Nevroz Psikoz ve Sapkınlık


Öncelikle Freud’un nevrozlarla ilgili dikkatini çeken şey hala güncel olan bir tartışma. Hatta psikanalizde ısrar etmemizin sebebi de bu tartışmayı güncel tutmaya çalışıyor olmamız. Freud Nevrozların Etiyolojisi isimli makalesinde, o dönemde de tıp çevrelerinde yaygın olan, nevrozun kalıtsal ve nörotik(sinirsel) sebeplere dayandırıldığı görüşü tartışmaya açar. Zaten ismi bile bu “nörotik”ten gelir. Zaten bildiğiniz üzere Freud bir nörologdur. Freud nevrotikler üzerinde yaptığı çalışmalarda kalıtsal ve sinirsel etkileri bir kenara bırakarak düşündüğünde, şaşmaz bir şekilde cinsel yaşamlarında bir sıradışılık olduğunu fark eder. Daha sonra sağlıklı olduğu düşünülen insanların da cinsel yaşamlarının sıradışı olduğu sonucuna varacaktır. Nevrozda patolojik ve işlevsel değişimlerin ortak kaynağı kişinin cinsel yaşamıdır. Bunlar ya şimdiki cinsel hayatındaki düzensizlikten ya da geçmiş yaşamındaki önemli bir olaydan kaynaklanır, der. Cinsel etkilerinse özgül nedenler sınıfında yer aldığını söyler. Freud’un bu çıkış noktası Lacan’ın özne üzerine geliştirdiği düşüncelerinin de çıkış noktasıdır. Bu metinde Freud çok önemli bir noktaya dikkat çeker. Cinsel etkiler ve hastalık arasında nedensel bir boşluk vardır. Ancak buna rağmen bir düzenlilik ve bir tutarlılık da söz konusudur. Cinsel etkiler ve hastalık arasındaki nedensel boşluğun altını Lacan 11. seminerde çizer. Bilinçdışının, neden ile onun etkilediği arasında daima aksayan bir şey olan bir noktada yer aldığını söyler ve Devam eder: Bilinçdışı bize nevrozun bir gerçekle uyumlulaştığı boşluğu gösterir; gerçeğin kendisi belirlenmese de olur. Bu noktada hemen Lacan’ın “bilinçdışı bir dil gibi yapılanmıştır” formülünü hatırlamak gerekir. “Bilinçdışı, sözün özne üzerindeki etkileridir. Sözün etkilerinin gelişimi içerisinde öznenin belirlendiği boyuttur, bu gelişimin sonucunda bilinçdışı bir dil gibi yapılanır.” Analizanın, kendi semptomunun nedeni üzerine düşünürken çocukluk yıllarındaki cinsel deneyimlerini hatırlaması ya da sahte anılar uydurması ya da bu anıların sahte olup olmadığının düşünülmesinin analiz için yeterli olmadığını bu formüle dayanarak söyleyebiliriz. Bilinçdışına ulaşmak istiyorsak analiz edilmesi gereken şey analizanın kullandığı dildir. Lacan bilinçdışını kavramak için öznenin kuruluşuna odaklanmalıyız der ve öznenin dilin yapısı aracılığıyla kurulduğunu söyler. Cinselliğin muammaları ile gösterenin oyunu arasında bir benzerlik olduğunu söyler. Bu benzerlikten yola çıkarak Lacan, Freud’un cinsellik üzerine yaptığı çalışmaları yakın ve derin bir okumaya tabi tutarak bu metinlerde saklı bulunan özneyi çekip çıkarır. Çünkü cinselliğin eksiklik yoluyla kurulduğunu söyleyecektir. Bu eksiklik dilin etkisiyle oluşan bir eksikliktir. Şimdi size Freud’un “Aile Romansı” isimli makalesinde cinsellik üzerine söylediği bazı noktalardan yola çıkarak cinselliğin muamması ile gösterenin oyunu arasındaki benzerliği kanıtlamaya çalışacağım. Ayrıca her ikisinde de ne tür eksiklikler bulunduğunu… Freud “Aile Romansı” isimli makalesinde çocuğun gelişim çizgisi üzerinde cinselliğin bıraktığı izleri araştırır. Bunu yaparken nevrotiklerdeki en önemli fenomenlerden birisi olan fantaziler üzerinden yapar. Çocukların gündüz düşlerinde kurdukları fantazilerden bahseder. Çocuk ilk aşamada