Sınav Kaygısı Hakkında


Sınav Kaygısı Nedir?
Konuya geçmeden önce bazı kavramları tanımlamakta yarar var diye düşünüyorum.
Kaygı; kişinin korku veren ya da tehdit edici bir durum karşısında vermiş olduğu olağan
tepkiyi tanımlar. Normal düzeyde yaşanan kaygı duygusu, yaşamımızın doğal bir parçasıdır.
Hatta var olan tehlike karşısında önlem alabilmemiz, hayatta kalabilmemiz için gereklidir.
Peki, ‘’öğrenmek’’ ve ‘’performans göstermek’’’i nasıl tarif edebiliriz?
Öğrenmek; kişinin pek çok konuda bilgi ve beceriyle donanma sürecini tanımlar.
Performans ise; kişinin sahip olduğu, öğrenme yoluyla kazandığı tüm becerileri ihtiyaç
duyduğu alanda sergileyebilme becerisini tanımlar.
Örneğin; kişinin kalabalık bir topluluğa hitap etmesi gerekebilir….Önce hitap etmesi gereken
konuda gerekli pek çok bilgiyi edinmek zorundadır, sonra da edindiği bilgileri performans
sahnesinde sunma zamanı geldiğinde, öğrenme yoluyla edindiği tüm kazanımını dinleyicilere
aktarması gereklidir.
Veya yetişmesi gereken bir işle uğraşıyor olabilir, önemli bir sunum arefesinde olabilir,
üniversite sınavına hazırlanıyordur…
Süreç hep aynı!!
Yanı sıra yaşamın daha pek çok alanında olağan bir kaygı yaşantımız olabilir. Trafikte aniden
gelişen bir tehlikenin tam ortasında kalmak, ekonomik konular, stresli ilişki durumu gibi pek
çok konu ılımlı yaşantılanan bir kaygının nedeni olabilir.
Normal sınırlarda yaşanan kaygı duygusu nasıl bir işlev görür?
Öncelikle öğrenme ve performans sergileme süreçlerinde işlerin çok daha yolunda gitmesi
için gerekli katkıyı sağlar. Kişi başarılı olma kaygısıyla daha iyi motive olabilir, yaptığı işi
çok daha özenli yapma ihtiyacı duyar. Karşılaşabileceği olumsuz sonuçları önlemek adına çok
daha titiz çalışır. Öğrenme yoluyla edindiği kazanımlarının mümkünse tamamını performans
sahnesine taşımaya çalışır. Ilımlı düzeyde yaşanan kaygı duygusu tüm bu süreçlere olumlu
katkı sağlar.
Hatta işimizi yaparken yaşadığımız ‘’KAYGI’’, itici bir güç işlevi görerek, başarılı olma
yolunda olmazsa olmazımız olarak işlev görür, diyebilmek mümkündür.
Kaygıyı dozunda yaşadığımızda bu süreçleri gayet sağlıklı yönetebiliriz.
Peki ılımlı bir kaygımız olmadığında ne olur?
Bu durumun karşıtı ‘’umursamazlıktır’’ denilebilir. Ilımlı düzeyde bir kaygı yaşantımız yoksa
zaten karşı karşıya kaldığımız sorunu yönetme konusunda sorumluluk almamız ve başarılı
olmamız pek de beklenemez.
Peki, aslında bu kadar işlevsel olan bir duygu yaşamımızda nasıl olup da bir sorun haline
gelmeye başlıyor?
Gerçek bir tehlike yaşadığımızda veya bir tehditle karşı karşıya kaldığımızda beynimiz tüm iç
organlarımıza seslenir, savaşmamız veya kaçmamız gerektiğini söyler ve hızlıca bunları
yapabilmemiz için gerekli hazırlıkları yapmaya başlar. İskelet kaslarını daha çok beslemek
için kan akımını düzenler, kalp enerji ihtiyacımızı karşılayabilmek için daha hızlı ve çokça
kanı vücuda pompalamaya çalışır. Bu hazırlıklar yapıldığı esnada hissettiğimiz bedensel
duyumlar huzursuzluk, endişe, iç sıkıntısı, mide bulantısı, çarpıntı, titreme, ağız kuruluğu,
terleme, uyku düzeninde bozukluklar, karın ağrıları, bedensel yakınmalar, dikkat ve
konsantrasyonda bozulma gibi belirtilerdir.
Bu belirtiler gerçek bir tehlike anında kendimizi savunmamızı kolaylaştırmak adına aslında
bedenimizin yanıtlarını tarif eder. Gerçek bir tehlike veya tehditle karşı karşıya kaldığımızda
bu mekanizma devreye girer ve kendimizi korumamıza aracılık eden işlevsel bir duygu olarak
işlev görür.
Ancak bu sistem aşırı çalışmaya başladığında, gerçek bir tehlike, gerçek bir tehdit yokken,
beynimiz, sanki bir tehlike karşısında kalmışızcasına bizi alarma geçirir ve bize zarar veren
bir duyguya dönüşür.
