedavi sürecindeki ağrı azalmasını devam ettirmek için tedaviye devam etmişlerdir. Deney boyunca hastaların hiçbirinde bir yan etki gözlemlenmemiştir. Araştırmanın sonucunda akupunkturun hastaların çoğunluğunda olumlu sonuçlara yol açtığı görülmüştür. Akupunkturun trigeminal nevralji hastaları için önemli bir tedavi yöntemi olduğu kanıtlanmış, tedavinin özellikle invazif müdahalelere başvurmadan önce denenmesi gerektiği belirtilmiştir. (18)
Birleşik Devletler’de 2007 yılında yapılan bir diğer araştırmada lazer akupunktur ve klasik akupunkturun trigeminal nevraljiye etkileri gözlemlenmiştir. 60’larındaki iki hastadan birine
klasik iğne akupunkturu uygulanırken diğerine lazer akupunkturu uygulanmıştır. 2 ayın sonunda iğne tedavisi gören hastanın 0-90 arası (0 en hafif, 90 en ağır ağrılara verilir) yayılan vizüel analog skalasındaki skoru 85’den 0’a düşmüştür. Diğer yanda lazer akupunkturu gören hasta da yine aynı skalada 80’den 15’e düşmüştür. Tedavinin sonunda hastaların ilaçlarını bıraktıkları rapor edilmiştir. Sonuç olarak iki farklı akupunktur yönteminin denendiği araştırmada iki yöntemin de trigeminal nevralji hastalığında ciddi bir ağrı azalmasına yol açtığı gözlemlenmiştir. Araştırma sonunda akupunkturun yaygınlaşmasının trigeminal nevralji hastaları açısından faydalı olacağı belirtilmiştir. (19)
Akupunktur ve Fasiyal Paralizi
Fasiyal paralizi, akupunkturun iyileşme sürecini hızlandırdığı sorunlardan biridir.
1999-2009 yılları arasında yapılan çalışmada 49 hastaya akupunktur uygulanmıştır. Bu vakalarda hastaların en az 3 haftalık fasiyal paralizi hastası olmalarına dikkat edilmiştir. Hastaların hepsine elektroakupunktur uygulanmıştır. Hastalar her 10 günde bir 20-25 dakika boyunca akupunktur tedavisi olmuştur. Sonuçlara bakıldığında tedavi süresince felç semptomlarının hızla iyileştiği ve bütün vakalarda hastalığın tedaviye olumlu bir tepki verdiği gözlemlenmiştir. (20)
2014’te akupunkturun fasiyal paralizi tedavi noktalarını anlamak için yapılan bir araştırmada 4 farklı grup oluşturularak farklı akupunktur noktalarının uyarılması sonucu ortaya çıkan etkiler ile fasiyal paralizi tedavisinin verimliliği gözlemlenmiştir. Araştırma sonucu elektroakupunkturun felç semptomlarını azalttığı kanıtlanmıştır. (21)
2005’de Acupuncture & Tuina Science dergisinde yayımlanan bir araştırmada fasiyal paralizi tedavisinde akupunkturun etkisi çarpıcı bir biçimde gözler önüne serilmiştir. 317 fasiyal paralizi hastasına akupunktur tedavisi uygulanmıştır. Sonuçlar 313 vakanın iyileştiğini, 3 vakanın hastalığında önemli bir gerileme olduğunu, 1 vakanın ise hastalığında kısmı bir gerileme olduğunu göstermektedir. (22)
Akupunktur Ve Dermatolojik Sorunlar
Dermatolojik sorunlar, akupunktur tedavisine sıklıkla başvurulan alanlardan birisidir. Akupunkturun farmokolojik metodlarla birlikte veya tek başına uygulandığı durumlarda düzenli olarak olumlu sonuçlar verdiği klinik deneyimlerle sabittir. Yapılan bilimsel araştırmalar da bu durumu destekler niteliktedir.
2006 yılında 64 ürtiker hastasından 32 tanesine akupunktur tedavi, kontrol gruba da antihistaminik ilaç tedavisi uygulanmıştır. Deney grubun sonuçları akupunktur tedavisinin ilaç tedavisine kıyasla daha etkili olduğunu göstermiştir. İlerleyen süreçte yapılan kontrollerde hastalığın tekrar etme oranının da deney grubunda daha seyrek olduğu gözlemlenmiştir. (23)
Türkiye’de hemodiyaliz hastalarında gözlenen pruritus (kaşıntı) üzerinde akupunktur etkisini ölçmek üzere bir araştırma yapılmıştır. 4 hemodiyaliz merkezinde 78 hasta üzerinde yapılan incelemelerde deney grubundaki 38 hastaya 6 hafta boyunca 18 akupunktur tedavisi uygulanmıştır. 6 haftanın sonunda deney grubunun kaşıntı şiddetinde istatistiki olarak anlamlı bir azalma tespit edilmiştir. 12. ve 18. haftalarda yapılan kontrol görüşmelerinde akupunktur tedavisi olan hastaların kaşıntı seviyelerindeki düzenli azalmanın devam ettiği ve bu süre boyunca ilaç kullanımlarının kontrol gruba oranla daha az olduğu belirtilmiştir. (24)
2015 yılında dermatolojik hastalıklarda akupunkturun etkisini değerlendirmek üzere Journal of Alternative and Complementary Medicine dergisinde 24 bilimsel araştırma derlenmiştir. 24 çalışmanın deri iltihabı, kloazma (yüz ve diğer deri bölgelerinde oluşan, sınırları bellli kahverengi bölgelerle belirgin pigment artımı), prurit (kaşıntı), ürtiker, aşırı terleme, cilt esnekliğiyle ilgili olan 17 tanesinde akupunkturun istatistiki olarak anlamlı tedavi edici etkisi saptanmıştır. (25)
Akupunktur ve Bruksizm
Bruksizm, dünyada ve ülkemizde sıklıkla görüldüğü düşünülen bir sorun olmakla birlikte genellikle gece uykusu sırasında ortaya çıktığından hastaların %80’i diş gıcırdattığının ve dişlerini sıktığının farkında değildir. Hastalık çoğunlukla, çene ve yüz kaslarında ağrı ve dişlerde aşınma ile fark edilir. Hastalığın sebebi net olmamakla birlikte hastalık şiddeti stres, oklüzyon bozuklukları, alerji ve uyku şekline göre artığı bilimsel çalışmalar ile tespit edilmiştir.
2003 yılında İtalya’da 43 bruksizm hastası üzerinde Helkimo Klinik Disfonksiyon İndeksi (CDI) ve Anamnestik Disfonksiyon İndeksi (ADI) ile çiğneme sisteminin fonsiyonel durumu incelenmiştir. Bu çalışmada, kulak akupunkturunun bruksizm hastalarının çiğneme kaslarındaki aşırı kasılma üzerindeki etkilerini ölçmüştür. M. temporalis anterior, m.massetterica, m.digastericus ve m.sternokleidomastoideus’un kasılmaları akupunktur tedavisi öncesi, sonrası ve uyku süresi boyunca her 30 dk’da bir ölçülmüştür. Kontrol gruba göre akupunktur uygulanan hastaların m. temporalis anterior, m.massettericus , m.digastericus kasılmalarında azalma tespit edilmiştir.(26)
2013 yılında, 10 Brezilyalı bilim adamının ortak çalışması olarak Archieves of Health Investigation dergisinde akupunkturun bruksizmi nasıl tedavi ettiğini ayrıntılı olarak anlatan bir makale yayınlanmıştır. Makalede, akupunkturun; kan dolaşımını düzenleyerek, kas kasılmalarını ve spazmları rahatlatarak, ağrı ve enfeksiyonu azaltarak, stres ve kaygıyı gidererek bruksizme etki ettiğinin altı çizilmektedir. Ayrıca akupunkturun kortisol ve endorfin hormonu salgılanmasını artırarak ağrı hissinin kaybolmasını sağladığı da belirtilmektedir. Bilimsel makale de ayrıca, akupunkturun en önemli avantajının hiçbir yan etkisi olmaması olduğu değerlendirilmektedir. (27)
Bruksizmde akupunktur tedavisinin etkileri üzerine yeterince karşılaştırmalı çalışma olmamakla birlikte konu incelendiğinde münferit birçok örneğe rastlanmaktadır. New York Times’da bruksizm ile ilgili çıkan ayrıntılı bir yazıda yıllardır süregelen diş gıcırdatma ve kasılmaların akupunkturla kesildiği belirtilmekte ve İngiliz Milli Sağlık Servisi (NHS) bruksizm şikâyetine akupunkturu önermektedir.