ebeveynlerinin kusursuzluğuyla ilgili bir şüpheye düşer. Bununla birlikte gündüz düşleri dediğimiz düşlemler boy gösterir. Bu düşlemde çocuk ebeveynlerinin yerine daha ideallerini koymaya eğilimlidir. Bu çok önemli bir bilgi. Freud fantazmın kurgulanması için gerekli olan eksiklik koşulunu bize göstermektedir. Çocuk başlangıçta büyük Ötekinin (annenin) arzusunun tek nesnesi, hatta denilebilir ki, onun fetiş nesnesi durumundadır. (Başlangıçta annenin büyük Ötekinin temsilcisi olması çocuğun ana dilini belirliyor olması açısından da uygundur.) Çocuk başlangıçtaki bu haliyle bir fallus değeri taşımaktadır. Çocuk ilk eksikliği kendisinin Ötekindeki fallus olmadığı deneyimiyle elde eder. Bu sarsıntı çocuk için eksiltici bir deneyimdir. Bunu geçen sefer şema ile açıklamaya çalıştığım ayna evresiyle kesiştirdiğimizde çocuğun aynadaki imgesini ve mekansal büyük Ötekini kurguladığı Ödipal drama için uygun sahnenin oluştuğu deneyime denk düşer. Ancak ödipal drama her zaman sahnelenmez. Bu ilk eksiklikten sonra ikinci bir eksiklik gelir. Freud’un aynı makalesinde şu şekilde karşımıza çıkar: Çocuk anne ve babanın cinsel ilişkide oynadığı roller arasındaki farkı anlamaya başlar. Bunu cinsel farkla karşılaşması olarak anlayabiliriz. Çocuk annenin doğurganlığını fark eder. Freud burada Latince hukuki bir ifadeye atıfta bulunur. “Baba her zaman belirsizken anne her zaman kesindir.” Cinsel farkın keşfedilmesiyle bu durum kültürel bir etki olarak çocuktaki yansımasını bulur. Freud çocuğun bu evrede babayı yücelttiğini söyler. Baba simgeselleşir. Aile romansını bu iki aşamayla açıklar Freud. İlk aşamada çocuğun yaşadığı eksiltici deneyim beraberinde ebeveyn çiftinin etkisiyle oluşan ikinci bir eksikliği getirir. Yani kendisinin ötekinde eksik olduğu deneyiminden sonra Ötekinin de eksik olduğu deneyimini elde eder. Ötekinin arzusunun olduğu yer burasıdır. Her şeyi cinsellikle açıklıyor olmakla suçlanan Freud ikinci aşamanın cinsel olduğunu söylerken ilk aşamanın cinsel olmadığını söyler. Çünkü ikinci aşamadan sonra çocuk gündüz düşleri olarak erotik ortamlar ve ilişkiler canladırmaya başlar. Freud için bu yüzden cinseldir. Lacancı psikanalizde Freud’dan daha Freudcu olduğumuz için ilk aşamaya da cinsel diyebiliriz. Çünkü cinsellik Öteki’nin farklı bir cinsten olmasındandır. Burada cinsellik dediğimde cinsel ilişkinin yokluğu anlaşılmalıdır çünkü cinsellik cinsel ilişkinin yokluğu ile belirgindir. Sözün aslı Lacan tarafından şöyle söylenir. “Cinsel ilişkinin yokluğu Ötekinin farklı bir cinsten olmasından kaynaklanır.” Bu farkı yaratan ve daha sonra cinsel farkın da kurulmasına yol açan Şey küçük a nesnesidir. Küçük a nesnesi öznenin göremeyeceği kadar yakınındadır. Ötekinin alanında görünebilir bir boyut kazanmış olsa bile bu küçük a nesnesinden tamamen farklı bir şeydir. Lacan onun için postiş ifadesini kullanır. Ötekinin alanında ya bir boşluk ya da sanal bir taklit olarak bulunabilir. İşte öznenin yapısıyla ilgili bu süreçler bize nevroz, psikoz ve sapkınlık yapılarını da belirlememiz açısından bir yol göstericidir. Özne ve Öteki arasındaki farkın cinsel fark olarak karşımıza çıktığını söyledik. Peki bu nasıl olur? Freud çocuklarda belli bir evreye kadar cinsiyet farkının ortaya çıkmadığını bize gösterir. Cinsiyet farkı ortaya çıkana kadar olan süreçte çocuk