Psikoterapinin gelişimi ve psikoterapi yöntemleri

Psikoterapinin gelişimi ve psikoterapi yöntemleri

PSİKOTERAPİNİN GELİŞİMİ VE PSİKOTERAPİ YÖNTEMLERİ

Psikoterapi; başvuruda bulunan kişi ya da kişilerin (danışan ya da ruh sağlığı bozukluğu olan hastaların) düşünsel çarpıtmalarının düzeltilmesi, çektikleri çökkünlük ve bunaltı gibi ruhsal sıkıntılarının ve duygusal acılarının giderilmesi, davranışsal işlev bozukluklarının onarılması ve baş etme becerilerinin artırılması için bu alanda eğitim almış kişilerin uyguladıkları ve yöntemleri belirlenmiş olan, daha çok karşılıklı görüşmeye dayalı, kişilerarası bir etkileşim süreci olarak tanımlanabilir.

En basit tanımlama olarak ele alacak olursak psikoterapi; ruhsal tedavi demektir. Burada tedaviden kasıt, psişik hastalıkların ilaç ve cerrahi yöntemler kullanılmadan yani birebir ilişki modelinde terapi süreci içerisindeki etkileşimden doğan bir  tedavi biçimidir.

Peki psikoterapi dediğimiz tedavi süreci hangi aşamalardan geçerek  yüzlerce farklı yöntem ve tekniğinin türediği bugünkü halini almıştır.

Psikoterapi'nin tarihçesi insanlık tarihi kadar eskidir. Tıp alanında inceleme yapan bilim insanları çok eski çağlardan başlayarak din adamlarının ve toplumda şifacı olarak bilinen kişilerinin kullandığı yöntemlerin ruhsal birçok hastalığa iyi geldiğini söylemişlerdir. Bu yöntemler bugün uygulanan psikoterapi yöntemlerinin ilk örneklerini oluşturmaktadır. Ortaçağa gelindiğine ise batıda insanların ruhsal sağaltımını sağlayan kişiler, din adamları yani rahipler olmuşlardır.

Ancak 1800’lü yıllara gelindiğinde insanın ruhsal yapısı ve incelemeleri  gelişimini bir disiplin olma yolunda sürdürmüştür. Bu bağlamda Çağdaş Psikiyatrinin doğuşu Philippe Pinel’e dayanır. Fransız bir tıp doktoru ve iç hastalıkları uzmanı olan Pinel akıl hastalarının insanca koşullarda tedavi edilmesine öncülük etmesiyle çağdaş psikiyatrinin kurucusu olarak gösterilmektedir. O döneme kadar batıda, akıl hastalıklarının kökeninde şeytani ya da büyülü güçlerin bulunduğu düşünüldüğünden bu hastalar, günümüzde hapishane olarak kullanılan yapılarda aç bırakılarak, ayaklarından zincirlere vurularak ve çeşitli yerlerinden bağlanarak tedavi edilmeye çalışılıyorlardı. Bunun yanında su terapisi de kullanılıyor olmasına rağmen yaşam koşulları iyi olmayan hastalar hayatta kalmayı başaramıyorlar ve iyileşmenin aksine durumları gittikçe kötüleşiyor ve sonunda hayatlarını kaybediyorlardı. Philippe Pinel, zincirlerle çeşitli yerlerinden bağlanmış akıl hastalarını çözdürtmüş ve psikiyatri alanındaki çalışmalarıyla tımarhanelerin gerçek birer hastane haline gelmesini sağlamıştır.

Aynı dönemlerde akıl hastalıklarının tedavisinde ilk defa klorpromazin olarak bilinen antipsikotik ilaçların kullanımı başlamıştır. Zaten bu dönemlerde de ruhsal bozuklukların, beynin patolojisinden kaynaklandığı görüşü hakimdi. Eğer beyinde bir patoloji yoksa bunun organik bir bozukluk olduğu ve tedavi edilemeyeceği savunuluyordu. 1900’lü yıların başlarında bu görüşe karşı çıkan ve bazı ruhsal bozuklukların organik nedenlere bağlı olmayıp insanın psişik yapısındaki çatışmaların sonucu olarak ortaya çıkabileceğini savunan psikanalitik kuram ortaya çıkmıştır. Bununla beraber en genel özellikleri itibariyle yedi temel psikoterapi yöntemini ele almamız mümkündür. Bunlar; Bütüncül Psikoterapi, Dinamik Psikoterapi, Davranışçı Psikoterapi, Bilişsel Psikoterapi, Bilişsel-Davranışçı Psikoterapi, Varoluşçu Psikoterapi ve Sistematik Psikoterapidir.

