Cinsel işlev bozuklukları, yıllar boyunca toplumumuzda utanılan ve gizlenilen konular olmakla birlikte, özellikle son yıllarda cinsel sorunlarla tedaviye başvuran danışanların sayısında artış gözlenmektedir. Ancak hala çoğu cinsel işlev bozukluğunun dünyada ve ülkemizdeki görülme sıklıkları ile ilgili yeterli çalışmalar bulunmamaktadır. CETAD’a göre; bu konuda yapılan çalışmalar, birlikte yaşayan çiftlerin %40-50 sinde en az bir cinsel işlev bozukluğunun var olduğunu bildirmektedir. Cinsellik iki kişi arasında yaşanan bir durum olduğundan, aslında cinsel sorunlarda da tek kişiyi adres göstermek yerine bunu çiftin ortak sorunu olarak ele almak daha doğru ve faydalı bir yaklaşımdır. Ancak tabi ki tanıyı koyma aşamasında öncelikle sorunun kaynağı kimi gösteriyor onu da değerlendirmek gerekir. Sorun bazen kadın bazen erkekte imiş gibi görülse, de çözüm için çiftin ortak hareket etmesi gerekir.
Kadın cinsel işlev bozuklukları, tanısı ve tedavisi açısından oldukça karmaşık bozukluklardır. Kadın cinsel işlev bozuklukları biyolojik, psikolojik, tıbbi, ilişkisel bir çok faktörden etkilenen multidispliner bir alandır. Cinsel işlev bozuklukları erkeklerde de kadınlarda da yaşam kalitesini ve evlilik ilişkisini olumsuz etkiler. Kadınlarda cinsel işlev bozukluğu özgüven kaybı, kişisel ilişkiler ve evlilik ilişkilerinde bozulmaya ve duygusal strese yol açmaktadır.
Kadın cinsel işlev bozukluklarının toplumumuzda görülme sıklığı ile ilgili yeterli sayıda çalışma bulunmamaktadır, ancak son yıllarda bu konuda yapılan çalışmaların sayısında her geçen gün artış görülmektedir. 1990’lı yılların başında National Health and Social Life Survey (NHSLS), kadın cinsel fonksiyon bozuklukları ile ilgili ABD verilerini sunmuştur. Bu çalışmada yaşları 18 ile 59 arasında değişen, 1749 kadın ve 1410 erkek hasta değerlendirilmiştir. Kadınların %43’ü, erkeklerin ise yaklaşık olarak %31’inde cinsel fonksiyon bozukluğu olduğu bildirilmiştir. Çayan ve ark. (2004)’ nın Türkiye’nin güney bölgesinde yaptıkları bir çalışmada, 28- 37 yaş aralığındaki kadınlarda cinsel işlev bozukluğu görülme oranıbnın %25.5 olduğu belirlenmiştir. Genel olarak tüm dünyada kadınlarda cinsel işlev bozukluğu görülme oranının %22 ile %93 arasında olduğu düşünülmektedir.
DSM-IV tanı ölçütlerine göre kadınlarda görülen cinsel işlev bozuklukları şu şekilde sınıflandırılır (18):
1- Cinsel istek bozuklukları (cinsel istek azlığı, cinsel tiksinti bozukluğu)
2- Cinsel uyarılma bozuklukları
3- Orgazm bozuklukları.
4- Cinsel ağrı bozuklukları
a- Vajinismus
b- Disparoni
1. Cinsel istek bozuklukları
a- Cinsel isteksizlik (Azalmış cinsel istek bozukluğu)
Kadınlarda cinsel istek bozuklukları, cinsel isteksizlik ya da cinsel tiksinti bozukluğu şeklinde ortaya çıkabilir. Azalmış cinsel istek bozukluğu ya da diğer adıyla cinsel isteksizlik, kadınlarda en sık görülen cinsel işlev bozukluklarından biridir. Cinsel isteksizlik, ülkemizde kadınlarda en sık görülen cinsel işlev bozukluğudur. Ancak, tedaviye başvuru oranlarına baktığımızda cinsel birleşmeyi ve dolayısıyla çocuk sahibi olmayı engelleyen bir cinsel işlev bozukluğu olan vajinismus ilk sırada gelmektedir.