Akupunktur ve Sigarayı Bırakma Tedavisi
Akupunktur tedavisi; beynimizdeki nörotransmitterlerin salgılanmasını dengeleyerek yoksunluk sendromunun kısa sürede ortadan kalkmasını sağlar ve kişinin sigarayı bırakmasını kolaylaştırır. International Journal of Neuroscience dergisinde Türkiye’den bilimadamlarının yaptığı meta analizi sonucunda akupunkturun sigara bırakma tedavisi sırasında sinir sisteminde endorfin, enkefalin, epinefrin, norepinefrin, seratonin ve dopamin salgısını artırıdığı belirtilmiştir. Araştırmacılar, inceledikleri araştırmalarda, akupunkturun hastalarda sigara tadına karşı bir soğuma etkisi yarattığını, hastaların sigara içme arzusunun azalmasına yol
açtığını ve sigara kullanımını bırakmanın sonucunda oluşan yoksunluk sendromunun azalmasını sağladığını gözlemlemiştir. Bu sebeplerden dolayı akupunkturun sigara tedavisinde önemli bir yöntem olduğu belirtilmiştir. (28)
Norveç’te 39 ± 9 yaşlarında günde 20 ± 6 adet sigarayı 23 ± 8 yıl boyunca kullanmış, sigarayı bırakmak istediği için gönüllü olarak araştırmaya katılan 46 kişi üzerinde deney yapılmıştır. Bu deneyin amacı akupunktur tedavisinin sigara kullanımında bir azalmaya yol açıp açmadığı hatta sigara kullanımını tamamen kesmeye yeterli olup olmadığını anlamaktır. Denekler rasgele 2 gruba ayrılmıştır. Test grubuna spesifik noktalarda akupunktur tedavisi yapılırken, kontrol grubuna genel bir akupunktur tedavisi yapılmıştır. Sonuç olarak iki grubun da sigara kullanımında bir azalma gözlenmiştir. Bunun yanında test grubundaki deneklerin %31’i sigarayı tamamiyle bırakırken kontrol grubunda sigarayı bırakan olmamıştır. İki grup da tütünün tadının kötüleştiğini ve tütün arzusunun azaldığı rapor edilmiş fakat test grubunda kontrol grubuna nazaran çok daha ciddi bir etki gözlemlenmiştir. Sonuç olarak bu çalışma akupunkturun sigara bırakma motivasyonu olan kullanıcıların sigarayı azaltmaları hatta bırakmaları yolundaki yararlılığını kanıtlamaktadır. Deneyden 8 ay ve 5 sene sonra deneklere tekrar bir form yöneltilmiş ve tedavinin etkilerini değerlendirmeleri istenmiştir. Çoğunluk bireyin bu sürede sigaraya tekrardan başlamadığı tespit edilmiştir. (29)
İngiltere’de yapılan bir diğer araştırma da kulak akupunkturu yönteminin sigara kullanımını azaltmadaki etkisi gözlemlenmiştir. Randomize seçilen 78 sigara kullanıcısına akupunktur tedavisi yarısına aktif yarısına ise sham akupunkturu biçiminde 2 hafta boyunca uygulanmıştır. Aktif tedavi grubunun %12.5’luk kısmının sigara kullanımınında ciddi bir azalma gözlemlenirken sham akupunktur uygulanan grupta net bir etki saptanmamıştır. (30)
Akupunktur ve Frozen Shoulder (Donuk Omuz Sendromu)
1979 yılında Dünya Sağlık Örgütü (WHO) akupunkturun donuk omuz dahil olmak üzere 43 hastalığın tedavisinde kullanılabileciğini duyurmuştur.
Hong Kong’da gerçekleştirilen bir araştırmada akupunkturun donuk omuz tedavisindeki etkisi gözlemlenmiştir. 35 donuk omuz hastası rastlantısal olarak iki gruba ayrılmıştır. Bir grup 6 hafta boyunca sadece egzersiz yaparken diğer grup ise egzersiz ile beraber akupunktur tedavisi görmüştür. Tedavilerin başlamasından sonraki 6. ve 20. haftalardaki güncel hastalık durumu
rapor edilmiştir. Bu raporların ışığında egzersiz grubuyla karşılaştırıldığında egzersiz artı akupunktur tedavisi gören grubun çok daha ciddi bir gelişme gösterdiği görülmüştür. 6 haftanın sonunda sadece egzersiz yapan gruptaki hastaların %39.8’i gelişme gösterirken aynı zamanda akupunktur tedavisi görenlerin %76.4’ünün hastalığında iyileşme görülmüştür. Bu oranlar 20. haftada da çok yakın verilerle rapor edilmiştir. Sonuç olarak yapılan araştırma akupunktur ve egzersiz tedavilerinin birlikte kullanılmasının donuk omuz için efektif bir tedavi yöntemi olduğunu göstermektedir. (31)
2009 yılında Postgraduate Medical Institute bülteninde yayımlanan bir diğer araştırmada yine akupunkturun donuk omuz tedavisindeki yeri incelenmiştir. Araştırma donuk omuz hastalarıyla 1999-2005 yılları süresince devam etmiştir. Bütün hastaların rotator kılıf kaslarının çevresine elektro-akupunktur uygulanmıştır. Tedavinin sonunda 17 vakanın 15’i (%88) tam iyileşme göstermiştir. Araştırma böylelikle donuk omuz hastalığının tedavi edilebilir bir sorun olduğunu ve akupunkturun donuk omuz tedavisinde önemli bir rol oynadığını göstermiştir. (32)
İspanya’da 2008 yılında gerçekleştirilen araştırmada da akupunkturun donuk omuz hastalığına etkisi irdelenmiştir. 425 hastayla yapılan bu araştırmada kontrol grubu 3 hafta boyunca sadece fizik tedavi görürken, diğer grup ise aynı süreçte fizik tedavi ile beraber akupunktur tedavisi de görmüştür. Tedavinin sonunda kontrol grubunun %30’ü kullandığı ağrı kesicileri azaltırken, akupunktur tedavisi gören grubun %53’ü ağrı kesici tüketimin azaltmıştır. Araştırmanın sonucunda fizik tedavi ile beraber götürülen akupunktur tedavisinin sadece fizik tedaviyle kıyaslandığında omuz fonksiyonlarında çok daha büyük bir gelişmeye ve ağrıların azalmasında çok daha efektif bir duruma yol açtığı görülmüştür. (33)
Akupunktur ve Gece İşemesi
Uluslararası Üroloji Dergisi’nin 2002’de yayımladığı bir araştırmada akupunkturun gece işemesi tedavisinde etkili bir tedavi yöntemi olup olmadığı irdelenmiştir. Araştırmada 10’u erkek 5’i kadın olmak üzere 15 gece işemesi problem olan birey ele alınmıştır.
