Evliliklerin Bitme Nedenleri


EVLİLİKLERİN BİTME NEDENLERİ
Bizim toplumumuzda “evde kalmak” tabirinin genellikle kadınlar için kullanılması belki yanlış ama erkeğin biraz daha evde kalmasının makul sayılması da mantıklı.
Genellikle otuz yaşından önce nikâh masasına oturan erkeklerin yaşamlarının değişeceğini hatta dönüşeceğini bilmeden, evliliğin alt anlamlarına vakıf olmadan girdikleri bu yolda hüsranla karşılaşmaları olası. Çalışmadıkları bir dersten sınava giren öğrenciler gibi bocalayıp dururlar.
Kadınlar eşlerinin olgunlaşma süreci tamamlanıncaya kadar onlara anlayış ve yüksek tolerans göstermezlerse çatışmalar başlar. Annesinin evindeki karşılıksız sevgi ve ilgiye alışık olan erkek, aynı konforu sürdürme arzusunu taşırken yeni bir yuva kurmanın sorumluluğunu üstlenemeyebilir.
Aslında beklenti hayatımızın her alanında var olan bir durumdur. Yaşama dair planlar normaldir. Fakat beklenti ilişkilerimizin en büyük düşmanıdır. Elbette çift olmanın getirdiği bazı sorumluluklar vardır. Tehlikeli görülen, olanaksız olan karşımızdaki insana uygun olmayan istekler ilişkiye ciddi zararlar verir. Eşler bazen de geçmiş yaşam deneyimlerinden yola çıkarak bir takım önyargılarla başlarlar ilişkilere. Bütün bu düşünceler ya tatmin olma ya da tatmin olmamayla sonuçlanır.
Karşınızdaki insanın sizi mutlu etmesini, değişmesini veya hayatını sizin üzerinize kurmasını beklemek ilişkinin de yıpranmasına neden olacaktır. Koşulsuz sevgi ve ön kabulle başlamalı ilişkiler. Karşınızdaki insanın sizden farklı bir ailede büyüdüğünü unutmayınız. Benzer hayat görüşleri önemlidir fakat farklılıkları tolere edebildiğimiz sürece. Beraberken eğlenebilmek ne kadar mühimse, eşlerden birisinin sıkıntılı bir durumunda birlikte başa çıkabilmekte o denli mühimdir. İlişkilerde ki en tehlikeli durum bütün sorumluluğu bir tarafa yüklemektir.
Evlilik terapilerinde kadınların daha çok yıldığını, çaresiz kaldığını gözlemliyorum. İlişkideki yükün tamamını üstlenmiş, kaldırabileceğinden fazla sorumluluk almış ve tükenme noktasına gelmiş olarak kapımı çalıyorlar genellikle. Sorunlarını dinlerken eşlerinin birçok konuda sorumluluk almaktan kaçındıklarını, bekarlık dönemindeki alışkanlıklarını sürdürme eğiliminde olduklarını, eşlerini anneleriyle kıyasladıklarını dile getiriyorlar.
Çift olarak geldiklerinde, kadınların sorun olarak anlattıklarına erkekler ortak bir biçimde tepki veriyor; “çok abartıyor!” “Peki, aynı sorumluğu siz almaya hazır mısınız?” diye sorduğumdaysa “bu erkeğin işi değil. Ben zaten yeterince yoruluyorum, kendime vakit ayıramıyorum,” cevabını alıyorum.
Hayat müşterek. Evlilik, iki bireyin bir olup birbirlerinin yaşamlarını kolaylaştırma ve birlikte gelişim gösterme sanatıdır. Bir tarafa aşırı yüklenildiğinde terazinin dengesi bozulur. Karşılıklı sevgi, saygı, ilgi, destek olmazsa ilişkiler yürümez.
Evlilik terapisinin amacı ilişkiyi sürdürebilmek için iletişim kopukluğunu ortadan kaldırmak, varsayımlardan kaynaklanan yanlış anlamaları ortaya çıkarmak ve içlerinde tuttukları zehri boşaltarak rahatlamalarını; evliliklerine bir şans vermelerini sağlamaktır. Şans diyorsam talihle bir ilgisi yok elbette bunun. Her ilişki emek ve çaba gerektirir. Bir çiçeğin hassasiyetinde ve kırılganlığındadır her ilişki.
Yazdıklarımın hemcinslerimi kayırıyor gibi göründüğünün farkındayım. Lakin, onların yüzlerindeki yorgunluğu ve tükenmişliği gördükçe; yanlarında oturan eşlerinin duyarsızlığına şahit oldukça yazmadan geçemiyorum.
Erkekleri suçlamıyorum. “Lütfen evliliğin sorumluluğunu alabileceğiniz duygusal yaşa gelmeden evlenmeyin.” diyorum. Çift terapilerinin boşanma terapisine dönüşmesi beni hiç mutlu etmiyor.