Bireyci-Toplulukçu Toplumlarda Duyguların Oluşmasının Evrensel ve Kültürel İnşaası


Bireyci-Toplulukçu Toplumlarda Duyguların Oluşmasının Evrensel ve Kültürel İnşaası
Özge Öz Batır*
Özet
Duygu geçmişten günümüzde psikoloji biliminin üzerinde durduğu konulardan bir olmaktaktadır.Duygu yüz bölgesinde ortaya çıkmakla duyguların tanınmasında olanak sağlamaktadır.Bu çalışmanın amacı bireyci ve toplulukçu toplumların benliklerinde sahip oldukları duyguların evrenlliği ya da kültürülleğinin incelenmesidir. Bu çerçevede literatür çalışmaları kapsamlı bir şekilde gözden geçirilmiştir.Yapılan çalışmalar duyguların kültürel olarak benzer ya da farklılarının bireyci ve toplulukçu toplumların benliklerine göre nasıl algılandığını yorumlamaktadır.Hayatın tüm alanlarında olan duyguların ifade edilişinin doğası ve farklılıkları bu makalenin konusu olmaktadır.Bazı duyguların olumlu ya da olumsuz ifade edilişi farklı olsa da ortak olarak yorumlanan duygular da mevcut olmaktadır.Bu derleme çalışmasıyla alanyazında yapılan çalışmalara farklı perspektiften bakıp diğer çalışmacılara ışık tutacağı düşünülmektedir.
Anahtar Kelimeler:Duygu, Duygu Tarihi,Duygu Evrenselliği, Duygu Kültürelliği, Temel Duygular, Bireyci-Toplulukçu Toplum
Giriş
Kleinginna( 1981) araştırmalarına göre 92 duygu tanımından bahsedilebilir.Temel olarak belirli uyaranlara karşı ortaya çıkan tepkilerdir ve motor beceriler içinde duygular dış etki oluşturmaktadır.Karıştırılan kavram olarak hisler daha çok fiziksel farklılıklar( kalp çarpıntısı, mimik hareketleri gibi) ortaya konmaktadır( Polat, 2017).
Duygu kavramı latince bir kelime olup ‘emovere’ kelimesinden türemiştir ve duygunun faklılığı birey ve toplumlara göre çeşitli değerlendirimeler mevcutur.
Duygu tanımı TDK’ya göre :
1. Duyularla algılama, his.
2. Belirli nesne, olay veya bireylerin insanın iç dünyasında uyandırdığı izlenim.
3. Önsezi.
4. Nesneleri veya olayları ahlaki ve estetik yönden değerlendirme yeteneği.
5. Kendine özgü bir ruhsal hareket ve hareketlilik olarak tanımlanmaktadır.
Duygu; his, davranış, itici güç, fizyolojik değişiklikler ve kontrol etme gibi farklı ögelerden oluşur.Her bireyin duydu durumu organizma olarak farklı biyopsikososyal yapısı gereği ölçülmesi zordur.Crooks ve Stein’e göre yüz ifadelerinin, ses tonunun , tavırların veya beden dilinin türlü duyguların birer simgesi olduğunu işaret ettiğini söylemektedir.Uyarıcı bir durumun örneğin bir ayının görülmesi sonrası tepki olarak kaçma ve bedensel tepkinin yorumlanması sonucu korkma durumu öznel tecrübe edinilmesi ile duygu oluşmaktadır (Bozkurt, 2014).
Duygular, davranışların temeli olduğu düşünülmektedir. Duygular, insanı harekete geçirmekte ve davranışları yönlendirmektedir. Dökmen’e göre duyguların genel işlevi, bireyin doğaya ve topluma uyum sağlamaktır. Goleman ise duyguları, bireyin öğrenme potansiyelini harekete geçirerek öğrenmesini sağlayan, soru sormasını sağlayarak bilinmeyeni aramaya iten, kapasitesini geliştiren ve öğrenileni pratiğe geçirerek tavır almasını sağlayan özellikler olarak tanımlamaktadır. Cooper ve Sawaf’a göre ise duygular, bireyin içinde yükselen değerleri harekete geçiren ve davranışları şekillendiren enerji akımları olup, dışa doğru yayılarak başkalarını etkilemektedir (Akçay ve Çoruk, 2012).