Hastalara akupunktur tedavisi uygulanmıştır. Tedaviden önce ve sonra idrar kesesi kapasiteleri ve hafta başına gece işemesinin yaşandığı gün sayıları hesaplanmıştır. Bu hesaplamalara bakıldığında hastaların gece işemelerinde %50’nin üzerinde bir düşüş görülmüştür. Aynı zamanda hastaların %40’ında idrar kesesi kapasitesinin 201 ml’den 334 ml’ye çıktığı
gözlemlenmiştir. Sonuç olarak araştırma akupunkturun, gece işemesi sorununun tedavisinde etkin bir rol oynadığını kanıtlamıştır. (34)
2001 yılında Avusturya’da yapılan bir çalışmada akupunktur ve desmopressin yöntemlerinin monosemptomatik gece işemeleri tedavisindeki etkileri karşılaştırılmıştır. Monosemptomatik gece işemelerinden şikâyetçi 5 yaşının üstündeki 40 çocuk hastanın akupunktur tedavisi gördüğü araştırma 6 ay sürmüş ve tedavi sürecinde hastaların haftalık gece işeme ortalamalarının ciddi miktarda düştüğü gözlemlenmiştir. Haftada 5.5 gün ortalamasıyla gece işemesi sorunu yaşayan hastaların %65’inde gece işeme problemi tamamiyle ortadan kalkmıştır. Diğer %10’luk bir grupta ise gece işemeleri sıklığında %50’inin üstünde bir azalma rapor edilmiştir. Aynı zamanda akupunktur %85’lik olumlu tepki belirtisiyle %80 olumlu tepki ortaya çıkaran desmopressinden daha etkili bir tedavi yöntemi olarak araştırmacıların karşısına çıkmıştır. Bir yandan da akupunktur, non-invaziv, ağrısız ve uygun maliyetli oluşuyla monosemptomatik gece işemesi hastalığının tedavisinde ön plana çıkmıştır. (35)
2011’de Türkiye’de yapılan bir araştırmada ise lazer akupunkturun monosemptomatik gece işemesi üzerindeki etkisi gözlemlenmiştir. Araştırma 8.6 yaş ortalamasındaki 91 gece işemesi sorunu çeken (herhangi bir medical tedaviye olumlu cevap vermemiş) çocuk hastayı içermiştir. Hastalar rastlantısal olarak iki gruba ayrılmışlar ve gruplardan birine lazer akupunkturu uygulanırken plasebo grubunda ise sadece belirli noktalara ışık tutulmuştur. Haftalık gece işemesi sıklığı tedavi başlamadan önce kaydedilmiş ve tedavi sürecinde 15. 30. 90. ve 180. günlerde bu istatistik tekrardan kaydedilmiştir. Sonuçlar 6 ayın sonunda plasebo tedavisi gören hastaların 3.1 günlük ortalamalarının değişmediğini söylerken lazer tedavisi gören hastalar ise haftada 1.7 günlük gece işemesi ortalamasına gelmiştir. Bu araştırma da lazer akupunkturun monosemptomatik gece işemelerinin tedavisinde etkili bir yöntem olduğunu kanıtlamıştır. (36)
Akupunktur ve Fibromiyalji
2008’de Rehabilitasyon Tıbbı adlı bültende yayımlanan araştırmada akupunkturun fibromiyalji üzerindeki etkisi incelenmiştir. Araştırmada yer alan 58 fibromiyalji hastası kadının bir kısmı standart ilaç tedavisine devam ederken (kontrol grup) diğer kısmı standart ilaç tedavisiyle beraber akupunktur tedavisi de görmüştür. Bireylerin hastalıklarının süreç içindeki gelişimleri araştırmada yer alan bir tıbbı tetkikçi tarafından değerlendirilirken hayat kaliteleri de SF-36 yöntemi ile ölçülmüştür. 20 seansın sonunda akupunktur tedavisi gören hastaların
kontrol gruba göre dikkate değer bir iyileşme gösterdikleri aynı zamanda SF-36 alt ölçeklerinin 5’inde yaşadıkları gelişim ile hayat kalitelerini de kontrol gruba göre daha çok arttırdıkları rapor edilmiştir. Akupunktur tedavisinin yarattığı bu fark 12 ay boyunca devam etmiştir. Sonuç olarak araştırma, akupunktur tedavisinin fibromiyalji hastalığı için önemli bir yöntem olduğunu göstermiştir. (37)
2006 yılında İngiltere’de yapılan bir diğer çalışmada akupunkturun fibromiyalji semptomlarını iyileştirdiği hipotezi test edilmiştir. 25’i akupunktur grubunda, 25’i kontrol grubunda olmak üzere 50 fibromiyalji hastası araştırmada yer almıştır. Belirli bazı kriterlere uygun olarak seçilen hastalardan tedavi sonrası, 1. ayın sonu ve 7. ayın sonu olmak üzere üç kere Fibromiyalji Kontrol Formu doldurmaları istenmiştir. Tedavi süresince fibromiyalji semptomları, formların değerlendirilmesine göre, kontrol grubu ile karşılaştırıldığında akupunktur grubunda ciddi bir iyileşme göstermiştir. 1. ayın sonunda akupunktur grubu ile kontrol grubu arasındaki iyileşme farkı en geniş halini almıştır. Tedavi sürecinde en çok iyileşme gösteren semptomlar yorgunluk ve anksiyete semptomlarıdır. Hastalıklar tedaviye minimum yan efekt göstererek pozitif cevap vermiştir. Sonuç itibariyle araştırma akupunkturun fibromiyalji hastalığı için dikkate alınması gereken bir yöntem olduğunu işaret etmiştir. (38)
2010 yılında Çin Tıbbı adlı bültende yayınlanan araştırma, akupunkturun fibromiyalji hastalarındaki ağrıya ve hayat kalitesine olan etkisini test etmiştir. 16 hasta ikiye ayrılmış A grubu 5 hafta tedavi görürken B grubu 10 hafta akupunktur tedavisi görmüştür. Sonuçlar vizuel analog skala ve fibromiyalji kontrol formu ile değerlendirilmiştir. 5. haftanın sonunda iki grupta da ciddi bir iyileşme gözlemlenirken 5. haftadan sonra tedaviyi bırakan A grubunda duraksama yaşandığı, tedaviye devam eden B grubunda ise iyileşmenin devam ettiği anlaşılmıştır. Araştırma akupunktur tedavisinin fibromiyalji hastalarının ağrılarını azaltırken hayat kalitelerini arttırdığını kanıtlamıştır. (39)
Akupunktur, Anksiyete ve Panik Atak
2007 yılında “Journal of Nervous&Mental Disease” adlı dergide çıkan araştırmada akupunkturun panik atak hastalığına karşı oluşturacağı potansiyel faydalar irdelenmiştir. Panik atak teşhisi konulan hastalar iki gruba ayrılmış bunlardan biri akupunktur tedavisi görürken diğeri tedavi görmeyen hastaları içeren bir kontrol grubu olmuştur. Sonuçlar tedavi sonunda ve 3 ayın sonunda yapılan değerlendirmeler üzerinden ortaya çıkarılmıştır. Ortaya çıkan veriler
akupunktur tedavisi gören hastaların kontrol gruba göre kayda değer bir iyileşme gösterdiklerini söylemektedir. Tedavi sonunda hastalarda görülen semptomlardaki (panik atağa yol açan semptomlar) düşüş 3. ayın sonunda aynı seviyede seyretmiştir. Böylelikle araştırma akupunkturun panik atak hastalığı üzerinde kalıcı bir etkisi olduğunu göstermiştir. (40)
2001 yılında “Anesthesia & Analgesia” adlı bültende bulunan çalışmada kronik anksiyete düzensizliğinin akupunktur tedavisine tepkisi araştırılmıştır. 55 yetişkin gönüllünün katıldığı araştırmada gruplar akupunktur tedavisi görenler ve Sham akupunkturu (fonksiyonsuz tedavi/plasebo) görenler (kontrol grubu) olarak ikiye ayrılmıştır. Anksiyete, kan basıncı, kalp ritmi değerleri tedaviden 30 dakika, 24 saat ve 48 saat sonra olmak üzere üç kere ölçülmüştür. 30 dakikanın ve 24 saatin sonunda alınan verilere bakıldığında akupunktur tedavisi görenlerin kontrol gruba nazaran ciddi bir anksiyete düşüşü yaşadıkları görülmüştür. Bu rahatlama 48 saatin sonunda da azalsa dahi etkisini tamamıyla yitirmemiştir. Araştırma akupunkturun sağlıklı çalışanlar üzerinde dahi var olan gündelik stresi azalttığını kanıtlamıştır. (41)
Akupunktur ve Bel/Boyun Ağrıları
Kronik bel ve boyun ağrıları oturarak çalışma düzeninin ve stresin en yoğun olarak tetiklediği sorunlar arasındadır. Akupunktur, bel ve boyun ağrılarında kas gevşetici etki yapmakta ve vücudun ağrı kesici maddelerini salgılatarak ağrıyı giderebilmektedir.