DSM- IV’e göre; cinsel isteksizlik, yeterli cinsel uyaran olmasına rağmen cinsel fantezilerin ve cinsel etkinlikte bulunma isteğinin az olması ya da hiç olmaması, cinsel arzu duyulmaması durumudur. Bu durum değerlendirilirken kişinin yaşı, genel sağlık düzeyi, yaşam koşulları, eş ya da partneriyle aralarındaki ilişkinin özellikleri ve bu sorun ortaya çıkmadan önceki cinsel istek düzeyi, vb. etkenler göz önüne alınmalıdır. Tanıyı koymak için en az 6 ay süreyle tüm cinsel etkinlik sıklığının ayda iki kez ya da daha az olduğunun bildirilmesi ve buna eşlik eden herhangi bir cinsel davranışta bulunmaya yönelik öznel istek kaybının varlığına dikkat edilmelidir.
Cinsel isteksizlik birincil (primer) ve ikincil (sekonder) olarak ikiye ayrılır:
Primer Cinsel İsteksizlik: Genellikle ergenlik döneminde başlar.
Sekonder Cinsel İsteksizlik: Cinsel sorunu olmayan bir kadının hayatının herhangi bir evresinde sonradan cinsel açıdan isteksizleşmesidir.
Cinsel isteksizliğin nedenleri fiziksel, hormonal, ilişkisel ya da psikolojik olabilir. Sorun ağırlıklı olarak psikolojik ve ilişkisel nedenlere bağlıdır. Bazı durumlarda kadınların kendi çekicilikleri ve bedenleriyle ilgili olumsuz algıları da cinsel isteksizliğe neden olabilmektedir. Metz ve Epstein (2002)’ın cinsel istek bozukluğu tanısı alan kadınlar ile herhangi bir cinsel işlev bozukluğu tanısı almamış kadınların çeşitli psikolojik özelliklerinin karşılaştırıldığı çalışmasında, cinsel istek bozukluğu tanısı almış kadınların kendi ebeveynlerinin duygularını ifade edebilmek ve cinsel davranışla ilgili tutumları açısından daha olumsuz, kendilerini daha az çekici ve eşleriyle aralarındaki ilişkiyi daha uzak ve daha az romantik olarak değerlendirmişlerdir. Cinsel mitler de kadınlarda cinsel isteksizliğin en önemli nedenlerindendir. Cinselliğin kadın için bir görev olduğu, cinselliğin kadın için değil erkek için daha önemli olduğu, cinselliği isteyen, arzu eden, kendini cinsel olarak ifade eden, cinsel isteğini belli eden kadınların toplumda ‘’kötü’’ olarak algılanacağı, vb. inanışlar kadınların cinsel istek düzeylerini olumsuz etkileyebilmektedir. Primer cinsel isteksizlik, genellikle ergenlik çağında başlar ve cinselliğin hoş karşılanmadığı tutucu toplum ve kültürlerde daha sık karşımıza çıkar. Çocukluktan itibaren özellikle kız çocuklarına yönelik cinsellikle ilgili yasakların ve baskıların olmasının bir sonucu olarak cinsellikle ilgili günahkarlık ve suçluluk duyguları gelişebilir, yetişkin bir birey olduğunda kadın, cinselliği yaşamaktan rahatsız olabilir ya da bunu kendinde bir hak olarak görmeyebilir. Sekonder olarak ortaya çıkan cinsel isteksizlik ise, çoğunlukla stres, eşle yaşanan problemler, uyumsuzluk, depresyon, anksiyete, başka bir takım psikolojik sorunlar, menopoz, gebelik ve loğusalik dönemleri, kronik rahatsızlıklar, ilaç, alkol ve madde kullanımı, vb. nedenlerden kaynaklanabilir. Eşler arasındaki cinsel uyumsuzluk, evlilik öncesinde ve evlilik sürecinde eşle yaşanan sorunlar ve çatışmalar, eşi tarafından sevilmediği, değer verilmediği ya da anlaşılmadığı düşüncesi de kadında cinsel isteksizliğe yol açabilir.
Bedensel bazı hastalıklar (diyabet, yüksek tansiyon, vb.), kullanılan bazı psikiyatrik ilaçlar, doğum kontrol hapları, alkol kullanımı, kanser tedavileri ve geçmişte yaşanan travmatik bir cinsel deneyim de cinsel istek bozukluğuna neden olabilmektedir.
