Doktorsitesi.com

CİNSEL HAKLAR

Uzm. Dr. Özlem Öztürk
Uzm. Dr. Özlem Öztürk
25 Temmuz 202568 görüntülenme
Randevu Al
Cinsel haklar, bütün insanlar için özgürlük, insanlık onuru ve eşitlik gibi temel haklara dayalı evrensel insan haklarındandır. Cinsel Haklar Temel ve Evrensel İnsan Haklarındandır. Sağlık, temel insan haklarından biri olduğuna göre, cinsel sağlık da temel bir insan hakkı olmalıdır. Bireylerin ve toplumların cinsel sağlıklarının gelişmesi için cinsel haklar tüm toplumlar tarafından tanınmalı, teşvik edilmeli, saygı gösterilmeli ve savunulmalıdır. Cinsel sağlık, bu cinsel hakların tanındığı, saygıyla karşılandığı ve uygulanabildiği ortamlarda mümkündür.
CİNSEL HAKLAR

WAS (Dünya Cinsel Sağlık Birliği) genel kurulu 26 Ağustos 1999 tarihinde Hong Kong´da yapılan 14. Dünya Seksoloji Kongresi´de evrensel cinsel haklar deklarasyonunu kabul ve ilan etmiştir. Bu deklarasyona göre cinsel haklar;

1. Cinsel özgürlük hakkı. Cinsel özgürlük bireylerin kendi cinsel potansiyellerini ifade etmelerine olanak verir. Bu tanım cinsel baskının her türünü, her çeşit cinsel zorlama, istismar ve tacizi reddeder ve tanımı dışında bırakır.
2. Cinsel otonomi, cinsel bütünlük ve beden güvenliği hakkı. Bu hak bireyin kendi cinsel yaşamı hakkında, kendi kişisel ve sosyal etiği çerçevesinde özerk kararlar alma gücünü içerir. Bu hak aynı zamanda işkence, yaralama ve her çeşit şiddetten arınmış olarak kendi bedenimizi kontrol etmemize ve zevk almamıza olanak tanır.
3. Cinsel mahremiyet hakkı. Bu hak başkalarının cinsel haklarına müdahale edilmediği sürece yakınlaşma konusunda bireysel karar verme ve davranma hakkını içerir.
4. Cinsel eşitlik hakkı. Cinsiyet, toplumsal cinsiyet, cinsel yönelim, yaş, ırk, sosyal sınıf, din veya fiziksel ve zihinsel engel gözetilmeden hiçbir ayrımcılığa maruz kalmama hakkıdır.
5. Cinsel haz hakkı. Cinsel haz, otoerotizm de dahil olmak üzere fiziksel, psikolojik, zihinsel ve ruhsal iyiliğin kaynağıdır.
6. Cinselliğin duygusal ifadesi hakkı. Cinselliğin ifade edilmesi, erotik zevkten veya cinsel eylemden çok daha öte bir kavramdır. Bireylerin cinselliklerini iletişim, dokunma, duygusal anlatım ve aşkla ifade etme hakkı vardır.
7. Özgürce cinsel ilişkiler oluşturma hakkı. Bunun anlamı, bireylerin evlenip, evlenmemekte, boşanıp boşanmamakta ve her türlü cinsel ilişkiye girip girmemekte özgür olduğudur.
8. Üremeyle ilgili özgür ve sorumlu seçim yapabilme hakkı. Bu, çocuk sahibi olup olmamayı seçme, çocuk sayısına ve hangi aralıkla olacağına karar verme, doğurganlık düzenlemesi ile ilgili tüm tedavilere tam erişim hakkını içerir.
9. Bilimsel araştırmaya dayalı cinsel bilgi edinme hakkı. Bu hak, cinsel bilgilerin bilimsel ve etik araştırmalar sonucu elde edilmiş olması ve toplumun tüm kesimlerine uygun yollarla yayılması gerektiğini ifade eder.
10. Kapsamlı cinsellik eğitim hakkı. Bu doğumdan başlayarak yaşam boyu devam eden bir süreçtir ve bütün sosyal kurumları kapsamalıdır. 11. Cinsel sağlık hizmeti hakkı. Cinsel sağlık hizmetleri, tüm cinsel kaygı, sorun ve bozuklukların önlenmesi ve tedavisi için herkese sağlanmış olmalıdır.