2001 yılında Irnich ve ekibi, kronik boyun ağrısı olan 177 hastaya akupunktur, masaj ve sham lazer akupunktur uygulamıştır. 3 haftada 5 akupunktur tedavisi olan deney grubunun tedavi sonrası hareket kabiliyeti ve ağrı endeksi karşılaştırılmıştır. Tedaviden 1 hafta sonra yapılan ölçümlerde akupunktur uygulanan hastalar 24.22 birim farkla boyun ağrısı en azalan ve hareket kabiliyeti en fazla artan grup olduğu gözlemlenmiştir. Akupunkturun başarısı, özellikle 5 seneden az süredir kronik boyun ağrısı çeken ve miyofasyal ağrı sendromu olan hastalarda daha da öne çıkmıştır. İkincil olarak ölçülen spontane ağrılar, genel şikâyetler ve hayat kalitesinde de deney grubun görece daha iyi sonuçlar verdiği saptanmıştır. British Medical Journal’da yayınlanan araştırmada, kronik boyun ağrılarının kısa süreli tedavileri açısından akupunkturun öne çıkan bir yöntem olduğu, uzun vadeli etkiyi ölçmek için de daha fazla araştırma yapılması gerektiği tespit edilmiştir. (42)
Akupunktur ve bel/boyun ağrısı ilişkisini inceleyen 17 922 hasta üzerinde yapılmış 30 araştırmanın analizini yapan Vickers ve ekibi, araştırmaların akupunkturun ağrı azaltmadaki
Akupunkturun İntegratif Tıp Kapsamında Konvansiyonel Tıp ile Uygulama Alanları Prof.Dr. Kemal Nuri Özerkan
*İstanbul Üniversitesi Cerrahpaşa, Spor Bilimleri Fakültesi, Spor ve Sağlık Bilimleri ABD.
Ağrı
Akupunktur analjezisinin etkilili olduğu kontrollü klinik çalışmalarla gösterilmiştir. Akupunktur analjezisi, birçok ağrı türünde plasebodan daha çok işe yarar ve kronik ağrı tedavisindeki etkililik oranı morfininkinden az değildir. Ayrıca, birçok laboratuvar çalışması akupunkturun analjezik aksiyonunun etkisini açıklamaktadır.
Ağrı için uzun süreli ilaç kullanımının yan etkisinden ve bağımlılık riskinden dolayı akupunktur analjezisi, birçok kronik ağrılı durumun tedavisinde alternatif bir yöntem olarak kabul edilir.
Akupunkturun analjezik etkisi subkonjunktival injeksiyondan ileri gelen göz ağrısının giderilmesinde (1), çocuklarda ekstubasyondan sonraki lokal ağrıda (2), ve de tromboangiitis obliteranstaki ağrıda (3) bildirilmiştir.
Baş ve Yüz
Akupunktur, baş ve yüzü etkileyen kronik ağrı tedavisinde yoğun bir şekilde kullanılmaktadır. Değişik nedenlere bağlı gerilim başağrısı, migren ve farklı türde baş ağrılarında akupunktur, standart tedavi, sham akupunktur, ya da sahte (mock)TENS ile karşılaştırılabilecek ölçüde başarılı sonuçlar sağlamaktadır. (4–14). Bu sonuçlar akupunkturun bu tür durumları tedavi etmede önemli bir rol oynadığını göstermektedir.
Kas kaynaklı kranyo-mandibüler bozuklukları da içeren kronik fasyal ağrı, akupunktur tedavisine iyi yanıt verir (15–18). Akupunkturun etkisi, temporo-mandibüler eklem ağrısı ve disfonksiyonunun stomatognatik tedavilerinden aşağı değildir. Bu iki tedavi muhtemelen iki farklı aksiyon temeline sahip olduğu için, akupunktur bu durumda tamamlayıcı terapi olarak yararlı olabilir (19,20).
Lokomotor sistem
Lokomotor sistemde kısıtlanmış eklem hareketlerinin eşlik ettiği kronik ağrılı durumlarda, eğer cerrahi girişim gerekli değilse genellikle akupunkturla tedavi yapılır. Akupunktur yalnızca ağrıyı hafifletmez, kas spazmını da azaltarak mobiliteyi arttırır. Eklem hasarı genellikle kastaki
fonksiyon bozukluğundan kaynaklanır ve çoğu hasta, henüz röntgen tetkikinde ortaya çıkmadan önce artraljiden yakınabilir. Bu tür olgularda akupunktur kalıcı bir iyileşme sağlayabilir. Bu kategorideki hastalıklarda farklı araştırmacılar tarafından yapılan kontrollü çalışmalarda, standart terapiler, kontrol iğnelemeleri, sahte (mock) TENS, ya da diğer sham akupunktur teknikleri karşılaştırılabilen olumlu sonuçlar elde edilmiştir. Sözü edilen bu koşullar servikal spondilit ya da diğer nedenlerden ortaya çıkan boyun ağrısını (21–25), omuz periartritini (26,27) fibromyaljiyi (28), fasciitisi (29), epikondiliti (tenisçi dirseği) (30–32), bel ağrısını (33– 37), siyatiği (38–41), dizde ağrılı osteoartriti (42–44), ve radiküler ve psödoradiküler ağrı sendromlarını (45) da içerir. Bazı çalışmalarda, standard tedaviye bir destek olarak standart tedavi ile akupunktur arasında karşılaştırma yapılmıştır. Bu tür randomize kontrollü çalışmalar, akupunkturun dizi osteoartritli hastaların konvansiyonel tedavilerinde etkili bir destek olduğunu göstermektedir (46).
Romatoid artrit çoğu hastada eklem dışı belirtileri olan sistemik bir hastalıktır. Bu hastalıkta, immün sistemin bozukluğu, eklem dışı ve eklemsel özellikleri açıklayan majör bir rol oynar. Akupunktur, romatoid artritin tedavisinde yararlıdır (47–49). Akupunktur eklemleri tutan hasarda iyileşme sağlayamazsa da kontrollü çalışmaların çoğunda ağrının başarıyla giderildiği görülmüştür (46). Enfllamasyon ve disfonksiyonel immün sistem üzerine akupunkturun gücü aynı şekilde yararlıdır (48,50).
Gut
Randomize kontrollü bir çalışmada, kan damlası çıkarılarak yapılan akupunktur uygulaması (blood-pricking acupuncture) konvansiyonel ilaçla (allopurinol) karşılaştırılmıştır. Akupunktur grubu allopurinol grubuna oranla daha büyük bir iyileşme göstermiştir. Ayrıca her iki grubun kan ve idrarlarındaki ürik asid seviyelerinde benzer bir düşme gözlenmiştir (51). Plum-blossom iğneleme (plum-blossom iğnesi kullanarak akupunktur), şişe çekme ile beraber gut artritinin tedavisinde önerilmektedir. (52).
Safra ve Böbrek Koliği
Akupunktur, akut ağrı tedavisi için uygundur ve ağrının giderilmesi diğer tedavilere gereksinim duyulduğu hallerde doğru tanıyı maskelemeyecektir. Safra kesesi ve böbrek koliği, akupunkturun yalnızca analjezik değil antispazmodik etki de sağladığı iki durumdur. Safra koliği (53–55) ve renal kolik olgularında yapılan kontrollü çalışmalarda (56,57,56),
akupunkturun, konvansiyonel ilaç [intramusküler atropin enjeksiyonu, anisodamine (Anisodus tanguticus'dan izole edilen ve yapısal olarak atropin ile ilişkili Çin ilacı), bucinnazine (bucinperazine olarak da bilinir) ya da metamizole–camylofin kombinasyonu] tedavilerinden daha üstün olduğu görülmektedir. Herhangi bir yan etkisi olmadan daha kısa sürede daha iyi bir analjezik etki sağlar. Ayrıca akupunktur, abdominal koliklerin giderilmesinde ister akut gastroenteritten, isterse gastrointestinal spazmdan ileri gelsin, etkilidir. (58).
Travmatik ya da postoperatif ağrı
Burkulma gibi travmalarda akupunktur, yalnızca ilaç bağımlılığı riski olmadan ağrının giderilmesini değil lokal sirkülasyonu da arttırarak iyileşmeyi çabuklaştırır (59–61). Postoperatif ağrının giderilmesinde akupunktur analjezisi çok etkilidir ve kontrollü çalışmalar yapılmıştır (62–67). Akupunktur analjezisi altındaki ilk başarılı operasyon bir tonsillektomi olgusuydu. Bu aslında, akupunkturun post-tonsillektomi ağrısının giderilmesindeki başarısını göstermektedir. Tonsillektomi sonrası ugulanan akupunktur, 1990'da yalnızca boğaz ağrısının kesin azaltılmasının yanında, salivasyonun azalmasını ve operasyon yarasının hızla iyileşmesini gösteren kontrollü bir çalışmada yeniden değerlendirilmiştir. (67).
