GİRİŞ
Obsesif kompulsif bozukluk (OKB), sıklıkla rastlanılan ve kişilerin işlevselliğini olumsuz etkileyen bir hastalıktır (Dilbaz ve Karamustafalıoğlu, 2008). Çoğunlukla çocukluk ve ergenlik dönemlerinde başlayan ve çeşitli bozukluklarla birlikte görülen bir yapıdadır (Diler vd., 1999). Hem sık rastlanan bir rahatsızlık olması hem de gündelik yaşantıyı ve ilişkileri olumsuz etkilemesi nedeniyle bu alanda yapılan çalışmalar giderek artmaktadır. Ayrıca 2019 yılında dünya genelinde meydana gelen COVID-19 salgınının yol açtığı sonuçlar, ilgili alan çalışmalarına yeni bir gündem oluşturmaktadır (Okray, 2021).
Kuramsal olarak farklı yaklaşımlarla ele alınabilen OKB genel haliyle, istenmeden gelen, kişide sıkıntıya neden olan yineleyici düşünceler (obsesyonlar) ve bu düşüncelerin yol açtığı kaygıyı azaltmak amacıyla yapılan zihinsel eylemlerle ya da yineleyici davranışlarla (kompulsiyonlar) ortaya çıkan bir bozukluk olarak tanımlanabilir (APA, 2013). Yapılan araştırmalar OKB’nin bilişsel ve davranışsal nitelikleri olan heterojen bir bozukluk olduğunu, obsesif ve kompulsif belirtilerin tedavisinde hem ulaşılabilirliği hem de avantajları dolayısıyla bilişsel davranışçı terapinin (BDT) etkili olduğunu ortaya koymaktadır (Şafak vd., 2014).
Bilişsel davranışçı terapi (BDT), bireyin uyum bozucu davranış ve duygularının, öğrenme kuramları ve bilişsel psikoloji ilkeleriyle değiştirilmesidir (Duman, 2019). OKB tedavisinde BDT, bilişler ve davranışlar üzerinde değişiklik yaparak obsesyon ve kompulsiyonları azaltmayı amaçlar (Şafak vd., 2014). Bu terapi yönteminde, kişinin düşünce yapısının çevresine ve yaşadığı olaylara nasıl tepki vereceğini belirlediği ifade edilir. BDT’de hastayla terapötik ilişki kurularak bilişsel ve davranışçı tekniklerle hasta tedavi edilir (Göveç ve Başgül, 2017). Tedavide en yoğun şekilde kullanılan teknikler, kademeli olarak maruz bırakma ve tepkinin önlenmesidir (Öner vd., 2016). BDT’nin semptomlarda belirgin derecede azalma sağlamasının yanı sıra, bireye sağladığı kazanımlar tedavi sonrasında da artarak devam etmektedir (Şafak, 2012).
Bu çalışmada literatürde yer alan bilimsel çalışmalar da göz önüne alınarak OKB tedavisinde BDT’nin etkinliğine yönelik inceleme gerçekleştirilmiştir.
Obsesif Kompulsif Bozukluk
Obsesif ve kompulsif bulguların varlığı insanlık tarihi kadar eskidir. Bu belirtilere işaret eden davranış örnekleri çok eski din kitaplarında bulunmaktadır. Literatürde OKB ilk olarak batı tıbbında 16.yy’da Orta Çağ’da, dine küfür benzeri düşünceleri olan insanların içlerine şeytani ruhların girmiş olduğu düşünceleri ile görülmektedir. Edebi örnekleri de Shakespeare’ın ünlü eserindeki kahramanın suçluluk duygusunu obsesyon ve kompulsiyonlara dönüştürdüğü ünlü eserinde görülmektedir (Şimşek, 2018).
İlgili alan yazında obsesyon ve kompulsiyon tanımları ilk olarak Esquirol tarafından 1838 yılında incelenmiş ve bireylerin istem dışı, engellenemez ve dürtüsel eylemleri olarak tanımlanmıştır (Zayman, 2016). 1866 yılında ise ilk obsesyon terimi Morel tarafından kullanılmıştır. Janet ‘psikasteni’yi obsesyon ve kompulsiyonlardan oluşan tablo olarak tanımlamış, Freud ise ruhsal neden ve psikodinamik yapının farkına dikkat çekerek fobik nevrozu ile obsesif kompulsif nevrozu ayrı olarak ele almıştır (Şimşek, 2018). Freud obsesyonların saldırgan ve cinsel dürtülerden kaynaklandığını ve bu dürtülerin yarattığı kaygıyla baş etmek için gerileme ve karşıt tepki kurma gibi savunma mekanizmalarının kullanıldığını dile getirmiştir (Zayman, 2016).