CİNSEL YÖNELİM

Cinsel yönelim kişinin cinsel duygu, istek ve davranışların belli bir cinsiyete çekimidir. Cinsel yönelim karşı cinse olduğunda heteroseksüellik, kendi cinsine dönük olduğunda eşcinsellik, her iki cinse dönük olduğunda biseksüellik denir. Cinsel yönelim yapısal-doğuştan beri vardır ve farklılıklar insan cinsel çeşitliliğinin doğal bir sonucudur. Bu yönelimlerin hiçbiri diğerinden daha doğal, daha sağlıklı, daha üstün, daha “normal” değildir. Her birinde kişinin sağlıklı bir kişilik yapısı geliştirmesi, uyumlu ve tatmin edici kişilerarası ilişkilere sahip olması, sosyal ve mesleki işlev görmesi, cinsel ve duygusal derinlikli ilişkiler yaşayabilmesi mümkündür.

Cinsel yönelim kişinin erkek ya da kadın fiziksel özelliklerine sahip olmasıyla, yani biyolojik cinsiyet özellikleriyle, kendisini erkek ya da kadın olarak kabul etmesiyle, yani cinsel kimlikle, toplumca kadın ya da erkeğe özgü olduğu kabul edilen davranış ve görünüme sahip olmasıyla, yani toplumsal cinsiyet özellikleriyle doğrudan ilişkili değildir. Dışarıdan gözlenerek kişinin cinsel yönelimi anlaşılamaz, sadece kendi ifadesi ile bilinebilir. Cinsel yönelim sadece cinsel etkinlikle ilgili değildir; bir erkeğe heteroseksüel denilmesi için bir kadınla cinsel birlikteliği olması gerekmediği gibi, bir kadının başka bir kadınla ilgili cinsel fantezileri olması ya da cinsel ya da duygusal yakınlık duymuş olması tek başına o kişiyi eşcinsel yapmaz. Cinsel yönelim çok boyutlu olarak değerlendirilmesi gereken ve kesitsel değil ama insan yaşamının geneliyle ilgili hangi cinse çekim duyduğunun değerlendirilmesi ile anlaşılabilir.

Cinsel yönelimlerin, eşcinsellik ve heteroseksüelliğin kökenleri henüz bilimsel olarak gösterilmiş değildir. İnsan ve diğer canlılarda gözlenen bu çeşitlilik hakkında genel kabul cinsel yönelimin bir seçim/tercih sonucu olmadığıdır, zira bireyler hayatlarının herhangi bir döneminde hangi cinsiyetten kişilerden hoşlanacaklarına, aşık olacaklarına, cinsel olarak uyarılacaklarına karar vermezler. Böyle bir karar süreci heteroseksüel bireyler için geçerli olmadığı gibi (yani bir erkek hayatının geri kalanında cinsel ve duygusal olarak kadınlara yöneleceğine karar vermediği gibi), heteroseksüellik dışında cinsel yönelimi olan kişilerde de söz konusu değildir. Cinsel yönelim seçilen değil, fark edilen, karşı karşıya kalınan bir durumdur. Cinsel yönelimin nasıl ortaya çıktığı ile ilgili yıllarca çeşitli alanlarda çalışmalar yürütülmüşse de tutarlı ve geçerli bir açıklamaya ulaşılamamıştır. Son yıllarda yapılan çalışmalar genetik ve doğum öncesi süreçlere işaret etmektedir; ancak tek belirleyenin bu etkenler olmadığı da gösterilmiştir. Kişilerde saptanan hormon düzeyleriyle, beyin yapısı ve işlevleriyle ilgili farklılıklarla, kişinin geçmişinde cinsel istismar olmasıyla, aile yapısıyla, ebeveyn özellikleri, anne veya babasıyla ilişkisiyle, kendi cinsi ve karşı cinsle ilişki denemelerinde olumlu/olumsuz yaşadıklarıyla, yineleyen denemeler sonucu öğrenmiş olmasıyla, bağımlılıkla açıklanamayacağı gösterilmiştir.

