Akılsız telefonlar, akıllı insanlar

Akılsız telefonlar, akıllı insanlar

Geçenlerde popüler ses sanatçılarından Yasmin LEVY’nin konserindeydim. Konser boyunca kanımı donduran ya da belki de abartmayayım gülsem mi ağlasam mı bir türlü karar veremediğim bir manzara karşısında bu yazıyı yazmaya karar verdim. Manzara mı neydi? 1000 kişiye yakın insanın bulunduğu konser salonunda birbirinden bağımsız oturan yaklaşık 30 kişilik bir grubun farkındalıktan çok çok uzak ve aslında bütünüyle anlamsız ve hatta nezaketten çok uzak davranışıydı. Konumuzda bu davranıştı ki zaten bu yazıyı yazmaya karar verdim.  

Aslında fikir ve sanat eserlerinin korunması kanununu da ilgilendiren bu davranış; sözde akıllı telefonlar ve tabletler yoluyla abartısız tüm gösterinin kaydedilmesi durumuydu. ‘Şimdi ne var bunda, sana ne sanatçı buna izin verdikten sonra’ diyebilirsiniz ve hatta ‘ne var bunu ben de yapıyorum ki’ diyenleriniz de olabilir. 

Burada bahsettiğim konu fikir ve sanat eserlerinin görüntü kaydı yapan cihazlarla kopyalanması ve tabiri caizse çalınması değil. Hatta buna dair yaşanan görgüsüzlük hiç değil. Haddini aşıyor da diyebilirsiniz ama bence bir konserin tamamının cep telefonları ya da başka dijital cihazlarla kaydını herşeyden önce bir görgüsüzlük durumu olarak görüyorum, ama dediğim gibi konu asıl konu bu değil…

Konu şu ki; iletişimlerimiz, izlenimlerimiz, gözlemlerimiz ve etkileşimlerimizin hepsini sözde akıllı cihazların bir kaç cm.lik LCD ekranlarının arkasından ve önünden yapar olduk. Bir tabletin ya da sözde akıllı telefonun önünden ya da arkasından bakmadan hiç bir iletişime giremez olduk. Gösteriyi canlı izlemek yerine, gerekliliği tartışmaya açık sosyal medya sitelerine gömmek ve beğeni (like) almak için 2 saatlik bir konser boyunca sözde akıllı bir cihazı havada tutabiliyoruz.

Aslında tam da bu nokta da cihaz sanırım bize göre daha akıllı olmak zorunda kalıyor. Neyse diyip söze devam edeyim; ya da turistik gezilerimizde gittiğimiz yerleri gördüğümüz şeyleri dijital bir cihazın arkasından izliyoruz, tek derdimiz belki de sonradan hiç bakmayacağımız bir çok resmi ve görüntüyü kayıt etmek, saklamak ve sözde paylaşmak?

Paylaşmak? farkında mısınız bu kelime nasıl da anlamını yitirdi. Sahi neydi paylaşmak; instagram dan, twitter dan, facebook tan ve daha nice kopyalarından ve versiyonlarından önce nasıl paylaşıyorduk biz bu hayatı ? Ne yapıyorduk bu hayatı paylaşmak için, hatırlıyor musunuz?

Ya da bu satırları okurken modası geçmiş şeylerden bahseden ‘bu da 40 yaşında bir psikolog’ mu diye düşünüyorsunuz? Gerçi isteyenin isteyene sosyal medya yoluyla büyük bir umursamazlıkla her istediğini söylediği bir ortamda, bu da çok garip gelmiyor galiba bana…

Ruhlarımızı mobilliği kesin ama akıllılığı şüpheli cihazlara köle etmeden önce nasıl paylaşıyorduk biz bu hayatı? Birbirimizin kapısını çalar mıydık örneğin, ya da gidip evde ya da işyerinde bir arkadaşımıza kahve içmeye gider miydik? ya da ne bileyim telefon denen şeyi ‘mrb, nbr’ gibi anlamsız kısaltmaları kullanmak dışında sevdiğimizin sesini duymak için kullanır mıydık? hatırlayan var mı? Ya da daha da ilerisi gittiğimiz bir konserde ya da gezide 36 poz alan fotoğraf makinelerimizle en iyi görüntüleri en iyi şekilde çekip, deklanşöre basılmasına değecek şeyler gördüğümüzde basıp gezinin ya da aktivitenin tadını çıkartır mıydık?

Ben böyle şeyler hatırlıyorum galiba, teknolojiyi kullanmanın ona esir olmak olmadığı ruhun ve insanın hala ön planda olduğu bir tekno yaşantının ütopya olduğunu mu düşünüyorsunuz? Yoksa benim gibi teknoloji insan ilişkilerini inceleyen teknopsikologların da katıldığı gibi yakın zamanda bilgisayar yazılımlarıyla eş güdümlü çalışan beyinlerimiz mi olacak ve onlar olmadan hiç bir şey yapamayacak mıyız?

Bundan bir kaç sene önce bir dost toplantısında ‘yeni kuşak google olmadan şehirde kendine tuvalet bile bulamayacak’ dediğimde hayalci olduğum söylenmişti ve hatta hatırı sayılır bir tepki almıştım. Bugünlerde bakıyorum da hiç de yanılmış sayılmam, navigasyon uygulamaları olmadan yol bulamaz olmuş bir kuşakla karşı karşıya değil miyiz? 

Uzun lafın kısası teknolojik olduk ama tekno-lojik olamadık. İşin lojik yani mantık kısmı çok gerilerde kaldı. Mantıksız bir gereksizlikte teknoloji kullanır ve onlarsız yaşayamaz olduk. Bunların aşklara, ilişkilere ve hatta aile hayatına verdiği zararları sürekli olarak yazılarımda ele alıyorum. Olasılıkla yeni kitabımda da daha çok yazacağım gibi görünüyor. Hep söylediğim gibi… Kalın siz sağlıcakla…

SAYGILARIMLA...

Dr.Psikolog Murat SARISOY

Bu makale 10 Mart 2019 tarihinde güncellendi. 0 kez okundu.

Yazar
Dr. Psk. Murat Sarısoy

Dr. Psk. Murat Sarısoy, 1975 yılında doğmuştur. Lisans öncesi öğrenimlerinin ardından Ege Üniversitesi Psikoloji Bölümünü başarıyla tamamlamıştır. yine Ege Üniversitesi, Psikoloji Bölümü’nden doktora derecesini alarak tamamlamıştır. Türk Psikologlar Derneği ve Türk Psikolojik Danışmanlık Derneği'ne üyeliği bulunan Dr. Psikolog Murat SARISOY alanda yazdığı popüler makaleler, Aile-Çocuk Danışmanlığı ve Evlilik, Aldatma, Boşanma ve Eş Terapileri, Bireysel Bilişsel Davranışçı Terapiler, Panik Atak ve EMDR vb. Duyarsızlaştırma Terapileri üzerine televizyon programları, Psiko-Onkoloji (Kanser Psikolojisi) konusundaki bilimsel ve popüler çalışmaları mesleği konusunda ki etik tavrı ile tanınmaktadır. Dr. Psikolog Murat SARISOY aynı zamanda Ege Lösemili Çocuklar ve Onkoloji Derneğinde gönüllü olarak sosyal komite başkanlığı da yapmaktadır. Mesle ...

Etiketler
Bağımlılık belirtileri
Dr. Psk. Murat Sarısoy
Dr. Psk. Murat Sarısoy
İzmir - Psikoloji
Facebook Twitter Instagram Youtube