Duygu Tarihi
Duygu tarihsel olarak üzerinde durulan bir kavram olmakla ilk emotion olarak tanımlanması 19. Yüzyıla dayanmaktadır. Temelinde psikolojik kaynaklı olan duygu farklı olarak tanımlamalarla kavramlaştırılmıştır. Bu kavramlar:Tutku, haz, sezgi, arzu, duyum, duygulanım, ruh kazaları, ahlaki hisler gibi kavramlar olmakla bugün duygu denilince farklı anlaşıldığından farklı anlamlar içermektedir. Eski çağlardan beri duygu kavramının ortak bir görüşünü olmayışı üzerinde durulmayan konu olduğu anlamına gelmemektedir.Birbirinden farklı disiplerce duygular örneğin psikolog,filozofisosyolog, antropolog ve tarihçiler gibi farklı iklimlerde araştırma konusu olmaktadır. Mikronezya toplumunda mutluluk gösteriş veya aşırı heyecandan dolayı işlerini yapmalarını engellediği için teşvik edilmemesi mutluluğun bazı toplumlarda hedef olmadığını ifade ediliş farklılığı dışında amaç olarak tatoplumlarda farklılıkları düşündürtmetedir. Günümüzde nostalji olarak bilinen geçmişe özlem duygusu olarak bilinen kelimenin 17.yüzyıl tıp alanı tarafında incelemeye alınan hastalık olduğu da kavramların zaman faktörüne göre de değişikliği de düşündürücü olmaktadır. Araştırmalara göre Antik Yunan’da duygular daha çok erdem kavramı çerçevesinde ele alınmaktadır, Orta Çağ ile birlikte akıl-duygu ikiliğinin sınırlarının keskin bir şekilde çizilerek, duygunun kilisenin boyunduruğu altına girdiği ve günah kapsamında sayıldığı, 17. yüzyılda kolektif duygulardan bahsedilerek toplumsal ilişkileri düzenlemedeki önemli rolünün vurgulandığı, modernleşme süreci ile birlikte belirli duyguların belirli çevrelere özgü olarak görüldüğü, 20.yüzyılda ise bireyci toplumlarda duyguların teknoloji ile kapitalizmden bağımsız görülemeyeceği üzerinde durulmuştur. Tüm dönemlerde bilinenin aksine duyguların bireysel alana hapsolmasından çok, toplumsal ilişkileri düzenlemede kilit öneme sahip olduğunun, geçmişten günümüze disiplinize edilmesi, üstünleştirilmes ve denetim altında tutulmasının ön plana çıktığı düşünülmektedir. (Kurt, 2021).
Duygu Evrensel mi Kültürel mi?
Duygular 1960’lı yıllarda bilimsel anlamda araştırılmaya başlanmış 2000li yıllarla birlikte daha kapsamlı bir şekilde incelenmeye devam etmektedir.Duygunun herkes için aynı olmamakla birlikte evrensel olması tarafı arştırmalarda konu olmuştur.Evrenselciliği savunan psikologlardan Paul Ekman yüz ifadelerinin temel duygular bakımından evrenselliğini araştırmıştır.John Watson iddiasına göre “öğrenilmemiş duygu” olarak tanımladığı duygular korku, öfke ve aşktır.Antroplog Catherine Lutz’un Mikronezyalı dışarıya kapalı olan Ifaluk yerlileri ile yaptığı araştırmada öfke duygusunun bilinmemesi onun yerine song adı verilen duygunun varlığının tespitiyle evrenselcilere karşıt bir durum oluşmuştur.Duygunun mekana göre değişmesi bu savı desteklemektedir.Bir grup araştırmacı araştırmacı çalışmasında seçtikleri bazı fotoğraflarda korku ifadelerini belirlemek amacıyla evrensel mimikleri belirlemek hedefinde olup zamandan ve mekandan bağımsız değişmeyen korku ifadesi tezini sürmek kanısındalardı.Çalışma “Yüz Duygulanımı Ölçüm Tekniği” olarak adlandırılıp çok ses getiren ve eleştirilen bir çalışma olmuştur.Bu tekniğe gelen eleştiriler fotoğraftaki ifadelerinin poz verme durumu sonucu yapay ve duygusuz ifadeler olduğu görüşündeydi.Bazı toplumların temel duyguları bilmemeleri ve sonucunda yansıtmamaları evrenselcilik görüşündeki araştırmacıların savını olumsuz etkilemiştir ve onlarda savlarını bölgesel olarak sınırlandırmak zorunda kalmışlardır.Aslında evrenselci duygu görüşünü savunan araştırmacılar daha sonraları duyguların her yerde aynı oladuğu değil de farkların elimine edildiği ortak bir duygu tanımına ulaşolabiliceğini savunmaya başlamışlardır.Devam eden araştırmalarla duygunun türlerine ve değişkenliğini kültürel veya toplumsal şekline dair çalışmalar yapılmıştır. (Dursun, 2023).