Diş Hekimliği
Akupunkturun diş hekimliğinde geniş bir kullanım alanı bulunmaktadır. Diş çekimi (68–69), pulpanın devitalizationu (70), ve akut apikal periodontit (71)de dahil olmak üzere çeşitli dental girişimlerde, postoperatif ağrılı durumlarda akupukturun analjezik etkisi üzerine birçok randomize kontrollü çalışma yapılmıştır. Diş hekimliğinde akupunktur uygulaması üzerine 1966 ile 1996 yılları arasında yayınlanmış sistematik makale eleştirilerine göre, çift kör randomize kontrollü 15 çalışmadan 11'inde, uygun istatistik ve yeterli izleme ile standart akupunkturun plasebo ya da sham akupunkturdan daha etkili olduğu gösterilmiştir. Bu nedenle, akupunktur bir analjezik olarak dental uygulamalarda uygun bir alternatif ya da destek olarak değerlendirilmelidir (72. Temporomandibular fonksiyon bozukluğu tedavisinde akupunkturun etkisi ise yine bu çalışmalarda gösterilmiştir.
Doğum
Doğumda akupunktur analjezisi doğum ağrısını gidermede yararlıdır ve doğum süresinin önemli ölçüde kısaltılmasını sağlar. (73). Zayıflayan uterus kasılmalarında, akupunktur uterus aktivitesini arttırır. Epizyotomi ve perinenin sütürlenmesinde akupunktur analjezisinden yararlanılır. Bu sayede narkotiklerden kaçınılması ise yeni doğanlar için avantaj sağlar.
2.1.8 Cerrahi
Akupunkur analjezisi, cerrahi operasyonlarda çeşitli avantajlar sağlar: İlaç anestezisi ile karşılaştırıldığında çok güvenli bir süreçtir. Akupunktur analjesisine bağlı bir ölüm bildirilmemiştir. Fizyolojik fonksiyonlar üzerine advers bir etkisi yoktur; oysa ki genel anestezi solunumu ve kan basıncını etkiler. Genel anesteziden sonra görülen bulantı, idrar retansiyonu, kabızlık ve solunum enfeksiyonları gibi postoperatif komplikasyonların pek azı akupunkturdan sonra görülebilir. Hasta operasyon sırasında bilincini kaybetmez ve operasyon ekibi ile konuşabilir. Böylece fasyal ve rekürrent larengeal sinir hasarından kaçınılmış olur. Yine de, eğer hasta operasyon sürecinin emosyonel stresini tolere edemiyorsa bilinçli kalması dezavantaj olabilir.
Akupunktur analjezisinin birçok yararı olmasının yanı sıra dezavantajları da göz önünde bulundurulmalıdır. Akupunktur uygulaması daha çok zamana gereksinim gösterir ve birçok olguda tam bir anestezi için yetersiz kalabilir. Genellikle viseral ağrının ve kas gevşemesinin bastırılmasında yetersiz kalabileceği için abdominal cerrahi için uygun değildir. Çocuklarda da çok uygun değildir çünkü çok az çocuk iğnelenmeyi tolere edebilir ve büyük cerrahi ameliyatlarda sakin durabilir.
Sonuç olarak, cerrahi işlemler için bir anestezik olarak akupunktur analjezisi, özellikle de konvansiyonel genel anestezi altında zayıf bir cerrahi risk taşıyan preoperatif araştırmada iğnelenmeye iyi yanıt veren seçilmiş hastalarda endikedir. Akupunktur tedavisinin etkisini potansiyelize etmek için yardımcı ilaçların kullanılması tercih edilebilir. Akupunktur, anestezik ajanın dozajını azaltmak için genel anestezi ile birlikte de kullanılabilir (74).
Enfeksiyonlar
Akupunkturun akut basiller dizanteri tedavisinde etkili olduğu bildirilmiştir. (75–77). Etkisi furazolidone gibi konvansiyonel bir ilacınki ile karşılaştırılabilir. Ancak akupunktur, bu hastalığa karşı ilk akla gelen seçenek olmamalıdır. Günlük iğneleme işlemi, oral ilaç alımından çok daha komplikedir. Yine de antidizanterik ajan mevcut değilse ya da hasta bu ajana karşı allerjik ise akupunktur zaman zaman kullanılabilir.
İmmün sistemi stimüle eden akupunktur tedavisinin yararları üzerine yapılan araştırma sonuçları, akupunkturun, enfeksiyonların tedavisinde diğer medikal tedavilerle birlikte kullanılabileceğini göstermektedir (78).
Akupunkturun immün sistem üzerine etkisi hepatitis B virus taşıyıcılarında test edilmiştir. Karşılaştırmalı bir çalışmada akupunktur–moksibüsyonun, hepatit B çekirdek antikorlarını üretmede ve hepatit B yüzey antijenlerini azaltmada bitkisel ilaçlara açık bir şekilde üstün olduğu görülmüştür (79). Epidemik hemorajik ateş için, steroid ve destekleyici tedavilerle karşılaştırıldığında moksibüsyon, oligüri peryodunu kısaltır ve böbreğin şişmesinin azalmasını sağlar (80).
Akupunktur, pertussis (boğmaca) tedavisinde öksürüğü gidererek bir iyileşme sağlar (81).
Nörolojik hastalıklar
Nöroloji alanında başağrısı, migren ve nevralji, akupunkturla tedavi edilen yaygın ağrılı durumlardır. Felç ve sekelleri akupunktur için başta gelen diğer endikasyonlardır. Felç (strok) sonrasında parezisin erken tedavisinde akupunktur çok etkilidir.
Felcin iyileşmesinde doğal sürecin de katkısı olabileceğinden akupunkturun etkisi hakkında bazı şüpheler olabilir. Son yıllarda felç (strok) hastalarında birçok kontrollü klinik değerlendirme yapılmıştır. Örneğin, randomize kontrollü çalışmalarda serebral infarkttan dolayı oluşan hemipleji tedavisinde konvansiyonel ilaçlara (82–87) ve fizyoterapiye oranla daha iyi sonuçlar alınmıştır (88, 89). Akupunktur, rehabilitasyonu tamamlayıcı olarak kullanıldığında da yararlı olmaktadır. (90–99).
Bir çalışmada, iskemik serebrovasküler hastalığı olan ve akupunkturla tedavi edilen hastalar, konvansiyonel ilaçlarla tedavi edilen hastalarla karşılaştırıldı. Elektroensefalografik harita ve somatosensoryel uyarılmış potansiyel (somatosensory evoked potential) ile değerlendirildiğinde sinir fonksiyonu, akupunkturla tedavi edilen hastalarda daha belirgin bir iyileşme göstermiştir(89). Bu durum daha ilerki deneysel çalışmalarla doğrulanmıştır. Laboratuvarda, reverzibl orta serebral arter oklüzyonu olan bir rat modeli kullanılmıştır. Oklüzyondan önce ve sonra kaydedilen somatosensoryel uyarılmış potensiyel, elektro- akupunkturun belirgin bir şekilde P1-N1 dalgasının amplitüdünün iyileşmesini sağladığını göstermiştir (7 gün sonra kontrol grubundaki %25.5'lik gelişmeye karşılık elektro-akupunktur grubunda % 58.6'lık gelişme) (93). Ayrıca, son klinik çalışmalar akupunktur tedavisinin etkiliğinin temporal akupunktur kullanılarak daha da arttırılabileceğini düşündürmektedir. (99, 100).
Karşılaştırmalı çalışmalar, serebral hemorajiden dolayı ortaya çıkan hemipleji tedavisinde akupunkturun, serebral infarkttan ortaya çıkanlar gibi etkili olabildiğini göstermektedir.
Fizyoterapi ile erken tedavi tatmin edici olmadığı için, akupunkturun birinci basamak tedavisi olması önerilmektedir. Uzun süreli hemiplejide de dikkat çekici iyileşmeler gözlenebilmektedir. Beyin cerrahisi gibi başka nedenlerden ortaya çıkan hemiplejide bile akupunkturla gelişme sağlanabilir (101). Akut serebrovasküler hastalığın neden olduğu afazi de akupunkturla tedavi edilebilir (102).
