Depresyon, kelime anlamı olarak, çökkünlük demektir. Ruhsal depresyonda da bütün psişik faâliyette bir çökme görülür ve kendisini değişik alanlarda belli eder:
a) Bilişsel [kognitif] alanda: Kendini değersiz, önemsiz, suçlu görme, dikkatini toplayamama, hâfıza bozuklukları gibi...
b) Duygulanımsal [affektif] alanda: Çökkünlük, ağlama isteği, sıkılma gibi...
c) Vejetatif [otonom] alanda: Uyku, iştah ve cinsel hayatta bozulmalar gibi...
d) Davranışsal alanda: Rötardasyon [yavaşlama-gecikme], ajitasyon [huzursuzluk-yerinde duramama], dürtü [drive] ve itki [impulse] denetimi bozuklukları [intihar teşebbüsü, kavgacılık, aşırı yeme] gibi...
e) Bedensel [somatik) alanda: Baş, karın ve çeşitli vücut ağrıları, adale gerginliği gibi...
Bu alanlardaki sıkıntıların öğrenilebilmesi için uygun sorular sorulmalı, “sempatik” veya “antipatik” değil, ama, “empatik” bir şekilde hastaya yaklaşılmalıdır. Biraz aşağıda uygun sorulardan örnekler okuyacaksınız.
Eşduyum (empati) kendinizi karşınızdakinin yerine koyup, nesnelliğinizi de kaybetmeksizin, onun ne hissedip düşündüğünü anlamaya çalışmak demektir; iyi bir psikiyatrik muayenenin olmazsa olmaz özelliklerinden biridir. İyi bir psikiyatrik muayenenin diğer vazgeçilmez şartları arasında tarafsızlık, hekimin sorumluluk ve yükümlülüklerinin sınırlarını iyi bilmesi, metakomünikasyonu [anlatılanların altında yatan, esas kastedilen şeyleri] iyi okuyabilmesi, bunun için de çok dikkatli bir gözlemci olması sayılabilir.
Psikiyatri hâlâ biyolojik belirteçlerden [markers] oldukça mahrum bir tıp dalı olduğu için, teşhis ve sınıflamalar büyük ölçüde klinik muayene ve gözlem bulgularına dayanarak gerçekleştirilebilmekte ve hastalıklara sendromik düzeyde yaklaşılmaktadır.
Pek çok ruhsal belirti yeterince güvenilir ve anlaşılır bir şekilde tasvir ve târif edilmişse de, bu durumun getirdiği kaçınılmaz öznellikten kurtulabilmek için hemen her insan davranışı ve düşüncesini [düşünceler de zihinsel davranışlardır] ölçen ölçekler geliştirilmiştir. Bunların sonuçlarına göre de DSM - Diagnostic and Statistical Manual of Mental Disorders), ICD - International Classification of Diseases gibi sınıflama ve teşhis sistemleri geliştirilmiştir.
Yâni, bir dahiliyeci veya cerrah fizik muayene, görüntüleme teknikleri ve tahliller sâyesinde -genellikle- nesnel bir şekilde teşhisi ve tedaviyi yönlendirme tâlihine sâhipken, “tababet-i akliyede” bu iş büyük ölçüde hekimin becerisine ve tecrübesine kalmaktadır. Bahsedilen ölçekler de ancak eğitimli profesyonellerin elinde işe yaramaktadır; onlarda dahi, geçerlilik-güvenilirlik çalışmalarına rağmen, farkında olarak veya olmayarak, tabiplerin “aradıklarını bulma” ihtimâlleri göz ardı edilemez. Tanılara “... kadar sürede aşağıdaki semptomlardan en az ... tânesi mevcutsa, bunlar başka bir genel tıbbî bozukluğa veya madde kullanımına bağlı değilse ve kişinin toplumsal, meslekî, âilevî işlevlerinde anlamlı derecede bozulmaya yol açıyorsa, işte o zaman .... denir” şeklinde varılabilmektedir. Bu da, psikiyatrik semiyolojiye ve nozolojiye hâkim ve vâkıf olmanın önemini teyit etmektedir. ABD’de yapılan çok yeni bir araştırmada (Kocsis ve ark. 2008), kronik MDB’u olan hastaların dahi en fazla %33’ünün yeterli doz ve sürede antidepresan kullanabildikleri, bu tâlihlilerin de yaşlı, evli, beyaz, uzun süredir hasta olan ve melânkolili olanlar veya hayat boyu süren PB’lular arasından çıktığı tesbit edilmiştir. Bu bulgular da son on senede yeterli tedavinin artmadığına delâlet etmektedir ve gerek hastaların, gerekse yakınlarının, hâttâ bütün toplumun eğitiminin önemini vurgulamaktadır.