Gelgelelim Sınav Kaygısı’nı nasıl tanımlarız?
Sınav kaygısı; öncesinde öğrenilen bilginin sınav sırasında etkili bir biçimde kullanılmasına
engel olan ve başarının düşmesine yol açan yoğun kaygı olarak tanımlanır. Sınav öncesi
başlayan, fiziksel ve psikolojik değişimlerle devam eden, kişinin sınav esnasında
performansını ve akademik başarısını olumsuz yönde etkileyen, dolayısıyla kişinin
potansiyelini tam anlamıyla ortaya koymasını engelleyen ciddi bir sorundur.
Peki zihnimizde sınava ilişkin ve bu konuda kaygılarımızı arttıran düşünceler neler olabilir?
Bireyin sınava yüklediği anlamlar, sınavla ilgili zihinde oluşturulan imaj, sınav sonrası
duruma ilişkin atıflar, ailenin çocuğun başarısına yüklediği anlam ve bu konudaki beklenti
düzeyleri, sınav dair gerçekçi olmayan tüm tutum, davranışlar ve sınav sonrası elde edilecek
kazanımlara verilen önem sınav kaygısı oluşumu üzerinde etkilidir.
Örneğin; ‘ Zaman çok sınırlı ve notları yetiştirmem imkansız’’, ‘sınavı kazanamazsam
hayatım biter’’, ‘’başarılı olamazsam bu benim bir hiç olduğumu gösterir’’, ‘’kesin
kazanamayacağım, herkes benimle alay edecek, ailem etrafa rezil olacak’’ gibi.
Gerçek bir tehlike anında beyin kendimizi korumamız, savaşmamız ya da kaçabilmemiz için
gerekli hazırlıkları yapar, demiştik.
Sınavda başarılı olma kaygısı yaşayan bireyin sınava yüklediği bu anlamlar, beyinde tehlike
anında harekete geçen mekanizmaların çalışmasına neden olur. Sınav konusuna dair
zihnimizde beliren hatalı inanışlar, başarısız olmaya ilişkin ürettiğimiz felaket senaryoları
nedeniyle bu duyumları yaşarız.
Demek ki; sorun sınav kavramının kendisi değildir aslında, sınava dair olası bir başarısızlığı
GERÇEK BİR TEHLİKE, GERÇEK BİR TEHDİT olarak zihnimizde tasarladığımızda
bunları yaşıyoruz.
Sonuç olarak da; beyin tehlike alarmı verdiğinde gelişen dikkat, konsantrasyon kusurları,
mide bulantısı, kusma,çarpıntı, terleme… çorap söküğü gibi yaşadığımız pek çok olumsuz
belirti, gerçek performansımızı gölgeleyerek gerçekten başarısız bir sınav deneyimine zemin
hazırlayabiliyor.
Sonuç olarak; Sınav kaygısı aşırı dozda yaşandığında, öğrendiğimiz bilgileri performansa
dönüştürmemize engel olan bir ayak bağı işlevi kazanır.
Bu durumun nedenleri neler olabilir?
İlki; Ülkemizde öğrencilerin aldıkları eğitim sistemi sınav merkezli olduğundan, öğrencinin
üniversiteye girmesi hayatının en önemli hedefi haline gelmektedir. Özellikle nitelikli, iş
garantisi olan bölümlere girebilmek için yüksek puan alma ihtiyacı olması öğrencilerin
kaygılarındaki artışın nedeni olabilmektedir ve yaşanılan kaygı günlük yaşamı etkileyerek
yeme alışkanlıklarını, uyku kalitesini bozabilmektedir.
Öyle ki; üniversite sınavını kazanma kavramı, aile içinde ve bireyin sosyal çevresinde,
kazanan bireyin onurlu, güçlü, saygın bir birey olduğunu gösteren bir anlam içerebilmektedir.
Dolayısıyla kişinin sınavda başarısız olduğu takdirde kendisini onursuz, değersiz, başarısız
hissetmesiyle hayatına son vermesine kadar uzanan bir trajediyle sonuçlanabilmektedir.
Bir diğeri; Öğrencinin sınav kavramında başarılı olmaya ilişkin kontrolün kendisinde
olmadığı duygusunun ağır basması durumu ve sahip olduğu sayısız yeteneği yok saymasından
kaynaklanır.
Oysaki öğrencinin sınava dair pek çok faktörü ( ders çalışma programı yapabilme, kaynakları
doğru kullanabilme, zamanı planlayabilme) yönetebilmekle ilgili sayısız yetenekleri vardır.
Kişi verimli bir çalışma programı yaparak, çalışma konularını doğru stratejiyle çalışarak
başarılı olma yolunda emin adımlarla ilerleyebilir. Ancak birey, aşırı kaygı yaşantısı
içerisinde, bu yeteneklerinin olmadığına dair hatalı bir inanışa kapılır ve ne yaparsa yapsın
sınava dair olumsuz bir sonucun önüne geçebileceği gerçeğini yok sayma eğiliminde olur.
