Bir Tabak Acı: Yeme Bozukluğuna Giden Yol


Yeme Bozuklukları, ergenlerde obezite ve astımdan sonra en sık görülen kronik hastalıktır. Yeme Bozuklukları genel olarak ergenlik döneminde başlamakla birlikte, başlangıç yaşının son yıllarda giderek düştüğünü ve bu olguların daha ağır seyredebildiğini görmekteyiz. Bu sebeple yeme bozukluğunu tanımanın, koruyucu ve erken müdahale kanallarını açık tutmanın çok önemli olduğunu düşünüyorum. Yeme bozukluğu nedir, risk faktörleri nelerdir, yeme bozukluğu ile yaşamak ne gibi ruhsal ve fiziksel sıkıntılara sebep olabilir? Çocuğumuzda neler görürsek yeme bozukluğundan şüphelenmeliyiz, böyle durumlarda çocuğumuza nasıl yaklaşmalıyız, hangi kanallardan yardım istemeliyiz? gibi önemli sorulara cevap vermeyi amaçlıyorum.
Mental Bozuklukların Tanısal ve Sayımsal El Kitabı veya Ruhsal Bozuklukların Tanısal ve İstatistiksel El Kitabı (DSM-5)e göre yeme bozuklukları PIKA, Ruminasyon Bozukluğu, Kaçıngan Kısıtlı Yiyecek Alım Bozukluğu, Anoreksiya Nervoza, Bulimiya Nervoza, Tıkınırcasına Yeme Bozukluğu, Tanımlanmış Yeme Bozuklukları, Tanımlanmamış Yeme Bozuklukları olarak çeşitli sınıflandırmalara ayrılmıştır.
Bununla birlikte tüm yeme bozukluklarının ortak özelliği; kişinin yemek ile ilişkisinin bozulmasıdır. Kişinin yeme davranışında ya da kilo kontrolü davranışlarında belirgin bir bozulma vardır. Bu durum kişinin fiziksel sağlığını (saç telinden tırnağına kadar hemen her alanda) etkiler, kişinin psikososyal işlevselliğinde, ilişkilerinde probleme sebebiyet verir. Örneğin akran toplantısında yemek yememek için ya da kişi arkadaşlarının yanında yemek yemeye utandığı için arkadaşları ile dışarıda buluşmayı bırakır. Ailesi ile birlikte masaya oturmayı reddeder. Bu nasıl bir şeydir biliyor musunuz? Kişinin tüm zihnine sanki üzerinde yemek yazan bir kaya oturmuştur. Akşam gezmesine çıkar yemek, yatar gözünü kapatır yemek, uyanır yemek... Kişi kendini, bedenini, başarısını, yeterliliğini her şeyini yemek üzerinden değerlendirir. Şikayetleri yalnızca yemek üzerinden ifade bulur, konuşmaları yeme düzeninin dışına çıkamaz. Bu kişilerin hisleri bile “açlık” “tokluk” üzerinedir. “Tok hissediyorum” derler.
Diğer alanlarda çoğu zaman olaylara karşı objektif algısını koruyan kişi, söz konusu yemek olduğunda gerçeklik algısını adeta kaybetmiştir. Pek çok fiziksel zorluk yaşar ama bunu ya reddeder ya saklar ya da önemsizleştirir. Pek çok psikolojik zorluk yaşar, huzursuzluk, keyif alamama, ne yapsa kendine yaranamama, mutsuzluk, sinirlilik…Sanki bunlar yemeyi kontrol edemediği için oluyor gibi düşünür ama aslında bu içinde bulunduğu bir kısır döngüdür. Pek çok sosyal zorluk yaşar. Kimse onu anlamıyordur, ailesi tedirgindir; çatışmalar başlar, yemek yememek için arkadaşlarından soyutlanır. Açlık sebebiyle pek çok zihinsel zorluk yaşar, yeterli beslenememe onu daha dikkatsiz yapar, anlamakta zorlanmasına yol açar.
Yeme Bozukluğu Nedenleri Nelerdir?
Yeme bozukluklarının gelişiminde sadece psikososyal faktörler değil, biyolojik altyapı da önemli bir rol oynar. Kişinin genetik yatkınlığı, hormonal dengeleri, beyindeki nörokimyasal işleyiş, yaş ve cinsiyet gibi birçok biyolojik özellik, bu bozukluklara karşı duyarlılığı artırabilir.