OKB ilk olarak Mental Bozuklukların Tanısal ve Sayımsal El Kitabı (DSM III) ile sınıflandırmalara girmiştir. Daha sonraki yıllarda yayınlanan DSM-IV’te ise ‘Anksiyete Bozuklukları’ başlığı altında yer almıştır. Son olarak DSM-V’te bu başlık altından çıkarılarak ‘Takıntı Zorlantı Bozukluğu (Obsesif Kompulsif Bozukluk) ve İlişkili Bozukluklar’ sınıflandırması altında ele alınmıştır.
2013 tarihinde yayınlanan DSM-V’e göre OKB, istenmeden gelen, kişide strese neden olan takıntılı düşünceler ve bu düşüncelerin neden olduğu kaygıyı azaltmak için yapılan takıntılı, zihinsel eylem ve kurallarla ortaya çıkan bir bozukluk olarak tanımlanmıştır (APA, 2013). Hastalığın temelinde, obsesyon ve kompulsiyonlar yer almaktadır. Obsesyonların temel özelliği, istenmeyen ancak yineleyici bir biçimde bilinci meşgul eden nitelikte olmasıdır. Bunlar, iradeyle uzaklaştırılamayan, sürekli tekrarlayan ego-distonik düşünceler ve dürtülerdir. Kompulsiyonlar ise belirli bir ritüel şeklinde ya da kurallar halinde tekrar eden bir sıkıntıyı azaltma amacı içeren davranışlardan oluşmaktadır (Morrison, 2019). Haz amacı içermeyen, obsesyonların ortaya çıkardığı kaygıyı azaltmak için yapılan davranışlar ya da zihinsel eylemlerdir (Zayman, 2016). En sık rastlanan obsesyonlar kirlenme, saldırganlık, cinsel ve simetri obsesyonlarıdır. En çok görülen kompulsiyonlar ise yıkama, kontrol etme, düzenleme ve sayma kompulsiyonlarıdır (Güllüoğlu, 2015). Ritüeller olarak bilinen kompulsiyonlar tekrarlayan davranışları ya da zihinsel eylemleri kapsar. Sadece obsesyon ya da kompulsiyonların bulunduğu hastaların yanı sıra hem obsesyon hem de kompulsiyonların bulunduğu hastalar çoğunluktadır (Zayman, 2016).
Obsesyonlar kişinin kaygısını artırır ve kişi bu kaygıdan kurtulmak için tekrarlayıcı hareketlere yönelir. Eğer kişi bu durumda kompulsiyonlara karşı direnç gösterirse kaygısı artar. OKB’si olan birey obsesyonlarının mantık dışı olduğunu bilir ve ego-distonik olduğunu hisseder. Obsesyonlar çoğu zaman kişinin yaşam kalitesini, işlevselliğini bozar ve zaman alıcı olabilir. OKB’si olan kişilerin birçoğu hastalıklarına dair iç görüye sahiptir (Yılmaz, 2018).
Araştırma sonuçları obsesyonların temelinde yatan düşüncelerin öneminin altını çizmektedir. Bilişsel davranışçı model semptomlara, uyarandaki potansiyel tehlike, olumsuz sonuçlar ve kişinin davranışları ile ilgili şüphelerin yol açtığını vurgular (Koşe, 2010). Bu modele göre herkesin zihninden geçebilecek ve gerçekte korkutucu olmayan düşünceler, koşullanmayla bireyde kaygıya ve sıkıntıya sebebiyet vermektedir. Bu düşünceler sebebiyle kaygı yaşayan birey kaçınma davranışları sergilemektedir. Kişi için obsesyonlar öğrenilmiş eylemler, kompulsiyonlar ise kaygıyı yok etmek için öğrenilmiş davranışlardır (Yılmaz, 2018).
Yapılan araştırmalar OKB’nin 18 yaşlarından önce başladığını ileri sürmekle birlikte ilk kompulsif davranışların 2 yaş gibi çok erken bir dönemde de görülebildiğini ortaya koymuştur. Bazı araştırmalarda ise OKB’nin ilk 21-30 yaş arasında ortaya çıkmış olduğu ileri sürülmüştür (Güllüoğlu, 2015).