Bu alanlarla ilgili depresyon semptomları ve belirtilerinin tesbiti için muayene esnasında sorulması uygun olacak sorular arasında şunlar sayılabilir (birinciler açık uçlu ve genellikle süreklilik belirten özelliktedir, cevap olumsuzluk taşıyorsa ikinciye geçilmesi uygun olur):
Semptom Uygun Sorular
Çökkün duygudurum Son zamanlarda kendinizi nasıl hissediyorsunuz?
Kendinizi hüzünlü, çökmüş veya ümitsiz hissediyor musunuz?
İrritabilite Kolay sinirlenir misiniz?
Son zamanlarda daha kolay sinirlenir oldunuz mu?
İlgi ve haz kaybı (anhedoni) Hayattan zevk alıyor, önceden de size haz veren şeylerden halâ haz duyuyor musunuz?
Önceden haz duyduğunuz, zevk aldığınız şeylere karşı ilginiz azaldı mı, eski keyfi alamıyor musunuz?
Hayattan sıkılma (Özellikle ergenlerde intihar Hayattan zevk alıyor, önceden de size haz veren şeylerden halâ haz duyuyor musunuz?
eğilimleri hayattan bıkma,sıkılma şeklinde ifâde bulabilir). Hayattan bıktınız mı? Hayatınız eskiden daha mı keyif verici, coşkulu idi?
Uyku bozuklukları Uykularınız nasıl?
Eskisine göre daha az veya fazla uyuyor musunuz? Uykuya dalma güçlüğü veya Sık sık uyanma şikâyetiniz var mı?
Her zamankinden erken ve sıkıntıyla uyanıyor musunuz?
İştah veya Kilo değişikliği İştahınız nasıl?
Eskisine göre daha az veya daha fazla yiyor musunuz? Kilo aldınız mı veya kaybettiniz mi?
Değersizlik hisleri Kendinizi başarılı ve işe yarar hissediyor musunuz?
Kendinizi işe yaramaz, kapıp koyuvermiş gibi veya ailenize lâyık değilmiş gibi hissediyor musunuz?
Konsantrasyon güçlüğü Kendinizi bir konuya yeterince verebiliyor musunuz?
Zihninizin yavaşladığını, karıştığını ve kendinizi uğraştığınız konulara yeterince veremediğinizi hissediyor musunuz?
Psikomotor rötardasyon Günlük faâliyetinizde bir değişiklik var mı?
veya ajitasyon Her zamankinden daha yavaş hareket eder veya konuşur oldunuz mu?
Sürekli konuşmak, hareket etmek ihtiyacı duyuyor musunuz?
İntihar düşünceleri Hayatı yaşanmaya değer buluyor musunuz?
Kendinizin veya aileniz hakkında “ölseler daha iyi olur” diye düşündüğünüz oluyor mu? Kendinize zarar vermeye veya öldürmeye teşebbüs ettiniz mi? Ne zaman? Kaç kere? Nasıl teşebbüs ettiniz? Kendinizi veya yakınlarınızı öldürmeyi düşünüyor musunuz? Düşüncelerinizi gerçekleştirmenize engel olan nedir?
Sosyal çekilme Her zamanki kadar toplum hayatına katılıyor musunuz?
