Sevmeyi sahip olma, hak kazanma, elde tutma olarak gören bir toplumda yetişen insanlar olarak önce kendimizi sonra çevremizi yetiştirmek zorunda bırakıldık. Omuzlarımıza hem kendimizi hem başkalarını bu ilkel ve insani ve manevi duygu ve özelliklerden yoksun insanlardan koruma sorumluluğu yüklendi. Hem kimseye güvenememeye mahkum edildik hem de hayatta kalmak için güvenebileceğimiz insanları aramak mecburiyetinde kaldık.
Güvenli bir ilişkinin içinde bulunma ihtiyacı çok uzun yıllar boyunca toplumun eril kısmını besledi, güçlendirdi. Sevginin yerine sevginin dışında pek çok şey koyuldu. 'İlişkide erkek ne kadar güçlüyse o kadar seviyordur, sesi ne kadar yüksek çıkabiliyorsa o kadar aşıktır, seven erkek uçan kuştan kıskanır'. Hepimiz bunları duyduk, gördük, kendi hayatımızda ya da çevremizde tanık olduk. Toplum bunları sindirdi, normalleştirdi, onayladı, devam ettirdi.
Bir insanı seviyorsanız bu sizin duygunuzdur, sizi ilgilendirir. Partneriniz üzerinde hiçbir bağlayıcılığı olamaz. Seviyor olmanız size hiçbir hak tanımaz. Toplumun bize öğrettiğinden ziyade gerçek sevgi, içerisinde bırakabilmeyi de barındırır. Sevdiğimiz kişinin sağlıklı olmasını, güvende olmasını, bizimle ya da değil mutlu olmasını istemeliyiz.
Zamanı geldiğinde bırakmayı ve yola devam etmeyi bilmeyen insanların güçlü olma ihtiyaçlarını gerçek sevgi ile karıştırmamayı kendimiz öğrenmek zorundayız. Önce kendimizi korumalıyız bu insanlardan ve onları besleyen toplumdan. Sonra öğretebildiğimiz herkese öğretmeli, bizden sonrakilere örnek ilişkiler kurmalıyız. Sokakta rahatça yürüyecek bir dünyayı hep birlikte inşa etmeli, sevginin anlamını bilen bir toplumu hep birlikte oluşturmalıyız.