OKB’nin yaygınlığı adına yapılan araştırmalar, bireyin bir yakınma ve hastalık belirtisi olarak getirmedikçe OKB’nin ortaya konmasının güç olduğunu ve bundan dolayı sıklık ve yaygınlığının saptanmasının zor olduğunu ileri sürmüştür. Hastaların yoğun işlev bozukluğu ortaya çıkıncaya kadar tedavi talep etmemeleri, yaşadıkları durumları düzeltilemeyecek bir alışkı olarak yorumlamaları, OKB’nin tanılamasını zorlaştırmaktadır. OKB’nin, bireyin işlevselliğini olumsuz etkileyen hastalıklar arasında önemli bir yere sahip olduğu ileri sürülmüştür. Literatürde yapılan araştırmalar OKB’nin görülme sıklığı bakımından erkek ve kadın arasında büyük bir farklılık göstermediğini ortaya koymuştur (Şafak, 2012).
OKB olgularının bazılarında kalıtsal özellikler görülürken, bazılarında buna rastlanmamaktadır (Vardar, 2000). Etiyolojisine ilişkin incelemelerde, genetik geçişlerin yanı sıra bazı nörotransmitterlerin rolü ele alınmaktadır (Karaman vd., 2011). Sigmund Freud konuya psikoseksüel gelişim basamakları çerçevesinden yaklaşır. Obsesyon nevrozunun nedenlerini, bu gelişim basamaklarından birinde (anal dönem) yaşanan fiksasyon ya da bu döneme gerileme şeklinde açıklar (Geçtan, 2017). Davranışçı kuram OKB’nin korku-kaygı tepkisi ile kaçınma davranışıyla ilişkisini öne çıkarmakta, bilişsel yaklaşım ise olayların yorumlanma şeklini odağa almaktadır (Demirsöz, 2022).
OKB hastalarında bir kaygı bozukluğunun eş zamanlı olarak görülme olasılığı oldukça yüksektir (Morrison, 2019). OKB’de eşlik eden ek tanıların varlığı semptomların gidişatını ve kişinin tedaviye yanıtını etkilemektedir (Güllüoğlu, 2015). OKB’si olan hastaların çoğunda komorbid başka bir psikiyatrik hastalığın bulunduğu ileri sürülmüştür. OKB’de en sık rastlanan komorbid bozukluk major depresyondur (Şafak, 2012). Ayrıca OKB semptomlarına ek olarak anksiyete ve depresif duygu durum belirtileri, panik bozukluk belirtileri, somatik yakınmalar, hipomanik ve manik belirtiler de görülebilmektedir (Güllüoğlu, 2015).
OKB seyrinde kültüre özgü öğeler görülür (Demirsöz, 2022). Dolayısıyla içinde bulunulan kültüre dair bilgi sahibi olmak terapistler için önemlidir.
Araştırmalar OKB’nin bilişsel ve davranışsal nitelikleri olan heterojen bir bozukluk olduğunu ve obsesif-kompulsif belirtilerin tedavisinde ilaç tedavisi ve BDT’nin etkili olduğunu ortaya koymuştur (Şafak ved., 2014). Literatürde OKB tedavisi için kanıtlanmış birinci tedaviler BDT ve seratonin geri alım inhibitörlerinin (SSRI) kullanıldığı tedavilerdir (İnci vd., 2016).
Bilişsel Davranışçı Terapi
Bilişsel psikoloji bir terim olarak ilk defa 1967 tarihinde kullanılmıştır. Buna karşın, bilişsel psikoloji tarihinde 1868 yılında Hollandalı bir fizyolog olan Franciscus Donders tarafından yapılan deneyler, bu alanda gerçekleştirilen ilk deneysel çalışmalar olarak anılmaktadır. 1878 tarihinde Almanya’da ilk bilimsel psikoloji laboratuvarını kuran Wilhelm Wundt, zihni bilimsel yol ile incelemeyi amaçlamıştır. Deneyimlerin ardındaki belirleyici şeyin deneyimin temel öğesi olan duyumlar olarak isimlendirilen öğelerin birleşmesiyle ilişkili olduğunu savunmuştur. Ardından John Watson yapılması gerekenin bilinçle değil davranışla ilgilenmek olduğunu öne sürerek, davranışçı yaklaşımı ortaya atar (Goldstein, 2020).