Son zamanlarda diğer insanlara karşı (ailenize, arkadaşlarınıza, meslektaşlarınıza) olan ilginizde azalma var mı?
Cinsel isteksizlik Cinsel hayatınız nasıl?
Eskisine göre cinsel isteklerinizde ve faâliyetinizde azalma var mı?
Toplumumuzda insanlar genellikle mahrem hayatlarından, öncelikle de cinselliklerinden bahsetmekten hoşlanmaz ve bundan kaçınırlar. Yukarıdaki soruya sıradan bir kişinin vereceği cevap genellikle “iyidir” şeklinde olacaktır. Gelişmiş Batı ülkelerinde dahi hekimlerin bu konuda soru sormaktan çekindikleri bilinmektedir. Bu konunun irdelendiği bir araştırmada genel tıbbî yardım için müracaat eden hastalardan sâdece %32’sine [erkeklerin %43’ü, kadınların ise %21’i] cinsel hayatlarının sorulduğu ama %79’unun kendilerine bu konuda suâller yöneltilse daha memnun olacaklarını ifâde ettiği, pratisyenlerin %90’ının cinsel hikâye almayı uygun bulmadıkları, alanların ise %26’sının bu sâyede yeni ve önemli tıbbî istihbarat topladıklarını söyledikleri, %39’unun da bu vesileyle hastalarını çok daha iyi anlayabildiklerini ifşa ettikleri tesbit edilmiştir. Güven verici ve empatik bir tavırla ayrıntılı sorular sorulursa, pek çok cinsel isteksizlik, erektil işlev bozukluğu veya erken boşalma vak’ası yakalanabilir. Bunun önemi, söz konusu sorunların hem depresyonu arttırıyor hem de sonucu olarak görülüyor olabilmesidir. Ayrıca, seçilecek ilâç açısından da yol gösterici olacaktır. Anorgazmi, sertleşme güçlüğü veya geç boşalma sebebiyle sıkıntı çeken bir hastaya SSGİ verip sorunlarını iyice arttırmak akıllıca olmaz ve hem kompliyansı hem tedaviye bağlılığı bozar; erken boşalma ve performans anksiyetesi olan bir hastada ise tam tersi geçerli olacaktır. Sigara tiryakisi olup da bundan kurtulmak isteyen bir hastada bupropion akılıca bir tercihtir. Yoğun rötardasyonu ve atipik özellikleri olan bir depresyonluya sedatif etkili antidepresanları [amitriptilin, paroksetin, mirtazapin, trazodon gibi] vermek iyi bir seçim oluşturmayacaktır...
Bizim insanlarımız meslekî başarısızlıklarını ve maddî sorunlarını da anlatmaktan pek hoşlanmaz ve bunu ayıp telâkki ederler. Tıpkı cinsellik konusunda olduğu gibi, bunun da ustaca sorgulanması gerekir. Bir başka önemli husus da, hiç psikiyatra gitmemiş ve tamamen başka bir tıbbî sorunu için muayene edilip tedavi başlanmış olan hastalarda, altta yatan bir depresyon da mevcutsa, bu durumun kompliyansı bozacağı olgusudur. Eğer şu veya bu sebeple tıbbî tedavi başlanan bir hastada tedaviye uymama, ilâçlarını ısrarla aksatma problemi varsa, akla altta yatan depresyon gelmelidir. Depresyonlu hastalar, olmayanlara oranla 3 misli kompliyanssızlık sergiler.
