Bariatrik cerrahi son 55 yılda inanılmaz gelişmeler gösteren bir alandır. İlk defa 1954 yılında Kremen, Linner ve Nelson tarafından Minnesota Üniversitesi'nde İntestinal Bypass ameliyatlarının ampirik kullanımı ile, ağır obezitenin başarılı bir şekilde tedavi edilebilecek bir hastalık olduğu saptanmıştır.
Günümüzde bariatrik cerrahi ya da obezite ve metabolizma cerrahisi kabul edilmiş bir cerrahi disiplindir. Ancak bu kolay olmamış, tüm dünyada bu yönteme inanmayanlarla ve ağır eleştirilerle ciddi mücadeleler verilerek elde edilmiştir.
Oysa obezite son elli yılda iki katına çıkmış, hatta bazı ülkelerde 3 kat artmıştır. ABD'de halkın üçte biri (23 milyon) obezdir ve her geçen sene cerrahi tedavilere yönelen hasta sayısı artmaktadır. Kiloda artış salgını her yaştan erkek, kadın ve çocukları etkilemektedir. Şişmanlığın yol açtığı yandaş hastalıklara bağlı sağlık yardımı ihtiyacı da giderek artmakta ve halk sağlığı sistemini ve ekonomiyi ciddi şekilde etkilemektedir.
İlk başlarda uygulanan bazı prosedürler, ciddi komplikasyonlarından dolayı terkedilmiştir. Bu prosedürlerden neyi yapmamamız gerektiğini, nelerden kaçınmamız gerektiğini ve nasıl daha iyi yapabileceğimizi öğrendik. Yıllar içinde, aynı zamanda çok farklı cerrahi teknikler de geliştirildi. Kısa ve uzun vadeli komplikasyonlar hakkında daha fazla veri elde edildi. Uzun vadede yüz güldüren veya başarısız olan prosedürler belirlendi. Halen de yeni teknikler ve yeni prosedürler konusunda çalışmalar devam etmekte, bir yandan da ameliyatları kolaylaştıracak enstrüman ve cihazlar geliştirilmektedir. Bariatrik cerrahi sonuçlarını iyileştirmek için yeni teknolojiyi nasıl kullanacağımızı öğrendik. Bu sayede, örneğin laparoskopi cihazlarını kullanarak ölüm oranları, solunum yetmezliği, ameliyat süresi, hastanede kalma süresi ve ağrı gibi konularda düzelmeler sağladık.
Şimdi, obezitenin korunulması gereken bir multisistemik hastalık olduğunu, ancak cerrahi yardımla uzun vadede kalıcı olarak çözülebileceğini savunuyoruz. Şu anda karşı karşıya kaldığımız iki temel problem, hangi hastaların obezite ameliyatına gideceği ve hastaya önerebileceğimiz en iyi metodun hangisi olduğudur. Hastalara daha başarılı olmaları ve komplikasyonlardan korunmaları için nasıl destek verebileceğimiz de önemlidir.
Bulunduğumuz noktada bariatrik ameliyatların herkes için, her zaman mükemmel işe yarayacağını söyleyemeyiz. Her hastaya en yararlı olacak prosedürü önermek zorundayız. Bu aşamada hastayla birlikte karar vermek ve tüm yöntemlerin artılarını eksilerini detaylarıyla tartışmak önemlidir.
Her hastanın farklı kilo verme ameliyatları hakkında bilgi sahibi olmasını sağlamalıyız. En iyi yöntemi seçmek için hastanın ortamının ve alışkanlıklarının, yandaş hastalıklarının, korkularının, ve en önemlisi hayatında kalıcı değişiklikler yapmak için arzu ve uyumunun değerlendirilmesi çok önemlidir.
Mide bandı ve sleeve gastrektomi gibi kısıtlayıcı yöntemler daha düşük operatif ve uzun vadeli komplikasyonlara sahiptirler. Aynı zamanda bu metodlar gastrik bypass ve duodenal switche göre daha ekonomiktirler. Fakat başarı için hastanın ameliyat sonrası diyet kısıtlamalarına daha iyi uyumunu gerektirirler.
Gastrik bypass ve duodenal switch gibi daha kompleks ameliyatlar hastaya ilk yıl boyunca daha iyi kilo kaybı sağlarlar fakat istenmeyen malabsorbsiyon problemlerine yol açarlar. Prosedür başarısız olsa ve hasta tekrar kilo almaya başlasa bile, kemik erimesi (kalsiyum emilim bozukluğuna bağlı), osteomalazi (vitamin D eksikliğine bağlı), osteopeni ve osteitis fibroza kistika (düşük serum kalsiyumuna bağlı sekonder hiperparatiroidizm nedeniyle..)gibi uzun dönem metabolik komplikasyonlar devam edecektir.
Bu hastalıklar komplikasyonlardan korunmak için uzun süreli, yakın takip gerektirirler. Obezite cerrahisi merkezlerinin hastalara bu takip koşullarını sunabilecek kapasitede olması gerekir. Ameliyat olduktan sonra nerede ve kime ameliyat olduğunu, hangi marka band kullanıldığını bile bilmeyen hastalar her an ciddi komplikasyonlara açıktır.