Bütüncül Psikoterapi:  Frederick-Laura Perls ve Paul Goodman tarafından geliştirilen bu teknik tüm psikoterapi tekniklerinin tedavi süreci içerisinde hangi hastaya ya da danışana ne zaman uygulanacağını ve bütünü açıklamaya yönelik olarak farklı teknikleri entegre etmeyi sağlar. Bütüncül psikoterapinin nihai amacı; kişinin büyüme ve gelişmesini engellemeden, kendi ihtiyaçlarını karşılayabilen ve çevresiyle uyumlu bir kişi olmasını sağlamaktır.

Dinamik Psikoterapi: Davranışlarımızın “nasıl”ını degil “neden”ini açıklamaya çalışan ve davranış  bozukluklarını da  bunun üzerinden gidermeye yönelik teknikler geliştiren psikoloji yaklaşımıdır. İlk başlarda Freud’un klasik dürtü-çatışma kuramı temelini esas alarak ortaya çıkmış ancak psikanaliz kökenli bir çok psikoterapistin katkılarıyla bugünkü şekliyle temelde benzer olsa da çok farklılaşmış ve Freud’dan ayrılmış, içerisine ego durumları, nesne ilişkileri ve kendilik psikolojisi gibi dinamik yapıların girdiği psikoterapi yöntemidir. Önde gelen savunucularından bazıları; M. Klein, Kohut, Masterson, Mahler,Kernberg’tir. Dinamik yaklaşım; psikopatolojilerin temelinde 0-6 yaş arası yaşantıların varolduğu görüşünü savunan ve farklı şekillerde bu yaşantıları irdeleyen psikoterapi yaklaşımıdır.

Davranışçı Psikoterapi:  Dinamik psikoterapinin insan davranışlarını gözlemlenemeyen süreçlerle açıklıyor olmasına tepki olarak ortaya çıkan ve  gözlemlenebilen davranışları temel alan bir psikoterapi yöntemi olarak ortaya çıkmıştır. Skinner, Pavlow ve Watson tarafından laboratuar çalışmalarıyla geliştirilen bu yöntem; davranış bozukluklarında öğrenme ilkelerini (klasik koşullanma, edimsel koşullanma) sistematik bir biçimde kullanarak insan davranışlarında gözlemlenebilen değişiklikler meydana getirmeyi hedeflemektedir.

Bilişsel Psikoterapi: Kognitif terapi olarak da bilinen bu yöntem davranışçı yöntemin özellikle latent (gizli) öğrenme dediğimiz öğrenme süreçlerini açıklayamaması üzerine bilişsel süreçlerin de öğrenmede aktif rol oynadığı gerçeğine dayalı olarak Albert Ellis ve Aaron T. Beck tarafından oluşturulan psikoterapi yöntemidir. İlk defa depresyon tedavisinde kullanılan bilişsel yönteme göre insanlar aynı uyaranlara aynı tepkileri vermezler ve tepkilerimizi belirleyen asıl şey bizlerin geçmiş yaşantıları, yani bilişsel süreçlerimizdir. Bilişsel Psikoterapi; davranışçı kuramın aksine uyaran tepki arasında bilgi işleme süreçlerine dikkat çeker ve yanlış bilgi işleme süreçlerinin davranış bozukluklarına neden olduğunu, dolayısıyla bu yanlış bilişsel çarpıtmaların düzeltilmesiyle davranış bozukluklarının da düzeltilebileceğini savunur.

Bilişsel-Davranışçı Psikoterapi: Bilişsel yaklaşım ile Davranışçı yaklaşımın evliliği 1970’lerde gerçekleşmiş, günümüzde ise neredeyse birbirinden ayrı kullanılamayan iki yaklaşım olarak karşımıza çıkmaktadır. Bilişsel-Davranışçı Psikoterapi yöntemi; davranış bozukluklarının giderilmesinde hem klinik uygulamaların hem de gözlemlenebilen süreçlerin bir arada kullanılarak en etkili sonuçların ortaya çıkarılabileceğini savunan birleştirilmiş bir psikoterapi yöntemidir.

