Yargılar üzerine


Gördüğümüzün ötesini asla kabul edemedik. Tüm inanç sistemimiz bunun üzerine kurulu olmasına rağmen gördüğümüzden ötesine geçemedik, yargıda andayız, asla öncesi ve sonrası yok, sadece yaşadığımız an içerisinden bir mantar gibi bitiriyoruz yargımızı. Bu insanın anlama ve anlamlandırma çabasından bir refleks olarak gelse de bizler diğer canlılardan farklı olarak ruhi ilerlemeye açık tek türüz. Buna rağmen asla gelişime yanaşmıyor, açılarımızı genişletmiyor, ufkumuzu ferahlatmıyoruz. Sosyal medyalarla durum daha da ciddileşti. Hiç tanımadığımız, hiçbir zaman karşılaşmadığımız ve dahi karşılaşmayacağımız insanların ‘anlarından’ yola çıkarak ne muazzam yargılar üretiyoruz hemen anında oracıkta hem savcı hem hakim hem avukat hem infazcı oluyoruz ve asla çemberin içinden çıkıp Yahu biz ne yapıyoruz demiyoruz. Sürekli bir yargı üretimi içindeyiz, kin kusar gibi yargımızı kusuyoruz birbirimize.
“Ey iman edenler! Kendiniz hakkında çokça zan beslemekten sakının; çünkü bazı zanlar günahtır. Ve birbirinizin gizli hallerine casusluk etmeyin. Birbirinizin ayıplarını araştırmayın ve birbirinizden kötülük ve ön yargı ile şüphelenmeyin. Muhakkak ki bazı zanlar günahtır.”
— Hucurat Suresi, 49:12
Gelgelelim esas meseleye; biz yargıçlar, kuşun yelinde hunharca ve barbarca yargı saçarken, birbirimize nasıl güveneceğiz? Empati, sempati? Nasıl saygı duyacağız? Nasıl sevmeyi bileceğiz? Bunlar bir toplumun, bırakın toplumu, iki kişinin dahi yan yana gelmesinde hatta bireyin kendi kendiyleyken bile başlı başına ihtiyaç duyduğu ve sahip olması gereken ana malzemeler değil mi? Bunlar harmanlanmadan ‘ruh’ nereden hazzı bulacak? İnsan nasıl huzura erecek? Birlik inancımızı nasıl diri tutacağız? Körü körüne bir yargının, ne dini inançta, ne toplum olma bilincinde ne psikososyal meselelerde ne bireysel olgunlaşmada yeri bulunmakta. Bakış açısının sadece bu noktada kalması ise içerisinde bir çığ olur insanın ve sonunda o çığın altında da yine bulur kendi aksini. İşin özünde bu girift hal yine dönüp dolaşıp bireyin kendisinde zuhur edecektir.
“Gerçekten çok, hayalimizde acı çekeriz.” -Seneca
Bilinçdışınıza ve alt benliğinize kadar uzanacak bir olumsuz otomatik düşünceler silsilesi. Aceleye getirilmiş yargılarla aslında sistemli bir şekilde manipüle ettiğimiz yine kendimiziz. Gerçekliğini ve doğruluğunu araştırmadan vardığımız yargılar, bizi hakkaniyetten çok uzaklara savurmakla kalmazken içimizi de çoğunlukla boş yere öfke, nefret, üzüntü, samimiyetsizlik, hayal kırıklığı en önemlisi de pek çok şeyin başı gördüğümüz stres faktörü olarak doldurmaktayken, biz de kendi kendimizi fark etmeden dibe çekmekteyiz.
Peki gerçekten hayatlarımız ve ruhlarımız bu kadar basit harcanacak şeyler mi? İnsan eline sayılı para geçtiğinde onu nasıl elinde tutup biriktireceğini veya hangi kıymetli şeye harcamak için saklayacağını düşünür, peki ömür denilen sayılı zamanı neden hoyratça harcarız? Gözümüzle an be an nasıl elimizden akıtıp tükettiğimizi görmediğimiz için mi? Yoksa metalaştırıp maddi bir kazanca dönüştüremediğimiz için mi? Harcadığımız herhangi bir nefesin dönüşü var mı ya da herhangi bir saniyenin? Öyleyse elimizde var olanları niye öylesine durumlarla tüketelim? Kontrolü bize bağlı durumlara.
İnsan için ilk ve önemli olan kendi kapısının önü olmalı, hiç kimse için ve hiçbir şey için sanal alemde olsun gerçek dünyada olsun dayanaksız yargı üreterek kıymetli zihnimiz kirletmemeli, yaşamımızın en mühim kaynağı olan ruhumuzu gereksizliklerle doldurmamalı, bize verilenlere sımsıkı sarılmalı kapımızın önünün kıymetini bilmeliyiz, ancak böylelikle bir nebze olsun yaşanılabilirlik katabiliriz bu yokuş aşağı dümdüz ilerleyen yozlaşma hevesine.
Sakinlik ve esenlikte buluşmak ümidiyle…