Heteroseksüelliğin normal ve tek cinsel yönelim olarak kabul edildiği toplumlarda çocukluk ve gençlik döneminde bireyler kendilerinin de heteroseksüel olduğunu kabul ederler. Eşcinsel ve biseksüel bireyler ruhsal ve bedensel olgunlaşmalarıyla birlikte kendi cinslerine yönelik ilgilerinin fark etmeye başlarlar. Bu gelişim her bireyde aynı yaşlarda gerçekleşmez. Heteroseksüellik dışında yönelimi olanların çoğunda ilginin belirginleşmesiyle birlikte o zamana kadar gelişmiş olan heteroseksüel kimlikle uyumsuzluk nedeniyle kafa karışıklığı yaşandığı, çevrenin homofobik tepkileri ve olası reddinden kaynaklanan korku, kaygı, suçluluk ve utanç duygularının belirgin olduğu bir döneme girilir. Kişinin yöneliminde değişiklik meydana gelmemektedir; kişinin eşcinsel ya da biseksüel yöneliminin farkına varmasıyla cinsel yönelim kimliği gelişme sürecine (açılma) girilmiştir. Kişisel gelişim ve çevre ile etkileşimin imkan verdiği ölçüde, gerektiğinde ruh sağlığı uzmanlarından yardım alınarak, kişi bütünlüklü bir cinsel yönelim kimliği geliştirebilmektedir. Ruh sağlığı çalışanlarının bu süreçte rolü kişiyi eşcinsel, biseksüel ya da heteroseksüel “yapmak” değil, karşılaştığı güçlükleri anlamasını, baş etmesini kolaylaştırmak, kendini olduğu gibi kabullenmesini kolaylaştırmak, homofobik (eşcinselliğe ve eşcinsellere karşı duyulan korku ve nefret) tepkilere karşı kendini savunma becerilerini akılcı şekillerde kullanıp, baskı ve inkar gibi mekanizmaların yersiz kullanımıyla yüzleştirme, gelişiminin doğal seyrini tamamlarken yaşının gerektirdiği olağan becerileri edinmesini desteklemektir.

Eşcinselliğin insanlık tarihinin ilk dönemlerinden itibaren her tarih, coğrafya ve kültürde mevcut olduğu bilinmektedir. Her kültürde farklı şekillerde isimlendirilen bu özelliğe tıbbın konusu haline geldikten sonra eşcinsellik (homoseksüellik) denmeye başlanmıştır. Geçtiğimiz yüzyılda eşcinsel özgürleşme hareketi bu tıbbi isimlendirmeyi kullanmaktan bilinçli olarak kaçınmayı tercih etmiştir. Kulağa bir tanı kategorisi gibi gelen ve sadece cinsellikle ilgili bir durumu anlattığı izlenimi veren bu ifade yerine, batı toplumlarında kullanılmakta olan başka isimlendirmeler tercih edilmiştir. İngilizce de “gay” (gey) kelimesi, hem erkek hem de kadın eşcinselleri tanımlamak için kullanılagelmiştir. Zaman içinde kadın eşcinsellerin eşcinselliğini eserlerinde ifade eden bir kadın şairden yola çıkarak tercih ettikleri “lesbian” (lezbiyen) kelimesi kadın eşcinseller için kullanılmaya başlanmıştır. Giderek gay daha çok erkek eşcinseller için kullanılır hale gelmiştir.