Tedavide önce sorunun nedeni tespit edilmeli ve ona uygun olarak eşler arasındaki uyum arttırılmaya çalışılmalıdır. Eşlerin cinsel istek düzeyleri arasında bir denge oluşturulmaya çalışılmalıdır. Eğer fiziksel, hormonal ya da ilaç kullanımına bağlı bir cinsel isteksizlik yoksa, sorun psikolojiktir, o zaman çifte birlikte cinsel terapiye başvurmaları önerilir.
b- Cinsel Tiksinti Bozukluğu
Cinsel tiksinti bozukluğu da cinsel istek bozukluklarının bir parçası olarak ortaya çıkabilir. Cinsel tiksinti bozukluğu, cinsel ilişkiden sürekli ve aşırı bir biçimde tiksinti duyma ve bu nedenle cinsellikten kaçınma şeklinde kendini gösterir. Diğer cinsel işlev bozukluklarına göre, daha nadir görülmekle birlikte görülme oranları ve yaygınlığı ile ilgili fazla bir bilgi bulunmamaktadır. Cinsel tiksinti bozukluğu, genel olarak kadınlarda daha sık görülen ve tedavisi zor bir bozukluk olarak nitelendirilmekte ve tek başına bir cinsel işlev bozukluğu olarak değerlendirilmekten çok cinsel isteksizlik, vajinismus, disparoni ile birlikte ya da maruz kalınan bir cinsel istismarın sonucu olarak ele alınmaktadır. Cinsel tiksinti bozukluğu, cinsel ilişkiden uzak durma ve cinselliğe karşı tiksinti duyma ile karakterizedir. Nedenleri genellikle çocuklukta ya da genç kızlıkta yaşanan travmatik cinsel yaşantılara dayanır. Çocukluk veya ergenlikte cinsel taciz ya da tecavüze uğrama, cinselliğe yönelik güçlü suçluluk ve utanç duyguları, toplumsal önyargılar, baskıcı bir aile ortamında yetişme, cinsel organların pis olduğu düşüncesi ve daha derin psikolojik sorunlar cinsel tiksinti bozukluğuna yol açabilir. Bu kişilere cinsel açıdan yaklaşıldığında iğrenme, korku, kaygı, utanç ortaya çıkabilir hatta bu tepkiler panik atağa, ağlama nöbetlerine kadar gidebilir. Cinsel tiksinti bozukluğunun tedavisi diğer cinsel işlev bozukluklarına göre biraz daha fazla zaman alabilir, öncelikle sorunun kökeninde yatan nedenin tespit edilmesi gereklidir ve daha sonrasında bireysel psikoterapi, eş terapisi ve cinsel terapi uygulanabilir.
2. Cinsel uyarılma bozuklukları
DSM-IV, kadında cinsel uyarılma bozukluğunu, "sürekli olarak ya da tekrarlayıcı bir biçimde cinsel uyarılmanın yeterli bir ıslanma-kabarma tepkisini sağlayamama ya da cinsel etkinlik bitene dek bunu sürdürememe" olarak tanımlamaktadır. Kadındaki uyarılma eksikliği cinsel birleşmenin de tatmin edici olmasına engel olmaktadır. Cinsel uyarılma bozuklukları daha çok ikincil bir bozukluk olarak ortaya çıkar ve daha çok çocukluk dönemindeki travmatik yaşantılarla bağlantısı olduğu düşünülmektedir. Cinsel uyarılma bozukluğunun diğer olası nedenleri şunlardır: yetersiz önsevişme, eşler arasındaki iletişimin yetersiz olması, evlilikteki başka diğer sorunları varlığı, doğum ve menopoz sonrasında kadınlarda meydana gelen hormonal değişimler, vb. Ayrıca yeterli klitoral uyarının verilmediği ya da partnerde erken boşalmanın olduğu durumlarda da kadında cinsel uyarılma bozukluğu ortaya çıkabilmektedir.
Cinsel uyarılma bozuklukları tedavisinde temel cinsel bilgiler verilip yanlış inanç ve davranışlar üzerinde çalışılırken, verilen ev ödevleri ile eşler arasında duygusal ve bedensel yakınlık sağlanır. Cinsel uyarının uygun şekilde, yeterince yapılması ve sürdürülmesi öğretilir.
3. Orgazm bozuklukları
Kadında orgazm bozukluğu, yeterli cinsel uyarıya rağmen orgazmın çoğunlukla ya da her zaman gerçekleşmemesi, gecikmesi ya da orgazma ulaşmakta güçlük yaşanması olarak tanımlanır. Orgazm bozukluğunun görülme sıklığı konusunda farklı bilgiler olsa da bu oranın %5-20 oranında olduğu bildirilmektedir. CETAD (2006)’ın bildirdiğine göre; orgazm bozuklukları genç kadınlarda daha sık gözlenmektedir ve yaşla birlikte kadınlarda orgazm olma yetisi artmaktadır.
