Anoreksiya Nervosa (AN), Bulimia Nervosa (BN) ve Obezite. AN’nin en çarpıcı özelliği minimum normal vücut kilosunu korumayı reddetmektir; aşırı kilo kaybı ve zayıflık söz konusu olmasına rağmen hasta, beden imgesindeki bozulmaya bağlı olarak yine de kendisini şişman olarak algılar.
BN ise nöbetler halinde tekrarlayan abartılı yeme aralıklarıyla kendini gösterir ve hasta beden imgesiyle sürekli zihinsel bir uğraş içindedir. Bu nedenle aşırı yemeyi ve kilo alımını telafi etmeye yönelik uygunsuz davranışlar sergiler: Yemek yedikten sonra istemli istemsiz kusma, diüretik ve laksatif kötüye kullanımı, aşırı bedensel hareketler yapma gibi(2).
Obezite ise halk arasında bilinen adıyla şişmanlık, vücutta fazla miktarda yağ birikmesi sonucu ortaya çıkan ve mutlaka tedavi edilmesi gereken bir hastalıktır. Obezite, besinlerle alınan enerji miktarının, metabolizma ve fizik aktivite ile tüketilen enerji miktarını aştığı durumda ortaya çıkar. Obezite, insan vücudunda kalp ve damar sistemi, solunum sistemi, hormonal sistem, sindirim sistemi gibi sistemleri etkileyen ve birçok önemli rahatsızlığa zemin hazırlayan bir hastalıktır, insan yaşamını kısaltır ve yaşam kalitesini olumsuz yönde etkiler. Bu konudaki en önemli soru ise şudur:
Kişi ne için yer? Yemek yemek, kökenlerine inildiğinde sadece aç midenin doyurulması kadar basit bir şey değildir. İnsanoğlu ilk yemek deneyimini, annesi tarafından emzirilirken yaşar. Annenin memesinden gelen süt sadece bebeğin karnını doyurmaz aynı zamanda annenin güvenli kucağında olmak, onun yumuşaklığını, sevgisini hissetmek, onun gülen yüzüyle mutlu olmak hislerini de verir. Ayrıca sütün memeden akarken verdiği haz da bebeği büyüler. Yani yemek yemek hazla, mutlulukla birebir örtüşür. Değil midir ki en güzel olaylar, doğum günleri, kutlamalar, bayramlar hep yemekle, güzel sofralarla belirir zihnimizde.
Yemek yemek aynı zamanda mutluluğu da çağrıştırır. Yukarıda da saydığımız ve günümüzde sıkça görülen bu bozukluklar, anne-bebek arasındaki ilişki matrisinde kolaylıkla yer bulur. Bu bebeği besleme, karnını doyururken ruhunu da doyurma eylemi, anne-bebek arasındaki güvenin de, bebeğin bu dünyayı yaşamaya değer görüşmesinin de temelidir. Anoreksiyadaki gibi hiç yemek yememe, bedenin ihtiyaçlarını reddederek zayıf kalma isteği, aslında nasıl da yaşamla değil ölümle alakalıdır. Yemek yemek, yaşamın her aşamasında hayata tutunmak için yapılan bir edimken Anoreksiya da bu yönde kuvvetli bir direnç söz konusudur. Anoreksik hastaların araştırmalarla kanıtlanan ağır düzeyde depresif ve ölüme meyilli hastalar olmaları, bu bağlamda çok kolay anlaşılabilir. Bulimikler de ise beslenme eylemine karşı bir direnç yoktur.
Yani arzu etmekle, hayata tutunmakla ilgili bir sorundan ziyade, yeme eylemiyle elde edilen doyumun yetersizliği söz konusudur. Bulimik, ruhunu beslediği besinleri, ruhsal olarak işlemek yerine sindirme mekanizmasıyla(ruhsal olarak) içini boşaltır, sağlıklı ruhsal çıkarımlarda bulunamaz. Bu eksikliği de yineleyen yeme davranışıyla sürekli yapar, sonucun "boşluk" duygulanımı olduğunu bile bile aynı ruhsal sahneyi canlandırır. Burada anne ilişkisindeki doyum ve doyumu sabit tutabilmenin becerilemediğini ve bu nedenle gerçek mutluluğun ve doyumun sürekli kaybedildiğini görebiliriz. Obezite ise bize ilk dönemlerde beslenmeyle gelen ruhsal doyuma olan açlığın ne kadar büyük bir boyutta olduğunu göstermektedir. O ilk yaşanan mutluluk, haz ve rahatlık duygusuna olan ihtiyaç o kadar fazladır ki yaşamın getirdiği her sıkıntı ve çatışmada bu haz durumu, tek kurtarıcı olarak akla gelir.
Ruhsal gerilim, ilişkiler ağındaki güvenli bir yakınla konuşarak, iletişim kurularak giderilmek yerine, erken dönem çocuksu bir savunmayla yemek yenerek giderilmeye çalışılır. Obezitede sorun burada bitmez, aşırı kilo alımının sonucu olarak kendine güvenin kaybolması, ailesel ve toplumsal etiketlenme, dışlanma, sosyal ilişkilerden kaçınma ve değersizlik duyguları hakim olmaya başlar. Bunun sonucunda depresif duygulanımlar devreye girer ve kısır döngü bir şekilde kişi yine yeme sarılır. Yemek yemek ruhsal bir ihtiyaçtır, bahsettiğimiz sebeplerden dolayı. Bununla ilgili sorunlar bize ilişkiler ağımızdaki dinamikleri işaret eder. Psikoterapi süreci, bu rahatsızlıkların çözümünde duygusal platformun ne kadar etkili olduğunu hesap ederek ilişkisel çatışmaların çözümlenmesini ve çocuksu savunma mekanizmalarının ve telafi çabalarının yerine olgun ve sağlıklı savunmaların konmasını sağlar. Psikolojik ayağı eksik kalan yeme bozukluğu tedavilerinde tam düzelmenin olmadığı ve nüksetmelerin yaşandığı araştırmalarla kanıtlanmıştır.