Düşük benlik saygısı, özgüven problemleri, içsel boşluk ve amaçsızlık hissi; mükemmeliyetçi kişilik yapısı, abartılı düşünce biçimleri, büyüsel düşünceye yatkınlık ve "ya hep ya hiç" tarzı katı inançlar, yeme bozukluklarının gelişiminde önemli rol oynayabilir.
Fiziksel görünümün ön planda olduğu meslek grupları (örneğin mankenlik, balerinlik, sosyal medya fenomenliği), kilo vermenin toplumsal düzeyde takdir edilmesi ve popüler kültürün beden algısına yönelik baskıları, yeme bozukluklarının gelişiminde önemli çevresel risk faktörleri arasında yer alır. Ancak yeme bozuklukları yalnızca modern çağın bir ürünü değildir. Her ne kadar tanımlanması ilk kez 19. yüzyıla dayansa da, alanda yapılan tarihsel incelemeler 13. yüzyıldan itibaren yeme davranışına yönelik patolojik örüntülere rastlandığını göstermektedir. Örneğin Sienalı Cathrine, İskoçya Kraliçesi Mary ya da bazı azizeler üzerinden aktarılan anlatılar, bu rahatsızlığın tarihsel kökenlerini işaret eder. Dolayısıyla yeme bozukluklarını yalnızca günümüz kültürel normlarının bir sonucu olarak görmek, bu çok katmanlı sorunun önemli boyutlarını gözden kaçırmamıza neden olabilir.
Yeme bozukluklarını anlamak için “beden imgesi” kavramını doğru kavrayabilmek büyük önem taşır. Beden imgesi, kişinin bedenine dair yalnızca dışarıdan görülen fiziksel, nesnel gerçekliği değil; aynı zamanda zihninde taşıdığı algı, düşünce ve duygularla şekillenen içsel tasarımı ifade eder. Yani kişi, bedenine dair ne düşünüyor, ne hissediyor, kendini nasıl görüyor?
Yeme bozukluğu olan bireylerde bu içsel beden tasarımı çoğu zaman gerçeklikten önemli ölçüde sapmış durumdadır. Beden algısı, yaşanılan kaygı ve kontrol ihtiyacıyla birlikte çarpıtılmıştır. Öyle ki anoreksiya nervoza hastalarında sıkça gözlemlenen bu durum, kişinin son derece düşük kiloda olmasına rağmen kendisini hâlâ “şişman” olarak algılamasıyla kendini gösterir. Nitekim internet aramalarında “anoreksiya” kelimesini yazdığınızda karşınıza çıkan ilk görsel, bu çarpıtılmış beden algısının çarpıcı bir temsili olan, aynada kendini şişman gören birisine ait olacaktır.
Yeme bozukluklarında yalnızca yeme davranışı değil, bu davranışın altında yatan duygusal ve ilişkisel dinamikler de önemlidir. Kişinin yemekle kurduğu ilişki çoğu zaman, erken dönem bakım verenle kurulan ilişkinin izlerini taşır. Bu nedenle yeme, sadece fiziksel bir ihtiyaç değil; aynı zamanda duygusal bir anlatım biçimidir.
Yaşamın ilk günlerinden itibaren bebek, ihtiyaçlarını ağlayarak ifade eder. Bu çağrıya karşılık gelen ilk yanıtlardan biri genellikle besindir. Meme, yalnızca karın doyurmaz; aynı zamanda teselli eder, yatıştırır, bağ kurar. Böylece beslenme, ilk ilişkisel deneyimlerden biri haline gelir. Bebek, besin yoluyla doyurulurken aynı zamanda görülür, duyulur ve düzenlenir.
Yeme davranışı da işte tam bu temeller üzerinde şekillenir. Çünkü yemek; doyum, keyif, ilişki ve bakımın taşıyıcısıdır. Anneyle kurulan yedirme-yeme ilişkisi, çocuğun yalnızca fiziksel gelişimi değil, duygusal ve sosyal gelişimi açısından da belirleyici bir rol oynar.
Bu nedenle erken dönemde karşılanmayan ya da düzensiz karşılanan ihtiyaçlar, ilerleyen yaşantıda yeme davranışı üzerinden yeniden sahnelenebilir. Kimi zaman aşırı kontrol, kimi zaman yoksunluk ya da isyan şeklinde. Yeme bozukluklarında bu ilişkiselliği görmek; sadece semptomları değil, o semptomların taşıdığı anlamı da duymak gerekir.