Kadında orgazm bozukluğu birincil olarak ortaya çıkabileceği gibi, sonradan da görülebilir. Orgazm bozukluklarının birçok nedeni olabilir. Cinsellikle ilgili olumsuz duygu ve düşünceler, cinsel mitler, ön sevişmenin yetersiz ya da acele olması, partnerin cinsel bir sorununun olması, partnere karşı ilgi kaybı, depresyon, kullanılan bazı ilaçlar, cinsellikle ilgili olumsuz duygu ve düşünceler, sevişirken kendini rahat bırakamama, gebe kalma korkusu, partneri tarafından cinsel ilişkiye zorlanmak, partnere güvenmeme, cinsel ilişkinin yaşandığı ortamın güvenli bir ortam olmaması, bazı fiziksel rahatsızlıklar, vb. olası nedenlerden bazılarıdır. Cinsel Eğitim Tedavi ve Araştırma Derneği'nin (CETAD) cinsellik konusunda hazırlamış olduğu dosyada, çocukluğunda ve gençliğinde kendisini ''iyi kız'' olarak tanımlamış olan her 10 kadından 9'unun yetişkinlikte orgazmı yaşayamadığı, geleneksel kadın cinsel rolünü benimsemiş olan kadınlardaki ‘’iyi kız’’ sendromunun, cinsel yaşantılarında orgazm olmalarındaki en büyük engeli oluşturduğu belirtilmiştir (Uyar, 2015). Orgazm bozukluklarının nedeni de büyük ölçüde psikolojik ve partnere bağlıdır. Bu nedenle partnerle olan iletişimin yeniden gözden geçirilmesi ve eksikliklerin giderilmesi önemlidir. Ayrıca partnerdeki özellikle erken boşalma, vb. bir cinsel işlev bozukluğu da kadının orgazm olmasını güçleştirebilmektedir. Tedavide cinsel terapi uygulanır. Amaç orgazmı cinselliğin en önemli amacı olarak görmekten vazgeçip, sevişmenin tadını çıkarmak ve çiftlerin birbirlerinin bedenlerinden zevk almayı öğrenmelerini sağlamaktır. Orgazm, cinsel yaşamın sağlığı ve kalitesi açısından en önemli unsurlardan biridir. Orgazm sorunu yaşayan bir kadın, başka yeni cinsel işlev bozuklukları, ilişki problemleri ve çeşitli psikiyatrik rahatsızlıklar açsından risk altındadır.
4. Cinsel ağrı bozuklukları
a- Vajinismus
Vajinismus, ülkemizde cinsel tedavi kliniklerine başvurma oranı en yüksek olan cinsel işlev bozukluğudur. Vajinismus, DSM –IV-TR ’de ‘’Vajinanın dış bölümündeki kasların üçte birinin koitusu (cinsel birleşme) engelleyecek bir biçimde, yineleyici bir biçimde ya da sürekli olarak istem dışı spazmın olması’’ şeklinde tanımlanmaktadır. Kadında cinsel birleşmenin gerçekleştiği anatomik bölgeye ‘’vajen’’ adı verilir. Vajenin etrafındaki kasların kasılması, tüm vücutta kasılma, endişe, korku ve panik hali, kadının bacaklarını sıkıca kapatması ve elleriyle eşini itmesine yol açan kadının bilinçdışı yan istemsiz tepkilerine vajinismus denir. Vajinismus, cinsel ilişkiye girme denemelerinde hafif bir kasılmadan tüm vücutta bir kasılmaya, endişe, korku, tiksinme ve panik haline, bacakların açılmalarını engelleyecek boyutlarda sıkıca kapatılmasına veya elle eşi itmeye kadar değişik şekillerde ortaya çıkabilir. Reissing’in 2004’deki çalışmasında, vajinismusun sadece vajinal spazmı temel alan tanımı yetersiz kabul edilmiş ve vajinismusun tanımının içine ağrı, ağrıdan korkma, pelvik taban disfonksiyonu ve cinsel ilişkiden davranışsal kaçınmanın da dahil edilmesi gerektiği belirtilmiştir.
Vajinismusun varlığı eskiden beri bilinmektedir. Bundan yaklaşık 100 yıl öncesinde 1909’ da Waltherhard vajinismusun ağrı korkusundan kaynaklanan fobik bir reaksiyon oldugu ileri sürmüştür.