Akupunktur birçok ağrılı durumda etkili olmasına rağmen post-herpetik nöraljiye dair elimizde sadece birkaç rapor vardır. Bunlardan iki tanesi randomize klinik çalışmadır ve tamamen zıt sonuç alınmıştır. (103, 104). Bu nedenle ağrılı durumlarda akupunktur tedavisinin değerlendirmesinde daha ileri çalışmalara gereksinim duyulmaktadır.
Periferik sinir rahatsızlıklarında akupunktur tedavisi sıklıkla kullanılır. Örneğin, Bell paralizisinde randomize kontrollü çalışmalarda iyi etkiler gösterilmiştir (105,106). Fasyal spazm, akupunktur tedavisinin endike olduğu bir başka periferik sinir rahatsızlığıdır. Bu tür durumlarda el ve ayak bileği akupunkturunun (wrist–ankle acupuncture) klasik vücut akupunkturundan anlamlı derecede daha iyi olduğu gösterilmiştir (107).
Koma, akupunkturun tek başına tedavi edemediği ciddi bir durumdur. Ancak koma benzeri durumdaki iki grup hastada karşılaştırmalı olarak yapılan bir çalışmada akupunktur grubundaki hastalarda %50 den daha büyük oranda ya da kontrol grubundakilere oranla daha büyük ölçüde anlamlı nörolojik iyileşme görülmüştür. Bu durum, akupunkturun, komatöz hastaların tedavisinde diğer terapötik ve destekleyici önlemlerle bir arada uygulanmasının daha yararlı olacağını göstermektedir (108).
Insomnia da akupunkturla başarıyla tedavi edilen bir rahatsızlıktır. Randomize kontrollü çalışmalarda, kulağa hem basınç (auricular acupressure) hem de akupunktur (auricular acupuncture) uygulamasının uyku sağlayıcı etkiye sahip olduğu ortaya konulmuştur (109, 110).
Solunum Sistemi Hastalıkları
Akupunktur, respiratuvar bozuklukların tedavisinde sıklıkla kullanılır. Allerjik rinitis, akupunkturun major endikasyonlardan biridir. Kontrollü çalışmalarda akupunkturun allerjik rinitin tedavisinde antihistaminik ilaçlardan daha etkili olduğu gösterilmiştir. (111–115). Akupunkturun bu tedavilerde yan etkisinin olmayışı büyük bir avantajdır. Yine de allerjenin provoke ettiği rinite karşı koruyucu etkisi tam gösterilememiştir (116).
Tonsillitin akut semptomlarında akupunktur çok etkilidir. (117). Akupunkturla tedavi edilen tonsillitin ikinci derecede komplikasyonlarının sıklığı hakkında yeterince kanıt olmadığı için
klinik uygulamada antibiyotik tedavisi akut tonsillit için yine de ilk tedavi seçeneği olarak düşünülmelidir. Boğaz ağrısı için akupunktur tedavisi, plasebonun aksine kesin bir yarar sağlar (118).
Kontrollü çalışmalarda akupunktur ile bronşiyal astımın tedavisinde birbirine zıt sonuçlar elde edilse bile, araştırma sonuçlarının çoğu akupunkturun etkili olduğunu (119–123) ve etkinin kullanılan noktalarla ilişkili olduğunu ortaya koymaktadır. (122). Bronşiyal astım akupunkturla tamamen iyi edilemezken, aslında en azından kısa süreler için işe yarayabilir. Literatürdeki başarı oranı %60-70 olarak bildirilmektedir. Akupunktur zayıf bir bronkodilatatör etki gösterdiği için akut astmatik krizlerin tedavisinde sınırlı bir etkiye sahiptir, ancak uzun süreli profilaktik bir önlem olarak işe yarar. Kontrollü çalışmalar, akupunkturun objektif parametrelerde daha kısıtlı bir gelişme sağlasa bile belirgin subjektif iyileşmeler sağlayabileceğini göstermektedir (124). Egzersize bağlı ve metacholin'e bağlı astım krizlerinde, gerçek ve sham akupunkturun etkilerini gösteren prospektif randomize tek-kör çalışmalarda, gerçek (real) akupunkturun sham akupunkturundan daha iyi bir koruma sağladığı gösterilmiştir (119), ancak histamine karşı bronşiyal hiperaktiviteyi düzenlemede yetersiz kalır
(125). Kortikosteroide-bağımlı bronşiyal astım, akupunktur tedavisine diğer astım tiplerine oranla daha iyi yanıt verir: gereksinim duyulan kortikosteroid dozu, akupunktur tedavisinin ilk haftasında gitgide azalır (126). Akupunktur, yetersiz akciğer fonksiyonundan dolayı nefessiz kalmaya yol açan bronşiyal astımın son evrelerinde bile semptomatik iyileşme sağlar (127).
Sindirim Sistemi Bozuklukları
Epigastrik ağrı, peptik ülser, akut ve kronik gastrit ile gastrik spazmı da kapsayan mide hastalıklarının ortak bir sendromudur. Akupunktur, randomize kontrollü çalışmalarda gösterildiği gibi epigastrik ağrının giderilmesinde anisodamine ya da morfin artı atropin enjeksiyonundan daha iyi etki sağlar. (128, 129). Gastrointestinal spazmda akupunktur, atropin enjeksiyonundan bile daha üstün etkiye sahiptir (130), ve gastrokinetik bozukluklarda akupunkturun etkililiği konvansiyonel ilaçlara (domperidon) üstündür (131). Bu, bozulmuş mide fonksiyonunundan ileri gelebilir ancak yaygın bir hastalığın işareti ya da belirtisi olabilir. Bir başka ortak sindirim sistemi bozukluğu bulantı ve kusmadır. Sabah hastalığı, postoperatif kusma ile kemoterapiye bağlı bulantı ve kusma klinikte sık görülür. Tüm bu durumlarda Perikardium 6 (PC6) akupunktur noktası (neiguan) spesifik bir antiemetik etkiye sahiptir. Antiemetik etki için yapılan son sistematik akupunktur araştırmalarında yaklaşık ikibin hastayı
kapsayan 12 randomize plasebo-kontrollü çalışmanın 11'inde bu etki kanıtlanmıştır. Değerlendirmeler farklı araştırmacıların, farklı hasta gruplarının ve farklı akupunktur stimülasyonlarının aynı sonucu sağladığını göstermiştir (132).
Irritabl kolon sendromu ve kronik ülseratif koliti konvansiyonel ilaçlarla tedavi etmek genellikle zordur. Bu hastalıklar için akupunktur, tamamlayıcı ya da alternatif bir terapötik önlem oluşturabilir (133, 134).
Akupunkturun analjezik etkisinden dolayı, akupunktur, kolonoskopi gibi endoskopik muayenelerde kullanılabilir. Akupunkturun kolagijik etkisi de deneysel çalaışmalarda gösterilmiştir. Muayene sırasındaki ağrıyı ve sıkıntıyı gidermek için yapılan akupunktur, daha az yan etkisi olan skopolamin ya da petidine eşdeğer bir etkişye sahiptir (135, 136).
Akupunkturun sindirim sistemine etkisi üzerine yoğun araştırmalar yapılmıştır. Gastrointestinal sistemin fizyolojisi üzerine asid sekresyonu, motilite, nörohormonal değişiklikler ve duysal eşikteki değişiklikleri gösteren yoğun veriler bulunmaktadır. Bu etkilerin nöroanatomik yolaklarınun çoğu hayvan modellerinde tanımlanmıştır (137).
Akupunktur, safra sisteminde iyi analjezik ve antispazmodik etki gösterdiği için safra koliklerinde önerilir (62–64). Deneysel çalışmalarda gösterildiği gibi kolagojik etkisi vardır. Safra taşlarının neden olduğu safra koliklerinin tedavisinde akupunktur yalnızca kolik ağrısını gidermekle kalmaz, taşların giderilmesinde de yardımcı olur. Elektro-akupunkturun, magnezyum sülfatın oral alımı ile birlikte kullanıldığı durumlarda daha tatmin edici sonuçlar elde edilmiştir (138). Akupunktur tedavisi, eğer akut şiddetlenme olmuş olsa bile kronik kolesististte de yararlı bir girişimdir (139).