cinselliğine oral ve anal dürtüler hakimdir. Cinsiyet farkının ortaya çıktığı evreden sonra ise hem kız hem erkek çocuğun cinselliği fallus ile belirlenir. Çünkü fallus eksiğin gösterenidir. Cinselliğin eksiklik yoluyla kurulduğunu burada bir kez daha görüyoruz. Bu kastrasyonun işlevidir. Kastrasyonsa a nesnesinin speküler imgeden kesilerek Ötekinin mahaline ne şekilde geçtiğiyle ilgili bir süreçtir. Cinsiyet farkını oluşturan fallus –yani kastrasyon işlevi– çocuğun kendi varoluşuyla ilgili kafasını kurcalayan sorularda kadının rolüne ilişkin bir şeyler sezmesini sağlar. Freud kadınsılığın keşfedildiği yerin ilk kez burası olduğunu söyler. Erkek çocuk sahip olduğu organdan dolayı fallusun işlevini kestirmekte güçlük yaşar ve kadınsılığı uzun bir süre reddetmeye eğilimlidir. Kız çocuğu içinse Lacan şu ifadeyi kullanır: “şimşek hızıyla anlar.” Lacan bu yüzden kadınların Gerçek’e daha yakın olduğunu söylemiştir. Lacan’ın cinsiyetlenme teorisinde fallik jouissance’ı erkeksi tarafa, fallik olana öteki olan artı jouissance’ı ise kadınsı tarafa yazmasının sebebi de budur. Freud nevrozların oluşumunda cinsiyet farkının önemli bir rolü olduğunu söyler. Cinsiyet farkının oluşmasındaysa dilin önemli bir rolü vardır. Cinsiyet farkının nevrozdaki rolünü kavramamız için en uygun makale Freud’un “Histerik Fanteziler ve Biseksüellikle İlişkileri” isimli makalesidir. Kaygı seminerinde Lacan bu makaleye atıfta bulunarak burada bahsi geçen fantezilerin tüm nevrotikler için geçerli olduğunu söyler. Ayrıca bu makale nevrozdan sapkınlığa geçişimizin de anahtarı olabilir. Sapkınlık, nevrotiklerin fantezilerinde kendisini ele veren bir durumdur. Yani nevrotiğin fantezisi sapkındır. Bunlar nevrotiğin bilinçdışı fantezileridir. Bilinçdışı fanteziler ve nevrotiğin semptomu arasındaki lişkinin basit olmadığını, ancak keyfi de olmadığını, düzenli bir yapıyı izlediğini söyler Freud. Bu yapı dilin yapısıdır ve evet karmaşık bir yapıdır. Bu fanteziler çocukluk yıllarında henüz bilinçlidir. Freud’un çocuğun çok biçimli bir sapkın olduğunu söylemesinin sebebi budur. Çocuklarla haşır neşir olanlar onlarda her şeyin fazlasıyla ortada olduğunu fark eder. Ancak yine de bu ortadaki şeyin oldukça karmaşık olduğunu görürüz. Lacan’ın bununla ilgili bize verdiği anahtar çocuğun kendisinden bir öteki olarak bahsetmeye ne kadar elverişli olduğuyla ilgilidir. Çocuğun şu sayma biçimini örnek verir: Üç kardeşim var; Paul, Ernst ve Ben. Ya da oyuncaklara nasıl Freud nevrotik semptomun mekanizmasında sapkın fantezilerin bastırılmasının rolüne dikkat çeker. Bastırmanın etkisiyle bilinçdışına itilen fanteziler semptom olarak dışa vurulur ve Freud bu fantezilere ulaşıldığında semptomların ortadan kalkacağını söyler. Ancak bir semptomun altında yatan tek bir fantezi değil sayısız fantezi vardır. Freud bu makalede semptomları çözüme kavuşturmak için biri eril diğeri dişil iki fanteziye erişilmesi gerektiğini söyler. Lacan sapkın fantezinin nevrotik için nasıl bir işlevi olduğunu sorar. Nevrotiğin fantezisinin işlevi onu kaygıdan koruyor olmasıdır cevabını verir. Fantezi kaygının önünde bir ekran işlevi görerek onun üzerini örter. Kaygı –fhi’nin olması gereken yerde, yani boşluğun olması gereken bir yerde, beliren bir şeyle alakalıdır. Freud’tan sonra psikolojide kaygının tanımı çok değişmiştir ve nesnesi