Çeşitli ruh hastalıklarına neyin yol açtığı ve seyri konusunda bâtıl itikatlar maâlesef çok yaygındır. Gelişmiş ülkelerde dahi bunların şaşırtıcı örneklerine rastlanmaktadır. Meselâ 1990’ların başında ABD’de yapılan bir araştırmada, toplumun ne oranlarda neye inandığının ilginç bir dökümü ortaya serilmiştir:
%71 Duygusal zayıflığa bağlıdır
%65 Kötü yetiştirilmeye, anne babanın kötü eğitimine bağlıdır
%45 Kurbanın kendi kabahatidir, iradeyle yenilebilir
%43 Tedavisi mümkün değildir
%35 Bir günahın sonucudur
%10 Biyolojik bir temeli vardır; beyni ilgilendirir
Hâlâ gelişmiş Batı ülkelerinde bu konunun tartışması yapılmakta, moralistlikle terapistliğin kavramsal açıdan karıştırıldığı, en azından tartışıldığı görülmektedir. Hâlbuki, bu paradigma karmaşası, her iki yaklaşıma da ancak zarar verir. Günümüz Türkiyesi’nin tamamı ele alındığında, maâlesef, yukarıdakinden daha da hazin bir tablonun ortaya çıkacağı rahatlıkla söylenebilir.
Tarih boyunca depresyonun sebebinin ne olduğu ve nasıl sınıflandırılacağı araştırıla gelmiş, bu arada pek çok ilginç fikirler de ortaya atılmıştır. Hristiyan âleminin önemli tarihî şahsiyetlerinden birisi olan Aziz Paul depresyonun “Tanrı’dan gelen” ve “bu dünyadan gelen” iki tipini tanımlamıştı!
Depresyon pek çok natürel, nurtürel, kültürel ve çevresel etkenlerin etkisiyle, özellikle de olumsuz hayat olaylarının yaşanmasıyla [vak’aların 2/3’ünde kadarında] tetiklenen, bâzen bunlardan birisinin diğerlerinin önüne geçtiği, biyolojik yatkınlığın da önemli rol oynadığı bir hastalıktır. Bütün mes’ele, konuya tek bir bakış açısıyla, tek bir paradigmayla bakmamak ve indirgeyici davranmamaktır. Psikomotor bozulma melânkoli için bütün kültürlerde ve zamanlarda özgül kabûl edilmiştir. “Endojen-eksojen, reaktif-nörotik” gibi iki kısımlı [binary] ve “depresyon depresyondur, alt-tipleri sâdece ve klinik tablonun şiddetine göre ayrılır” şeklindeki üniter yaklaşımlar arasındaki tartışma hâlen de sürmektedir. “Bütün ruhsal süreçlerin nihaî müşterek yolu beyindir” parsimonisi işi kolaylaştırıyorsa da, altta yatan [bozuk] mekanizmanın nerede olduğu hususunda bir ışık tutmakla beraber, ne olduğu hususunda bir izah getirmemektedir.
Depresyonlu hastaların müracaat şikâyetleri şöyle özetlenebilir:
Başlangıç Döneminde Orta Dönemde İleri Dönemde
Yoğun sıkıntı Konsantrasyon güçlüğü Hayatını kontrol altına alamama
Uyku bozukluğu Düşünceler Cinsel işlev bozulması
Anksiyete Çökkün duygudurumu İlişkilere, başkalarının ne düşün-
Evhamlar düğüne takma
Maddî sorunlar, iş sorunları
Sorumluluklar: Âile, çocuklar...
Bedensel yakınmalar
Madde kullanım bozuklukları
Tipik bir depresyon vak’asında hastanın kendine bakım ve ilgisi azalmıştır. Üstü başı perişan, pis ve bakımsızdır; genellikle kronolojik yaşından daha ihtiyarmış izlenimi bırakır. Erkekse saçı sakalı uzamıştır, kadınsa bakımsızdır, saçları yağlanmıştır. Yıkanamadığı için ter kokuyor olabilir.
Rötarde depresyonlularda bitkin, çökkün ve bedbin bir yüz ifadesi vardır. Gözleri kolayca dolar, ağlama eğilimi belirgindir. Fersiz bakışları genellikle yere yönelmiştir, seslendiğinizde zahmetle size bakar. Hâlsiz ve bitkindirler, çabuk yorulurlar [anerji-adinami]. Eskisine oranla haz duydukları, zevk aldıkları şeyler azalmış, alâka sahaları daralmıştır [anhedoni]. Şiddetli rötardasyon durumlarında mutlaka bipolariteden şüphelenilmelidir.