Vajinismus çoğunlukla ülkemizde evliliğin ilk gecesinde ortaya çıkan bir sorundur. İlk gece cinsel ilişkiye giremeyen çift sorunun geçici olduğunu ve daha sonraki günlerde kendiliğinden çözüleceğini düşünür. Ancak sorun kendiliğinden çözülmez ve çift yıllarca vajinismus sorunuyla birlikte yaşayabilir.
Vajinismus ülkemizde diğer cinsel işlev bozukluklarına oranla daha fazla görülmektedir. Tuğrul ve ark. (1993)’nın yaptığı bir çalışmada, ülkemizde cinsel sorun nedeniyle psikiyatri kliniklerine başvuran kadınların %73’ünün vajinismus olduğu belirtilmektedir.
Yılmaz ve ark. (2010) yaptığı bir çalışmada, Türk toplumuzda kadınlarda vajinismusun görülme oranının %15.3 ve orgazm bozukluğu oranının ise %5.3 olduğu belirtilmiştir. Öniz ve ark. (2007) birinci basamak sağlık hizmetlerinde vajinismusa rastlanma sıklığını %41.7 olarak bildirmişlerdir.
Son dönemlerde cinsel işlev bozukluklarından bahsedilirken cinsel birleşmenin henüz gerçekleşmediği durumlar için ‘’tamamlanmamış evlilik’’ tanımı da kullanılmaktadır. Tamamlanmamış evlilik kavramı sertleşme güçlüğü, erken boşalma ya da vajinismus gibi bakla bir işlev bozukluğu nedeniyle cinsel birleşmenin gerçeklememesini ifade eder. Özdemir ve ark. (2008), tamamlanmamış evlilik olgularında vajinismus oranını %81, sertleşme güçlüğü oranını %10.5, erken boşalma oranını da %5 olarak bildirilmişlerdir.
Vajinismusun ortaya çıkmasındaki en önemli faktörler; ilk gece korkusu, cinsel konulardaki eğitimsizlik ve bilgisizlik, kadının kendi cinsel organlarıyla ilgili olumsuz duygu ve düşüncelere sahip olmasıdır. Psikolojik kaygılar da vajinismusun ortaya çıkmasına neden olur.
Vajinismusun olası diğer nedenleri şunlardır:
İlk ilişkide acı ve ağrı duyma korkusu
Kızlık zarına toplumda verilen abartılı önem
Cinsel deneyim ve bilgi eksikliği
Vajinanın dar olduğu ve cinsel birleşmenin gerçekleşemeyeceği düşüncesi
Çocuklukta anne- babanın ilişkisine tanık olma
Geçmişteki cinsel taciz yaşantısı,
Yüksek kaygı
Dini ve ahlaki olarak katı kuralları olan bir ailede yetişme
Hamilelik korkusu
Bağlanma ve yakınlık korkusu
Elektra kompleksi
Genç kızlıktan kadınlığa geçmeyi istememe
Eşle ilgili sorunlar
Eşin ailesi ile birlikte yaşama
Kadının kendi bedeniyle ilgili güven eksikliği
Vajinismus primer (birincil) ve sekonder (ikincil) olarak ortaya çıkabilir. Primer vajinismus evliliğin ilk gecesinden, balayından ya da ilk cinsel ilişki denemesinden itibaren ortaya çıkar ve genellikle ülkemizde sıkılıkla rastlanan primer vajinismustur. Sekonder vajinismus ise özellikle travmatik cinsel yaşantılar, ağrılı ve acılı doğum, kürtaj, vb. genital bölgeye yönelik cerrahi müdahaleler sonucunda ortaya çıkmaktadır, ancak primer vajinismusa göre daha nadir görülmektedir.