Varoluşçu Psikoterapi: Her ne kadar varoluşçuluk son yüzyılda bir felsefi akım olarak kendini gösterse de varoluşçu psikoterapi; insanın tek oluşunu ve özgünlüğünü hiçe sayarak insanı bir nesne gibi gören yaklaşımlara karşı tepki olarak ortaya çıkmıştır. Varoluşçu yöntemde terapi sürecinin temel amacı; danışanın kendi varoluş bilincine ulaşması, kendi yaşam özgürlüklerini kullanması ve bunun sorumluluğunu üstlenmesini sağlamaktır. Varolma yolunda kişinin en çok üzerinde durduğu; hayatın anlamı, kaderin sorumluluğu, ölümden sonraki hakikat gibi bilinmezleri çözmeye yönelik yürütülen terapi yöntemidir.

Sistematik Psikoterapi: Paul Watzlawick tarafından geliştirilen bu yöntem; matematik sistem teorileri, iletişim teorileri ve aile dizin çalışmalarının temelini oluşturan ve bir ekip tarafından gerçekleştirilen psikoterapi yöntemidir. Psikolojik rahatsızlıkların geliştiği sosyal bağlara, örneğin aileye, odaklanır. Bu nedenle terapi sürecine danışanın yanı sıra eşi, çocukların tedavi sürecinde ise anne ve babaların dahil edildiği bir terapi yöntemidir. Terapötik çalışmalar sadece aile bireyleriyle sınırlı kalmayıp danışan için ilişkisel düzeyde önemli olan başka kişileri de kapsamaktadır.

Terapist, hangi psikoterapi yöntemini kullanırsa kullansın amaç; hastanın ya da danışanın iyileşmesi ve sorunlarının çözüme kavuşmasıdır. Sonuç olarak başarı elde edildiğinde hangi yöntemin ne kadar kullanıldığının bir önemi yoktur. Bir çok kuramcının düştüğü hata; kendi yöntemleri dışında hemen hemen hiçbir kuramı kabul etmemeleridir. Oysa son yıllarda hastayı iyileştiren etmenler üzerine yapılan çalışmalar, terapi sürecinde kullanılan tekniğin iyileştirici etkisinin yüzde 10 civarında olduğunu göstermiştir. Önemli olan ise terapist ve danışan arasında kurulan terapötik ilişki düzeyi ve bu ilişkinin tedaviye ne kadar yansıdığıdır.

Saygılarımla… 

Psikoterapist & Psikolojik Danışman

Abdullah ALPASLAN 

Kaynak

Psikoterapi Yöntemleri, Prof. Dr. Ertuğrul KÖROĞLU-Doç. Dr. Hakan TÜRKÇAPAR

Bütüncül Psikoterapi, Tahir ÖZAKKAŞ, MD.,PhD.

Psikoloji Sözlüğü, Selçuk BULDAN

Bilişsel Terapi ve Uygulamaları, Robert L. Leahy

Bu makale 9 Mart 2019 tarihinde güncellendi. 0 kez okundu.

Yazar
Psk. Abdullah Alpaslan

1982 Konya / Akşehir doğumludur. Selçuk Üniversitesi Psikolojik Danışmanlık bölümü’nden 2004 yılında mezun oldu. 2016 yılında İstanbul Esenyurt Üniversitesi Klinik Psikoloji lisansüstü eğitimini ‘Panik Bozukluğun EMDR ile Tedavisi ve Olgu Sunumu’ hakkında yazdığı proje ile tamamladı. Askerlik görevini 9. motorlu piyade tugayında psikolog asteğmen olarak tamamlamıştır. 2004 yılından beri çeşitli kurumlarda klinik psikolog/psikoterapist olarak çalışmaktadır. Alanında uzman kişilerden psikoterapi teknikleri ile ilgili birçok eğitim alan Abdullah ALPASLAN; psikoterapi çalışmalarında, danışanlarının ihtiyaçlarına göre müdahale ve tedavi seçeneği sunan bütüncül bir yaklaşımı savunmaktadır. Bu bütüncül bakış açısı; danışanın yüzeydeki sorunlarına olduğu kadar, bu sorunların temeli olan ana sorunlar üzerine odaklamaktadır. Bu nedenle de tek bir t ...

Etiketler
Psikolojik vajinismus
Psk. Abdullah Alpaslan
Psk. Abdullah Alpaslan
İstanbul - Psikoloji
Facebook Twitter Instagram Youtube