Yeme Bozuklukları genellikle bir aile hastalığıdır. Hastalığın başlangıcında, sürdürülmesinde, şiddetinde genellikle aile bireyleri farkında olmadan da olsa rol oynar. Yeme bozukluğu olan ailelerde aile yapısının çok iç içe ya da çok kopuk olması, ailede yeme bozukluğu, duygudurum bozukluğu, obezite öyküsünün olması önemlidir. Ayrıca bir aile ferdinin yeme bozukluğuna sahip olması tüm aile üyelerini şöyle ya da böyle etkilemektedir.
Sonuç olarak yeme bozukluğunun gelişiminde pek çok faktör rol oynamaktadır ancak çoğu zaman yeme bozukluğundan mustarip hastalarımızın öykülerini dinlediğimizde, tetiği çekenin bireyin yaptığı sıkı ve katı diyet olduğunu görmekteyiz. Ek olarak çoğu zaman öyküde bir aile üyesinin veya akran çevresinin hastanın kilosu ve bedeniyle ilgili uygunsuz söylemi olduğunu görmekteyiz (Öküz gibi yedin, bu ne gıdı, bu gidişle yuvarlanacaksın…)
Yeme Bozukluğu Hastalarının Klinik Değerlendirilmesi
Yeme bozukluğu olan bireylerde zamanla hem ruhsal hem de fiziksel pek çok belirti ortaya çıkabilir. Fiziksel düzeyde en sık karşılaşılan belirtiler arasında saç dökülmesi, saç ve tırnaklarda kuruma, ciltte sararma ve kuruluk gibi dış görünümdeki değişiklikler yer alır. Ağız çevresinde yaralar oluşabilir, boyundaki tükürük bezlerinde şişme görülebilir ve diş çürükleri dikkat çeker. Özellikle kusmaya bağlı olarak reflü, mide ve bağırsak problemleri gelişebilir; karaciğer, pankreas ve böbrek gibi organlarda işlev bozuklukları ortaya çıkabilir. Kalp ritminde düzensizlikler, tansiyon düşüklüğü, vücut ısısında azalma ve genel hareketlerde yavaşlama da sık karşılaşılan sorunlardandır. Uzun süreli yetersiz beslenmeye bağlı olarak kemik erimesi ve buna bağlı kırıklar gelişebilir; adet döngüsünde bozulma ya da tamamen durma gözlemlenebilir. Ayrıca kansızlık, kas kaybı, kabızlık gibi sistemik etkiler de yeme bozukluklarının fiziksel yükünü artırır. Tüm bunlara ek olarak, depresif duygudurum, yoğun kaygı ve huzursuzluk hali, dikkat ve odaklanma güçlüğü ile algısal becerilerde azalma da sürece eşlik edebilir. Bu fiziksel belirtiler, yeme bozukluğunun yalnızca psikolojik değil, bütüncül bir sağlık sorunu olduğunu açıkça ortaya koyar. Bu nedenlerle yeme bozukluğu hastalarının takibi ve tedavisi, yalnızca tek bir uzmanın müdahalesiyle yürütülemez; kapsamlı ve disiplinler arası bir yaklaşım gerektirir. Psikiyatri uzmanı, psikoterapist, çocuk sağlığı uzmanı, beslenme uzmanı gibi temel alanların yanı sıra, gerekli durumlarda endokrinoloji, gastroenteroloji gibi tıbbi branşlardan da destek alınır.
Yeme bozukluklarının tedavisinde beslenme düzenlemesi temel bir bileşen olarak ele alınmalıdır. Çünkü bozulmuş yeme alışkanlıkları, yalnızca bir sonuç değil; aynı zamanda kişinin ruhsal durumunu sürdüren, hatta bazen belirleyen bir etkendir. Düzenli ve yeterli beslenme sağlanmadığında, hem bedensel hem bilişsel işlevlerde ciddi gerilemeler yaşanabilir; dikkat, hafıza, karar verme, duygusal düzenleme gibi birçok alan olumsuz etkilenir. Bu nedenle tedavinin erken dönemlerinde bile hedeflerden biri, güvenli ve sürdürülebilir bir beslenme planı oluşturmaktır. Beslenme planı, bireyin yeme davranışı üzerindeki kontrol algısını yeniden yapılandırmasına yardımcı olurken, aynı zamanda kişinin bedeniyle yeniden bağlantı kurabilmesi için de bir araç görevi görür. Yeme bozukluklarında multidisipliner iş birliği sayesinde hem ruhsal hem de fiziksel boyutları olan bu durum daha bütüncül bir şekilde ele alınabilir.