Eşcinsellik bir hastalık değildir, insan cinselliğinin olağan çeşitliliğinin bir görünümüdür. Psikoloji ve tıbbın bir dalı olarak psikiyatri ilk dönemlerinde hakim ideoloji doğrultusunda üremeye dönük olmayan birçok cinsel etkinlik gibi eşcinselliği de bir ruhsal bozukluk olarak kabul etmiştir. Ancak insan cinselliği ile ilgili çalışmalardan elde edilen bulgular, eşcinsel bireylerin ruhsal işlevlerinin diğer cinsel yönelimleri olan kişilerden farklı olmadığını gösteren bulgular ve eşcinsel özgürleşme hareketinin toplumun eşcinsellikle ilgili tutumunu sorgulaması sonucunda bilimsel olarak eşcinselliğin bir ruhsal bozukluk olmadığı yaklaşık kırk yıl önce ilan edilmiş ve yaygın kabul görmüştür. Bireyin eşcinsel olması kendi başına kişiyi sıkıntıya sokmayan, kişisel, sosyal ve mesleki işlevselliğini bozmayan bir durumdur. Ancak toplumun genel eşcinselliği yadırgayan, hor gören, dışlayan tutumunun kişi üzerindeki etkileri eşcinsel bireylerin ruhsal sorunlar yaşamasına ve ruh sağlığı hizmetlerine yüksek oranda başvurmalarına neden olmaktadır.

Eşcinsellik bir hastalık olarak kabul edilmediği için bir tedavisi de yoktur. Bir ruhsal bozukluk olarak kabul edildiği dönemde çeşitli psikolojik yöntemler, bugün rahatlıkla işkence olarak kabul edilebilecek davranış tedavileri, ilaç ve hormon tedavileri ve hatta beyine yönelik cerrahi girişimler denenmiştir. Bu yöntemlerle eşcinsel bireylerin cinsel yönelimlerinde kalıcı değişiklik sağlandığı gösterilemediği gibi, uygulandığı kişide ruhsal ve bedensel hasara neden olabildiği saptanmıştır. Tedavi ve terapi adı altında yürütülen bu dönüştürme/onarım girişimleri etik ve bilimsel olarak sorunludur ve bilimsel otoritelerce önerilmemektedirler. Bu girişimler cinsel yönelimlerinin farkına vardığında toplumun eşcinsellikle ilgili olumsuz tutumu (homofobi) nedeniyle bu durumundan hoşnutsuzluk duyan, cinsel yönelimleriyle ilgili belirgin bir kafa karışıklığı yaşayan, yoğun bir gelecek kaygısı ve karamsarlığa kapılan kişileri hedef almaktadır. Eşcinselliği dönüştürmeye yönelik bu girişimlerin cinsel yönelimde değişikliğe neden olmadığı, geçici olarak kişinin cinsel yönelimini daha etkin bir şekilde baskılamasına yardımcı olabileceği bilinmektedir. Sonuç olarak, hiç kimsenin bir heteroseksüeli eşcinsel haline getirme gücü olmadığı gibi, hiç kimse ya da herhangi bir yöntemin bir eşcinseli heteroseksüel yapamayacağı bilinmektedir.