BAŞARI ÖNÜNDEKİ TEK ENGEL KENDİMİZİZDİR ASLINDA!!
Öyleyse yaşadığımız kaygıyı fark eder etmez, zihnimizde kendimize söylediğimiz felaket
içerikli sözleri, bizi gereksiz yere alarma geçiren gerçek dışı düşünceleri belirleyip, bu
sağlıksız düşünceleri sağlıklı ve gerçekçi düşüncelerle yer değiştirebilmemiz gereklidir, bunu
yapabildiğimizde kaygımızı doğru yönetmiş oluruz ve bizi başarıya götüren yolda önemli bir
engeli alt etmiş oluruz aslında.
İçsel konuşmalarımızı sağlıklı yaptığımızda kaygılarımızın aşırı olmasına engel olmamız işten
bile değildir.
Eğer bunu gerçekleştirmekte zorlanıyor isek, profesyonel yardım almaktan kaçınmamamız
gerekir. Bu süreci deneyimli bir psikoterapist eşliğinde kolaylıkla aşabiliriz.
Sonuç olarak; psikoterapide hedef kaygıyı sıfırlamak mi? Hayır!! Hedef kaygıyı doğru
yönetmek.
Başarılı olmaya ilişkin kaygı yokluğu umursamazlığı beraberinde getirecektir ancak iyi
yönetilen bir kaygı duygusu, öğrenilen bilginin performans saati gelip çattığında verimli
kullanılmasının yolunu açacaktır.
Peki sınav kaygısı yaşayan bireye yönelik aile bireylerinin tutumları nasıl olmalıdır? Aileler
bu süreci nasıl yönetmelidir?
Aile için sınavın ne anlam ifade ettiği, ailenin sınava yönelik tutum ve yaklaşımları önemlidir.
Sıklıkla aileler kendi kaygılarını çocuklarına yansıtmaktadırlar. Çocuklar ailelerin yüksek
beklentilerinin altında ezilebilmektedir.
Doğru davranışlar neler olabilir?
Aileler sınırlarının farkında olmalıdırlar. Sınava hazırlanan çocuklarına güven ve sorumluluk
vermeli, önemsemeli, olumlu geri bildirimde bulunmalıdırlar. Sınava ilişkin konuşmalarda
özenli davranmalı, gerçekçi olmalı, akranlarıyla karşılaştırmaktan kaçınmalıdırlar. Duygu ve
düşünce paylaşımı, empati önemlidir. Sınavı yüceltmeme, ölüm kalım sorunu yapmama,
yüreklendirici davranma önemlidir.
Aileye yönelik girişimler nelerdir?
Ailenin bakış açısında değişim yaratmak ve beklenti düzeyini gerçekçi sınırlara indirmek
temel girişimleri oluşturur.
Çocuklar koşulsuz sevilmelidir. Aile bireyleri uygun rol modeli olmalı, aile bireyleri arasında
sağlıklı problem çözme davranışları geliştirilmelidir.
Eğer uzun vadeli başarılı olmak üniversite sınavında en yüksek puanlar almakla doğru orantılı
olsa idi, okulu dereceyle bitiren öğrencilerin ülkenin en gözde iş pozisyonlarını işgal ediyor
olmaları gerekirdi. Oysaki, ülkemizin çok başarılı iş adamları, saygın insanları içerisinde
üniversite eğitimi dahi almayan sayısız insan var.
Başarı çok yönlü bir konu.
Cesaretli olma, etkin iletişim becerisi, ikna etme yeteneği, bir gruba hitap edebilme, liderlik
vasıflarına sahip olma gibi sayısız özellik başarılı olmamızda çok önemli ve etkili.
Sınavlar bu yapbozun önemli bir parçası sadece.
Ne çocuklarımızın hayatından onlara keyif veren haz kaynaklarını alıp, onların dikkatini
sadece akademik başarıya yönlendirerek, onları iletişim becerisinden yoksun yetişkinlere
dönüştürmek DOĞRU olabilir, ne de ülkenin eğitim sisteminin sınava dair kurallarını hiçe
sayarak başarıya giden yolda yürümeyi bırakmak DOĞRU olabilir…
İkisi de doğru değil!!!
ASLOLAN DENGE.
Ebeveynlerin çocuklarını başka çocuklarla kıyaslamadan, kendi hayallerini onların hayatına
bir misyon olarak yüklemekten kaçınarak, çocuklarının mesleki beklentilerini, yeteneklerini
dikkate alarak onları yönlendirmeleri en doğrusu.
Elbette hiçbir başarı eller cepte gezinerek kazanılamaz ama sınav kavramını doğru
tanımladığımızda sorumluluk sahibi bir çocuğun zaten başarılı olacağı gerçeği
unutulmamalıdır.
Kendi hayatını planlayabilen, özgüvenli, hayattan keyif alan, mutlu, yaşamındaki tüm
sınavlara dair sorumluluklarının üstesinden gelebilme becerilerini kazanmış bir birey için
başarı zaten kaçınılmazdır.