Psikanalize alternatif olarak doğan davranışçılık, gözlem ve deneye dayanan bilimsel yöntemin psikoloji alanına girmesini sağlamıştır (Türkçapar, 2020). Ortaya çıkmasından itibaren yaklaşık 40 yıl süresince psikanalizin gerisinde kalmış olmasına rağmen, 1950’li yıllarla etkisini artırmış ve psikanalizin mevcut konumunu sarsacak bir rol oynamıştır (Türkçapar ve Sargın, 2011). Bu kuramda önemli bir isim olan Watson, görünür, gözlemlenebilir olan davranışı inceleme alanı olarak görür. Pavlov’un köpeklerle gerçekleştirdiği çalışmalardan esinlenerek uyarıcı-tepki bağı üzerinde durur. Edimsel koşullama çalışmacılarından olan Skinner da insan davranışlarının ardındaki artırıcı güç olarak pekiştireçlerden söz eder. Klasik koşullanma ve edimsel koşullanma teknikleri eğitim-öğretim süreçlerinden, psikolojik bozuklukların tedavisine kadar kullanılan bir yöntem haline gelmiştir. Davranışların anlaşılmasındaki uyarıcı-tepki bağı uzun bir dönem psikoloji alan çalışmacılarını etkilemiştir. Dijital bilgisayarların ortaya çıkışı, yapay zeka konusunda yapılan konferanslar ve bilişsel alana yönelik çalışmalar neticesinde bilişsel alan tekrar önem kazanmıştır (Goldstein, 2020).
Bilişsel psikoloji, duyum, algı, bellek, dikkat gibi alanları konu alır. Dünya ile ilgili bilginin nasıl edinilerek depolandığı ve nasıl düşünülerek, dil ile ifade edildiği sorularıyla ilgilenir (Solso vd., 2011).
Bilişsel terapinin dayandığı algı ve anlamlandırmalar ile bilişlerin kişinin ruhsal tepkilerinde etkisi olduğu ilkesi, Epiktetos’un ifadeleriyle benzerlikler ortaya koyar (Türkçapar ve Sargın, 2011). Epiktetos, kişinin iç huzurunun ve ona zarar veren şeylerin yine kişinin kendi tutumları ve inançlarıyla ilişkili olduğunu ifade eder. Ona göre mutluluğu ve özgürlüğü sağlayan şey kişinin neyin kontrol edilip, edilemeyeceğini kavramasıdır. Yaşam olması gerektiği gibi sürmektedir. Yaşamın olağan sürecinde meydana gelen olaylar değil onlara yüklenen anlamlar kişide rahatsızlıklara neden olmaktadır (Türkçapar, 2020). Epiktetos, adeta kişinin hayat akışında bilişsel süreçlerin önemine vurgu yapmaktadır.
Albert Bandura, sosyal öğrenme kuramıyla çevrenin etkisine değinirken, Seligman beklentilerin sonucu nasıl etkilediğini ortaya koyarak bugün halen depresyona yönelik önemli bir kuram olarak öğrenilmiş çaresizlikten bahseder. Bütün bu isimler ve fazlasıyla birlikte bilişsel kuramın klinik alanda temelleri oluşmaya başlamıştır. Psikoterapideki karşılığını ise Ellis ve Beck oluşturur (Türkçapar ve Sargın, 2011).
Bilişsel davranışçı terapinin temelinde yer alan varsayım, duygu ve düşüncelerin birbiriyle bağlantılı olduğuna yöneliktir. Herhangi bir duruma yönelik kişinin bakış açısı, bu durum karşısında gösterilen duygu durumunu ve davranışları da etkilemektedir (Purdon ve Clark, 2013). Duygu, düşünce ve davranışlar birbiriyle ilişkisi bağlamında ele alınmaktadır.
İnsan, yaşamı ve içinde bulunduğu çevreyi, bilişsel yapısıyla algılar, anlar ve değerlendirir. Bu işlem sonucunda davranış geliştirir. Bilişsel davranışçı terapi, psikolojide yer alan hem öğrenme kuramlarından hem de bilişsel psikoloji ilkelerinden yararlanarak, uyum bozucu davranışların, duyguların psikoterapi ile değiştirilmesini sağlar (Öner vd., 2016).
Klinik süreçte davranış bilimi ve bilişsel psikolojiye yönelik önemli kavramlara, klasik koşullanma, karşıt koşullandırma, sönme, edimsel koşullanma, pekiştireç, sistematik duyarsızlaştırma, taşırma gibi örnekler verilebilir (Öner vd., 2016).