Vajinismus sorununu yaşayan çiftler bunu genellikle çevrelerindeki kişilerden saklarlar. Çünkü cinsellik mahrem bir konudur ve bunu başkalarıyla paylaşmak onları utandırabilir. Bazı durumlarda çiftin sorunu kendine saklaması olumlu bir durumken, bazı çiftler ise yakınları ya da büyükleri tarafından doğru yönlendirilmeye ihtiyaç duyarlar ve tedaviye başvurmalarında da çoğu zaman birinin yol göstermesi gereklidir. Vajinismus bir erteleme ve kaçınma hastalığıdır, çiftler tedaviye başvurmak için bazen yıllarca beklerler ve geciktirirler. Bunun nedeni çoğunlukla sorunu kabullenememeleri, tedaviden korkmaları ya da tedavinin başarılı olamayacağından endişelenmeleridir. Vajinismus sorunu uzun vadede çiftin iletişimini ve cinsel hayatlarını olumsuz etikler. Sürekli yaşanan başarısız denemeler sonucunda çiftler cinsel yaşamdan uzaklaşırlar, uzun süre çözülemeyen bu sorun nedeniyle çiftin ilişkilerinde de bozulmalar olur mutluluğu yakalamaya çalışırken, bazı çiftlerin çözümlenemeyen bu problem nedeniyle, cinsellik dışındaki ilişkileri de bozulmaktadır. Vajinismusu yaşayan kadın kendini değersiz, mutsuz ve tükenmiş hisseder. Sanki evliliğin bir yanı eksiktir ve o da tam bir kadın değildir, çünkü eşine karşı görevini yerine getirememektedir. Kendini sadece eşine karşı değil, eşinin akrabalarına karşı da sorumlu hisseder. Çevreden neden çocuk sahibi olmadıkları da sorulmaya başlandığında iyice morali bozulur. Çift herkesin yaptığı bir şeyi yapamıyor olmaktan dolayı kendilerini başarısız hissedebilir. Şu bilinmelidir ki, vajinismus sadece kadının sorunu değil çiftin ortak sorunudur. Vajinismus tedavisinde eşin tutumu ve desteği çok önemlidir. Vajinismusun tanısı çiftin ilk cinsel ilişki sırasında olanları anlatması ile konulur. Vajinismus tanısında bütüncül bir yaklaşımla bir jinekolog ve psikoloğun varlığı gerekmektedir.. Vajinismus çiftin arasında eğer eşlik eden başka evlilik sorunları yoksa, tedaviye en başarılı şekilde yanıt veren cinsel işlev bozukluğudur. Vajinismus cinsel terapi ile başarıyla tedavi edilebilen bir cinsel işlev bozukluğudur. Tedavide çifte verilen cinsel eğitimle birlikte, kişinin korku tepkisi ve cinsellikle ilgili duygu ve düşünceleri üzerinde çalışılır. Daha sonra aşamalı olarak bir takım egzersizlerle çiftin birbirine cinsel açıdan yakınlaşması hedeflenir ve vajenin genişletilmesi için egzersizler ve yine aşamalı olarak cinsel birleşme egzersizleri planlanır.
b. Disparoni (Ağrılı Cinsel İlişki)
Cinsel ağrı bozukluklarından olan disparoni, DSM_IV’e göre; cinsel birleşmeye sürekli ve yineleyici olarak bir ağrının eşlik etmesidir. Disparoninin tanısı, ülkemizde ve tüm dünyada vajinismusla sıkça karıştırılmaktadır. Batılı ülkelerde disparoninin görülme sıklığının %3-43 olduğu tahmin edilmektedir (Nazik ve ark., 2011). Türkiye’deki disparoniye rastlanma oranı tam olarak bilinmemekle birlikte, Doğan (2009)’ın çalışmasında, kadınların 47.2 sinde disparoni olduğu bildirilmiştir. CETAD (2006)’ ın raporuna göre, disparoni en sık 20-29 yaşları arasında yaşanmaktadır.
Cinsel birleşme sırasında vajina girişinde ya da daha iç kısımda acı veya ağrı hissedilmesine disparoni adı verilmektedir. Cinsel ilişki sırasında acı, ağrı, yanma ya da tahriş hissi gibi durumlar kadınların zaman zaman yaşadığı ve şikayet ettiği bir sorun olabilir. Ancak kişi bunun bir sorun olduğunun farkında olmayabilir, cinsel ilişkide bir miktar acı duyulmasının normal olduğunu düşünebilir ve bunun tedavi edilebilecek bir durum olmadığına inanabilir. Her kadın zaman zaman cinsel birleşme sırasında ağrı duyabilir. Ancak eğer belli bir süreden fazla devam ediyorsa, her cinsel ilişkide ortaya çıkıyorsa ve kişinin cinsellikten kaçınmasına neden oluyorsa o zaman bu sorunun tanısının konulması ve tedavi uygulanması gereklidir. Ağrılı cinsel birleşme sadece kadınlarda görülen bir sorun değildir, erkeklerde de görülmesi mümkündür.