Temel Duygu Kuramı
Duygu araştırmacıları duygularla ilgili birtakım genel ilkeleri ortaya koyarak, duyguyu açıklamaya yönelik çeşitli yaklaşımlar önermiştir.Disiplinlerarası araştırmalarda duyguyu açıklamaya yönelik birçok yaklaşım olmasıyla birlikte bu yaklaşımlar dikkate alınararak duygunun aynı yönleri kapsamadığı düşünülmektedir.Yaklaşımlardan bazıları bireylerin bedensel durumları ve hissettiği duygular arasındaki ilişkilere bakarken, bazıları duygusal yaşantıyı açıklamaya çalışmakta ve diğer yaklaşımlar da duyguların davranışla nasıl ilişkili olduğunu açıklamaktadır. Araştırma bulgularına göre duyguların, bilişsel değerlendirme ,öznel his , fiziksel uyarılma, ifade etme, hareket hazırlığına geçme ve düzenleme gibi bir takım içeriklerden oluştuğunu temele almalarına rağmen; araştırmacılar duyguların ayrık kategoriler olarak mı boyutsal olarak mı ,prototipiksel ya da unsur süreçleri olarak mı nasıl kavramsallaştırılması gerektiği yönünde de ortak bir sonuca ulaşamamışlar olmasıyla birlikte evrensel duyguya ilişkin araştırmacılar temel duyguların doğuştan ve her kültürden insanın ortak duygulara sahip olduğunu ve çevreye göre değişmediğini savunmaktadırlar.Bu yaklaşıma sahip insanlar duyguların ayrık sistemler olduğu düşündükleri kategorisel yaklaşımlardır.Bu yaklaşım ‘Temel Duygular Teorisi’ olamktadır.Evrimsel görüşe sahip insanlar Darwin’den etkilenen kuramcılardır. Evrensel temelli yaklaşımlar, duyguları doğrudan teknikler ve dolaylı teknikler kullanarak incelemeye çalışmıştır. Duyguları doğrudan ölçme tekniği, farklı duygularla ilgili sinirsel nörobiyolojik yapıları belirlemektir. Dolaylı tekniklerde ise; daha çok ayırt edici yüz ifadelerini tanıma teknikleriyle duyguların evrenselliği kanıtlanmaya çalışılmıştır . Evrensel yüzsel ifadelerin dolayısıyla temel duyguların sayısı ve ne oldukları bazı kuramcılara göre farklılık göstermektedir. Ekman ve Friesen’a göre öfke, iğrenme, korku, mutluluk, üzüntü ve şaşkınlık duygularının temel duygu olduğunu belirtmişlerdir. Daha sonraları Ekman ve Friesen (1986) hoşnutluk duygusunu da temel duygu listelerine eklemiştir (Özbayrak, 2006).
Bireyci-Toplulukçu Toplum
Bireyci ve toplulukçu toplumlar adından anlaşılacağı üzere farklı etkenleri içerisnde barındırmktadır.Bu iki toplumu açıklarken yoğun olarak birbirleriyle ilişki kurma biçimindeki farklılıklara ilgi çekebilir.Markus ve Kitayama’nın (1991) ABD ve Japonya’nın baskın kültürleri üzerine yaptığı çalışma analizine bakılırsa bağımsızlığın en çok bireyci kültürlerde görülerek bireyin kendisini algılama biçimi ve diğerleriyle bağ kurma şekillerini tarif edebilecek terimler öne sürülmektedir ve terimler yaygın kullanım haline getirilmektedir.Hofttede, Markus ve Kitayama ulusların ilişkisellik içerinde olanda kültürleri içeren kültürleri tarif etmek istediler.Ve onların çalışması ile başka çalışmalar adım atma cesareti verdiler.Singelis 1994 yılında bağımsız ve karşılıklı bağımlı benlik kurgularında faydalanan ölçekler geliştirdi.Araştırmacılar Singelis ölçeklerini incelediğinde kültürel yönelimi tanımlamak isteyen isteyen araştırmacılar tarafından kulanımı yaygınlaşmıştır.Bireysel düzeyde karşılıklı bağımlı benlik kurguları iletişimin dolaylamasını , sözsüz iletişimi, duyguların daha az ifadde edilişini , farklı nezaket kurallarını, kendini ve başkalarının düşüncelerine saygı duymayı, daha fazla çekingenliği, grup odaklı geribildirime açık olmayı, daha dolaydan müzakere türlerini ve toplulukçuluğun ön planda olduğu reklamalara daha fazla ilgi içerisinde ya da tepkisel olduklarını göstermektedir. Kağıtçıbaşı’na göre kültürler arası araştırma çalışmaları olarak ölçeklerden edinilen bulgulararaştırmacıyla katılımcı arasındaki karşılaşma genellikle yüz yüze iletişim gerektirmekle birlikte, çoğunlukla kağıt kalaem işi olarak anketin doldurulmasıdır.Dünya’nın bölgelere göre öznel deneyimler nesnel bir şekilde ölçülmesi bazen güçtür veya tam tersidir.Arştırmadaki işlem belirsizliği planlanmış izlenimi tanımlamak kültüre göre değişir.Örnek olarak bireyci özellikleri sahip sosyalleşmiş bireyin kendisini daha ilginç ve farklı biri olarak sunabileceği daha toplulukçu kültürlerdeki kişilerin kendini araştırmacıyla aynı fikirde göstermeyi düşünebilmektedir.Araştırmalar sonucunda benlik kurgusu bireyci- topluklçu toplumlarda kültürler arası araştırmalarda geçerliliği sağlanması için kontrol edilmesi gerektiği bulgusuna varılmıştır (Simith, 2013).