Obsesif Kompulsif Bozukluk Tedavisinde Bilişsel Davranışçı Terapinin Kullanımı
Son yıllarda OKB tanı ve tedavisi alanında olumlu gelişmeler gerçekleşmiştir. Yapılan araştırmalar sonucunda OKB’nin semptomlarını azaltmak için tek başına uygulanan BDT tedavisinin, ilaç tedavisinin veya BDT ve ilaç tedavisinin beraber kullanımının etkili olduğu ileri sürülmüştür. Alanda yaşanılan gelişmelerle birlikte BDT yöntemi hem ulaşılabilirliği hem de avantajları dolayısıyla en etkili OKB tedavi yaklaşımı haline gelmiştir (Koşe, 2010). BDT’nin semptomlarda belirgin derecede azalma sağlamasının yanı sıra, bireye sağladığı kazanımlar tedavi sonrasında da artarak devam etmektedir (Şafak, 2012).
BDT, öğrenme kuramları ve bilişsel psikoloji ilkelerini temel alan, düşünce, duygu ve davranış arasındaki ilişkiye vurgu yapan bilişsel, davranışsal yöntemler ve sorun çözme becerilerine yönelik bir psikoterapi yöntemidir (Özcan ve Çelik, 2017). OKB tedavisinde BDT, bilişler ve davranışlar üzerinde değişiklik yaparak obsesyon ve kompulsiyonları azaltmayı amaçlar. (Şafak vd., 2014). Cazard ve Ferreri (2013) tarafından bireyin işlevselliğinin arttırılmasında ve yaşam kalitesinin iyileştirilmesinde psikoeğitim ve BDT’nin önemli olduğu ifade edilmiştir (İnci, Ardıç vd., 2016).
OKB tedavisinde BDT yöntemi uygulanırken ilk ve en önemli adım danışanı ve getirdiği semptomları iyi değerlendirmektir. Bu değerlendirme sonucunda tedavi formülasyonunu oluşturmak gerekir. Formülasyon, kişinin uyum bozucu olan kompulsiyonlarının gelişmesini açıklamaya yardımcı olmak ve bu kompulsiyonlara hazırlayıcı olayların değerlendirilmesiyle klinik hipotez ortaya koymaktır. Tedavi boyunca bu hipotez üzerinden ilerleyerek onu test etmeye, geliştirmeye ve gerekli olursa yeni bir hipotez oluşturmaya devam edilir. BDT’de oluşturulan vaka formülasyonu tedavinin etkili olması için önemlidir. Bilişsel davranışçı vaka formülasyonu bir bilişsel varsayımla yani kişinin obsesyon ve kompulsiyonlarını oluşturan değişkenlerin özetlenmesiyle sonlandırılır. Formülasyon, kişiden gelen geri bildirimler ile tedavi süreci boyunca tekrar yapılandırılarak geliştirilmesi gereken bir yol haritasıdır (Lapsekili ve Ak, 2012).
BDT, kişinin takıntılı düşüncelerinin onun için ifade ettiği anlamın ne olduğuna ve o düşünce karşısında meydana gelen davranışsal tepkiye odaklanmaktadır (Purdon ve Clark, 2013). Son yıllarda OKB’nin tedavi seçenekleri arasında maruz bırakma-yanıt önleme (ERP) önemli bir tedavi yöntemi haline gelmiştir (Şafak vd., 2014). Maruz bırakma ve yanıt önleme tekniklerinin temelinde OKB’de belirti olarak karşımıza çıkan uyumsuz tepkilerin önlenmesi ve bu tepkilerin yerine sağlıklı davranışların getirilmesi vardır. Önce kaygı yaratan davranışlar maruz bırakma ile uyarılır, sonra ise kaygıya tepki olarak oluşan yanıtlar önlenir (Yılmaz, 2018). Maruz bırakma (exposure) korkulduğu için kaçınılan bir durumla yüzleşme anlamına gelir (kirli eşyalara dokunma, kaygı uyandıran düşüncelere maruz bırakma vb.). Yanıt önleme ise kompulsiyonların ve kaygıdan koruyucu davranışların ortadan kaldırılmasıdır. OKB’si olan danışanlar üzerinde yapılan ERP çalışmaları birçok hastanın semptomlarında azalma olduğunu ortaya koymuştur (Şafak vd., 2014).