“Yemek, besin, beslenme, açlık, yememek, zayıflık, kilo vermek…”
Yeme bozukluğu olan bireylerde, yemekle ve bedensel deneyimlerle ilgili bu ve benzer kelimeler; kimi zaman acının, kimi zaman rahatlamanın, bazen sorunun kendisinin, bazen ise çözümünün taşıyıcısı haline gelir. Bu kavramlar, yalnızca yüzeydeki anlamlarıyla değil, kişinin iç dünyasındaki çatışmaları ve ihtiyaçları da yansıtarak çok katmanlı bir içerik kazanır.Yeme bozukluklarıyla çalışırken temel amaçlarımızdan biri, hastanın bu çarpıtılmış ve yüklenmiş anlamları fark etmesine ve bu anlamlar üzerine düşünebilmesine alan açmaktır.
Yeme bozukluğu hastalarında ilk psikiyatrik muayene çok önemlidir çünkü bir yeme bozukluğu hastası ilk muayenede çok büyük ihtimalle bize “getirilir. Bu aşamada yeme bozukluğu hastaları çoğu zaman tedavi olmak istemez çünkü bunun bir hastalık olduğunu düşünmez, çoğu zaman da biz klinisyenlere güvenmez.
Yeme bozukluğu olan bireylerde sıklıkla yoğun bir kontrol ihtiyacına rastlarız ve bu kontrol çabası, çoğu zaman durumu daha da zorlaştırır. Üstelik bu kişiler günün büyük bir kısmını yemek, yememek, yasaklı besinler, kalori hesapları gibi zihinsel meşguliyetlerle geçirdiklerinden ya da yeterli besim maddesi tüketmemenin biyolojik olarak olumsuz etkileri sebebiyle; kendi duygularını, düşüncelerini, istek ve beklentilerini ifade etmekte güçlük yaşayabilirler. Çoğu zaman iç dünyalarını açlık ve tokluk üzerinden dile getirirler.
Anoreksiya Nervoza’da zayıflık, neredeyse “paha biçilemez” bir değere sahiptir. Bulimiya Nervoza tanılı bireylerde yemek; şişmanlatıcı, yasaklı ve kötü bir nesne haline gelirken; en temel korku “şişman olmak”tır. Tıkınırcasına yeme bozukluğunda ise yemek, her türlü duygusal yaranın ilacı, en özel rahatlama aracı haline gelebilir.
Bu nedenle ilk görüşmeyi yaparken, hem bu karmaşık dinamikleri göz önünde bulundurarak hem de hasta-hekim ilişkisini temele alarak ilerleriz. Bazen bu ilk görüşme, tedavinin en önemli basamağını oluşturur. Terapi sürecinde de, yeme bozukluklarının hem ruhsal hem de fiziksel olarak ne denli yıkıcı olduğunu paylaşmaya, kişinin bu yıkıcı yolu neden seçmiş olabileceğini birlikte anlamaya çalışırız.
Aileler Ne Zaman Şüphelenmeli?
Yeme bozuklukları her zaman yüksek sesle kendini duyurmaz. Bazen sessizlikte, bazen küçülen porsiyonlarda, bazen de çocuğun gözünü kaçırışında gizlidir. Bu nedenle ebeveynlerin çocuklarındaki fiziksel ve davranışsal değişimleri dikkatle gözlemlemesi kritik önemdedir.
Eğer çocuğunuzun kısa sürede kilo alıp verdiğini fark ettiyseniz, yemeğe dair takıntılı düşünceleri varsa, yemek konusunda dürüst olmayan davranışlar sergiliyorsa, sizinle sofraya oturmayı reddediyor ya da yemekle ilgili sohbetlerde aşırı hassasiyet gösteriyorsa, bu sinyaller önemlidir. Sosyal etkinliklerden uzaklaşma, bol kıyafetlere yönelme, aşırı spor yapma eğilimi, huzursuzluk, unutkanlık, halsizlik ve duygusal dalgalanmalar da yeme bozukluğunun önemli işaretleri olabilir.
Bu tür belirtiler karşısında “geçici bir dönemdir” demeden, vakit kaybetmeden profesyonel bir değerlendirme almak hem çocuğunuzun hem de ailenizin yaşam kalitesini korumak açısından hayati önem taşır. Çünkü yeme bozuklukları sadece tabakta ne olduğuyla ilgili değildir; çocuğunuzun ne hissettiğini, nasıl baş etmeye çalıştığını ve içsel çatışmalarını yansıttığı bir alandır.
Çocuğunuzun sadece ne yediğine değil, nasıl yaşadığına da kulak verin. Zamanında fark edilen bir işaret, bazen bir hayat kurtarır.