Sonuç
Duygu insanların birey olarak benlikleri ya da kollektif olarak toplumsal hayatlarındaki geçmişten günümüze üzerinde durulan konu olmuştur.Tarihsel bağlamda duygunun tarihi çok geçmişe dayanıp 19.yüzyıl gibi yakın geçmişte daha üzerinde durulan bir kavram olmuştur. Ruh-beden ya da duygu-akıl ikili kavramlarda genellikle dışarıdan değerlendirmeye alınan taraf olan duyguların ihmal edilişi ,türlü felsefi düşünürlerin araştırma alanı olmuş, birey ve toplum arasındaki duygu etkileşimi incelenmeye ve tartışmaya merak duyulup önem arz etmiştir. Duyguların bireysel, doğuştan beri var olduğunu düşünenlerle birlikte evrensel ve toplumsal olduğunu ifade edenler de bulunmaktadır. Günümüzde kutsal görülen ve modernleşen insanın sahip olması gerektiği düşünülen aşk, sevgi, mutluluk gibi duygulara olumlu özellikler pay biçilirken , Orta Çağ’a baktığımızda bazı duyguların kilisenin etkisi ile günah ve uzak durulması gereken ızdırap verici duygular olarak görüldüğü böylelikle duygunun kişinin ruhu için gerekli olduğunu söyleyenler de olduğu düşünülmektedir. Sonuç olarak duygunun yalnızca bireye özgü olmadığını ve tarihi, toplumsal olarak birey-toplum ilişkisi içerisinde karşılıklı olarak değişip dönüştüğünü göstermektedir. Bu değişim ve dönüşümde ise, toplumsal hayat üzerinde etkili olan din, ekonomi, kültür gibi değişkenlerin ne derece önemli olduğu duyguların tarihsel sürecine bakıldığında anlaşılabilmektedir.
Kaynakça
1. Polat, Y. B. (2017). Haset, İmrenme ve Kıskançlık Duygu Durumlarının Ayrııştırılması. Aydın İnsan ve Toplum Dergisi, 3(2), 29-42.
2. Bozkurt, F. (2014). Sözlüklerdeki temel duygu kavramlarının yeniden tanımlanması: bir yöntem önerisi. Türkoloji Dergisi, 21(1), 25-34.
3. Akçay, C., & Çoruk, A. (2012). Çalışma yaşamında duygular ve yönetimi: Kavramsal bir inceleme. Eğitimde Politika Analizi, 1(1), 3-25.
4. Kurt, Ş. K. (2021). Duyguların tarihsel serüveni ve tarihte duygular. OPUS International Journal of Society Researches, 18(40), 2821-2852.
5. Dursun, O. (2023). Türkiye’deki Toplumsal Değişimin Korku Duygusu Üzerinden Film Örneklemiyle İncelenmesi (1950-1999).
6. Özbayrak, C. (2006). Türkiye örnekleminde duygular ve bilişsel-duygu değerlendirme süreci (Master's thesis, Sosyal Bilimler Enstitüsü).
7. Smith, B. P. (2013). Özerk-ilişkisel benlik kurgusu arayışı. Sevda Berkman-Ayhan Aksu (Derleyenler), İnsan gelişimi, aile ve kültür: Farklı bakış açıları, içinde, 191-204.