Kan Hastalıkları
Değişik kan rahatsızlıkları arasında lökopeni, akupunktur tedavisi için en uygun olandır. Kontrollü çalışmalarda akupunkturun, kemoterapi (140–142) ya da benzin entoksikasyonundan ileri gelen lökopeni tedavisinde batilol ve/veya cysteine phenylacetate tedavisinden daha etkili olduğu gösterilmiştir (143, 144).
Ürogenital bozukluklar
Organik bir obstrüksiyonun olmadığı ve fonksiyonel bozuklukların neden olduğu üriner retansiyon genellikle akupunktur ile tedavi edilir. Postpartum ya da postoperatif üriner retansiyonunda rahat idrar yapma (micturition) genelde bir seanslık iğnelemeden hemen sonra sağlanabilir (66, 145). Bu hastalarda yapılan kontrollü çalışmaların görmezden gelinmesi
muhtemelen bu nedendendir. Yine de postpartum ya da postoperatif retansiyondan daha komplike bir durum olan travmatik idrar retansiyonu üzerine randomize kontrollü bir klinik çalışma yapılmıştır. Bu çalışmada akupunkturun etkililiği, neostigmin bromidin intramusküler enjeksiyonundan çok daha belirgin olarak üstün bulunmuştur (146).
Akupunktur yalnızca renal koliklerin değil üriner taşların giderilmesinde de (eğer taşlar çok büyük değilse) yararlıdır çünkü üreteri dialate eder. Konvansiyonel ilaçlarla yapılan karşılaştırmalı çalışmalarda alınan sonuçlar tatmin edicidir (7), ancak akupunkturun ilaç ya da litotripsi ile birlikte tamamlayıcı bir önlem olarak kullanılması daha iyidir.
Seksül bozukluklar genellikle akupunukturla tedavi edilirler ancak metodolojik yaklaşımlı klinik çalışmalar için kesin sonuçlar halen yoktur. Akupunktur erkeklerin organik olmayan seksüel disfonksiyonlarının tedavisinde plasebodan daha etkili görünmesine rağmen iyileşme istatistiki olarak belirgin değildir (147). Başka bir randomize kontrollü çalışmada akupunktur, ejakulasyon sorununun (seks sırasında ejakulasyonolmayışı) tedavisinde kontrol grubundan daha iyi bir etki göstermiştir. (148).
Akupunktur, kronik prostatitli hastalarda da faydalı olabilir. Randomize kontrollü bir çalışmada gösterildiği gibi akupunktur, semptomların giderilmesi ve seksüel fonksiyonun iyileştirilmesinde oral sulfam ethoxazol'e üstündür (149).
Kadınlarda akupunkturun uretral baskıyı azalttığı ve üretral sendromu giderdiği gösterilmiştir (150, 151). Akupunktur, tekrarlayan alt üriner sistem enfeksiyonlarına karşı profilaktik olarak da başarıyla kullanılabilir (152).
Jinekolojik ve obstetrik bozukluklar
Ağrılı bir durum olan primer dismenore, jinekolojik rahatsızlıklarda akupunkturun en önde gelen endikasyonlarından biridir. Akupunkturun etkisi kontrollü çalışmalarla tekrar tekrar ortaya konmuştur. (153, 154). Akupunktur ağrıyı ortadan kaldırır ve aynı zamanda menstrüel atılımı kolaylaştırmak ve ağrıyı azaltmak üzere uterusun motilitesini düzenler.
Premenstrüel sendrom, siklik duygu durum değişiklikleriyle karakterize olup üretken yaştaki kadınlarda sık rastlanan bir durumdur. Akupunktur bu sendromu yaşayan hastalara yardımcı olabilir. Kontrollü bir çalışmada hastaların büyük bir çoğunluğu semptomlardan kurtulmuş ve izleyen altı ay boyunca nüks görülmemiştir (155).
Akupunkturun, anovulatuvar infertilitesi olan kadınların tedavisinde etkili olduğu bildirilmiştir
(156). Bu konudaki kontrollü çalışmaların metodolojik eksiği bulunmaktadır. Yine de
akupunkturun, hipotalamik–hipofizer–ovariyen eksenin anormal fonksiyonunu düzenleme mekanizması deneysel çalışmalarla gösterilmiştir. Veriler, akupunktur noktalarının rölatif özelliği ile elektroakupunkturun beyindeki bazı genetik ifadeleri etkileyebildiğini telkin eder. Bu nedenle beyin, gonadotropin-serbestleştirici (releasing) hormon, luteinizing hormonu ve estradiol gibi bazı hormonların sekresyonlarını normalize eder. (157). Akupunktur, fallop tüplerinin enflamatuvar obstrüksiyonundan ileri gelen infertilitenin tedavisinde de, gentamisin, kimotripsin ve dexametazonun intrauterin enjeksiyonu ile gerçekleştirilen konvansiyonel terapiye üstün görüldüğü için denenmelidir (158).
Hamilelerde akupunktur dikkatli yapılmalıdır. Hegu (LI4), sanyinjiao (SP6) ve zhiyin (BL67) gibi bazı uzak noktaların güçlü stimülasyonla iğnelenmesi (abdomen ve lumbosakral bölgede) düşüğe neden olabilir. Yine de bu özellik, uzamış hamilelikte olduğu gibi doğum indüksiyonu arzu edildiğinde faydalıdır; etki oksitosinin intravenöz olarak verilmesiyle eşdeğerdir (159– 161).
Erken hamilelikte üst ekstremite noktalarındaki akupunktur, hamilelerdeki sabah bulantısının önlenmesi ve tedavisi için kullanılır. Neiguan (PC6) noktasına akupresürün etkililiği plasebo- kontrollü çalışmalarda tekrar tekrar bildirilmiştir (13, 162, 163). İğneleme ile ortaya çıkabilecek düşük tehdidini önlemek için hamilelerdeki sabah bulantısını tedavi etmede akupresür önerilmektedir.
Kulak noktalarındaki baskı ve zhiyin (BL67) ya da zulinqi (GB41) noktalarındaki moksibüsyon gibi değişik akupunktur yöntemleri, hamileliğin son üç ayındaki anormal fetal pozisyonu düzeltmede kullanılabilir. Bu yöntemle tedavi edilen gruplardaki başarı oranı, diz-göğüs pozisyonu ya da klasik noktalar dışına uygulana moksibüsyon ile tedavi edilen gruplardaki ya da spontan versiyonundan çok daha yüksektir. (164–167).
Akupunkur doğumdan sonraki süt sekresyonunu stimüle eder ve mental labilite ya da depresyondan ileri gelen laktasyon yetersizliğini tedavi etmek için kullanılabilir. Akupunkurun etkisiyle, doğum sonrası süt sekresyonu yetersizliği olan olguların çoğunda, kanda prolaktin düzeyinin yükselmesiyle laktasyonun başladığı görülmüştür (168). Randomize kontrollü çalışmalarda gösterildiği gibi akupunktur laktasyonu arttırır (169).
Kardiovasküler bozukluklar
Akupunktur, primer hipotansiyonu (170, 171) ve erken essansiyel hipertansiyonu (172–176) tedavi etmede uygun bir yöntemdir. Akupunkturun hipertansiyondaki etkisinin, serum nitrojen
monoksid seviyesini düzenleyici etkisinden ileri gelebileceği bildirilmiştir (177). Primer hipotansiyonda akupunktur, genel toniklerden daha etkili görülmektedir. Hafif ve orta şiddette esansiyel hipertansiyonda, akupunkturun hipotansif etkisi plasebodan daha yüksektir ve bazı konvansiyonel hipotansif ajandan daha üstündür. Ayrıca, akupunktur, subjektif semptomların giderilmesinde çoğunlukla etkilidir ve yan etkisi yoktur.