olmayan bir korku olduğu şeklinde bir tanıma gidilmiştir. Lacan buna itiraz eder ama yine de Freud’un tanımından daha farklı bir tanıma gider. Freud kaygının nesnenin kaybıyla ilgili olduğunu söylemiştir. Lacan ise eksiğin eksildiği yerde kaygının açığa çıktığını söyler. Freud ve Lacan’ın anlaşamadığı bazı noktalar olduğu kesin. Ama bunun onlardan bir tanesi olduğunu düşünmüyorum. Freud annenin yokluğunun Lacan ise annenin varlığının kaygı uyandırdığını söylüyor. Öyleyse nasıl farklı şeyler söylemediklerini iddia edebiliyorum? Lacan, Freud’un kastrasyonla ilgili olarak kaygıdan bahsettiği her yerde a nesnesinden bahsettiğini söylüyor. Lacan Freud’un metinlerinde gizlendiğini iddia ettiği bu nesneye bir isim vermiştir. Freud’un kaygıyla ilgili olarak bahsettiği durumlar fenomenolojik dünyaya ait olan durumlar. Lacan’ın Freud’a getirdiği en önemli eleştiri onda yapısal nirengi noktalarının eksik olması. Lacan özne ve dil ile ilgili geliştirdiği düşünceler ile Freud metinlerine açıklık kazandırır. Her ne kadar kendi metinleri açık olmasa da… davrandığına bakalım. Kendisi yerine bir oyuncağı konuşturmasını sağladığınızda ağzından her şeyi alırsınız. Yine de o bile deşifreye tabidir. Çünkü çocuğun konuştuğu dil öteki aracılığıyla devrededir. Freud Cinsellik Üzerine Üç Deneme’de cinsel sapkınlıklar başlığı altında cinselliğin pek çok bileşenini sıralar. Sado-mazoşizm, teşhircilik, röntgencilik, eşcinsellik… Eşcinselliğe bu başlık altında yer vermiş olması günümüzde linçlenmesine sebep olabilir. Ancak metin içerisinde heteroseksüelliğin de aydınlatılması gereken bir olgu olduğunu söylediğini hesaba katmak gerekir. Cinsel pratiklerin neredeyse tamamı üzerine bir inceleme gerçekleştirdikten sonra sapkınlığın insan cinselliğinin özgün ve evrensel bir niteliği olduğu sonucuna varır. Ancak “Histerik fanteziler ve Biseksüellikle İlişkileri” makalesinde eşcinsel fantezilere ayrıcalık bir yer tanır. Bunu kastrasyonun bir sonucu olan cinsel farkın reddedilmesi eğilimiyle ilişkisi içerisinde okumalıyız. Freud’un hem nevrozda hem psikozda sapkınlığın eşcinsellik boyutu üzerinde bu kadar durması Lacan’ın kastrasyonu kendi tarzında yorumlayışıyla ele alındığında uygun bir anlam kazanır.
Şimdi tekrarlıyorum… Kaygı a nesnesinin, Ötekinin alanına geçemediği için oluşturduğu –fhi ismindeki boşluğun yerinde bir şeyin belirmesiyle ilgilidir. Buradaki varlığın oluşturacağı bir kaygıdan bahsedebilmemiz için önce bir kaybın oluşması gerekir. Yani geri gelen annenin kaygı yaratması için önce gitmesi gerekir. a nesnesi ismini verdiğimiz şeye statüsünü kazandıran, kopma tehlikesi içerisindeki uzuvlardır. Bunu anal nesneye bakarak çok iyi şekilde anlayabiliriz. Çünkü oral nesneyle ilgili olan şey Ötekine yönelmiş bir talepken anal nesneyle ilgili olan durum Ötekinden gelen bir taleptir. Ve Lacan, nevrotik için Ötekinin talebinin a nesnesi değeri taşıdığını söyler. Hatta ileri gider. “Nevrotik, kendi talebinin talep edilmesini istiyor. Bu onun gerçek nesnesi. Yalvarmak istiyor. İstemediği tek şey bedelini ödemek.” Ötekinin talebinin en güçlü şekilde karşımıza çıktığı yer kaybedilmesi kaçınılmaz bir nesne olarak anal nesnenin bırakılmasını talep ettiği yerdir. Özne burada Ötekinin talebine yönelir. Bir nesneyi bırakır, ötekine yönelir. Kaygının işlevinin devreye girdiği an nesnenin