Kişi takıntılı düşüncesini deneyimlerken rahatsızlık duyar, bu rahatsızlığı sona erdirmek için gerçekleştirilen kaçınma davranışları kişiye kendini daha iyi hissettirir. Bu süreç beraberinde bazı olumsuzluklar getirmektedir. Bir düşünceden kurtulma çabası, kişiyi o düşünceye karşı daha hassas hale getirir. Bunun yanı sıra, kişi kompulsiyonlarını yapmadığı taktirde de olumsuz olan duygularının geçebileceğine dair farkındalığa sahip olamamaktadır. Oysa ki, insanın yaşamış olduğu tüm duygular kendiliğinden geçebilme özelliğine sahiptir (Purdon ve Clark, 2013).
Yapılan araştırmalar sonrasında ERP tedavilerinde tedaviden kaçınma ve tedaviyi reddetme oranlarının yüksek olması ve danışanların tedaviye uyum sağlamaması nedeniyle OKB tedavisinde bilişsel tekniklerin de kullanılması gerektiğini ileri sürmüştür (Şafak vd., 2014). OKB tedavisinin başarılı olması için ERP tedavileriyle birlikte obsesif ve kompulsif semptomları destekleyen kaygı, korku, tepki şemaları hedeflenmelidir (Yılmaz, 2018).
BDT’nin aşamaları; psikoeğitim, ev ödevleri, bilişsel yeniden yapılandırma, maruz bırakma ve alıştırma, yanıt önlemedir (Yılmaz, 2018). OKB de uygulanan BDT’nin aşamalarından ilki olan psikoeğitimde danışana bedensel gerginlik, düşünce-duygu süreçleri ile OKB belirtileri arasındaki ilişki ve izlenecek tedavi süreci hakkında bilgi verilir. Ev ödevleri olarak danışana obsesif düşünceleri ve kompulsif davranışlarını yazdığı bir günlük tutması istenir. Sonraki seanslarda ise olaylar, düşünceler, duygular ve davranışların yazdığı A-B-C-D modeli verilir ve bunu doldurması istenir. BDT’de danışanın otomatik düşünce ve bilişsel çarpıtmalarını bulmak için kanıt arama, derine inme gibi sokratik sorgulama kullanılır. Böylelikle danışanın ortaya çıkan bilişsel çarpıtmalarıyla çalışılır. İlerleyen seanslarda danışanın obsesyonları için maruz bırakma yöntemi, kompulsiyonları için de yanıt önleme yöntemleri kullanılır. Danışanın obsesyonları ve kompulsiyonları ortadan kalkınca BDT sonlandırılır (Okumuş vd., 2019).
Son yıllarda yapılan araştırmalar BDT’nin hem ulaşılabilirliği hem de avantajları dolayısıyla en etkili OKB tedavi yaklaşımı olduğunu ileri sürmektedir. Ancak BDT’nin hastanın tedavi sürecine aktif olarak katılımını, obsesyonlarıyla yüzleşmesini ve kompulsiyonlarını durdurmaya çalışmasını gerektirmesi tedavi sürecinin zorlayıcı olmasına ve hastaların tedaviyi bırakmasına sebep olabilmektedir (Okumuş vd., 2019).
SONUÇ
Yineleyici davranış ve düşüncelerin kişide zorlantıya neden olduğu ve kişinin işlevselliğini belirgin şekilde etkilediği ruhsal bir hastalık olan obsesif kompulsif bozukluğun tanı ve tedavisinde son yıllarda olumlu gelişmeler meydana gelmiştir. Yapılan araştırmalar doğrultusunda bilişsel davranışçı terapinin obsesif kompulsif bozukluğun tedavisinde hem oluşturduğu avantajlar hem de ulaşılabilirlik yönünden en etkili yaklaşımlardan biri olduğu ortaya çıkmıştır.
Obsesif kompulsif bozukluk, eş zamanlı olarak başka hastalıklarla birlikte görülen, yetişkinlik döneminde olduğu gibi çocukluk çağı başlangıçlı olarak da seyredebilen bir ruhsal rahatsızlıktır. Görülme sıklığına karşın, kişilerin tedaviye başvurma süreleri zaman alabilmektedir. Kişide rahatsızlığa neden olan takıntılı düşünceler ve bu rahatsızlığı gidermek amacıyla başvurulan birtakım kural şeklindeki davranışlar kişilerin gündelik işlevselliğini olumsuz etkilenmekte, yaşantılarını zorlaşmaktadır. Farklı kuramsal yaklaşımlar bakımından ele alınabilmesine karşılık bilişsel yaklaşım bu rahatsızlıkta, olayların yorumlanma şeklini merkeze almaktadır.