Kişinin cinsel yöneliminin farkına varmasıyla başlayan kendini tanıma, kabullenme, çevresindekilerle paylaşma, sosyalleşme sürecinde birçok eşcinsel ruh sağlığı uzmanlarından yardım alma gereği duyabilir. Bu süreç kişinin kendi homofobisi ve içinde yaşadığı toplumun eşcinsellikle ilgili olumsuz tutum ve yargılarıyla yoğun bir şekilde karşılaştığı, kendisini yalnız, dışlanmış ve çaresiz hissedebileceği bir dönemdir. Ruh sağlığı uzmanları kişinin kendini tanımasına imkan veren, yargılayıcı ve yönlendirici olmayan bir tutumla bu süreçte önemli katkıları olabilmektedir. Gerçekçi olmayan değişme umutları vermeyen, kişinin huzursuzluğunu kendisini baskılaması için kötüye kullanmayan bu yaklaşımla kişinin kendi cinsel yönelimini keşfi, tanıması ve kendi koşul ve talepleri doğrultusunda kimliğinin bir parçası olarak var edebilmesi hedeflenmektedir. Ayrıca bu süreçte yaşanılan zorlanmalara bağlı olarak ortaya çıkabilen depresyon, bunaltı bozuklukları, davranış sorunları, intihar düşünce ve girişimleri, alkol ve madde kullanımı gibi birçok konuda ruh sağlığı uzmanlarınca etkin tedaviler uygulanabilmektedir.

CİNSEL KİMLİK

Doğumumuzda anatomik, genetik ve biyolojik özelliklerimizle belirlenen cinsiyetimize ‘biyolojik cinsiyet’ denmektedir. Kişi 2-3 yaşlarındayken ‘ben kızım’ ya da ‘ben erkeğim’ duygusu yani ‘cinsel kimliği’ oluşmaya başlar. İnsanların büyük bir kısmının cinsel kimliği biyolojik cinsiyetleri ile uyumlu olmasına rağmen bazı kişiler kendilerini biyolojik cinsiyetlerine değil karşı cinsiyete ait hissedebilirler (örneğin doğumunda kadın cinsel organlarına sahip bir kişinin kendisini erkek, ya da erkek organları ile doğan bir kişinin kendisini kadın olarak tanımlaması gibi…) Kişinin cinsel kimliği ile biyolojik cinsiyetinin örtüşmediği bu duruma ‘tansseksüalite’ denir. Transseksüel bireyler yaşadıkları bu uyumsuzluğu giderebilmek için tıbbi (hormonal ve/veya cerrahi) müdahaleye ihtiyaç duyarlar. Transseksüalite sıklığı yapılan son çalışmalara göre erkeklerde 11.900’de 1, kadınlarda 30.400’de 1’dir.

Transseksüalite biyolojik, genetik, ailesel, sosyal ve kültürel faktörlerin etkileşiminden kaynaklanır, yapısaldır-doğumdan itibaren vardır. Cinsel kimlik bozukluğuna neden olabilecek faktörlerin her geçen yıl bunların göreceli katkısını anlamaya biraz daha yaklaşılsa da, çoğu faktör hala bilinmemektedir.

Eldeki verile göre, transseksüellik genetik, fiziksel ya da hormonal bir bozukluktan kaynaklanmaz. Psikolojik faktörler göz önüne alındığında, sosyal öğrenme kuramları, yetiştirme unsurları, ebeveyn tutumları ayrıntılı bir şeklide pek çok araştırmada değerlendirilmiş fakat belirgin bir sonuç elde edilmemiştir.

Sonuç olarak bazı bireyler transseksüel olarak doğmaktadır, bu ne bir seçim ne de başkasının (en yaygın kanı ile ebeveynlerinin) hatası değildir, sadece bir farklılıktır.

Çocuk ve ergenlerdeki cinsel kimlik çatışmasının sıkça rastlanan görüntüsü, karşı cinsiyete sahip olma arzusunun ifade edilmesi, karşı cinsiyet gibi giyinme, hissettiği cinsiyete ait oyun ve oyuncaklarla oynama, halihazırdaki kabul edilen cinselliğine ve cinsiyetine uygun beklenen hal ve tavırlardan, giyinmekten ve oyunlar oynamaktan kaçınma, hissettiği cinsiyetten oyun arkadaşı ve arkadaşları tercih etme, vücut olarak cinsel özelliklerinden ve işlevlerinden hoşlanmama şeklindedir. Çocukken karşıt cinsiyete özgü davranışlar cinsel kimlik bozukluklarından daha sık görülür. Başka bir deyişle, her karşıt-cinsiyet davranışı gösteren çocuk ergenlik ya da erişkinlik döneminde transseksüelite yönünde gelişme göstermeyecektir. Fakat bedenlerine ve cinsel kimliklerine dair huzursuzlukları devam eden, yani transseksüel gençler için yapılabilecek tek tedavi, cinsiyetin yeniden tayinidir. Süreç ve sonuçları belirgin olmasa da hem erken çocukluk hem de ergenlik dönemlerinde ebeveynlerin yapması gereken cezalandırıcı ve yargılayıcı olmadan, hem destek hem de bilgi alabilecekleri konunun uzmanı bir ruh sağlığı profesyoneline başvurmaktır.