Akupunkturla, özellikle kardiyak nöroz gibi psikosomatik kalp hastalıklarının tedavisinde çok sayıda kontrollü çalışma yapılmış olup güven verici sonuçlar bildirilmiştir (178). Koroner kalp hastalığında, akupunkturun angina pektorisin giderilmesinde etkili olduğu değişik araştırmacılar tarafından gösterilmiştir. Yararlı etkisi, koroner arteriyografi sırasında gösterilmiştir. Karşılıklı bağımsız çalışmalarda yapılan kardiyolojik, nörofizyolojik ve psikolojik gözlemler, akupunkturun angina pektorisli hastalarda kalbin iş kapasitesini arttırdığını ve sağlıklı kişilerdeki otoregülatuvar kardiyovasküler mekanizmaları aktive ettiğini göstermiştir (179). Kontrollü çalışmalarda akupunkturun, kardiyak iş kapasitesi ve semptomlarında hem plasebodan (180–182) hem de gliseril trinitrat gibi konvansiyonel ilaçlardan (183, 184) anlamlı ölçüde daha büyük gelişmeler sağladığı belirlenmiştir. Akupunktur sırasındaki koroner arter dilatasyonunun, isosorbid dinitratın kateter içi enjeksiyonu sırasında gözlemlenenlerle eşdeğer olduğu gösterilmiştir (185). Ayrıca, akupunkturun koroner kalp hastalığı olan hastaların sol ventriküler fonksiyonlarında yararlı bir etkisi vardır ve nifedipin ile izosorbid dinitrattan daha çok etkilidir (186). Neiguan (PC6), kardiyak bozukluğun tedavisinde en sık kullanılan noktadır. Akupunkturun bu noktadaki faydalı etkisi, seri dengeli radyonüklid anjiyografi (serial equilibrium radionuclide angiography) ile gelişme de sağlar (188).
Beklenmeyen kazalardan kaçınmak için yine de kalp hastalığının tedavisinde özel bir dikkat sarfetmek gerekir. Akupunktur uygulayıcıları, akut myokard enfarktüsü ile angina pektoris arasındasi farkı ayırt etmelidirler.
Psikiyatrik bozukluklare ve mental bozukuklar
Akupunktur, psikiyatrik rahatsızlıklarda gün geçtikçe daha çok kullanılmaktadır. Akupunkturun depresyona etkisi (depresif nöroz ve stroku izleyen depresyon dahil olmak üzere) kontrollü çalışmalarla tekrar tekrar belgelenmiştir. (189–194). Akupunktur, depresyon tedavisinde amitriptilin ile eşdeğerdir ancak daha az yan etkisi vardır. Ayrıca deksametazon supresyon testinde inhibisyonu olan hastalarda amitriptilinin daha etkili iken, 3-methyl-4- hydroxy-phenylglycol (santral nörotransmitter norepinefrinin temel metaboliti) sekresyonu
azalmış depresif hastalarda akupunkturun daha etkili olduğu görülmüştür (192). Bu durum, farklı mekanizmalar aracılığıyla bu iki terapinin işe yaradığını anlatır. Şizofreni tedavisiyle ilgili kontrollü çalışmalarda da akupunkturun klorpromazinden daha iyi bir etki yapabildiği bildirilmiştir (194, 195).
Akupunktur (auricular acupressure) müsabaka stresi sendromunun tedavisinde psikoterapiden çok daha etkilidir (196).
Opium bağımlılığı tedavisi olarak auriküler akupunktur 1973’te kullanılmıştır (197). Postoperatif ağrısı akupunkturla geçirilen bazı hastalarda, tedavinin uyuşturucu bağımlılığını gizlediği anlaşılmıştır. 1979'da Hong Kong ve Londra'da gerçekleştirilen ortak bir çalışmada, yoksunluk semptomlarının başarılı bir şekilde bastırıldığı eroin bağımlısı olan kişilerde endorfin konsantrasyonları artmıştır. Sonrasında, akupunktur birçok madde bağımlılığının tedavisinde kullanılmıştır. Birçok madde bağımlılığı programı, akupunkturu konvansiyonel tedaviye yardımcı bir yol olarak kullanır (198). Birkaç kontrollü çalışma (199–202) olmasına rağmen çoğu anekdotaldir ve bulgular tutarlı değildir. Bu alanda daha geniş ölçekli çalışmalara ihtiyaç vardır (198).
Akupunktur tedavisi, sigara bırakmak isteyen kişilerde de yararlıdır. Yine de farklı araştırmacıların sonuçları çelişkilidir. Bazıları akupunkturu savunurken bazıları da onun değerini reddetmektedirler (203–207). Muhtemelen en ikna edici sonuçlar, sigarayı kesmek için hiçbir telkin ya da motivasyon taşımayan pasif abstinansla ilgili randomize kontrollü çalışmalardan gelmektedir. Hastalara başka amaçlar için akupunktur tedavisi görmeleri gerektiği söylenmiş ve sigarayı kesmeleri istenmemiştir. Akupunkturun ve vücut akupunkturun etkisinin bir karşılaştırması yapılmıştır: Kulak akupunkturu hastalarının %70'i ve vücut akupunkturu yaptıranların %11’i hem tamamen sigaradan kaçınmışlar hem de tüketim miktarlarını yarıya indirmişlerdir. Ayrıca auriküler akupunktur yaptıranların %72’si tütün tadından iğrenmişlerdir (204). Bunun yanında, 16 kontrollü sigara bırakma çalışmasından dikatle seçilen 7 çalışmanın meta-analizinde akupunkturun plasebodan daha büyük bir etkisi olmadığı gösterilmiştir (208).
Akupunkturun alkole tekrar başlayanların tedavisinde de yararlı olduğu bildirilmiştir. Plasebo- kontrollü çalışmalarda (kontrol grubu olarak nonspesifik noktalara akupunktur uygulandığında), tedavi grubundaki hastalar alkole, kontrol grubundaki hastalardan daha az ihtiyaç hissettiler. Tedavi grubundaki hastalar, kontrol grubundaki hastalardan, daha az içme ve bir detoksifikasyon merkezine gitmeyi kabullenme gösterdiler (209–211). Sağlıklı gönüllülerle
yapılan deneysel bir çalışmada ilginç bir şekilde, akupunkturun solunan havadaki alkol düzeyini arttırarak ve kan alkol düzeylerini düşürerek klinik alkol intoksikasyonunu azalttığı gözlenmiştir (212).
Metabolik bozukluklar
Obezite ve hiperlipemi gitgide önemi artan tıbbi bir sorundur. Bu konuda birçok yayın vardır ama neredeyse hepsi de metodolojik olmaktan uzaktır. Akupunktur kiloyu ve kan lipidlerini azaltabilir. Bu etkileri gösteren birçok yayın mevcuttur ama çoğu metodolojik olamaktan uzaktır. Ancak iki randomize kontrollü klinik çalışmanın iki ön çalışması burada zikredilmektedir (238, 239), Akupunktur insuline bağımlı olmayan diabetes mellituslu hastalarda yararlı olabilir. Etkililiği plasebonunkinden üstün, tolbutamidinkiyle ise karşılaştırılabilir düzeydedir. (240, 241).
Anisodamin, ilaçların (genellikle antipsikotiklerin), etkisiyle başlayan aşırı salivasyonun tedavisinde etkilidir ancak akupunkturun daha etkili olduğu görülmektedir (242).
Değişik Olgularda
Sjögren (sicca) sendromunun (243) tedavisinde, Raynaud sendromunun (244), Stein–Leventhal sendromunun (polikistik over sendromu) (244), ve Tietze sendromunun (costochondritis) (245) tedavilerinde akupunktur tedavisinin yararlı olduğunu gösteren yayınlar vardır. Bunlar için daha ileri araştırmalara gereksinim vardır.
Pediatrik bozukluklar
Bebeklerdeki ve çocuklardaki diare, halen dünyada özellikle gelişen ülkelerde korkutucu bir sorundur. Akupunktur, intestinal fonksiyonu düzenlediği ve antibiotiklerin yaptığı gibi intestinal florada bir dengesizliğe neden olmadan immün yanıtı güçlendirdiği için en azından konvansiyonel tedavilere bir destek olarak kullanılır. (213, 214).
Yüksek ateşe bağlı konvülsiyonlar bebeklerde ve çocuklarda çok nadir değildir. Kontrollü bir klinik çalışmada, konvulsiyonların, iğnelemeden iki dakika sonra durduğu, intramusküler phenobarbital enjeksiyonundan daha üstün olduğu görülmüştür (215).
Boğmacanın (pertussis) spesifik tedavisi antimikrobiyal olmasına rağmen paroksismal öksürük genellikle sıkıntılıdır. Akupunktur öksürüğü hafifleterek iyileşmeyi hızlandırabilir (87).
Akupunkturun çocuklardaki Tourett sondromunun tedavisinde bazı yararları olabileceği gösteren iki kontrollü çalışma vardır (216, 217).