DSM-IV de disparoninin tanısı için 3 kriter yer almaktadır:
A. İlişki sırasında tekrarlayıcı veya sürekli ağrı şikayetinin olması
B. Bu şikayetin gerginlik ve kişilerarası sorunlara neden olması
C. Ağrının vajinismus, yetersiz lubrikasyon, ilaç kullanımı, başka bir hastalığa bağlı olmaması.
Disparoninin tanısı, çoğu zaman vajinismusla karıştırılmaktadır. Vajinismusta cinsel birleşme hiç gerçekleşmez, içeri girme ile ilgili bir sıkıntı vardır; disparonide ise, cinsel birleşme gerçekleşir ancak kadın rahat değildir, cinsel birleşme sırasında acı ve ağrı duyar ve bu nedenle zevk alamaz. Ancak danışanlar cinsel ilişki sırasında acı duyduklarını söylediklerinde, bazen uzmanlar bu durumun vajinismus mu yoksa disparoni mi olduğunu ayırmakta güçlük çekebilirler. Öncelikle cinsel birleşmenin gerçekleşip gerçekleşmediği tanı için önemlidir, ayrıca vajinismusta fiziksel bir ağrı ya da acıdan çok, bir acı duyma korkusu vardır. Vajinismus disparoniyi de içine alan daha geniş bir tanıdır.
Kadın cinsel işlev bozukluklarında fiziksel sebeplerin en fazla yer aldığı sorun disparonidir. Disparoni fizyolojik bazı nedenlerden dolayı ortaya çıkabildiği gibi, psikolojik ve eş/partnerle iletişimle ilgili ilişkisel nedenlerden dolayı da görülebilir. Disparoninin tanısı için öncelikle kişinin bir kadın- doğum uzmanına başvurup muayene olması gereklidir. Eğer muayene sonucunda, cinsel ilişkide ağrıya neden olacak fiziksel bir bulguya rastlanmazsa o zaman sorun psikolojik ya da eşle olan ilişkiden kaynaklanıyor olabilir. Bu durumda bir cinsel terapiste başvurulması en doğrusu olacaktır.
Kısaca cinsel birleşme sırasında acı ve ağrı duymak olarak tanımlanan disparoninin derin ve yüzeyel disparoni olmak üzere iki çeşidi vardır:
- Yüzeyel disparoni; vajina girişinin etrafında hissedilen ağrılara verilen isimdir.
Yüzeyel disparoniye başka bazı genital sorunlar neden olabilmektedir (vulvar vestibulit sendrom, vajinit, vajinal mantar enfeksiyonları, genital herpes, üretritis, atrofik vulvitis, vajina kuruluğu, bartholin apsesi, kızlık zarından kaynaklanan sorunlar, cinsel uyarılma problemleri, ön sevişmenin yetersiz olması, alerji ya da tahriş, vb.)
- Derin disparoni; cinsel birleşme sırasında daha derinde kasık bölgesinde hissedilen ağrılardır. Derin disparoniye de öncelikle bazı jinekolojik sorunlar (endometriozis, genital veya pelvik tümörler, irritabl bağırsak sendromu, üriner sistem enfeksiyonları, pelvik inflamatuvar hastalık, vb.) neden olabilmektedir.
Ayrıca disparoni primer (birincil) ve sekonder (ikincil) olarak da ortaya çıkabilir. Primer disparoni cinsel hayata adım atılan ilk günden itibaren yani ilk cinsel ilişkiden itibaren acının hissedilmesidir. Sekonder disparoni ise, belli bir durum ya da yaşantıdan sonra acının veya ağrının sonradan ortaya çıkmasıdır. Doğum, kürtaj, vb. jinekolojik operasyonlar, yaşanan bir cinsel travma, vajinal kuruluk gibi başka bir duruma bağlı olarak sonradan oluşabilir. Grudzinkas (1984)’ın çalışmasında, doğum sonrasında ilk cinsel ilişkide kadınların %62.2 sinin sıkıntı yaşadığı ve en sık yaşanan sorunun da %39.8 oranında disparoni olduğu bulunmuştur (30). Signerello ve ark. (2001) ise, doğum sonrasında 6. ayda disparoni ile ilgili şikayetlerin azalması ile birlikte hala devam ettiğini bildirmişlerdir.