Bilişsel davranışçı terapi, öğrenme kuramları ve bilişsel psikoloji ilkelerini temel alan, düşünce, duygu ve davranış arasındaki ilişkiye vurgu yapan bilişsel, davranışsal yöntemler ve sorun çözme becerilerine yönelik bir psikoterapi yöntemidir (Özcan ve Çelik, 2017). Bilişsel davranışçı terapide duygu ve düşünceler birbiriyle bağlantılı kabul edilir. Kişilerin sahip olduğu bilişler doğrultusunda, bakış açısına göre bu duygu ve düşünceler farklılık gösterir. Buna bağlı olarak davranışlar şekillenir.
Obsesif kompulsif bozuklukta kullanılan tedavi yöntemlerinden biri olan bilişsel davranışçı terapi, bilişler ve davranışlar üzerinde değişiklik yaparak obsesyon ve kompulsiyonları azaltmayı amaçlar (Şafak vd., 2014). Bilişsel yeniden yapılandırma, psikoeğitim gibi bileşenleri içeren bilişsel davranışçı terapide, en önemli tedavi tekniklerinden biri olan maruz bırakma yanıt önleme bir yanıyla yüzleştirme sağlarken, diğer yanıyla kaçınmacı davranışları önler. Bilişsel davranışçı terapinin obsesif kompulsif bozukluğun semptomlarında azalma sağlamasının yanı sıra, tedavi sonrasında da etkisi söz konusudur.
KAYNAKÇA
Amerikan Psikiyatri Birliği. (2013). Ruhsal Bozuklukların Tanısal ve Sayımsal Elkitabı, Beşinci Baskı, (DSM-5), Tanı Ölçütleri Başvuru Elkitabı'ndan, çev. Köroğlu E, Hekimler Yayın Birliği, Ankara.
Demirsöz, T. (2022). Obsesif kompulsif bozukluk ve ilişkili bozukluklar. Ö. Öncül-Demir, E. Tuna, Y. Şimşek-Alphan, D. Gürcan-Yıldırım, G. Sarısoy-Aksüt, T. Demirsöz, . . . G. Z. Çenesiz içinde, DSM-5'e göre anormal psikoloji (s. 189-214). Ankara: Nobel Akademik Yayıncılık.
Dilbaz, N., & Karamustafalıoğlu, O. (2008). Obsesif kompulsif bozukluk ve obsesif kompulsif spektrum bozukluklarında tedavi: fluvoksamin'in yeri. Klinik Psikofarmakoloji Bülteni, 208-221.
Diler, R. S., Avcı, A., Tamam, L., & Toros, F. (1999). Çocuk ve ergenlerde obsesif kompulsif bozukluk: sosyodemografîk, klinik özellikler ve eştanılar. Türk Psikiyatri Dergisi, 10(4), 294-304.
Duman, T. N. (2019). Psikotrop İlaç Kullanımına Rağmen Obsesif Kompulsif Bozukluk Belirtileri Devam Eden Vakalarda Bilişsel Davranışçı Terapi'nin Etkinliğinin Değerlendirilmesi. Yayınlanmamış yüksek lisans tezi, Yakın Doğu Üniversitesi Sosyal Bilimler Enstitüsü.
Geçtan, E. (2017). Psikodinamik Psikiyatri ve Normaldışı Davranışlar. İstanbul: Metis Yayınları.
Goldstein, E. B. (2020). Bilişsel Psikoloji. İstanbul: Kaknüs Yayınları.
Göveç, N. T., & Başgül, Ş. S. (2017). Psikodrama ve bilişsel davranışçı terapi yöntemi ile grup çalışmasının sınav kaygısı üzerindeki etkileri. Bilişsel Davranıçşı Psikoterapi ve Araştırmalar Dergisi, 22-30.
Güllüoğlu, M. Ç. (2015). Obsesif Kompulsif Bozukluğu Tanısı Konmuş Çocuk ve Ergenlerin Ebeveynlerindeki Psikopatolojik Belirtileri. Yayınlanmamış yüksek lisans tezi, Beykent Üniversitesi Sosyal Bilimler Enstitüsü.