bırakılmasının hemen öncesidir. Bir nesneyi bırakmaya en çok yaklaştığımız anda a nesnesi değerindeki yeni bir şey öznenin çok yakınında belirir. Kaygının fenomenolojik ve yapısal olarak birbirine temas ettiği yer burasıdır. Jack-Allein Miller’ın Lacan’ın seminerleri üzerine yaptığı çalışmalar var. Her ne kadar farklı bir ekolün kurucusu olsa da yaptığı çalışmalar çok değerli. Yine de belirli bir filtreyle okumaya dikkat ediyorum. Kaygı semineri üzerine de göyle bir çalışması var. MokoKl’ın Lacan Seçkisi isimli kitabında yer alıyor. İncelemenizi öneririm. Konsantre bir metin. Lacan’ın meşhur sözlerinden birisi şudur: Kaygı yanıltmayan tek afekttir. Bu sözüyle kaygının kesinliğine vurgu yapar. Miller bu seminerde Lacan’ın obsesyonele fazlasıyla yer vermesini kaygının kesinliği ve gösterenin muğlaklığı arasındaki zıtlığa dikkat çekmek istemesi olarak yorumlar. Lacan seminerde obsesyonelin arzu nesnesine ulaşmak için göstereni unufak ederek oyalandığını ve kesinlikten bu şekilde kaçtığını söyler. Yani histeriklerde açıkça gördüğümüz ve tüm nevrotiklerde geçerli olan sapkın fantezi formülünün yanı sıra obsesifin kendine has bir stratejisi de vardır. Sapkın hakkında birkaç şey söyleyebilmek adına nevrotiklerin fantezilerine geri dönelim. Nevrotiklerin fantazmı Ötekinin mahalinde yerleşiktir diyor Lacan. Nevrotik küçük a nesnesini Ötekinin mahaline yerleştirir. Bu istemsiz bir geçiştir. Sapkınlık düşlemi bu şekilde kurulur. Ancak burası küçük a nesnesinin asıl yeri değildir. Küçük a nesnesi öznenin göremeyeceği kadar yakınındadır. Nevrotiğin fantezisini oluşturan Ötekinin mahaline yerleştirilmiş a nesnesi için postiş ifadesini kullanıyor Lacan. O sahte bir a nesnesidir. Öteki için bir yemdir. Ötekinin talebi için atılmış bir yem. Anna O.’nun Breuer ve Freud’a yaptığı tam olarak budur. Lacan nevrotik ile diğerleri arasındaki sınır noktasının burası olduğunu söyler. Yani a nesnesinin Ötekine bırakılıp bırakılmaması… “Nevrotiğin fantazmında bulduğu destek, karşılaşıldığında kendini sapkınlık olarak sunan şeydir. Sapkın için her şey yerli yerindedir. Kendisini, bunun ne şekilde işlediğine kayıtsız kalarak, Ötekinin jouissance’ına sadık bir şekilde sunduğunu söyleyebiliriz.” Psikoza gelecek olursak nevrozda fantezi olarak ortaya çıkan şey psikozda gerçeklikte geri döner. Buna verilebilecek en iyi örnek elbette Shreber’dir. Nevrotikte ancak bir fantezi olarak karşımıza çıkan, kendisini büyük Ötekinin jouissance’ına sunma sapkınlığı, Shreber’de kendisini Tanrı’nın kadını ilan ettiği bir hezeyan şeklinde onun gerçekliğinde ortaya çıkar. “Nevroz ve Psikoz’da Gerçekliğin kaybı” isimli makalesini okuduğunuzda Freud’un bu iki yapı arasındaki ayrımın temellerini attığını rahatlıkla görebilirsiniz. Nevrozda gerçekliğin bir kısmından kaçınıldığını ve nevrotiğin bunu fantazmı aracılığıyla yaptığını söyler Frued. Psikozdaysa gerçeklik kaybedilmiştir ve nevrotiğin fantazmına kaynak teşkil eden şey psikozda gerçekliğin yeniden inşası için kullanılan şeydir. Hem nevroz, hem psikoz hem de sapkınlık öznenin maruz kaldığı bir tehdide, kastrasyon tehdidine verdiği farklı cevapların belirlediği yapılardır. Lacan bu tehdite nasıl bir cevap verileceğine dair sorumluluğun tamamen özneye ait olduğunu söyler. Özneyi kastrasyonla tehdit eden simgesel yasadır. Lacan 1953’teki Roma Raporunda “ Zamanın başlangıcından bu yana babayı kişi olarak yasa figürü ile özdeşleştiren simgesel işlevin dayanağının babanın adında olduğunu kabul etmeliyiz” der. Yapılar anlamında belirleyici olan Babanın Adı gösterendir. Aynı zamanda Fransızcada Nome du Pere babanın yasası anlamına da gelmektedir. Öznenin babanın adına verdiği cevap nesnenin konumunu belirler. Nesnenin konumu da yapıları belirler. Nevrotikte nesne kaybedilmiştir. Nevrotik kaybedilmiş bir şeyin peşinde olmasına rağmen bu nesnenin kaybedilmeden önceki varlığına dair herhangi bir bilgiye sahip değildir. Sapkın ise kendisini nesne olarak sunar ve kaygı uyandırır. Az önce Lacan’dan yaptığımız alıntıda geçen su söz onun mekanizmasına dair bir sözdür: bunun ne şekilde işlediğine kayıtsız kalarak. Sapkın, yasanın nasıl işlediğini çok iyi bilir fakat onu inkar eder, yalanlar ve onu kullanır. Fransızcada perversiyon aynı zamanda babanın bir versiyonu anlamına da gelir. Sanırım yunan mitolojisindeki Nemesis sapkını betimlemek için iyi bir örnek olur. Adalet tanrıçası olan Themis’in yeryüzündeki yansımasıdır. Themis öfkeli ve cezalandırıcı olmayan tanrısal yasayı temsil ederken nemesis onun yeryüzündeki versiyonu olan insansal yasayı temsil eder ve onun yeryüzündeki kılıcı rolündedir. Psikozun mekanizması ise forclusion, men etme, hsaptan düşme ,dışta bırakma mekanizmasıdır. Babanın Adı men edilmiştir ve nesne kaybedilmemiştir. Men edilmiş olan bu gösteren gerçeklikte geri döner. Yine Shreber örneğinde olduğu gibi düşlemsel olarak sahnelenmesi gereken ödipal dramaya ait özne ve Öteki arasındaki ilişki gerçeklikte cereyan ediyor. Lacan’ın “psikozların tedavisine olanak oluşturabilecek bir kaç öncü soru” makalesinde örnek verdiği vakaya göz atalım. Hastanede gerçekleşen bu görüşmede hasta Lacan’a koridorda hafif değerlere sahip komşusunun kocasının kendisine hakaret ettiğini söylüyor. Ancak adamın ettiği hakareti söyleyemiyor. Hasta bu diyalogta hakaretten öncemi yoksa sonra mı olduğu anlaşılamayacak şekilde kendi kurduğu cümleyi söylüyor: Kasaptan geliyorum. Lacan da bu görüşmede bunun bir hata olduğunu bize iletmekle birlikte hastaya tahminde bulunduğu şeyi söylüyor: Domuz. Hasta bundan pek memnun kalıyor. Lacan’ın anlamasını istediği şey tam da buydu. Görüşmenin devamında Lacan hastaya “Kasaptan geliyorum” diyor. Hasta da ona “Dişi domuz” diyor. Hastanın halüsinasyonundaki diyaog Lacan tarafından tespit ediliyor. Ancak Lacan burada hata yaptığını önemli olanın bu olmadığını söylüyor. Önemli olan neden ötekinin anlamasını beklediğidir. Psikoz kliniğinde kritik olan zaten Öteki tarafından imha edilmekle tehdit edilen özneye daha fazla alan açmak gerektiğidir. Lacan psikotik için şunu söyler: O her şeyden önce özgürdür. Çünkü arzusunun nedeni olması için Ötekine ihtiyacı yoktur. Onun a nesnesi cebindedir.” Nesnesini Ötekinin tarafına geçirmiş olan nevrotiğin kliniğindeyse eksen Ötekinin arzusudur. “Tek bildiğimiz, analiz tarihindeki ya da her analistin yatırdığı arzunun tarihcesindeki dalgalanmaların elverdiği olcude, ufak tefek şeylerle oynayarak — şu kucucuk ayrıntıyı değiştirerek, şu tamamlayıcı gozlemi yaparak, şu tesadufi ekleme ya da inceltmeyi getirerek— her analistin arzu düzeyinde mevcudiyetini niteleyebildiğimizdir.” Her ne yaparsa yapsın arzu düzeyinde bir mevcudiyetinin olması gerekir.