Bir bozukluğu mental (akıl) bozukluk olarak niteleyebilmek için, bozukluğun kişide mental yakınmalara neden olması ve uyumla ilgili belirgin sorunlara neden olması gerekir. Transseksüalite ruh sağlığı uzmanlarının klinik tanıları sınıflamakta kullandıkları bir araç olan DSM tanı kılavuzunda Cinsel Kimlik Bozuklukları tanısı altında yer almaktadır. Fakat bu resmi tanının kullanılmasının nedeni bireyleri damgalamak veya bu hastaların medeni haklarının azaltılmasına izin vermek değil, kişilerin iyileşme ümidi, sağlık sigortası kapsamına girme, gelecekte daha etkili tedaviler için araştırmalarda rehber olma gibi önemli yararlar sağlamaya çalışılmasıdır. Cinsel kimlik bozukluğu biyolojik, hormonal, fiziksel bir hastalık olmadığı gibi bir sapkınlık da değildir. Tarihsel olarak tüm dönemlerde çeşitli toplumsal kurallar nedeniyle farklı özellikleri olan azınlık grupları ‘normal’den sapma gösterdikleri, yani aslında sadece ‘farklı’ oldukları için ‘sapık/sapkın’ olarak nitelenmişlerdir. Günümüz biliminin sunduğu bilgiler ışığında bu nitelemenin hiçbir bilimsel gerçekliği yoktur.

Cinsel kimlik bozukluğu tanısına varıldıktan sonra tedavi yaklaşımı 3 evreden oluşmaktadır. Bunlar, arzu edilen cinsiyette gerçek yaşam deneyimleri, arzu edilen cinsiyete ait hormonların kullanılması ve cinsel organlarla diğer seks karakterlerini değiştirmeye yönelik cerrahi girişimler olarak sıralanabilir. Kişinin bu tedavi süreçlerinin tümünde kendisine destekte bulunabilecek aile ve sosyal destek ortamı ile takibini yürüten klinisyen (psikiyatr, psikolog, cerrah vb. ) grubunun varlığı yeni yaşam koşullarına adaptasyonda (uyum sağlamada) oldukça önemli yer tutmaktadır.

Uygun olduğu belirlenmiş erişkin cinsel kimlik bozukluğu vakalarında, karşı cins hormon tedavisi, anatomik ve psikolojik cinsiyet geçiş sürecinde önemli rol oynar. Hormonlar, çoğunlukla, yeni cinsiyette başarılı bir şekilde yaşayabilmek için tıbben gereklidir. Hormonlar, yaşam kalitesini iyileştirir ve birlikte bulunabilecek diğer psikiyatrik sorunları sınırlandırırlar. Klinisyen, biyolojik kadınlara androjen, biyolojik erkeklere östrojen, progesteron ve testosteron bloke edici ilaçlar verdiğinde, hastalar daha çok tercih ettikleri cinsiyetin görüntüsüne sahip olurlar ve kendilerinin daha çok yeni cinsiyetin üyesi olarak hissederler.