İnci, S. B., Ardıç, Ü. A., İpci, M., & Ercan, E. S. (2016). Obsesif kompulsif bozukluğu olan ergenlerde bilişsel davranışçı terapi ve aripiprazol birlikteliği: olgu sunumu. Bilişsel Davranışçı Psikoterapi ve Araştırmalar Dergisi, 44-49.
Karaman, D., Durukan, İ., & Erdem, M. (2011). Çocukluk çağı başlangıçlı obsesif kompulsif bozukluk. Psikiyatride Güncel Yaklaşımlar, 278-295.
Koşe, Ç. (2010). Obsesif Kompulsif Bozukluğu Olan Çocuklara Uygulanmış Olan Bilişsel Davranışçı Terapi, İlaç Tedavisi ve Kombinasyonunun Etkililiklerinin Karşılaştırılması. Yayınlanmamış yüksek lisans tezi, Maltepe Üniversitesi Sosyal Bilimler Enstitüsü
Lapsekili, N., & Ak, M. (2012). Obsesif kompulsif bozuklukta bilişsel davranışçı terapi sürecinde yol gösterici: formülasyon. Bilişsel Davranışçı Psikoterapi ve Araştırmalar Dergisi, 21-27.
Morrison, J. (2019). DSM-5'i Kolaylaştıran Klinisyenler İçin Tanı Rehberi. (Ç. E. Şahin, Dü., & H. U. Kural, Çev.) Ankara: Nobel Akademik Yayıncılık.
Okray, Z. (2021). COVID-19 Pandemisi ve Obsesif kompulsif bozukluk. Psikiyatride Güncel Yaklaşımlar-Current Approaches in Psychiatry, 13(3), 588-604.
Okumuş, F. E., Berk, Ö. S., & Yücel, B. (2019). Obsesif kompulsif bozuklukta gevşeme eğitimi ve bilişsel davranışçı tekniklerin uygulanması: vaka örneği. Bilişsel Davranışçı Psikoterapi ve Araştırmalar Dergisi , 63-68.
Öner, P., Türkçapar, H., & Üneri, Ö. Ş. (2016). Çocuk ve ergenlerde bilişsel davranışçı terapi: Anksiyete Bozuklukları. Kriz Dergisi, 11-18.
Özcan, Ö., & Çelik, G. G. (2017). Bilişsel davranışçı terapi. Türkiye Klinikleri, 115-120.
Purdon, C., & Clark, D. A. (2013). Takıntılarla başa çıkma. İstanbul: Psikonet Yayınları.
Solso, R. L., MacLin, M. K., & Maclin, O. H. (2011). Bilişsel psikoloji. (A. Ayçiçeği-Dinn, Çev.) İstanbul: Kitabevi Yayınları.
Şafak, Y. (2012). Obsesif Kompulsif Bozuklukta Bilişsel Davranışçı Grup Psikoterapisinin Etkinliğinin Değerlendirilmesi. Yayınlanmamış uzmanlık tezi, S.B. Ankara Dışkapı Yıldırım Beyazıt Eğitim ve Araştırma Hastanesi Psikiyatri Kliniği.
Şafak, Y., Karadere, M. E., Özdel, K., Özcan, T., Türkçapar, H., Kuru, E., & Yücens, B. (2014). Obsesif kompulsuf bozuklukta bilişsel davranışçı grup psikoterapisinin Eekinliğinin değerlendirilmesi. Türk Psikiyatri Dergisi, 225-233.
Şimşek, A. B. (2018). Obsesif Kompulsif Bozukluk Hastalarında Obsesyon ve Kompulsiyonların İmpulsivite İle İlişkisi. Yayınlanmamış uzmanlık tezi. Sakarya Üniversitesi Tıp Fakültesi.
Türkçapar, H. (2020). Bilişsel davranışçı terapi. İstanbul: Epsilon Yayınevi.
Türkçapar, H., & Sargın, A. E. (2011). Bilişsel davranışçı psikoterapiler: tarihçe ve gelişim. Bilişsel Davranışçı Psikoterapi ve Araştırmalar Dergis, 1(1), 7-14.
Vardar, E. (2000). Obsesif kompulsif bozukluğun genetiği. Klinik Psikofarmakoloji Bülteni, 10(3).
Yılmaz, B. (2018). Obsesif kompulsif bozukluk tedavisinde güncel yaklaşımlar. Lectio Scientific Journal of Health and Natural Sciences, 21-42.
Zayman, E. P. (2016). DSM-5'te Obsesif kompulsif bozukluk. Çukurova Üniversite Tıp Fakültesi Dergisi, 360-362.