Konsantrasyon güçlüğü, kendini bir konuya verememe mutattır. Ajite vak’alarda ise huzursuzluk, tedirginlik ve telâş, endişe dolu bakışlar dikkati çeker. Kadim Grek alfabesindeki aynı isimli harfe benzediği için omega melânkolika [Ώ] denen kaş çatıklığı tipiktir. Yüzünde endişe veya tam tersine, apati hâkim olabilir. Katatoni derecesindeki ağır hastalarda şizofreniyle karıştırılabilecek derecede künt hatta düzleşmiş duygulanım müşahede edilebilir; böyle bir hastada nâdiren işitilebilecek elem dolu bir iç çekiş veya ağlamaklı ifâde önemli bir ipucu olacaktır.
Burunla ağız kenarları arasındaki nazolabial oluklar aşağı doğru kıvrılmış ve derinleşmiştir. Dudaklar ağlamaklı titreyişlerle sarsılabilir. Böyle hastalar hemen hiç gülmezler; gülümseseler bile bu, ancak, acı bir tebessümdür. Zeki, entellektüel ve duygularını açığa vurmayı sevmeyen kişilerde, çok ağır olmadıkça, depresyonun hoş bir tebessümün arkasında gizleniyor olabileceğini akıldan uzak tutmamalıdır. Gülümseyen yüz depresyonu ekarte ettirmez! Bâzılarında ise öfke, tahammülsüzlük, irritabilite, kolay “bozum olma”, küsme ve alınganlık vardır. Hemencecik kavga çıkarabilirler, bağırıp çağırabilir, hâttâ dövüşebilirler.
“Marka” şortu ve tişörtü, elinde motosiklet kaskı ile ilk görüşmeye gelen yakışıklı ve nâzik borsacının son derecede mütebbessim ve nüktedan tavrının altındaki anksiyete, depresyon ve irritabiliteyi görüşmenin ilerleyen dakikalarında fark edip, müteakip Rorschach testinde de yoğun depresif belirti çıktıktan sonra, antidepresan başlayıp psikoterapiye aldık ve haftalar içerisinde, hayatını zehir eden ve o zamana kadar kader olarak kabûl ettiği pek çok olumsuzluk düzeldi.
İştahsızlık ve kilo kaybı tipiktir; atipik depresyonlarda ise aşırı uyuma [hipersomni], aşırı iştahlılık [hiperoreksi] ve özellikle tatlı ve hamur işlerini [karbohidratları] aşırı yeme [hiperfaji] sonucu şişmanlama görülür. Aynı şekilde, tipik depresyonlarda uykuya dalamama [inisiyal insomni], sık sık uyanma [temadiyet: sürdürüm insomnisi], sabah mutattan erken saatte sıkıntıyla uyanma [terminal insomni] görülürken, atipik depresyonlarda aşırı uyuma [hipersomni] ve uykululuk [somnolans] tabloya hâkimdir. Çocuklarda ve ergenlerde ise isyankârlık, okul kırma, baştan çıkarıcılık ve kavgacılık gibi antisosyal davranışlar görülebilir. Yaygın, gezici ve belli bir organik sebebe bağlanamayan, bağlanabilse dahi, bunun mevcut şiddeti izahtan uzak kaldığı ağrılar, bilhassa baş ağrısı depresyonda sık görülür (Doksat 1998); yaşlılarda duygudurum çökkünlüğü değil de, bu tip bedensel şikâyetler tabloya hâkim olabilir.
Tipik depresyon vak’alarında alkol ve müsekkin ilâçlar [anksiyolitikler, özellikle de benzodiYazepinler] bir nev’î “kendini ilâçlama” tarzında fazla miktarda tüketilirken, atipik depresyonlular uyanık kalabilmek için çay, kahve, kolalı meşrubat gibi uyarıcı maddeleri sûiistimâl ederler. Her iki grupta da, sonuç olarak, bir kısır döngüile depresyon ve anksiyete artar.