Disparoni aslında bir hastalık değil, bir semptomdur. Basit bir anatomik problemden kaynaklanabildiği gibi, çeşitli biyolojik, psikolojik, sosyolojik sebeplerin bir sonucu olarak da oluşabilir. Eğer cinsel ilişki sırasında hissedilen ağrı ve acı fiziksel bir nedene bağlı değilse, o zaman sorunun psikolojik olduğu düşünülür. Disparoninin psikolojik nedenleri şu şekildedir:
- Cinsel ilişkiye dair duyulan korku ve fobik tepkiler
- İlk cinsel ilişki deneyiminin travmatik olması
- Altta yatan bir cinsel travma öyküsü
- Cinsel bilgisizlik ve deneyimsizlik
- Çiftin arasındaki ilişkisel sorunlar
- Kadının kendisiyle ilgili olumsuz duygu ve düşüncelere sahip olması
- Kişilik bozuklukları
- Eşle ilgili olumsuz duygu ve düşüncelere sahip olma
Disparoni kadının hem bireysel olarak cinsel hayatını olumsuz etkilemekte, cinsel isteksizlik, uyarılma güçlüğü ve anorgazmiye kadar birçok başka cinsel işlev bozukluğuna da yol açabilmektedir. Zamanla bu nedenle eşler arasında sorunlar oluşabilmektedir. Ayrıca kadının cinsel ilişki sırasında acı ve ağrı hissetmesi ve rahat olmaması, erkeğin de zamanla bir cinsel işlev bozukluğu geliştirmesine (erken boşalma, sertleşme sorunu, cinsel isteksizlik, vb.) yol açabilir.
Disparoni başarıyla tedavi edilebilen bir cinsel işlev bozukluğudur. Doğru tedavinin uygulanabilmesi için öncelikle doğru tanının konulması ve altta yatan nedenlerin araştırılması gereklidir. Cinsel terapilerde multidisipliner bir yaklaşım söz konusudur. Yani öncelikle var olan sorunun tanısı konulurken kişinin/ çiftin tıbbi muayeneden geçmesi gereklidir ki böylece, cinsel işlev bozukluğuna yol açan fiziksel ya da hormonal bir neden varsa önce onun tespit edilebilsin. Eğer fiziksel, tıbbi bir sorun yoksa daha sonra psikolojik ve ilişkisel faktörler araştırılır. Cinsel işlev bozukluklarının çoğu büyük oranda psikolojik ya da çift arasındaki ilişkisel sorunlara bağlı ortaya çıkmaktadır. Ancak disparonide ağrılı cinsel ilişkiye neden olabilecek faktörlerin fiziksel olma ihtimali de yüksektir, bu neden öncelikle kişinin iyi bir jinekolojik muayeneden geçmesi şarttır. Muayenenin sonucuna göre uygulanacak tedaviye karar verilir. Jinekolojik bir sorun varsa, kadın- doğum uzmanı ona göre bir tedavi önerecektir. Eğer jinekolojik bir sorun yoksa, kadının cinsel birleşmede ağrı ve acı duymasına neden olabilecek psikolojik ve ilişkisel nedenler araştırılır, çiftin cinsel öyküleri ve kişisel öyküleri alınarak cinsel terapi ve çift terapisi uygulanabilir.
Yararlanılan kaynaklar:
American Psychiatric Association Diagnostic and statistical manual of mental disorders. Washington, DC: Author 1994.
Beşen MA., Aslan E. Transseksüalite: Genel bakış. Androloji Bülteni, 2014, 16(57).
CETAD (Cinsel Egitim Tedavi ve Araştırma Derneği) Cinsel Yasam ve Sorunları Rehberi, 2007, www.cetad.org.tr
Çeri Ö., Yılmaz A., Soykan A. Cinsel İşlev Bozuklukları. Turkiye Klinikleri J Psychiatry-Special Topics, 2008, 1(2).
Demir Ö., Parlakay N., Gök G., Esen AA. Hastane Çalışanı Bayanlarda Cinsel İşlev Bozukluğu. Türk Üroloji Dergisi, 2007, 33 (2): 156-160
Dilsiz A, Dilsiz F. Cinsel Sorunla Başvuran 59 Olgunun Değerlendirilmesi. SSK Tepecik Hastanesi Dergisi, 1991,1(2):123-126.
Doğan S. Cinsellikten Tiksinti Duyma Bozukluğu: Davranışçı Tedaviye Olumlu ve Hızlı Yanıt Veren Bir Olgu. Klinik Psikiyatri, 2006, 9:191-197.
Yaşar H., Özkan L., Tepeler A. Kadınlarda cinsel fonksiyon bozukluklarına güncel yaklaşım. Klinik ve Deneysel Araştırmalar Dergisi, 2010, 1(3): 235-240