Hormon tedavisinin başlangıç yaşı uluslararası protokollerde 18’dir. Ergenlik döneminde hormon kullanımına başlanması halen tartışılan konulardandır. Öncelikle tanıda netleşebilmek için uzun dönem, aile ile iş birliği içinde, farklı uzmanlık dalındaki hekimlerden oluşan bir ekipçe (endokrinolog, ergen psikiyatristi, cinsel kimlik bozukluğu alanında uzman bir terapist) ergenin izlenip tedavinin planlanması önemlidir. Transseksüel bireylerin hormon kullanımına mutlaka doktor takibinde başlamaları ve en az 6 aylık aralıklarla laboratuar tetkikleri yaptırarak tıbbi izlem altında olmaları gerekmektedir.

Psikiyatri kliniğinin ilgili birimince takip edilen, hormon kullanımı için yeterli görülmüş, hormon kullanımında sorun yaşamamış, gerçek yaşam deneyimleri olumlu olan ve terapistleri tarafından cerrahi operasyonlar için hazır olduğu düşünülen bireylere (İstanbul Tıp Fakültesi Psikiyatri Kliniği’nde bu süreçler en az 1,5 yıllık bir takiple sonuçlanmaktadır) takip edildiği klinik tarafından mahkemeye sunulmak üzere bir rapor oluşturulur. Bu raporun sunulduğu mahkeme izni ile genital (cinsel organlara yönelik) ameliyatlar gerçekleştirilir.

Mahkeme transseksüellikle ilgili kararı Medeni Kanun’un 40. Maddesindeki şartları göz önünde bulundurarak verir. Bu maddeye göre, kişi 18 yaşını doldurmuş ve bekar olmalıdır. Evliyse boşanmak zorundadır. Ayrıca transseksüel yapıda olup, cinsiyet geçişinin ruh sağlığı açısından zorunlu olduğunu ve üreme yeteneğinden sürekli biçimde yoksun olduğunu kanıtlayan üniversite ya da eğitim ve araştırma hastanesinden alınmış sağlık kurulu raporu ile belgelemesi istenmektedir.

Kişinin geçiş yapacağı cinsiyete ait isim değişikliği psikiyatri raporundan önce yapılabilse de kimlik değişikliği rapor ve ameliyat sonrası yapılmaktadır.

Yazar Hakkında

Uzm. Dr. Özlem Öztürk

Uzm. Dr. Özlem Öztürk

Uzm. Dr. Psikiyatr. Özlem Öztürk 1972’de Ankara’da doğdu. İlköğretim ve lise eğitimini TED Ankara kolejinde, lisans eğitimin Dokuz Eylül Üniversitesi Tıp Fakültesi’nde tamamlayıp 1996 yılında “Tıp Doktoru” unvanını aldı. Ankara Numune Eğitim Araştırma Hastanesinde başladığı Aile Hekimliği asistanlığını, Trakya Üniversitesi Tıp Fakültesi’nde başarıyla tamamlayarak 2000 yılında “Aile Hekimliği Uzmanı” oldu. Aile sağlığı, çocuk ve ergen sağlığı, kadın ve erkek üreme sağlığı, erken teşhis ve danışmanlık hizmetleri sunan Edirne Ana Çocuk Aile Sağlığı merkezinde 1 yıl çalıştıktan sonra 2 yıl süreyle Edirne Devlet Hastanesi Acil Servisinde Aile Hekimliği Uzmanı olarak çalıştı. Ardından Trakya Üniversitesi Tıp Fakültesi’nde psikiyatri ihtisasına başladı ve başarıyla tamamlayarak 2009 yılında “Psikiyatri Uzmanı” oldu. Psikiyatri Uzmanlık eğitimi esnasında Bilişsel Davranışçı Psikoterapi teorik ve süpervizyon eğitimlerini tamamladı.

Önemli Bilgilendirme

Site içerisinde bulunan bilgiler bilgilendirme amaçlıdır. Bu bilgilendirme kesinlikle hekimin hastasını tıbbi amaçla muayene etmesi veya tanı koyması yerine geçmez.