Ağır depresiflerin omuzları çökmüş, kamburları çıkmıştır. Yüzlerini veya başlarını ellerinin arasına alıp düşüncelere boğulmuş bir şekilde otururlar. En sevdikleri kişiler veya şeyler dahi onları keyiflendiremez, hayatın tadı tuzu kalmamıştır. Hasta yavaş hareket eder, az ve kısık sesle konuşur, etrafla ilgisi azalmıştır [bradipsişi]. Ağır vak’alar da bir kelimelik cevap alabilmek için aynı soruyu defalarca sormak gerekebilir [semimutizm].
Ajite vak’alar yerlerinde duramazlar, sıkıntıyla dolaşarak persevere bir şekilde endişelerini dile getirip dururlar. Böyle hastalarda obsesif ruminasyon [“zihinsel geviş getirme”] denen endişeli otomatik düşünceler ve takıntılar tipiktir. Kendilerinin veya yakınlarının sağlığı hakkında abartılı vehimleri vardır; doğum sonrası depresyonlarında çocuğunun sağlığı hakkında aşırı evhamlanan anne manzarası mutattır.
Eğer tabloya psikotik belirtiler eklenmişse ve bunlar duygudurumla uyumlu ise genellikle sentrifügal mahiyettedir [hastadan etrafa yayılır]: Bütün kötülüklerin kaynağı ve kökeni kendisidir, suçludur, iç organları çürümektedir veya zâten ölmüştür [Cotard sendromu], şeytandır, kendisini suçlayan sesler duyar gibi... Fransız ekolünde bu hezeyanlar şöyle adlandırılır: Küçüklük hezeyanları [délire de micromanie – délire de petitesse], harabiyet hezeyanları [délire de ruine], lâyık olmama hezeyanları [délire d’indignité], asla iyileşemeyeceği hezeyanı [délire d’incurabilité], ebedî lânetlenme hezeyanı [délire de damnation étérnale], ölümsüzlük hezeyanı [délire d’immortalité], kendisinden herkese bulaşan hastalık[lar] olduğu hezeyanı [délire d’enormité], inkâr hezeyanları [délire de négation]...
Duygudurumla uyumsuz psikotik özellikler ise her türlü olabilir ve bu tip vak’aları, en azından başlangıçta, şizofreni ve benzeri psikotik süreçlerden ayırt etmek güç olabilir; belirtiler sentripetal mahiyette de [etraftan hastaya gelen] olabilir: Paranoid tefsirler, perseküsyon [kötülük görme] hezeyanları gibi...
Her hâlükârda, melânkolik hezeyanlar genellikle mikromanyak muhtevalı ve monotondur; her şeyden kendini sorumlu tuttuğu için pasiftir ve mutlaka kötü şeyler olacağını düşünür [délire d’attente]. Bâzı hastalar yemek yememe [sitiofobi], kendisini ağır bir suçun fâili olarak ihbar etme veya böyle bir suç işleyip teslim olma gibi dolaylı intihar yollarına başvurabilirler. Böyle ağır depresyonlu vak’aların zaman idrakleri de değişmiştir; kronolojik zaman sâbit olmasına rağmen, psişik zamanları çok yavaşlamıştır, geçmek tükenmek bilmez. Eskiden “envolüsyonel melânkoli” denen yaş dönümü melânkolisi günümüzde ayrı bir depresyon tipi olarak telâkki edilmemektedir.
Farmakojenik depresyona maâlesef çok sık rastlıyoruz. Hastanın psikiyatrik hikâyesi ve durumu hiç dikkate alınmadan rezerpin, metil dopa, bromokriptin, steroid gibi ilâçlar kolayca reçete edilmektedir. Aksi de doğrudur, hastanın bipolaritesini sorgulamadan antidepresan başlayan bir hekimin iyatrojenik olarak onu manik kaymaya sürüklemesi ihtimâl dâhilindedir.